• Homo Ludens

Homo Ludens

  • 180,00 TL
  • 126,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Homo Ludens (oyun oynayan insan), geçmişe ve kişinin kendisini tanımasına yönelik son derece renkli ve benzerine az rastlanır bir kültür tarihi okumasıdır. Evet, “dünya bir tiyatro sahnesi”dir ve oyunla başlamıştır her şey! Oyun bir algılama yeteneği aynı zamanda bir estetik kavrayış düzeyidir. Oyun ile güzellik arasında yakın bir bağ vardır. Hareket halindeki insan oynadığı oyunla eylemine güzellik, ifadesine canlılık, ruhuna dirilik katar. Bir ruh hali olarak oyun, bir coşkunun yansımasıdır. Bununla birlikte oyunda, ciddiyet asla elden bırakılmaz. Önceden belirlenmiş kurallara büyük bir dikkatle riayet edilir. Çocuklar ve yetişkinler oyuna tam bir ciddiyet içinde dâhil olurlar. Bir oyunun sonunda kazanmak “üstünlüğünü belli etmektir.” Ve bu yüzden de kazanmak bizatihi oyunun sınırlarını aşar, kişiye itibar ve onur verir.

Huizinga’ya göre hukuk, bilim, şiir, bilgelik ve felsefe sahaları oyunun ruhuna sahip olmakla zenginleşmiş ve anlam kazanmıştır. Oyun, aşkın kalbindedir. Oyun zevkini yitiren heyecanını da yitirmiş sayılır. Şiir oyundan doğmuş, farklı formlar sayesinde varlığını korumuştur. Müzik ve dans saf oyun olarak çıkar karşımıza. Hukuk, toplumsal oyunun kurallarını gözeterek gelişme kaydetmiştir. Silahlı çatışmaların kurala bağlanması, aristokratik hayatın ritüelleri oyunsal biçimler üzerinde temellenmiştir. Festivaller, yarışmalar, bayramlar ve âyinler oyun düşüncesinin hep farklı tezahürleridir.

Huizinga geçmişteki zenginliğe kıyasla oyun oynama yeteneğini giderek yitiren insanın, oyunu, maddi ve mekanik bir etkinliğe indirgeyen günümüz toplumlarının yaratıcılık ve hayal gücünü yitirdiğinden ise hüzünle söz eder.


  • Yazar: Johan Huizinga
  • Kitabın Başlığı: Homo Ludens: Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme
  • Fransızca Metin: Homo Ludens: Essai sur la fonction sociale du jeu
  • Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay [Fransızca]
  • Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış 
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 386; Tarih Dizisi - 55
  • Basım Bilgileri: 1. Basım: Haziran 2023
  • Sayfa Sayısı: 304
  • ISBN: 978-625-8123-42-5
  • Boyutları: 13,5 x 21
  • Kapak Resmi: Konrad von Altstetten, Codex Manesse, 14. yüzyıl.

Sunuş

Önsöz

İkinci Basıma Önsöz

I. Kültür Olgusu Olarak Oyunun Doğası ve Anlamı

II. Oyun Kavramının Dilde Kavranılışı ve İfade Edilişi

III. Kültür Yaratıcı İşlev Olarak Oyun ve Müsabaka

IV. Oyun ve Hukuk

V. Oyun ve Savaş

VI. Oyun ve Bilgelik

VII. Oyun ve Şiir

VIII. Mythopoiesis’in Unsurları (Hayal Gücünün İşlevi)

IX. Felsefenin Oyunsal Biçimleri

X. Sanatın Oyunsal Biçimleri

XI. Oyun Açısından Uygarlıklar ve Dönemler

XII. Çağdaş Kültürde Oyunsal Unsur

Dizin

Sunuş

 

“İnsan”, çoğu doktrin ve düşünür açısından bir canlı türünü belirlemeyi aşan bir anlam manzumesiyle yüklüdür. Bu yüklemlerin, meşrebe göre değişmek üzere çok sayıda olması, “insan” kavramını en karmaşık, çözümlemeye en az yatkın anlamsal kürelerden biri haline getirmektedir; öylesine ki, kavram çoğu zaman ve çoğu kimsenin gözünde simgesel bir içerik kazanmakta, hattâ ülküsel bir çerçevenin parçası haline gelmektedir. Ancak kavramın veya simgenin bu içerik zenginliği, bizatihi nesnesinin de karmaşık olmasını gerektirmemektedir.

Hemen her kavramın başına geldiği gibi, burada da var olan ile olması istenilen, umulan, beklenen, uğruna kan ve gözyaşı dökülen aynı ifade bütünü içinde biraraya getirilmiştir. Bu yüzden “insan” çoğu kimse açısından, bir “ondan beklenenler” programı olarak ortaya çıkmaktadır. “İnsandan beklenenlerin başında ise, “ciddiyet” gelmektedir. Çünkü, gene hemen her doktrin “insana şu veya bu misyonu yüklemektedir ve misyon kavramının tamamlayıcısı ise, hemen her seferinde ciddiyet olmaktadır.

Ciddiyetin zıddı da genel olarak “oyun” kavramının içinde görülmektedir. Oysa Huizinga, bütün büyük düşünürler gibi bu yerleşik kabullerle hesaplaşmaya şaşırtarak başladığı eserinde, oyunun insanın temel özelliklerinden biri olduğunu ortaya koyarken, aynı oyunun kültür yaratıcı işlevini gözler önüne sermekte ve asıl önemlisi, oyun-ciddiyet zıtlığını gayet ikna edici bir şekilde reddetmektedir; çünkü oyun da son derece ciddi olabilir.

Yüzyılımızın en büyük tarihçi ve düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Johan Huizinga, bu eski tarihli ama eskimeyen kitabında karşımıza bir “oyuncu insan” tablosu çıkarmakta ve bu örnek tipin hukuktan, savaştan; şiir ve felsefeye varana kadar, kültürel hayatın halen her yerinde görülen varlık ve kimliğini ortaya koymaktadır.

Bir sunuş yazısında kitabın içeriğini gündeme getirmenin anlamı ve yararı yoktur, fakat bu çalışmanın derinlemesine çözümlemelerinin, toplumsal bilim araştırmalarına yaptığı yöntemsel katkıları vurgulamanın kesin zorunluluğu bulunmaktadır. Huizinga, oyun-kültür karşılıklı ilişkisini dilsel kanıtlardan itibaren sürdürüp sonunda çağdaş uygarlığa ulaşırken, hemen hemen bütün toplumsal bilim verilerini kullanmaktadır. Huizinga’nın çalışmasının en önemli özelliğini bu nokta oluşturmaktadır. Bu kitabın ilk yayımlanma yılı olan 1938’de, her toplumsal bilim kendi küçük vatanını, çekildiği surların arkasından korumaktaydı. Oysa, üstat büyük bir ileri görüşlülük ve bilimsel sezgiyle (buna bilgelik de demek mümkün), toplumsal bilimlerin ancak bütünsellikleri içinde ve tek bir bilim olarak ele alındıklarında yöntemsel bir tutarlılığa sahip olabileceklerini görmüştür. Bugün, henüz emekleme aşamasında olsa bile, toplumsal bilimler birleşme ve bütünleşmeye doğru bir çaba, mesafe ve alan kazanmaktadırlar.

Bu kitap ilk kez 1938’de yayımlanmıştır. İlkin, Aralık 1939’da Almanca bir çevirisi çıkmıştır; yazar bu çeviriye katkı ve önerilerini getirmiş, 1944 yılında İsviçre’de başka bir Almanca çeviri yayımlanmıştır. Eserini İngilizceye çeviren bizzat yazardır. Ancak, 1950’de başka bir çevirmen tarafından kitap İngilizceye bir kez daha aktarılmıştır. Bizim Türkçe çeviriye esas aldığımız metin ise, Felemenkçeden Fransızcaya aktarılan 1951 tarihli en güvenilir olanıdır. Kitapta yaklaşık bine yakın kaynak ve dipnot İngilizce çeviride yer almamaktadır. Ayrıca 1939 ve 1944 Almanca çeviriler kendi aralarında tutarlı değildir. Yazarın kendi yaptığı İngilizce çeviri ile 1950 tarihli olan diğeri arasında da tutarsızlıklar ve farklar vardır. Öte yandan, bizim esas aldığımız Fransızca metin ile 1950 tarihli İngilizce metin arasında önemli üslup ve anlam farklılıkları bulunmaktadır. Traduttori trattori; bundan hiç kuşku yok. Bu nedenle, ben çeviri sırasında İngilizce metni de karşılaştırma unsuru olarak kullandım.

Huizinga kitabını, Batı entelektüel geleneği içinde, çok sayıda yabancı kelime ve kavram kullanarak kaleme almış ve bunların çoğunu metin içinde veya dipnotla açıklama ihtiyacını duymamıştır. Ben bunların bazılarını (*) ile belirtilen dipnotlarla açıklamaya çalıştım, akışın bozulmayacağına inandığım yerlerde ise, bu açıklamaları parantezlerle metin içinde yaptım. Ancak gene de çevirmenin öğretmen olmadığına ve yazarın bizzat açıklamadıklarını açıklamak hakkının bulunmadığına inanıyorum. Fakat ne var ki, giderek kıtlaşan ve tembelleşen Türk okuru yayıncıyı, yayıncı da çevirmeni bu yönde zorluyor. Bunun geçici olduğunu umuyor ve çeviri kitapların minik birer sözlük ve ansiklopedi olmaktan çıkacakları günü özlemle bekliyorum.

Huizinga’nın kitabı okuru daha ilk sayfasından itibaren kıskacına alacağı için, ben aradan çekiliyorum.


Mehmet Ali Kılıçbay
Mart 1993

Önsöz

 

Aydınlanma çağının saf iyimserliği içinde hayal edildiği kadar akıllı olmadığımız sonunda ortaya çıkınca Homo sapiens adının türümüze eskiden sanıldığı kadar uygun olmadığı açıkça belli oldu ve bu ilk tanıma bir de Homo faber’in eklenmesinin uygun olacağına inanıldı. Oysa bu ikinci terim bizi tanımlamaya o kadar da uygun değildi; çünkü faber birçok hayvanı niteleyebilir. Ve imal etme konusunda doğru olan, oyun oynama konusunda da doğrudur: Birçok hayvan oyun oynar. Buna karşılık Homo ludens, yani “oyun oynayan insan” terimi bana, imal etmek kadar esaslı bir işlevi ifade ediyormuş ve buna bağlı olarak da Homo faber teriminin yanında yer almayı hak ediyormuş gibi gelmektedir.

Eylemlerimizin içeriği derinlemesine bir çözümlemeye tâbi tutulacak olursa, insanların bütün yapıp etmelerinin yalnızca oyundan ibaret olduğu sonucuna da varılabilir. Bu metafizik sonuçla yetinen bir kimse bu kitabı okumasa iyi eder. Uyanık kuşkuculuğun köhne tutumu, oyunu dünyada meydana gelen her şeyin temel faktörü olarak açığa çıkartma işine kalkışan bir incelemeden vazgeçmek için yeterli bir neden olamaz. İnsan uygarlığının, oyun olarak, oyunun içinde ortaya çıktığı ve geliştiği şeklindeki kanaatim çok eskilerden başlayarak, yavaş yavaş güçlendi. Daha 1903’te bile yazılarımda bu bakış açısının izlerini bulmak mümkündür. 1933’te Leiden Üniversitesi rektörü olarak verdiğim açılış söylevinin teması bu olmuştur. Bu söylevin başlığı Over de grenzen van spel et ernst in de cultur idi. Daha sonra bu söylevi biri Zürih ve Viyana’da (1934), diğeri de Londra’daki (1937) iki konferans vesilesiyle iki kez yeniden elden geçirdim ve Das spielelement der Kultur, The Play element of Culture adını verdim. Dinleyicilerim beni iki keresinde “in der Kultur-in Culture” diye düzelttiler ve ben de her seferinde tamlamayı sağlamak üzere “of”u korudum. Çünkü benim için söz konusu olan, oyunun diğer kültürel olgular arasındaki yerini incelemek değil de, kültürün hangi ölçülerde oyunsal bir karakter gösterdiğini araştırmaktı. Eğer böyle ifade etmemde bir yanlışlık yoksa, oyun kavramını kültür kavramıyla bütünleştirmeye uğraşıyordum; tıpkı daha geliştirilmiş bu incelemede yaptığım gibi.

Oyun biyolojik bir işlev olarak değil de kültürel bir olgu olarak düşünülmüş ve kültürün morfolojisine uygulanan bilimsel düşünce araçlarıyla ele alınmıştır.

Yararlı olmasına rağmen, oyunun psikolojik yorumundan mümkün olduğunca kaçındığım ve zaman zaman etnolojik olgular zikretmek zorunda kalmakla birlikte etnolojinin kavram ve açıklamalarını çok sınırlı bir şekilde kullandığım fark edilecektir. Örneğin okur sihirli terimine yalnızca bir kere rastlayacak, mana ve diğer benzerlerine ise hiç rastlanmayacaktır. Eğer ispatlarımı tez biçimi altında ortaya koysaydım, bu tezlerden biri etnoloji ile ona akraba olan bilimlerin oyun kavramını fazlasıyla ihmal ettiklerini iddia etmek olurdu. Oyuna ilişkin mevcut terminoloji yetersiz kalmaktadır. Oyuna tekabül eden ve sadece “oyuna ve oyunlara ait olan”ı ifade eden bir sıfata hep ihtiyaç duydum.

Fransızcada psikoloji eserlerinde kullanılan ludique kelimesini, Latincede bu biçim altında yer almıyor olsa da, benimsememe izin verilsin.

Bu eser yayımlanırken, içerdiği bütün emeğe rağmen, onun çok kimse tarafından bir doğaçlama veya yeteri kadar belgeye dayandırılmamış bir inceleme olarak kabul edileceğinden kaygı duyuyorum. Tam anlamıyla bilmediği çeşitli alanlarda macera aramak yerine bazı kültürel sorunlara eğilmek isteyen herkesi bekleyen kader budur.

Bilgimdeki bütün boşlukları doldurarak işe başlamayı düşünemezdim; dolayısıyla her ayrıntıya bir atıfla kefil olmayı da kural haline getirmedim. Yürekten bağlı olduğum bir konuda ya şimdi yazmak ya da asla yazmamak seçeneği karşısında, ben birinci çözümü seçtim.

Leiden, 15 Haziran 1938

İkinci Basıma Önsöz

 

1939’da, Amsterdam’daki Pantheon Akademische Verlaganstalt’ın gayretleriyle bu eserin Almancası yayımlandı.

Çeviri faaliyetine katkıda bulunurken, metni birçok yerde tamamlama veya daha açık hale getirme fırsatım oldu ve aynı zamanda yanlışları düzeltebilmek için bazı dostane uyarılardan da yararlandım.

Leiden, Eylül 1940

Johan Huizinga (1872-1945)

Hollanda’nın en büyük tarihçilerinden biridir. Groningen ve Leipzig üniversitelerindeki başarılı bir eğitimin ardından Doğu üzerine yazdığı bir uzmanlık teziyle bilim doktoru oldu. Haarlem’de tarih, Amsterdam’da da Hint edebiyatı dersleri verdi. 1905-1915 arasında Groningen’de, ardından 1942’ye değin Leiden Üniversitesi’nde Tarih profesörü olarak görev yaptı. Ayrıca 1929-1945 yılları arasında Den Haag Bilimler Akademisi Edebiyat Bölümü’nün yöneticiliğini üstlendi. 1942’de Nazilerce rehin alındı ve ölümüne değin gözaltında tutuldu.

Önceleri Hint edebiyatı ve Hindistan’daki kültürler üzerine çalışmalar yaptı. Ama asıl ününü, 14.-15. yüzyıllarda Fransa ve Felemenk’teki yaşam biçimlerini ve düşünce yapısını ele alan Herfsttij der middeleeuwen [Ortaçağın Günbatımı, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Doğu Batı Yayınları, 2023] adlı eseriyle kazandı. Canlı ve akıcı üslubuyla yapıt, tarih açısından olduğu kadar edebî açıdan da önem taşımaktadır. 1919 yılında Hollanda’da yayımlanan bu temel kitap, ardından Fransızcaya ve birçok yabancı dile çevrildi. Tarihçi Huizinga’nın, Amerika Birleşik Devletleri üzerine iki kitabını (1918 ve 1926), Erasmus biyografisini (1924) ve çeşitli inceleme eserlerini de önemli çalışmaları arasında sayabiliriz. Tarihle ilgili eserleri kılı kırk yaran kesinlikteki belgeleme çalışmasıyla ve orijinal bakışısından kaynaklanan üslupçu özelliğiyle ayırt edilir.

Fakat Huizinga’nın aynı zamanda birinci sınıf bir denemeci olduğu 1938’de yazdığı Homo Ludens okunduğunda fark edilecektir. Bunun dışında In de schaduwen van Morgen (1935) adlı eseriyle de bütün dünyada adından söz ettirdi. Bu eserde, zamanımızın özelliği olan endişe verici fenomenleri ustaca analiz etmiş ve değerlendirmiştir.

Huizinga, tüm yapıtlarında tarihsel olgular arasındaki toplumsal ve tinsel ilişkileri gerçekçi bir tutumla açıklamaya çalışmıştır. Kültürü, toplumun maddi, ruhsal ve ahlâki alanların niteliği, doğal durumdan daha yüksek bir varlık durumuna geçişte ortaya çıkan olgu olarak tanımlamıştır. Güç kavramına karşı tarihsel deneyimden kaynaklanan bir güvensizlik duyan Huizinga, dengeli ve uyumlu bir hümanizmanın savunucusu olmuştur.

Ölüm bilinci kavramı üzerinde de duran Huizinga, bunu bireyciliğe bağlamıştır. Ona göre ölüm bilinci toplumsal örgütsüzlük dönemlerinde belirir. Çünkü böyle zamanlarda bireysel seçim, toplumsal değerlere kendiliğinden gösterilen uyumun önüne geçer. Huizinga bu tür dönemlere örnek olarak şehir devletlerinin çözülmesinden sonraki klasik toplumu, feodalizmin çöküşünden sonraki erken Rönesans dönemini ve 20. yüzyılı verir.