• Doğu Batı Sayı 19: Dünya Neyi Tartışıyor - II (Yeni Düşünce Hareketleri)

Doğu Batı Sayı 19: Dünya Neyi Tartışıyor - II (Yeni Düşünce Hareketleri)

  • 150,00 TL
  • 112,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda


Etiketler: dergiler

Jean Baudrillard
İllüzyon, Yitirilen İllüzyon ve Estetik

Nesrin Kale
Modernizmden Postmodernist Söylemlere Doğru

Zygmunt Bauman
Modernite, Postmodernite ve Etik

Ali Akay
Yapısalcılık-Sonrasına Yeniden Bir Bakış

Mustafa Günay
Düşünce ve Kültür Tarihinde Hermeneutik Gelenek

Krishan Kumar
Sosyalizmin Sonu mu? Ütopyanın Sonu mu? Tarihin Sonu mu?

Halil Nalçaoğlu
Heterotopya, Koloni ve Öteki Mekânlar: Michel Foucault’nun Kısa Bir Metni Üzerine Düşünceler

Recep Alpyağıl
Dil Oyunlarından Dilin Yapıbozumuna

Dilek İmançer
Feminizm ve Yeni Yönelimler

Behçet Güleryüz
Devlet ya da Disiplin

Vehbi Bayhan
Risk Toplumu

Terry Eagleton
Beş Çeşit Aynılık ve Farklılık

Celal Türer
Whitehead’ın Yapısalcı Postmodernizmi

Aziz Fevzi Zambak
Wittgenstein Felsefesi Felsefeye ve Sosyal Bilimlere Nasıl Yeni Açılımlar Getirebilir?

Kurtuluş Kayalı
Türk İş’li Sosyolog Kardeşim...

ESKİ DÜNYANIN YENİDEN İHYASI

 

Doğu Batı dergisinin dünyanın neyi tartıştığı sorusuna verdiği ikinci yanıt “Yeni Düşünce Hareketleri” başlığını taşıyor. Bu çalışma, yeni toplum ve yeni insan ekseninde üretilen bazı modellerin değerlendirmesini içeriyor.

        İlk, 1890-1920 yılları arasında Avrupa entelektüel ve sanat orta­mında beliren kriz nosyonu, XX. yüzyılın üzerinde en çok konuştuğu kavram olmuştur. Kopuş temasıyla birlikte siyasal ve toplumsal bütün projeler risk ve belirsizliğin, kaos ve nedensizliğin çatısı altında yavaş yavaş erimeye başladı. Kriz, mitlerin çöktüğünü haber veriyordu. Nostal­jiler sarsılmıştı. Dogmatik uykudan uyandığını söyleyen Aydınlanma düşünürleri bu sefer pek de farklı olmayacak şekilde dogmatik bir rüyaya dalmışlardı. O hâlde Aydınlanmanın bireyi yozlaştıran bütün insanî, etik, politik, bilgi birikimi temelden sorgulanmalıydı. Çünkü vaat edilen her tozpembe teori ve kehânet, mutlak aldatıcı bir yönle çıkıyordu karşımıza. Eski dünyanın hiyerarşiye dayalı tabakaları, insan ve toplumu ebediyetin çizgileriyle kaynaşmış bir varlık olarak tahayyül ediyordu. Bu yanlış bilincin ortak felsefesi (symphilosophy), evrenin birliği ve insanın de­vamlılığı düşüncesiydi. Artık ne tarihin kurmaca geçmişine dönülebilir, ne de havai fişeklere benzeyen otoriter bilgi felsefelerinin takipçiliği üst­lenilebilirdi. Bunun ardından radikal, üç akıl dışı eylem daha gerçekleşti­rildi:

        1. Tanrı’nın öldürülmesi

        2. İnsanın ve öznenin öldürülmesi

        3. Dilin öldürülmesi  

Bu üç kasıt ve keyfî irade, estetikle etik değerlerin özdeş tutulduğu bir arenada meşruiyetini sağladı. Eski dünyanın dilini ve mantık kipini este­tik bir tavırla dönüştürmek isteyen düşünürleri bu sefer relativizmin tehli­keli tuzakları bekliyordu. Sanatın yanılsamaya dayalı ‘hakikat’ oyunu ve ontogenetik iradesi, belirsiz, elde edilemez bir vizyona dönüşebilme teh­likesiydi sözü edilen. Nitekim Avantgardizm ve benzeri reaksiyonlar tanımlanamaz, ölçülemez duyusal çok çeşitliliğin sınırlarını fazlasıyla aşındırmıştı. Öncü kuvvet olma, hücum kıtaları oluşturma ve geride ka­lanlar için yeni cepheler açma anlamına gelen ‘avant-garde’ kelimesinin son derece biçimsel ve kuralcı tanımına karşın, avantgardist sanatçı, Or­taçağ hikâyelerinin karikatürize edilmiş şövalye kılığıyla ve estetik kim­liğiyle kendini selamlamakta herhangi bir sakınca görmedi. Böylelikle klasik sanatın geometrik üslubu, asimetrik ve ölçüsüz atmosfere dönüşen bir boşlukta sallanıyordu. Yapılan bozulmuştu, inanılan reddedilmişti ve inşâ edilen her birikim salt spekülatif bir malzeme düzeyinde algılan­mıştı. Bu hâliyle ortaya çıkan insan prototipi gündüz ördüklerini geceleri söken  Penelope’u çağrıştırıyordu. Modern Penelope, gün boyu benliğini tatmin edecek ve dağılmış kimliğini toparlayabilecek sürekli bir arayışın izleyicisi oldu. Kimi düşünürlere göre, herhangi bir merkezi, çekirdeği ve kalbi olmayan bu faydasız arayış, öznenin kendi kendine vedasıydı, ütop­yaların bittiğini ve tarihin kapandığını simgeleyen bir veda...

        Michel Foucault, “Bir başka sistem hayâl etmek, mevcut sistemde olan bitene katılımımızı genişletmektir” teziyle bu tıkanıklığa işaret et­miştir. Tam da bu noktada postmodernizm, yapısalcılık, dilbilim, hermeneutik gibi konular hararetle tartışılmaya başlandı. Bu dönüşümle­rin çoğaldığı yerlerde yeni politik, moral, insanî, etik ve estetik değerler, bilgi düzeyleri ve farklı perspektifler oluştu.

        Konumların ve problemlerin ayrışmasına rağmen, daha üst ve güveni­lir bir bakışın sağlanması için bu düşünceleri ortak bir paydada tespit etme gereksinimi vardır. Tek tek analitik bir okumanın ardından bütün bu farklı bağlamların/konumların, ana karakteristiği ayrıca sunulmaya de­ğerdir. Dileriz bu çalışma, yeni düşünce hareketlerinin özünü/ruhunu verebilmiş olsun.            

 

Taşkın Takış