• Nesneler Sistemi

Nesneler Sistemi

  • 210,00 TL
  • 147,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

İnsanlar her zaman satın almış, sahip olmuş, zevk almış ve para harcamışlardır. Ancak bütün bunları yaptıkları için “tüketici” olarak nitelendirilmemişlerdi. İlkel toplumlara özgü şölenler, feodal senyörün cömertliği, 19. yüzyıl burjuvasının lüks harcamaları, tüketim denilen alanın dışında kalan konulardı. Tüketimin çağ-daş toplum için geçerli bir terim olmasının nedeni, daha güzel ve daha çok yemek yememiz, daha çok imge görüp mesaj okumamız, daha çok ev eşyası ve ıvır zıvır sahibi olmamız değildir. Tüketim toplumunda tüketimin kendisi bizatihi bir ge-reksinim haline gelmiştir. İnsan artık ihtiyaç duyduğu için tüketmiyor, tüketmeye ihtiyaç duyuyor. Jean Baudrillard bu kitabında tüketim toplumunun mekanizma-larını ve onun nesneler sistemini çözümlüyor:

“Taksitleri ödeme konusunda duyulan sıkıntı çok özel bir his olup kendini somut bir şekilde göstermemekle birlikte nesneyle her gün kurulan gizli bir ilişki sürecine benzemektedir; başka bir deyişle nesneyi hemen kullanma konusunda bir sorun çıkmazken ödeme konusu insanın içini kemiren bir sürece benzemektedir. Tam olarak sahibi olmadığınız nesne zamanla eskiyip gitmekte, yani ona hiçbir zaman gerçek anlamda sahip olunamamaktadır. Nasıl siz nesneye sahip olamıyorsanız, seri imâlat ürünü nesne de hiçbir zaman tam olarak modellere benzememektedir. Bu sahip olamama ve modele benzememe durumları içinde yaşamakta olduğumuz nesneler dünyasında her zaman düş kırıklıkları yaşamamıza neden olmaktadır.”


  • Yazar: Jean Baudrillard
  • Kitabın Başlığı: Nesneler Sistemi
  • Orijinal Başlık: Le système des objets
  • Çeviren: Oğuz Adanır, Aslı Favaro [Fransızca]
  • Yayına Hazırlayan: Ergun Kocabıyık
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 256; Sosyoloji Dizisi - 41
  • Basım Bilgileri: 4. Basım: Ekim 2023 [1. Basım: 2010, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi]
  • Sayfa Sayısı: 274
  • ISBN: 978-625-7030-08-3
  • Kapak Resmi: Jean Baudrillard, Saint Clément, 1987.
  • Boyutları: 13,5 x 21


Giriş


(A) İşlevsel Bir Sistem ya da Nesnel Bir Söylev

I. Eşyaları Düzenleme Biçimleri

     Geleneksel Eşya Yerleştirme Biçimi

     Modern Nesne Temsil Etme Yeteneğinden Yoksundur

     Örnek Alınacak Ev İçleri

II. Ortam Oluşturmaya Yarayan Belli Başlı Unsurlar

     Bir Ortam Oluştururken Dikkat Edilmesi Gereken Değerler: Renk

     Ortama Özgü Değerler: Malzeme

     Ortamla Nasıl İlişki Kurulur?

     Ortamla Oluşan Değerler, Yani Jestler ve Biçimler

     Basitleştirme/Stilizasyon, Kullanışlılık, Biçim

III. Sonuç: Doğallık ve İşlevsellik

Ek: Ev Yaşantısı ve Araba


(B) İşlevsel Olmayan Sistem ya da Öznel Söylev

I. Marjinal Nesne Demek Eski Nesne Demektir

     Ortamın Eski Nesneye Kazandırdığı Değer ya da Tarihsellik

     Eski Nesnenin Simgesel Değeri, Yani Köken Masalı

     Aslına Uygunluk

     Neo-Kültürel Sendrom Demek Onarım Demektir

     Eş Zamanlılık, Art Zamanlılık, Çağdışılık

     Ters Yönde Giden Bir Açıklama ya da “İlkel İnsana” Göre Teknik Nesne

     Eski Eşya Pazarı

     Kültürel Neo-Emperyalizm

II. Kuraldışı Bir Sistem ya da Koleksiyon

     İşlevi Soyutlanan Nesne

     Bir Tutku İfadesi Olarak Nesne

     En Güzel Ev Hayvanı

     Koleksiyonculuk

     Nicelikten Niteliğe Geçiş ya da Eşi Benzeri Olmayan Nesne

     Nesneler ve Alışkanlıklara Örnek Olarak Saat

     Nesne ve Zamandan Oluşan Döngü

     Kıskançlık, Nesnenin Gözlerden Saklanması, Hapsedilmesi Demektir

     Nesnenin Yapısını Bozan Sapkınlık

     Nesnelerin Güdümleme Gücünden Gerçekliğin Güdümleme Gücüne

     Kendi Kendine Çekilen Bir Söylev


(C) Gadgetler ve Robotların Yer Aldığı Başkalaşmış ve İşlevini Yitirmiş Bir Sistem

     Teknik Yananlam Örneği Olarak Otomatikleşme

      “İşlevsel” Aşkınlık

     İşlevsel Garabet Örneği Olarak Gadget

     Sözde Bir İşlevsellik Örneği Olarak Zımbırtı (Le Machin)

     Başkalaşan İşlevlere Örnek Olarak Robot

     Teknolojik Dönüşümler Üzerine

     Teknoloji ve Bilinçaltı Sistemi


(D) Nesneler ve Tüketim Üstüne Oturtulmuş Sosyo-İdeolojik Bir Sistem

I. Modeller ve Seriler

     Sanayileşme Öncesine Ait Nesne ve Sınai Model

      “Kişiselleştirilmiş” Nesne

     Hayal Ürünü Modeller

     Modelden Seriye

II. Kredi

     Tüketici Yurttaşın Sahip Olduğu Haklar ve Yerine Getirmesi Gereken Görevler

     Tüketimin Öne Geçmesi ya da Yeni Bir Etik Anlayış

     Satın Almaya Zorlanma

     Satın Alma Adlı Mucize

     Bir Ev Eşyası Tanımı Yapmanın Zorluğu

III. Reklâm

     Nesneler Üzerine Söylev Çekmek ve Söylev Çeken-Nesne

     Dayatılan Reklâm ve Bir Ürün Olarak Reklâm

     Noel Baba Mantığı

     Annelik Anlayışı ya da Airborne Marka Koltuk

     Şenliğe Dönüştürülen Satın Alma Gücü

     Ödüllendiren ve Baskı Altında Tutan İkili Bir Süreç

     Reklâmın Yaratmaya Çalıştığı Toplum

     Yeni Bir İnsanlık Anlayışı mı?

     Reklâm/Nesneler Sistemi Yeni Bir Dilyetisi midir?


Sonuç: Nasıl Bir “Tüketim” Tanımı

Dizin

 

Giriş

 

Şu muazzam nesneler dünyasını âni değişikliklere uğrayıp yok olan tropikal ve buzul türler de dâhil olmak üzere bir bitki örtüsü ya da bir hayvanlar dünyası şeklinde sınıflandırabilir miyiz? Günümüzde kent uygarlığının hızlı yaşamlarına tanık olduğu ürün, araç ve gadget kuşakları karşısında insan sanki hiç değişmeyen dengeli bir türü andırmaktadır. Aslında bu karmaşanın birçok doğal türde karşılaşılan karmaşıklıktan daha tuhaf olmadığı söylenebilir. Ancak bu arada insan denilen varlığın tüm doğal türleri sınıflandırmak gibi bir alışkanlık kazanmış olduğunu biliyoruz. Bu işi sistemli bir şekilde yapmaya başladığı gün, çevresindeki teknik ve işe yarar nesnelerin ansiklopedik boyutlara ulaşan bir de listesini yayımlamıştır. O günden bu yana bu listeler çok değişmiştir. Çünkü günlük nesnelerin (makineler hariç) sayısında inanılmaz bir artış görülmüş, gereksinimler artmış, üretim sayesinde de bu nesnelerin doğum ve ölümleri hızlanmıştır. Tüm bu nesneleri adlandırma konusunda büyük bir sözcük sıkıntısı çekilmektedir. Şu halde gözle görünür bir şekilde değişen nesneler dünyasını sınıflandırabilmek ve betimleyici bir sistem oluşturabilmek mümkün müdür? Bu durumda nesne sayısı kadar sınıflandırma ölçütü olacağı kesindir. Örneğin, boylarına, işlevlerine (nesnel işlevleriyle nasıl bir ilişki içindedirler?), zorunlu kıldıkları (çok ya da az, gelenekselleşmiş veya gelenekselleşememiş) jestlere, biçimlerine, kullanım sürelerine, gün içinde ortaya çıkış saatlerine (az çok düzenli ve bilinçli bir şekilde kullanılan), dönüştürdükleri malzemeye, (kahve değirmeni konusunda bu durum açık seçik bir şekilde görülürken, bir ayna, bir radyo ya da bir otomobil konusunda aynı şey söylenemez. Oysa her nesnenin dönüştürdüğü bir şeyler vardır) kullanım düzeyindeki (özel, aile, kamu vb.) toplumsallık ya da öncelik derecesine göre vb. Aslında sürekli bir yenilenme ve çoğalma eğiliminde olan nesneler dünyası açısından bütün bu sınıflandırma yöntemlerinin neredeyse alfabetik sıralama kadar rastlantısal oldukları görülmektedir. Örneğin, yapısal bir sınıflandırmadan yoksun Saint-Etienne Silah Sanayi Şirketi’nin katalogunda yer alan alt bölümlemelerdeki tanımlamalar, nesnelerin sahip oldukları belli işlevlere göre yapılmıştır. Bu işlev çok küçük ve dar kapsamlı karmaşık bir işlemin eşdeğerlisi olup hiçbir anlam sistemiyle ilişkili değildir. Siegfried Giedion (Mechanization Takes Command, 1948), çok daha üstün niteliklere sahip bir tür teknik destanda, nesnelerin tarihî gelişim süreci içindeki işlevsel, biçimsel ve yapısal çözümlemesini yapar; teknik gelişmeye bağlı toplumsal yapı değişikliklerinden söz ederken nesnelerin nasıl algılandıkları; işlevleri dışında hangi gereksinimlere yanıt verdikleri; işlevsel yapılarla iç içe geçen ve karşı karşıya kalan zihinsel yapıların hangileri olduğu; günlük yaşamdaki yerlerinin hangi kültürel, infrakültürel ya da transkültürel sistemler üstüne oturtulmuş oldukları gibi sorulara yanıt vermekten kaçınmaktadır. Bu metinde biz işte bu türden soruları sormaktayız. Söz konusu olan şey nesnelerin işlevlerine göre bölünmesi ya da çözümlemeyi kolaylaştırabilmek amacıyla onları hangi sınıflara ve alt sınıflara bölmemiz gerektiği değildir. Sorun insanların nesnelerle ilişkiye geçiş süreçleri ve bunun sonucunda ortaya çıkan insani ilişkiler ve davranışlar sistematiğidir.

Nesnelerin üretip “konuştuğu” bir dile benzeyen bu az çok tutarlı anlamlar sistemi incelemesi her zaman işlevsel betimlemenin ötesinde yer alan ve bu “konuşan” sistemden daha kesin bir yapıya sahip olan teknoloji adlı farklı bir yapısal düzlemin varlığını zorunlu kılmaktadır.

Oysa bu teknolojik düzlemin bir soyutlamadan ibaret olduğu söylenebilir, zira günlük yaşamda bizler nesnelerin teknolojik özelliklerini önemsemeyiz. Oysa bu soyutlama kendisinden kaçmanın olanaksız olduğu temel bir gerçekliktir; çünkü çevremizde gerçekleştirilen radikal dönüşümler bu soyutlamanın bir sonucudur. Herhangi bir çelişkiye düşmeden nesnenin en somut yanının bu soyutluk olduğu söylenebilir; çünkü teknolojik süreç demek nesnel yapısal gelişim demektir. Kesinliği tartışılamayacak bir şey varsa o da teknolojik açıdan nesne düzeyinde görülen gelişmelere çok “önem” verilmesine karşın; sosyolojik ya da psikolojik açıdan gereksinimler ve kullanım alanlarında nesne düzeyinde görülen gelişmelerin hiç “önemsenmemesidir”. Nesne konusunda bize hiç durmadan çekilen psikolojik ve sosyolojik söylevin bireysel ve kolektif söylevle hiçbir ilişkisi olmadığı gibi teknolojik bir “dil” kullanan bu söylevin her zaman tutarlı bir görünüm sergilediği söylenebilir. Üretim ve tüketim yoluyla sahiplenilen ve kişiselleştirilen nesnelerin başına gelenleri ancak bu dil ve bu tutarlı teknik modelden yola çıkarak anlayabiliriz.

Öyleyse işe başlarken nesnenin ne kadar akılcı bir şey olduğu konusunda acilen bir açıklama yapılması, yani nesnel teknolojik yapılandırmanın tanımlanması gerekmektedir. Gilbert Simondon (Du mode d’existence des objects techniques, Aubier 1958) bu konuda bize benzinli motor örneğini sunmaktadır:

Güncel bir motorda her önemli parça diğerlerine karşılıklı enerji değiş tokuşuyla öylesine bağlanmıştır ki, bu parçaların sahip oldukları biçimlerden başkasına sahip olabilecekleri hiç akla gelmemektedir… silindir kapağı biçimi ve üretildiği maden, içinde bulunduğu düzeneğin diğer parçalarıyla ilişkiye geçtiğinde bujinin elektrotlarını belli bir düzeyde ısıtmaktadır. Bu sıcaklık çakmak işlevi gören sistem ve tüm diğer devreleri etkilemektedir.

Günümüzün motorları somuttur. Oysa eski motorlar soyuttu. Eski motorda her parça devreye belli bir anda girer ve diğer parçaları etkilemezdi. Bu motorun her parçası sırayla çalışan ancak birbirlerini hiç tanımayan insanlar gibiydi... Sonuç olarak teknik nesnenin ilkel, soyut bir biçime sahip olduğu söylenebilir. Bu soyut biçimde her kuramsal ve somut birim kesinlikle bir nesneye benzer. Bu birimin çalışabilmesi için kapalı bir sistem içine yerleştirilmiş olması gerekmektedir. Bu durumda motorla bütünleşen parça bir dizi sorunu da beraberinde getirmektedir. Her temel birimde özel olarak adlandırılabilecek koruyucu yapılarla karşılaşılmaktadır. Örneğin, termik motorun içten yanmalı silindir kapağıyla donanmış soğutma kanatçıkları vardır. Bu kanatçıklar silindire ve kuramsal silindir kapağına sanki sonradan eklenmiş olup yalnızca soğutma işlevini yerine getirmektedirler. Yeni motorlardaysa bu kanatçıkların gazın itkisiyle silindir kapaklarının deformasyonunu engellemeye çalışan damarlar biçiminde ayrıca mekanik bir rol oynadıkları görülmektedir. Artık bu iki işlevin birbirlerinden ayrılması olanaksızdır. Zira ortaya çıkan şey parçalar arası bir uzlaşmanın değil, bir eşanlılık ve benzerliğin sonucu olan tekil bir yapıdır. Nervürlü silindir kapağı biraz daha ince olup daha hızlı bir soğuma sağlamaktadır. Dolayısıyla kanatçıklar-nervürlerden oluşan bu sentetik ve randımanlı ikili yapı daha önce ayrı ayrı olan bu iki işlevi aynı anda yerine getirmekte, yani her iki yapıdan daha üstün bir teknolojik yapı aracılığıyla iki işlevi kendi bünyesinde toplamaktadır... Bunun eskisine oranla daha somut bir yapıya sahip olduğu ve teknik nesnenin nesnel gelişimiyle daha uyumlu olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle gerçek teknolojik sorun, işlevlerin tek bir yapısal birim tarafından yerine getirilmesidir; yoksa birbirleriyle çatışan zorunluluklar arasında bir uzlaşma sağlamaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Sonuna kadar gitmek gerekirse bu soyuttan somuta giden süreçte teknik nesne kendi kendisiyle tamamıyla tutarlı ve bütünsel bir görünüme sahip olmaya çalışır gibidir. (s. 25-26)

Bu çok önemli bir çözümleme olup uygulamada şimdiye kadar hiç karşılaşılmamış ve görülmemiş bir tutarlılığın unsurları sunulmaktadır. Teknolojiyse yalnızca işlevsel karşıtlıkların daha büyük boyutlu yapılar içinde diyalektik bir çözüme kavuşturulduğu bir nesneler tarihinden söz etmektedir. Bir sistemden, daha kusursuz bir diğerine geçiş; önceden yapılandırılmış bir sistem içindeki bütün yer değiştirmeler; işlevler konusunda gerçekleştirilen her sentez ortaya bir anlamın çıkmasına ve bu anlamın da kendisini üreten bireylerden bağımsız nesnel bir ölçüt oluşturmasına yol açmaktadır ki, böyle bir işi ancak bir dil üstlenebilir. Dilbilimsel terimlerden esinlenerek –gerçek nesnelerden farklı olan– bu yalın teknik unsurlar technèmeler olarak adlandırabilir ve teknolojik gelişme bu unsurlar arasında oynanan bir oyun olarak nitelendirilebilir. Bu technèmelerin daha karmaşık teknik nesneler olarak somut bir şekilde bir araya getirilmelerini; yalın teknolojik yapılar içinde –gerçek nesnelerden farklı– boyun eğdikleri sözdizim kurallarını ve dolayısıyla bu nesneler ve yapılar arasındaki karşılıklı anlam ilişkilerini inceleyen yapısal bir teknolojiden söz edebilmek mümkündür.

Oysa böyle bir bilim dalı ancak laboratuar araştırmaları ve üst düzey teknik bilgi gerektiren aeronotik, astronotik, deniz araçları, büyük yük kamyonları, karmaşık makineler vb. kısıtlı alanlarda belli bir kesinliğe sahip olabilir. Başka bir deyişle burada teknolojik yenilikler yapısal çelişkileri hızla artırmakta; toplumsal ve nesnel özellikler modanın etkisini neredeyse sıfıra indirgemektedir. Otomobil sanayi, eski teknolojik konumunu yitirmekle birlikte durup dinlenmeden yeni biçimler üretirken (sulu soğutma, silindirli motorlar vb.), havacılık sektörü işlevsel nedenler yüzünden (güvenlik, hız, etkinlik) çok somut teknolojik özelliklere sahip nesneler üretmek zorunda kalmaktadır. Bu durumda teknoloji yalın bir gelişme çizgisi izlemekten başka bir şey yapmıyor gibidir. Öyleyse nesneler sistemine özgü gündelik yaşamın kavranılması konusunda bu teknolojik yapısal çözümleme çok yetersiz kalacaktır.

Technèmeler üstüne oturan bir betimleme ve bunlar arasında kurulacak anlam ilişkileriyle gerçek nesneler dünyasının açıklanabileceği gibi bir umuda kapılmamalıyız; zira bu ancak düşsel bir açıklama olabilir. Technèmeleri astronomideki yıldızlar gibi görebilir, yani Platon’un ifadesiyle: “Gerçek astronomlara benzemek ve ruhumuzun zekâca gelişmiş yanlarından yararlanmak istiyorsak; gökyüzünde neler olup bittiğine hiç bakmadan onlardan (yıldızlardan) geometrik biçimler olarak yararlanabiliriz” (Devlet, 1, VII). Böyle bir düşünce, ânında nesneleri kapsayan psikolojik ve sosyolojik bir gerçekliğe toslamaktadır. Hem de öylesine toslamaktadır ki, nesnelerin somut bir şekilde algılanma sürecinin ötesine geçen tutarlı bir teknolojik sistemde sürekli değişiklikler ve aksaklıklara yol açmaktadır. Bizi de zaten bu aksaklıklar ve rasyonel nesnelerle irrasyonel gereksinimlerin nasıl olup da karşı karşıya geldikleri ve bu çelişkinin nasıl olup da kendisini açıklamaya çalışan bir anlam üretim sistemine yol açtığı ilgilendirmektedir; yoksa yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelen teknolojik modellerin elinden kaçıp kurtulmaya çalışan somut nesne değil.

Kullandığımız nesnelerin her biri bir ya da birçok yapısal unsurla bağlantılı olmanın yanısıra teknik yapısal özelliklerini terk ederek bir an önce ikinci bir anlamlandırma düzeni içinde yer almaya, yani teknolojik sistemden kültürel sisteme geçiş yapmaya çalışmaktadırlar. Yaşadığımız çevre büyük ölçüde “soyut” bir sisteme benzemektedir; zira insanlar genellikle belli bir işlevle sınırlandırılmış olan nesneleri gereksinimleri doğrultusunda toptan belli bir işlevsel bağlama oturtmaktadırlar. Bu, başlangıçtaki benzinli motorların ilkel yapısını andıran pek de ekonomik ve tutarlı sayılamayacak bir sisteme, yani varlığıyla yokluğu arasında bir fark olmayan, kimi zaman da karşıt özelliklere sahip kısmi işlevlerle uyumlu bir bütünsel görüntü oluşturma girişimine benzemektedir. Güncel teknolojik eğilim bu uyumsuzlukla ilgilenmemektedir, onun derdi art arda ortaya çıkan gereksinimlere yeni nesnelerle karşılık verebilmektir. Bu şekilde ortaya çıkan ve mevcutlara eklenen her nesne bir yandan kendi işlevini yerine getirirken diğer yandan tüm diğer işlevleri yadsımakta, hattâ bazen kendi işlevini yerine getirirken aynı zamanda bu işleve karşı gelmiş olmaktadır.

Öte yandan bu işlevsel tutarsızlığa biçimsel ve teknik yananlamlar da eklendiğinde –toplumsal yaşam ya da bilinçaltı tarafından üretilen, kültürel ya da işlevsel– bütün bir gereksinimler sistemi, yani tamamen anlamsız bir sistemin anlamlı bir teknik düzen üstüne oturduğu ve nesnenin nesnel konumunu bozduğu görülmektedir.

Örneğin bir elektrikli kahve öğütme makinesinde “en önemli”, yani en nesnel ve somut şey yapısal özelliklere sahip olan elektrikli motordur; zira merkezde yer alan bu motor enerjiyi makinenin her yanına dağıtmaktadır. Burada söz konusu olan şey enerji üretim ve dönüştürme yasaları olmakla birlikte –bu o kadar da nesnel sayılamayacak, kullanan kişinin yararlanma ihtiyacıyla doğru orantılı bir durumdur; zira aracın asal görevi kahve öğütmektir– enerjinin nesnelliğini ve önemini yitirmiş olduğu görülmektedir; çünkü önemli olan makinenin dikdörtgen ve yeşil ya da pembe ve beşgen bir biçime sahip olmasıdır. Görüldüğü gibi tek bir yapı, yani elektrikli motor aynı anda değişik işlevlere sahip olabilmekte ve işlevsel farklılığın önemini yitirmesine neden olmaktadır (çünkü o da gadgetin içine düşmüş olduğu tutarsızlık içine düşmüştür). Aynı nesne-işlev çeşitli biçimlere bürünebilmekte, başka bir deyişle artık ikincil sayılabilecek “kişiselleştirme”, biçimsel yananlam alanlarına ait bir şeye dönüşmektedir. Oysa sınai bir nesne ile elde üretilen bir nesne arasındaki temel fark bu ikincil alanın artık rastlantısal bir talep ile bireysel bir üretim biçiminin eline terk edilememesidir. Günümüzde sınai üretimin amacı nesneyi (ve her alanda geçerli olan moda değişikliklerini) egemenliği altına almak ve sistemli bir şekilde üretmektir.

İçinden çıkılması olanaksız bir karmaşaya benzeyen bu teknoloji evrenine özgü otomatizasyon koşulları nesneler dünyasında yapısal bir çözümleme yapmanın dil alanındaki kadar kolay bir iş olmadığını göstermektedir. Kendilerinden hiç yararlanmadığımız tamamıyla teknik nesneleri bir kenara bırakacak olursak, güncel üretim ve tüketim koşullarından yola çıkarak nesnel temelanlam düzeyiyle (nesnenin üretilip tecimselleştirilip kişiselleştirilerek kullanıma hazır hale getirildiği ve kültürel bir sistem içine yerleştirildiği) yananlam düzeyini dilbilimdeki söz ya da dil gibi kesin çizgilerle birbirlerinden ayırabilmek olanaksızdır. Tıpkı dilsel olgular çözümlemesinde olduğu gibi bir nesneler çözümlemesinde de herhangi bir öneme sahip olmayan “sözel olgularla” (yani kendisinden “söz edilen” nesneyle) karşılaştırıldığında teknolojik düzeyin yapısal bir özerkliğe sahip olmadığı görülmektedir. Ağızda yuvarlanan ya da uzatılan bir “r” harfinin dil adlı sistemde herhangi bir değişikliğe neden olamamasına ya da yananlamın temelanlama sahip yapıları bozamamasına karşın nesnelerin sahip oldukları yananlam teknik yapılarda belirgin bir değişiklik ve bunalıma yol açmaktadır. Teknoloji dil gibi dengeli bir sisteme sahip değildir. Sesbirimler ve anlambirimlerin tersine technèmeler sürekli bir gelişme içindedirler. Teknolojik sistem kesintisiz bir devrim süreciyle hiç durmadan kendinden “söz eden” bir işlevsel nesneler düzeni oluşturmuştur –aynı ölçüde olmamakla birlikte bu dilin de içinde bulunduğu bir durumdur– çünkü bu sistem dünyayı egemenliği altına almak ve gereksinimleri karşılamak gibi somut amaçlara sahiptir; oysa iletişim kurmayı amaçlayan dilin konuşma sürecinden ayrı düşünülebilmesi olanaksızdır. Son olarak, teknolojinin, tamamıyla toplumsal yapının belirlediği teknolojik araştırma koşullarına ve dolayısıyla genel bir üretim ve tüketim düzenine bağımlı olduğu söylenebilir. Oysa dile dışarıdan müdahale edilemez, baskı yapılamaz. Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda nesneler sistemi, bilimsel açıdan, dil sisteminin tersine, alışkanlıklar üzerine oturan bir sistemle teknik bir sistem arasındaki kesintisiz etkileşimin sonucuna benzeyen bir devinim olarak betimlenebilir. Bu gerçeğin anlaşılmasını sağlayan şey tutarlı teknolojik yapılardan çok, alışkanlık kazanma sürecinin tekniklere yansıtılma daha doğrusu alışkanlık sürecinin teknik yöntemleri duraksatma biçimidir. Sonuç olarak nesneler sistemi betimlemesi, sistemin alışkanlıklar kazandırmaya yönelik ideolojik eleştirisini de içermek durumundadır. Baştan sona anlamlı olan teknoloji alanında çelişkiden söz edilemez. Oysa beşerî bilimlere ait bir disiplin hem anlam hem de karşıt anlamı başka bir deyişle tutarlı bir teknolojik sistemin nasıl olup da tutarsız bir alışkanlıklar sistemi şeklinde yaygınlaşabildiğini; nesnelerin ürettiği “dilin” (ya da dille konuşma arası bir şey) nasıl “konuşulduğunu” ve mevcut dil sistemini nasıl yavaş yavaş yıprattığını incelemek zorundadır. Öyleyse üstünde durulması gereken konu nesneler sisteminde karşılaşılan çelişkilerdir yoksa sergilediği soyut tutarlı görünüm değil.

 

Jean Baudrillard (1929-2007)

Fransız düşünür ve sosyolog. Medya üzerine yaptığı çalışmalarla bütün dünyada ün kazanmıştır. Simülasyon kuramıyla günümüz siyasi ve ideolojik akımlarına radikal eleştiriler yöneltmiştir. Baudrillard’a göre artık gerçek dünya ile imgeleri arasında ayırım yapma becerisine sahip değiliz. Bugün, reklâmlar ‘şey’lerden çok imgeler satıyor bize. Chanel, Calvin Klein veya GAP gibi markaların temsil ettiği nitelik veya değerden çok etiketlerini veya göstergesini satın alıyoruz. Baudrillard’ın en ünlü açıklaması, Körfez Savaşı’nın “gerçekten yaşanmadığı” ile ilgiliydi. Ortadoğu’nun ekrandaki temsili, düşmanı iblisleştirmek için kullanıldı, görüntüleme araçlarıyla güdümlü füzeler fırlatıldı ve hedefler vuruldu. CNN izleyicileri savaşı bir ‘medya olayı’ olarak rahat ve geniş koltuklarında cipsi yiyerek izledi. Savaşın yeri ve bölgesi herhangi bir sınır içermiyordu. Bu savaş yayılarak Batı’da televizyon ekranlarına taşınmıştı. Füze bombardımanı ile imge bombardımanı arasında bir ayırımın yapılamayacağı noktaya dek üstelik... Baudrillard böyle bir dünyada eleştiri gücünü tamamen yitirmiş olduğumuzu öne sürer. Simülakrlar ve SimülasyonSessiz Yığınların GölgesindeŞeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün EgemenliğiFoucault’yu UnutmakCan Çekişen Küresel GüçKarnaval ve Yamyam, Neden Her Şey Hâlâ Yok Olup Gitmedi?, Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri, Nesneler Sistemi Doğu Batı Yayınları’ndan çıkan diğer eserleridir.