• Doğu Batı Sayı 55: Karl Marx

Doğu Batı Sayı 55: Karl Marx

  • 150,00 TL
  • 112,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda


Etiketler: dergiler

Nur Betül Çelik
Marx’ın Ontolojisi ve Siyasal Öznelik Sorunu

Önder Kulak
Karl Marx’ta Yabancılaşma, Meta Fetişizmi ve Şeyleşme Kavramları

Zeliha Burcu Yılmaz
Marx ve “İnsanî Varoluş”

Metin Becermen
Dünyayı Değiştirmeye Dair: Marx’ın On Birinci Tezi Üzerine Bir Deneme

Doğan Barış Kılınç
Marx’ın Hegel’le Diyaloğu

Gökhan Demir & Dünya Ahtem Öztogay
Hegel ve Marx’ta Sivil Toplum

Yıldız Silier
Marx ve Rousseau: Eşitsizlik ve Özgürlük

Lütfi Sunar
Marx’ın Doğu’ya Bakışı: Batı’nın Tanımlanmasının Bir Aracı Olarak Doğu

Aytek Soner Alpan & Efe Peker
Marksizm, Şarkiyatçılık ve “Komünizm Fikri”nin Evrenselliği

Vefa Saygın Öğütle
Ateizm, Mesihçilik ve Marksçı Realizm: Kendinde-Gerici ya da Kendinde-Devrimci Herhangi Bir Dinsel İnanç Var mıdır?

Şener Aktürk

Marx’ın “Yahudi Sorunu”: Laik Devlet-Dindar Sivil Toplum Eleştirisi

Ata Devrim
Marx’ın Değer ve Fiyat Teorisi

İNSANİ OLAN HİÇBİR ŞEY ONA YABANCI DEĞİLDİ 

 

Doğu Batı dergisi, Karl Marx dosyasıyla sayfalarını ilk kez bir isme ayırmaktadır. Marx’ın tarihten ekonomiye, sosyolojiden felsefeye insana dair “işte senin hikâyen!” dediği düşünce sistemi, hemen her alanda derin izler bırakmıştır. Birçok kaynaktan beslenen bu büyük ve geniş anlatı, elbette başka bir düşünürün kısmi hakikat modelleriyle kıyaslanamaz.

        Marx, modern zamanların sis perdelerini aralayan ilk kişi olmasıyla önemini daha en baştan kazanmıştı. Ve bugün de tüm güncelliğini korumaktadır. Marx’ın düşünce yapısına eğilmeksizin modern hayatın bütüncül bir resmini çizmek imkânsızdır. Günümüzde siyasi ve sosyal bir dizi tartışma, kaynağını ve akıl yürütme tarzını Marx’a borçludur. Marx ile düşünsel akrabalık kurmayan çok az felsefeci, tarihçi, sosyolog ve ekonomist zikredilebilir.

        Marx’a daima dönmek durumundayız... Bir Marksist ya da en kötü ihtimalle bir anti Marksist olarak… Çünkü insanlık komedyasının büyük dramını, –elbette işçilerin safında ve de daha çok sefalet yönüyle– çözümleyen bir kalemi eleştirel ve yaratıcı kılan şey insanın tarih sahnesinde hangi koşullar altında yer aldığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermesidir. Bir dizi yanılsamalar zincirini kıran son derece çarpıcı bir bakıştır bu… Çok az kimse, Marx’ın sahip olduğu keskin realite duygusuyla tarihin akışına ve toplumsal ilişkilere bakabilmiş, kitlelerin neredeyse mahkûm oldukları gayriinsani durumları sorgulayabilmiştir. Marx’ın ünlü analizlerinin her aşamasında daima kötü giden bir şeyleri değiştirebilme iradesi ve bu noktadaki değişimci hümanist karakteri son derece belirgindir. Marx’ın hümanist içsel sesine kulak vermeksizin anlaşılamayacağı, aksi takdirde herhangi bir bilinçten yoksun, kalıplaşmış Marx portrelerinin çoğalacağı malumdur. (Nitekim, Türkiye’de genel olarak Marx’ın dogmacılığa ve düşünsel azgelişmişliğe terk edilişinin nedeni de bu olmalıdır.)

        Marx’a göre, on birinci tezde ifade ettiği şekliyle, insanın tarih sahnesinde gerçek bir “özne” olarak yer alabilmesi için düşünce ve eylemlerin tam bir uyumu, yani kusursuz bir praksis gerekmektedir. Ütopik gibi duran kavramlar sözgelimi devrim ideali kitlelerin içlerine gömüldükleri derin uyku hallerine yapılan şiddetli bir uyarıdır. Marx, kılı kırk yaran tahlilleriyle kapitalizmin görünmeyen büyük günahlarını açığa sermiştir. Çözümlemelerinde en ağır darbeler kapitalizmin doymak bilmeyen iştihasına yöneliktir. Sanayi toplumunun sınırsız kâr güdüsü, hakiki değerin eşit mübadele imkânını ortadan kaldırmıştır. Üretim ilişkilerindeki derin uçurumlar kitleleri ne yapacaklarını bilemedikleri ağır bir enkazın ortasında bırakmıştır. Güçlülerin güçsüzlere uyguladığı bu oyunun kuralları bellidir: Gizli bir el soframızdaki yiyeceği alıp götürürken, din, ideoloji, politika, kültür vb. üstyapı kurumları, eylemlerini meşrulaştırmak adına yarattıkları birtakım “iyi” ve “kötü” hayaletlerle hakkı gasp edilenleri teskin etmektedir. Marx’ın ekonomik ve maddi süreçlerin belirleyiciliğine yaptığı vurguyu kavrayabilmek için elbette yaşadığı dönemi, bilhassa modern yaşamın kuruluşunda hiç de âdil olmayan denklemleri, sözgelimi Liverpool dokuma tezgâhlarında on iki saat çalışan çocukları ya da bugüne geldiğimizde benzer şekilde süregiden ağır koşulların dünyanın her köşesinde yığınla felaket üretmeye devam ettiğini tahayyül etmek gerekecektir.

        Öyleyse, Marx’ın dünyaya değil de dünyanın Marx’a yabancı kaldığını söylemek herhalde daha doğru olacaktır. Tıpkı dinlerin kendi varoluş nedenlerini unutmaları, ahlâki ilkelerin iç gıcıklayıcı bir sesle her şeye kayıtsız kalabilmesi ve insanın özgürlük arayışına sırt çevirerek vicdanına boyun eğmesi gibi… Gelinen noktada uygarlık yarattığı çelişkilere teslim olmuş vaziyettedir. Öz ve görünüş arasındaki ayırımlar, sahte olanın egemenliği karşısında boyun eğmektedir. Böylelikle yeryüzüne gelmiş olmakla yaşam dediğimiz şey arasında anlamlı bir ilişkinin ne şekilde kurulabileceği sorusu bir kez daha sinirleri yıpratmaktadır.

        Bu durum, kuşkusuz Marx’ı haklı çıkarır. Düsturu olan Publius Te­ren­tius sözüne göndermeyle, kuşkusuz “insani olan hiçbir şey ona yabancı de­ğildi”...

Taşkın Takış