• Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları

Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları

  • 150,00 TL
  • 105,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

“Bu kitabın hazırlanışı sırasında herkesin ilgi odaklarının farklı olacağı düşüncesinden, Foucault’ nun kitaplarındaki üç eksenden, Bilgi (gerçek), İktidar (siyaset), Zevk (öznellik) eksenlerinden yola çıktım. Kitaplarını bu eksenlerin ağırlığında okudum. Okumam sırasında Gilles Deleuze’ün Foucault üzerine yazılarından ve konuşmalarından faydalandım. Bu anlamda Foucault okuyuşumda Gilles Deleuze’ün etkisi belirgin bir biçimde gözükmektedir. Bir yandan Foucault’nun bir felsefeci olduğunu ve bu açıdan Batı metafizik tarihi ile Heidegger gibi bir hesaplaşmaya girdiğini göstermeye çalıştım. Foucault; epistemelerdeki kopuşlar, süreksizlikler üzerine bir tarih anlayışını ortaya koymuştur. Nietzsche’den kaynaklanan insanın ölümü teması üzerine odaklanmıştır. Foucault’nun feminizm ve postmodernlik ile ilişkisinin kurulmaya çalışıldığı kitap ve metinlerin tersine onun postmodern söylem ile alâkalı olmadığını göstermek istedim. Bu nedenle daha çok onun modernliğinden bahsetmeyi yeğledim.

Hayatın basitliğinin iktidar tarafından alınması: Hıristiyanlık bunu bir bakıma itiraf mekanizmasında yapmıştı. Hıristiyan Batı herkesi konuşturmasını bilen, herkese tuhaf roller yükleyen, her şeyi söyleten ve sonra da bunları silebilen, bir mırıltıda bütün suçları ağızdan alabilen ve hiçbir mırıltının ondan kaçamadığı, kendi kendine yaşama gücünü sürdüren bir iktidar mekanizması yarattı. Ama Foucault’ya göre, 17. yüzyıldan itibaren bu mekanizma başka bir mekanizma tarafından sarıldı ve bu ikincisi birincisini solladı. Bu, “dinî olmayan, laik yöneticiler” mekanizmasıdır. Görülen hedef aslında aynıdır. Direnme Odaklarının İktidar Odakları tarafından yatırım altına alınması: Günlük söylemin, önemi olmayan kuraldışılıkların ve düzensizliklerin günlük söyleme katılmış olmasıdır bu. İtiraf artık yoktur, ama şikâyet edip gösterme mekanizması gelişmiştir, anketler yapılır; itiraflar yok olmuştur ama halk arasında hafiyelik, hoyratlık başlamıştır. Birbirlerini ele veren bir halk vardır artık. Demokrasi bu tip güç ilişkileri üzerine oturtulmak istenmiştir.”


  • Yazar: Ali Akay
  • Kitabın Başlığı: Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları
  • Yayına Hazırlayan: Ufuk Coşkun
  • Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 147; Felsefe Dizisi - 47
  • Basım Bilgileri: 3. Basım: Mayıs 2016 (1. Basım: Bağlam Yayınları, 1995)
  • Sayfa Sayısı: 208
  • ISBN: 978-605-9328-11-1
  • Boyutları: 14 x 21


Üçüncü Baskıya Önsöz

İkinci Baskıya Önsöz

Önsöz


Giriş

Arşivlerin Arkeolojisi

Foucault’da İkilik Fikri

Bilmek Ne Demektir ve Sözce’nin Analizi

Foucault’da Corpus’un Kuruluşu

Söylenen ve Gözüken İlişkisi

Sözce Bir Yapı mıdır?

Delilik ve Akılsızlık

Özdeş ve Öteki

Kelimeler ve Şeyler’de Tarih Teması

İnsan Şeklinin Yok Oluşu

Modern Bireyin Özne Olarak Soykütüğü

Öznellik Sorunu

68’den Miras Ne Kaldı?

Kronoloji


Dizin

ÜÇÜNCÜ BASKIYA ÖNSÖZ

 

Michel Foucault’nun ele aldığı üç eksenin çözümlemesini, 1985-86 yıllarında çalışmaya başlayıp yazdığım ve ancak 1995 yılında ilk baskısını yapan İktidar ve Direnme Odakları adlı kitabımda yapmıştım. Kitap daha sonra ikinci bir baskı daha yaptı. Bu üçüncü önsözde kitabın ismi olan “iktidar ve direnme odakları” kavramlarını tekrar hatırlatmak istiyorum.

Foucault’nun bakışına göre, direnme odağının oluşması ve iktidarın kendi içinde katlanması, kıvrılması için ancak iktidarın olduğu yerde bulunmak zaruretini düşünmeliyiz. Ve dışarıdan, diyalektik bir mücadele biçimiyle, karşı çıkarak karşı gelmenin mümkün olamadığını tarihî pratiklerden yola çıkarak göstermekte; iktidarı bükmenin, kıvırmanın yolunun iktidarın içinden geçtiğini söyleyerek yeni bir direnme odağı bakışını ortaya koymaktaydı. Mücadele her an yapılmakta olan bir eylem, bir pratik olarak var olmakta burada. Bu sadece dışımızda, aşkın olarak duran bir iktidar değil, aynı zamanda da bizim içimizdeki iktidar duygusunun da üzerine gidilmesi söz konusu. Deleuze, Spinoza üzerine düşünürken bize önemli bir vurgu yapmaktaydı: Temsilî olan ve olmayan arasındaki ayırım, temsilî olanın idea dünyasına ait ve aşkın bir karaktere sahip olması ile duygunun içkin karakteri arasında koymuş olduğu ikili ayırım, fark burada da önümüze çıkmakta.

Öyleyse, İktidar ikincil kalmakta, direnmeyi takip etmektedir. İktidara karşı direnmekten değil de ilk olarak direnmekten söz edilmektedir burada. Oluşmakta olan iktidarı bükmek, katlamak, kıvırmak böylece mümkün olabilecektir. Mademki bir diyagramdan bahsedebilmekteyiz, o halde iktidar ilişkileri bu diyagramın içinde sabit olmayan bir şekilde oluşmaktadırlar. İkisi arasında geçişli bir vaziyet vardır. Bu bakışa göre, iktidar karşısına geçilerek mücadele edilecek bir alan değil, ona direnilecek bir baskı veya hegemonya da değil, ama temsili olmayan bir bireyselleşme meselesinin kolektifleşmesi olarak düşünülmeye başlanılacaktır. “İktidar nedir?” sorusu, Foucault için açıktır. İktidar bir baskı aracı değil, bir güçler ilişkisidir. İktidar ilişkilerdir. Bunlar aynı şey olmamakla birlikte birbirlerinin içine geçişlidirler. İktidar bağları bir hiyerarşiyi ifade etse de iktidar ilişkilerinin geçişliliğinde hangi tarafın iktidar olabileceğini süreç belirleyecektir. Çünkü Foucault için iktidar bir biçim değildir, bir forma ait değildir. Bir Devlet biçimi değildir. Güç de sadece tikel veya tekil değildir, hep diğer güçlerle ilişki içinde mevcuttur. Güç heterojendir ve hep ilişki içinde durmaktadır. Tek bir homojen güç yoktur. Devlet tek başına bir güç olarak algılanamaz, bir iktidar aygıtının tek başına homojen bir hegemonya aracı ve hattâ ideoloji olduğu söylenemez. İktidar aygıtları ideolojik değildir, devletin ideolojik aygıtları olarak görülemez. Güç ne bir özneye ne de bir nesneye aittir, bir nesneyi hedeflemez: devlet veya kurumlar gibi ve hattâ bir hükümet gibi. Mücadele bir iktidar aygıtının homojen yapısına karşı verilecek bir mücadele değildir; siyaset teorisi olarak Foucault’da direnmek bir devlete, hâkim bir sınıfa, bir tirana, bir orduya veya bir polise karşı mücadele vermek demek değildir. Deleuze, Foucault’nun direnme anlayışı için “Bu doğal bir duruma dönmek de değildir, çünkü hukuk bir ifade formu değildir” diye yazar. Hukukun bir nesnesi varsa, bugün, o da insanların haklarından çok yaşamlarıdır. Yaşam haklarıdır. Bu, hukuki bir durumdan çok yaşam ile alâkalıdır. Yaşamın denetim altına alınmasıyla alâkalıdır. İktidarın nesnesi olabilirse eğer, bu nesne bugün, insan ve hakları olmaktan çok, yaşamları haline gelmiştir; ama bu nesnenin içinde, eğer nesne varsa, aynı zamanda yaşamı koruyan ve iktidarın bir nesneye yönelik olmasını bozan direnme odakları da vardır, aynı zamanda, aynı anda…

Bu bakış iktidarın bir görünme hali olduğunu gösterir. Foucault güç ilişkileri ve şiddet etkisini birbirlerinden ayırır. Şiddet ise bir gücün bir nedeni değildir; ve güç ilişkileri şiddetle tarif edilemeyecek kadar şiddeti aşmıştır. Şiddet bedenler üzerine odaklanmaktadır, ama şiddetin tarifi ille de güç ilişkileri anlamına gelmez. Şiddet bedenler veya nesneler üzerinde olmasına rağmen güç ilişkileri sadece başka güç ilişkileriyle ilişki içindedir. Güç ilişkileri başka eylemlerin diğer eylemler üzerindeki etkilerinde görünürler. Hedefleri önceden belirlenmiş formlar değildir.

İktidar bir görünme durumudur. İnsanlar iktidarlarla karşı karşıya geldiklerinde, iktidarlara çarptıklarında görünür hale gelirler. Foucault bu kitapta da göstermiş olduğumuz gibi, “Aşağılık İnsanların Yaşamı” adlı 1977 tarihli makalede görünürlüğü ve iktidarı bu şekilde tarif etmekteydi. İktidar tepeden inme bir mekanizma değil, bir güç ilişkisi olarak hem hâkim sınıflardan hem de ezilen sınıflardan geçmektedir. İktidar süngerimsi bir geçişliliğe sahip bir makinedir. Foucault, bu anlamda, Nietzsche’nin güç ilişkilerini takip eder. “İktidar nedir?” sorusunu sormaktan çok iktidarın nasıl işlediğini sorar. Bu ilişki bir duygu sorunudur, duygular üzerinde bir etki yaratır. Duyguları harekete geçirir. İktidar duyguları başka duygularla ilişkiye sokma alıştırmasıdır, bu anlamda. Duygu ve etki alırız ve veririz. Bu ilişkilerin geçişliliğinde iktidar kendisini görünür kılar. Deleuze şöyle belirtir: “Etki alma gücü, gücün bir malzemesidir; etki verme gücü ise gücün bir fonksiyonu gibi çalışır.” Bu form haline gelmeyen kendi kendisine can veren somut formlardan tamamen bağımsız bir fonksiyondur. “Eylem fiziği, soyut fiziktir” diye yazar Gilles Deleuze. İktidar bu şekilde hayatı idare altına alır, hayata hükmeder, ama hayatın direnmesi ve gücü iktidardan öncedir ve her yandan esmektedir. Çokluğun ve çoğunluğun hayatını işletmeye koyar iktidarlar ve bunu kapalı olmayan mekânlarda yapmaya başlamışlardır artık.

Foucault için biyo-iktidar, bu modern iktidarın tarifidir. Açık alanların işletilmesidir ve artık hedeflenmiş olanları değil, iktidar ile karşı karşıya kalarak görünür olan tüm nüfusu denetim altına almaktadır. Modern iktidar direnmeyi izler ve ona göre kendi toplumsal formasyonunun formatını oluşturmaya çalışır. Bu anlamda dikkatimiz “Demokrasinin çehresi nedir?” sorusuna dönecektir; çünkü demokrasi bir iktidar formu olarak işlevini formatlanmış bu toplumsal hayattan alır gözükse de, Foucault için “form olmayan bir iktidar vardır”. İktidar form değil bir işletme biçimidir. Foucault’daki etki veren ve alan iktidarlar anatomo-politika ve biyo-politikadır.

Form olmamış fonksiyonlar ve form olmamış arı malzemeler bir toplumsal diyagramın oluşumudur. Bilgi ile iktidar arasındaki ilişki bu farktan oluşmaktadır: İktidar ekseninden farklı olarak bilgi ekseni form olan malzemeler ve formalize olan fonksiyonlardan oluşmaktadır. İktidar ilişkilerinin çeşitlemelerinde yerelleştirilemeyen ve hedeflenemeyen kaygan bir iktidar teorisi vardır Foucault’da. Her şey pratik olmasına rağmen iktidar pratiği bilgi pratiğine indirgenemeyen bir şekilde işlemektedir ve teorik bir bakıştır pratiğin kendisi. İktidarın bir ‘mikro-fiziği’ vardır: Yerini bulamayacağımız, nerede olduğu sabit bir şekilde belli olmayan ve hep oynak ilişkiler. Bu ne bir devlet formu ne de bir kurum formuna bağlı kalabilmektedir.

O zaman, mücadele biçimlerimizin farklı bir okumasını yapmak durumundayız. Hangi tip bir formasyonda olduğumuzun ve ilişkilerin nasıl işlediğinin analizini yapmak zorunda kalırız bu durumda. Karşımızda devlet-formu veya resmî ideoloji değil, ilişkiler huzmesinin heterojenliğinin analizini yapacak bir oluşum vardır. İktidar ve direnme odakları bu analizin bir görüntüsü olarak durmaktadır; analiz yaptığımız yer sabit bir nesne veya hattâ bir yer değil (devlet, üniversite, siyasi parti, meclis vb.), buradaki güçlerin kaygan ilişkileridir. Mikro alanlardaki moleküler mücadelenin yataylığında, yatay-geçişliliğinde görülecek olanlardır. Sabit olmayan söylenen ve de görünenlerin analizidir. Sözceler söylenir ve görünürlükler görünürdürler. Bir görünürlük alanı yaratan yer olarak mimarî kurumsal yapılar (görünür olan hastane, klinik, hapishane, tımarhane) birer bakış kurarlar. Hastaya bakış, deliliğe bakış, mahkûma bakış vb.

Foucault’nun diyagramında iktidar saf bir şiddet olmadığına, bilgi de gerçek üreten bir makine olduğuna göre, o halde, iktidar kendi kendisinin içinden geçen sabit olmayan güç ilişkileriyle görünürleşmektedir. İktidar bir çoğulluğun işlemesidir, ve çoğunluğu işletmeye koymasıdır. Öyleyse, eski Greklerden tevarüs ettiğimiz Demokrasi, Monarşi veya Aristokrasi gibi formlarla işleyen bir iktidar yapısı değildir, Foucault’nun analizinde iktidar teorisi. Çoklu bir oluşumdur; denetim ve bedenler üzerine odaklanmıştır. İktidar her türlü otoriterlik dışı, müşteri ve hemşehri ilişkilerini barındırmayan, faşist olmayan ve içimizdeki mikro-faşizmleri de engellemeye yönelik, hedefi kaypak, oynak, yerini belli etmeyen, öznesiz ve nesnesiz, ön-bireyleşme alanı olarak direnmenin –ancak– arkasından gelen bir siyasi makinedir.

İktidarın sınırlarını aşmak ne demektir? Nasıl aşacağız bu sınırları? “Dışarı”nın düşüncesine ve bu dışarısının boş ve nihilistçe korkunç bir boşluk olduğu düşüncelerinden başka düşüncelere nasıl ulaşabileceğiz? Ölümün, modern olarak 19. yüzyılda Doktor Bichat’nın baktığı gibi bir son değil de, yaşamın hayat katmanlarının belirlenmesindeki araç olduğunu anlayabilecek miyiz? Ölümü ve hayatı bir kader olarak ele almak yerine, kaderin içindeki mikro-anları olay olarak kabul ettiğimizde, nasıl gerçekleşmiş olayı tekrar gerçekleştirme imkânlarını bulacağız? Direnme bu olayı yaşamaktan geçmekte. En küçük gerçeklerimizde iktidarla tanışan bizler nasıl iktidarın çıkmazlarından çıkabilme imkânlarını bulacağız? Bilgi ve İktidar eksenlerinden çıkmanın imkânını Foucault Cinselliğin Tarihi’nde Zevklerin Kullanımı ve Kendilik Endişesi ile buluyor gibi. Hayatın gerçek bir olumlanması burada ortaya çıkmakta sanki. Diğer eksenlerle birlikte işleyen ve onları aşmak gibi okunamayacak olan üçüncü eksen direnmenin ekseni olarak duruyor. Dışarının düşüncesi öyle bir içeriye ait ki, en derin ve her şeyden daha içeride bulunan ve her türlü dışarıdan daha dışarıda bir eleştiri ile ortaya çıkmakta. Dışarısı sabit bir sınırın dışı değil o zaman, ama hareket halinde ve sürekli değişim ve çeşitlenme halinde olan içeriyi oluşturan kıvrımlardan meydana gelmekte: İçerisinin bir dışarısı. Daha düşünülmemiş olan düşüncede değil, bizzat düşüncenin bağrında yatmakta. Dışarının içeriye alınması ve içindeki en uzak duranın dışarıya taşınması eylemidir. Dışarının içerileşmesidir. Direnme dışarıdaki iktidarın içeride kıvrılmasıdır: Sadece iktidarda iktidar kıvrılabilmektedir. İçeride dışarıyı bulmaktadır. Çıkış yolu olarak direnme budur. Dışarıya ait olan güç başka güçlerle ilişki halinde olduğundan dolayı kıvrılabilir, katlanabilir. Bu kendi kendisiyle girilen bir iktidar ilişkisidir. Tam mânâsıyla diyalektik bir saptırma olmasa bile iktidarın kendi yolundan sapmaya uğramasıdır. Kendi kendisini etkileyen ve kendinden etki alan bir güç ilişkisidir. Tekrarlıyorum: “İktidar sadece iktidarda kıvrılabilmektedir.” Güç, güç ilişkilerini kıvırmış ve katlamıştır. Sadece özgür insanlar diğerlerini yönetebilirler (Grek diyagramı). Öznellik katlanarak, kıvrılarak yapılabilir. Katlama veya kıvırma ekseni olarak öznellik söz konusu olabilir. Gücü güç olarak, iktidar olarak kullanmayan bir iktidar: belki de, Pierre Clastres’ın Kızılderili şefinin kırılganlığıdır.

Son olarak, bu çalışma baştan sona yeniden gözden geçirilerek yayıma hazırlanmıştır. Sibel Yardımcı’nın yardımları olmasaydı, kitap bugünkü halini alamazdı. Aynı şekilde Derya Fırat ile birlikte BEKS’te çalışan Duygu Güner olmasaydı düzeltmelerin metne aktarılması mümkün olamayacaktı. Kendilerine teşekkür borçluyum.

İstanbul, 14 Temmuz 2013

 

Ali Akay

Paris’te 1976-1990 yılları arasında Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1986 yılında “Türklerde Devletçi İktidarın Oluşumu” adlı  doktora te­zi­ni savundu.  Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi  Sosyoloji Bölü­mün­de öğretim üyesidir. Sergi küratörlüğü yapmaktadır. Sanat, sosyoloji ve çağ­daş sanatı birleştiren yazılar ve kitaplar yazmaktadır. Paris VIII , İNHA üni­versitelerinde Paris’te, Humbold Üniversitesinde Berlin’de dersler vermiştir. Paris Jeu de Paume Müzesinde 2009-2010 yılı boyunca seminerler yapmıştır. Toplumbilim (1992-2011) ve Plato Çağdaş Sanat Dergisi (2005-2007) dergilerinin kurucusudur. Son olarak da Teorik Bakış dergisinin kurucusudur.  Yazıları  ve ortak yazarlı kitapları birçok dil­de yayımlanmıştır.