• İlkel İnsanda Ruh Anlayışı

İlkel İnsanda Ruh Anlayışı

  • 210,00 TL
  • 147,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Birçok araştırmacı, antropolog ve etnologun beş kıtada birbirlerinden on binlerce kilometre uzakta yaşayan insanlarla ilgili çalışmaları Lucien Lévy-Bruhl için doğrudan ilham kaynağıdır. Lévy-Bruhl, kendi sahasındaki muazzam birikimi bu kitapta bir araya getirirken antropoloji dünyasının temellerini atar.

Lévy-Bruhl’ün çalışmalarıyla M. Mauss, B. Malinowski, G. Frazer, Louis Dumont, Lévy-Strauss gibi antropologların metinlerine bakıldığında insanlığın muazzam teknolojik, demokratik, bilimsel vb. gelişmelerine karşın, birçok açıdan, ilkel toplumun zihinsel evreniyle benzerlikler olduğu görülmektedir. Asıl uzmanlık alanı felsefe olan ve ilkel toplumların zihinsel/düşünsel yapısı konusunda en önemli metinlerden birkaç tanesini yazmış olan Lévy-Bruhl, bu kitabında ilkel toplumlarda ruh kavramının var olup olmadığını tartışıyor. İlkel insanın nasıl düşünüp nasıl yaşadığını yüzlerce ayrıntının arasından çıkarıyor.

Şimdi çalışmamızın en zor kısmına geliyoruz. Kurum ve töreler çözümlemesi, ilkel insanların çevrelerindeki birey, nesne ve özellikle de sosyal grupla olan ilişkilerini kafalarında nasıl canlandırdıklarını belli bir ölçüde belirlememizi sağlamıştı. Ancak tek başına ele alındığında, bireyin, onların gözünde hangi tinsel ve maddi unsurlardan oluştuğunu, nasıl yaşadığını ve öldüğünü söyleyebilmek için sanki çok daha zor soruların yanıtlanması gerekiyor.


  • Yazar: Lucien Lévy-Bruhl
  • Kitabın Başlığı: İlkel İnsanda Ruh Anlayışı
  • Orijinal Başlık:  L’âme primitive
  • Çeviren: Oğuz Adanır [Fransızca]
  • Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 21; Antropoloji Dizisi - 2
  • Basım Bilgileri: 1. Basım / Haziran 2006, 2. Basım / Kasım 2018
  • Sayfa Sayısı: 424
  • ISBN: 978-605-2133-52-1
  • Kapak Resmi: Kask Maskesi, 20. yüzyıl, Vanuatu, Güneybatı Malakula
  • Boyutları: 14 x 21

GİRİŞ

İlkel İnsanlara Göre Bütün Varlıklar Türdeş Öze Sahiptir

Dolaylı Bir Yönteme Başvurma Gerekliliği
Şagalar’da Arıcılara Özgü Ritler
Kaya ve Taşlara Atfedilen Gizemli Güçler

Gizemli Güçler Deposu Olarak Görülen Bitki ve Ağaçlar
İnsan ve Hayvan Arasında Önemli Bir Fark Bulunmadığı Düşüncesi
Yarı-İnsan, Yarı-Hayvan Efsanevi Varlıklar

BİRİNCİ KİTAP

Birinci Bölüm
Birey Ait Olduğu Grupla Dayanışma İçindedir

Bitki ya da Hayvan Türlerine Özgü İlke ya da Büyülü Güçler
Bölünmezlik Bireye Değil Gruba Ait Bir Özelliktir
Melanezya Dillerinde Son Ek Halini Alan Şahıs Zamiri
“Grup Akrabalığı”, Sınıflandırıcı Aile Düzeni

İkinci Bölüm
Sosyal Grup Üyelerinin Kendi Aralarındaki Dayanışma

Aynı Gruba Ait Üyeler Arasındaki Fizyolojik Hattâ Organik Denilebilecek Dayanışma
Tek Kimliğe Sahip Oldukları Söylenebilecek Kardeşler
Evlilik, Grup İçi İşler, İki Aile Arasında Yapılan Sözleşmeler
Kan Davası İlkesi
Toprak Kişiye Değil Gruba Aittir

Üçüncü Bölüm
Bireyselliğin Unsurları ve Sınırları (A)

Öznenin Ortaya Çıkmasını Engelleyen Güçlükler ve Önlemler
Bireyle Özdeşleştirilen/Bütünleşen Şeyler
Birey Kişisel Anlamda Kendinin Sahibidir
Özdeşleştiği Şeyler Bireyin Kendisi Olarak Kabul Edilir

Dördüncü Bölüm
Bireyselliğin Unsurları ve Sınırları (B)

Böbrek Yağı
“Ruh” ve “Gölge” Sözcüklerinin Yol Açtığı Anlam Karmaşası
Codrington’a Göre Bireyin İkizi
Maoriler’de Bireyin İkizini Canlandıran Terimlerle İlgili Açıklama
Bireye Ait Gölge, İmge ve Yansımanın Kişinin Kendisi Olarak Kabul Edilmesi

Beşinci Bölüm
Bireyin İkili Konumu ve İki Ayrı Varlık Olarak Kabul Edilmesi

Hindistan’ın Kuzeydoğusunda Yaşayan Nagalar’da Bedensel Dönüşüm İnancı
Mali Takımadaları, Batı Afrika, Peru, vs. Benzer İnançlar
Hayvan Bedeninin Biçimini Alabilen Kadın ve Erkek Büyücüler
Sıradan İnsanlarda Bireysel(Tek)/ İki Farklı Varlık Olma Özelliği
Kimi Hayvanların Tek/İki Ayrı Varlık Olarak Görülmesi
Yeni Doğan Bebeğin İki Ayrı Varlık Olarak Görülmesi

Altıncı Bölüm
Bireyde İçkinleşen Grup

Aranda ve Loritjalar’da Totemsel İnanışlar (Orta Avustralya)
Batı Afrikalı Ewe ve Tişiler’de Kra
Aşantilerin Ntoro’su
Bantular’da Karşılaşılan Benzer İnançlar
İlkel İnsanda Bizimkinden Değişik Olan Bireysellik Anlayışı

İKİNCİ KİTAP

Yedinci Bölüm
Bireyin Yaşamı ve Ölümü

Küçük Çocuğun Bir Varlık Olarak Kabul Edilmemesi
Çocuğa İsim Verilmesi
Yaşlılara Gösterilen Saygı
Bir Ölüm Olayının Gerçekleştiği İlk Günlerde, Ölümün Bulaşıcı Bir Hastalık Gibi Hissedilmesi
Bir Ölüm Olayının Grupta Yol Açtığı Kargaşa

Sekizinci Bölüm
İnsan Öldükten Sonra Nasıl Yaşar?

Ölüm Sonrası Yaşama Olan Evrensel İnanç
Ölü Yaşamaya Devam Ediyor Ancak Bunu Başka Bir Yerde Yapıyor
Ölüyle Özdeşleştirilen Şeyler
Birey Öldükten Sonra da Kişisel Mallarının Sahibi Olmayı Sürdürüyor

Dokuzuncu Bölüm
Ölülerin İkili Konumu ve İki Ayrı Yerde Aynı Anda Bulunabilme Özellikleri (A)

Ölüyü Etkileyebilmek İçin Cesedin Etkilenmeye Çalışılması
Büyücünün Cesedi Yakılmalıdır
Görünüşte Yaşayan Ölüler
Yeniden Yaşayan Ölüler
Ölülere Sunulan Armağanlar

Onuncu Bölüm
Ölülerin İkili Konumu ve İki Ayrı Yerde Aynı Anda Bulunabilme Özellikleri (B)

Aynı Anda İki Ayrı Yerde Olabilen Yeni Ölü (Yeni Gine)
Çeşitli Hayvan Görünümlerinde Ortaya Çıkan Ölüm
Güney Afrikalı Bantular’da Yılan Görünümünde Ölüler

On Birinci Bölüm
Ölülerin İçinde Bulundukları Koşullar ve Son Aşamada Ölüye Ne Oluyor?

Öteki Dünyanın Zihinde Tam Olarak Canlandırılması Konusundaki Uyumsuzluk ve Belirsizlik
Ölen Kişi Kabilesinin Yanına Gidiyor
Bekâr Kişi Öldüğü Zaman (Bantular’da) Ailesi Tarafından Evlendirilip, Çocuk Sahibi Olabiliyor
Ölüm Sonrası Yaşam Ölümsüzlük Demek Değildir
Ölülerin Kesin Ölümü

On İkinci Bölüm
Ruhun Bir Bedenden Diğerine Geçmesi

Mackenzili Eskimolar’da Ruhun Bir Bedenden Diğerine Geçmesi
Bering Boğazında Yaşayan Eskimolar’da Ruhun Bir Bedenden Diğerine Geçmesi
Bazı Bantu Kabilelerinde Ruhun Bir Bedenden Diğerine Geçmesi

Önsöz

 

Bu çalışmanın konusu, ilkel olarak adlandırılan insanlardaki birey anlayışını incelemektir. Daha önce bu konuda yapılmış çalışmalardan yola çıkarak kendi yaşamları, ruhları ve kişi/benlik konusunda nasıl bir anlayışa sahip olduklarını anlamaya çalıştım. Olguların incelemesi beni ilkel insanlarda kavramların bulunmadığı sonucunu kabul etmeye itmiştir.

Herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için İlkel İnsanda Ruh Anlayışı başlığının ne anlama geldiğini açıklamak istiyorum. Burada başvurulan “ruh” sözcüğü, bizim kullandığımız bir sözcük olup, ilkel toplumlarda bu anlamı uzaktan ya da yakından çağrıştıran düşünceleri kapsamaktadır.   

Bayan Hélène Metzger, bu cildin sonunda yer alan dizin bölümünü oluşturma zahmetine katlanmıştır. Kendisine en içten teşekkürlerimi sunmak isterim.

 

Lucien Lévy-Bruhl

Çevirenin Önsözü 


İlkel toplumların tüm dünyada en eski atalara ait yaşantıları temsil ettikleri söylenebilir. Bu metinde yer alan bilgiler 17. yüzyıl başlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar giden bir dönemi kapsamakla birlikte aslında binlerce yıldan bu yana hemen hiç değişmeden süregelmiş bir yaşantıdan kesitler sunmaktadır.

Abdülkadir İnan, bize örneğin, Yakutlarla ilgili olarak bin yıl farkla aynı toplumu betimleyen iki ayrı metin yan yana konulduğunda şaşırtıcı bir şekilde arada hiçbir değişikliğin bulunmadığını söylemektedir. Dünyaya bakışlarında değişilik olmasının, atalara olan bağlılık ve inanç nedeniyle, neredeyse imkânsız olduğu bu toplumlara, Modern toplumlara özgü dünya görüşü/görüşleri doğrultusunda bakıldığında muhtşem bir cehalet ve zavallılık karşısında etkilenmemek mümkün değil.

M. Mauss’un dediği gibi Lévy-Bruhl, ilkel toplumlara yönelik diğer metinlerinde olduğu gibi burada da bu insanlarla Modern toplumlar arasındaki düşünce, zihniyet farklılıklarını ortaya koymaktadır.

Dünyanın beş kıtasında birbirlerinden on binlerce kilometre uzakta yaşayan insanlar hakkında gerek misyonerlerin, gerekse araştırmacı, antropolog ve etnologların yapmış oldukları çalışmalardan yola çıkan bu metinde yazar: İlkel insanlarda tek tanrılı dinlere özgü (Hıristiyanlık, İslâmiyet ya da Yahudilik) veya benzer bir ruh düşüncesi ya da anlayışı bulunmadığını kanıtlamaya çalışmaktadır. Bunda çok büyük ölçüde başarılı olduğu söylenebilir. Derinlemesine herhangi bir çalışma yapmadan ve tarihsel süreç farklılıklarını göz önünde bulundurmadan, insanlığın bütün dünyada aynı ya da benzer düşünce yapılarına sahip olduğunu iddia edenler, bu türden derinlemesine bilimsel çalışmalar karşısında görüşlerini gözden geçirmek durumunda kalmışlardır.

 Felsefeyle uğraşmakta olduğu bir sırada Lévy-Bruhl çapında bir bilim ve düşünce adamını ilkel toplumlara iten şey nedir? Neden onların zihinsel ve düşünsel yapılarını merak etmiş ve yaşamının önemli bir bölümünü buna adamıştır? Bilebildiğimiz kadarıyla 1900’lü yılların başlangıç döneminde Durkheim-Mauss ekolü gerek Fransa gerekse dünyada çok etkili olmuştur. Türkiye’de Ziya Gökalp, Mustafa Kemal Atatürk, Abdülkadir İnan ve daha sonra Doğan Avcıoğlu gibi insanlar bu ekolün çalışmalarıyla ilgilenmiş hattâ Marcel Mauss’un evrensel özellikler taşıyan “Armağan” başlıklı denemesi 1934 yılında İstanbul Üniversitesi Yüksek İktisat Mektebi (sayı 18) tarafından (Sadri Etem/Ertem çevirisi olarak, “Hibe” başlığıyla) yayımlanmıştır.

Bu ve benzeri çalışmaların en önemli özelliklerinden biri, birbirlerinden on binlerce kilometre uzakta (farklı kıtalarda) yaşayan ve ne ataları ne de konuştukları dillerin birbirleriyle hiçbir ilişkisi bulunmadığı insan topluluklarında birbirinin kopyası sayılabilecek inanç ve düşüncelerin mevcudiyetidir. Örneğin:

“Bir yerli seyahate çıktığında ya da yabancı bir çiftlikte yemek yediğinde, yemiş olduğu yemeğin kırıntılarını, muzların kabuklarını ya da çiğnediği biberin kalıntılarını büyük bir ihtimamla kolunda taşıdığı bir torbaya koyup, beraberinde götürür ve yakar.” Olayı anlatan misyoner şunları eklemiştir: “Yeni Mecklembourgluların (Afrika) kafa yapısına göre insanın yedikten sonra bıraktığı yemek artıklarıyla kendisi aynı varlıktır. İşte bu yüzden yerliler di te ru ra (yemeğimden arta kalanları) değil di te ra iau (beni topladılar) demektedirler.” Mecaz ifadeyle hiçbir ilişkisi olmayan çarpıcı bir dışa vuruş biçimi. Diğer aidiyet biçimleri gibi yemek artıkları da birebir yerli bireyin kendisi gibi algılanmaktadır.

Aynı yaklaşım, sahipleri tarafından giyilmiş ve ter izi taşıyan giysiler için de geçerlidir. Örneğin Kiwai adasında (Papua Yeni Gine): “Bir gün balık avından dönen genç kızlar Baidam’ın evinin önünden geçerken danslar sırasında kullandıkları yapraklardan toplarlar ve bu yaprakları eteklerinin içine koyup, evlerine yatmaya giderler. Baidam’ın yaymış olduğu “koku” hepsini hamile bırakır.” Madagaskar adasında da benzer bir inançla karşılaşılmaktadır: “Kızı, babanın “lamba”sını taşıyamaz; tıpkı kız kardeşin erkek kardeşin “lamba”sını taşıyamaması gibi.” Baghirmi’de (Afrika): “Kozamlar Hemat adlı daha büyük bir aşirete bağlıdırlar. Efsaneye göre bunların kökenleri Mekke’ye evlenecek yaşa gelmiş bakire kızıyla giden Arab-el-Uemit’e dayanmaktadır. Üzerinde taşıdığı bez parçası kızın vücudunu tamamıyla örtmediği için, adam kızına kendi pantolonunu verir. Bir süre sonra bakire kız bu yüzden hamile kaldığını fark eder. Bir oğlu olur ve babasıyla birlikte götürüp çocuğu bir dağ başına bırakırlar.” (İ.İ.R.A., s. 120)

Metinde bu türden pek çok örnek vardır. Buna karşın insanlar ve hayvanlarda evrensel bir şekilde var olduğu düşünülen çocuk sevgisinin ilkel insanlarda geçerli olmayabileceği görülmektedir:

Bu çok yaygın inanca göre, yeni doğmuş çocuk yarı yarıya doğmuş bir varlıktır. Henüz ruhlar dünyasından tamamıyla kopmamıştır. Bu yüzden bu toplumlarda, yeni doğmuş çocukları öldürme olayıyla çok sık karşılaşılmaktadır. Bizi ayağa kaldıracak böyle olaylara karşı tepkisiz kaldıkları görülmektedir. “Bu uygulamayı, insandaki ve hayvandaki çocuk sevgisinin kalbe kazınmış olduğunu söyleyen düşünceyle nasıl uzlaştırabileceğimi bilemiyorum. Bu barbarlar bize bu sevginin içgüdüsel olmadığını göstermektedirler”. Ancak onların gözünde bebeği ortadan kaldırmak onu öldürmek anlamına gelmiyor çünkü henüz gerçekten doğmamış olduğunu düşünüyorlar. Yalnızca bu türden düşünce biçimleri misyoner Williams’ın aktardığı soylu bir Fijilinin tuhaf davranış biçimini açıklayabilir: “Tokanaua, son Mbua savaşında, 1844 yılında öldürülmüştür. Geride küçük yaşlarda bir erkek ve kız çocuğu bırakmıştır. Çocukların annesi boğazlanmış ve kocasıyla birlikte gömülmüş olduğundan kendilerine bakacak birilerine ihtiyaçları vardır. Öksüzler Tokanaua’nun ağabeyine götürülür. Adam çocuklara süt anne bulur. Ancak bu çözüm zamanla pek hoşuna gitmez. O sırada eşi doğum yapar. Karısıyla birlikte kendi çocuklarını öldürüp, onun yerine kardeşininkileri alarak onlara annelik yapması konusunda anlaşırlar” (İ.İ.R.A., s. 215).

Özetle İlkel İnsanda Ruh Anlayışı Türkiye gibi antropoloji ve etnolojiye mesafeli bir okuyucuya sahip bir ülkede çok şaşırtıcı ve düşündürücü bir metin olarak değerlendirilebilir. Öte yandan çalışmada sözü edilen çok değişik bölgelere özgü dillere ait terim ve sözcükler zaman zaman kafa karıştırıcı hale gelebilmektedir. İlkel insanın basit bir kafa ya da düşünce yapısına sahip olduğunu sananlar mevcut karmaşa karşısında şaşkınlığa düşebilir. Lévy-Bruhl, ilkel toplum kavramlaştırmayı bilmeyen, kavramlardan bihaber bir toplumdur demektedir. Başvurduğu hemen bütün ciddi misyoner gözlemciler ruh gibi soyut bir kavramın ilkel insanlara aktarılamadığını, onu anlatıp, açıklamanın neredeyse imkânsız bir şey olduğunu söylemektedirler. Böyle bir saptama bile tek tanrılı dinlere özgü kavramların o toplumların ne kadarına gerçekten ulaştığı sorusunun sorulması için yeterlidir. En azından Türkiye gibi ülkelerde mevcut durum tek tanrılı dinler öncesine ait pek çok özellik, gelenek, görenek ve törenin bu dinlere mâl edilerek günümüze kadar sürdürülmüş olduğudur. Kendi adıma ilkel insanı ne kadar iyi anlarsak dünya toplumları ve kendimizi de o kadar iyi anlayabileceğimizi sanıyorum.

 

İzmir, Haziran 2006

 

 

Not: Yüzlerce yerli terim ve sözcüğün yer aldığı, bu oldukça zaman alıcı metin boyunca bizi en çok yoran sözcük “esprit” olmuştur. Kimi zaman “tin” kimi zaman “ruh” olarak çevirmek durumunda kaldığımız bu sözcükle ilgili tereddüt çoğunlukla araştırmacıların kararsızlıklarından kaynaklanmaktadır.


Lucien Lévy-Bruhl (1857-1939)

Charlemagne Lisesini bitirdikten sonra felsefe bölümünü kazanır. 1884 yılında iki dilde (Latince ve Fransızca) iki ayrı tezle Edebiyat Doktoru unvanını alır. 1902 yılında Sorbonne’da Modern Felsefe Tarihi dersini vermeye başlar. 1908 yılında bölüm başkanı olur. 1900’lü yıllarda ilkel toplumlarla ilgilenmeye başlar ve yirmi yıl boyunca felsefenin yanısıra bir sosyolog gibi çalışır. İlk çalışmanın başlığı: Gelişmemiş Toplumlarda Zihinsel İşlevler’dir. Yöntem, betimlemeler üzerine kuruludur. Sosyolojik unsur ise ilkel düşünce biçimlerinin insan topluluklarına ait olduğunun gösterilmesiyle kanıtlanmaktadır. Süreklilik arz eden çalışmalarıyla yazarın ilkel dinler konusunda bir tür ansiklopedi oluşturmuş olduğu söylenebilir. Birbirini izleyen çalışmaları aracılığıyla “ilkel” düşüncenin bütün karanlık noktalarını ayrıntılarıyla ortaya koyarak (İlkel İnsanda Ruh Anlayışı, İlkel Mitoloji, Mistik Deneyim ve Simgeler vb.), başlı başına bir inanç «sistemini» açıklamaya çalışmıştır.

İndirimli Setler

Antropoloji Dizisi

İndirimli Fiyat: 945,00 TL 1.050,00 TL

Kazanç: 105,00 TL

Mevcut Seçenekler: