• Sosyolojik Yöntemin Kuralları

Sosyolojik Yöntemin Kuralları

  • 125,00 TL
  • 87,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Durkheim, tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi sosyoloji için de bilimsel bir yöntemi savunur bu klasikleşmiş eserinde. Sosyolojik bir yöntem nasıl oluşturulabilir? Açıkçası sosyolojik olguların ilk nedenleri araştırıldığında felsefenin önerdiği kavram ve nosyonlardan bağımsız bir toplumsal işleyiş sistemi ile karşılaşırız. Psikolojinin ve bireyin değeri yok sayılmamakla birlikte bir takım öznelliklerin dışında yer alan toplumsal olguları açıklamak için gözleme, incelemeye ve nedenlere dayalı bambaşka bir sisteme gereksinim vardır. Toplumsal olgular bir rastlantı değildir, kendi başına keyfî bir oluşum izlemezler, aksine incelenmeye müsait birer “şey” olarak önümüzde dururlar. Ve “şeylerin sırrını ortaya çıkarabilecek tek şey yöntemsel deneylerdir.” Durkheim bilimsel rasyonalizmi sosyolojik fenomenlere uygular ve sosyoloji yapmanın kelimenin tam anlamıyla doğanın yasalarını keşfetme seviyesinde bir bilim olduğunu söyler:

Özetlemek gerekirse, belirlediğimiz yöntemin nitelikleri şunlardır: Öncelikle bu yöntem her türlü felsefeden bağımsızdır … İkinci olarak, bizim yöntemimiz nesneldir. Sosyal olayların birer şey olduğu ve böyle ele alınmaları gerektiği düşüncesiyle donatılmıştır… Bizim yöntemimizin üçüncü temel niteliği yalnızca sosyolojik olmasıdır. Karmaşık olmaları nedeniyle, sosyal olgular ya bilime uymayan şeyler ya da yalnızca psişik veya organik nitelikteki temel koşullarına indirgenerek, yani kendi özgün doğalarından arındırılarak bilime dâhil olabilen şeyler olarak görülmüştür sıklıkla. Buna karşın bizler, sosyal olguları özgün niteliklerinden arındırmadan bilimsel olarak incelemenin mümkün olduğunu göstermeye çalıştık.


  • Yazar: Émile Durkheim
  • Kitabın Başlığı: Sosyolojik Yöntemin Kuralları
  • Orijinal Başlık:  Les Règles de la méthode sociologique
  • Çeviren: Özcan Doğan [Fransızca]
  • Yayına Hazırlayan: Ufuk Coşkun
  • Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
  • Kapak Tasarımı Uygulama: Aziz Tuna
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 106; Tarih Dizisi - 25
  • Basım Bilgileri: 3. Basım / Eylül 2019 [1. Basım / Mayıs 2014]
  • Sayfa Sayısı: 164
  • ISBN: 978-605-5063-13-9
  • Kapak Resmi: Émile Durkheim
  • Boyutları: 13,5 x 21

Birinci Basıma Önsöz

İkinci Basıma Önsöz

Giriş

Birinci Bölüm
Sosyal Olay Nedir?

İkinci Bölüm
Sosyal Olayların Gözlemlenmesine Yönelik Kurallar

Üçüncü Bölüm
Normal ile Anormali Birbirinden Ayırmaya Yönelik Kurallar

Dördüncü Bölüm
Sosyal Tiplerin Oluşturulmasına Yönelik Kurallar

Beşinci Bölüm
Sosyal Olayların Açıklanmasına Yönelik Kurallar

Altıncı Bölüm
Kanıtların Yönetimine Yönelik Kurallar

Sonuç

Birinci Basıma Önsöz

 

Sosyal olguları bilimsel olarak incelemeye pek alışkın değiliz; o yüzden, bu çalışmada yer alan bazı düşünceler okuru şaşırtabilir. Ancak eğer toplumları inceleyen bir bilim varsa, bu bilimin yalnızca geleneksel düşüncelerin basit bir açılımından ibaret olmamasını bekleriz; şeyleri herkesin gördüğünden farklı bir biçimde bize göstermesini bekleriz; zira bütün bilimlerin amacı keşifler yapmaktır ve her keşif halihazırda benimsenen düşünceleri şu veya bu ölçüde sarsar. O halde sosyolojide, sağduyuya diğer bilimlerde artık sahip olmadığı bir önem atfetmediğimiz sürece (ki bu önemi nereden kazanabileceğini de bilemiyoruz), bilim insanı kendi araştırmalarının vardığı sonuçlar karşısında çekimser davranmamak konusunda kararlı olmalıdır –araştırmaların yöntemsel olarak sürdürülmesi koşuluyla. Paradoksları aramak sofistlerin işidir; olgular tarafından kaçınılmaz olarak dayatılan paradokslardan kaçmak ise cesareti ve bilime inancı olmayan insanlara özgüdür. 

Ne yazık ki, bu kuralı ilkesel ve teorik olarak kabul etmek onu kararlı bir şekilde uygulamaktan daha kolaydır. Karşılaştığımız bütün sorunları sağduyunun telkinlerine dayanarak çözmeye fazlasıyla alışmışız; bu yüzden, sağduyuyu sosyolojik tartışmalardan uzak tutmakta zorlanıyoruz. Bundan kurtulduğumuzu sandığımız zaman bile, farkına varmadan kendi yargılarını bize dayatır. Bu tür zayıflıkların önüne geçebilecek uzun vadeli ve özel tek bir pratik vardır. İşte okurların gözden kaçırmamasını istediğimiz şey budur. Okurlar şunu daima akıllarında tutmalıdır ki, kendileri için çok uygun olan düşünme biçimleri, sosyal olguların bilimsel olarak incelenmesi açısından pek yararlı değildir ve daha ziyade zararlıdır; bu yüzden okurlar, edindikleri ilk izlenimlere karşı daima dikkatli olmalıdır. Hiç direnmeden kendilerini buna kaptırdıkları zaman, bizi anlamadan yargılama durumuna düşebilirler. Bu bağlamda, suç olgusunu normal bir sosyolojik olgu olarak görmemiz bahane edilerek, suçu mazur görmekle suçlanabiliriz. Ancak böyle bir itiraz çocukça olacaktır. Zira her toplumda suçun var olması ne denli normalse, bunun cezalandırılması da aynı derecede normaldir. Önleyici ve baskıcı bir sistemin kurulması suçun varlığı kadar evrensel bir olgudur ve toplumun sağlığı için aynı derecede vazgeçilmezdir. Suç diye bir şeyin olmaması için bireylerin bilinç olarak aynı düzeye gelmesi gerekir; fakat daha ileride göreceğimiz nedenlerden dolayı, böyle bir eşitlenme durumu mümkün olmadığı gibi arzu edilir bir şey de değildir. Ancak baskıcı bir sistemin olmaması için ahlâkın homojen olmaması gerekir, ki bu durum toplumun varoluşuyla uzlaşmayan bir şeydir. Bununla birlikte, suçun nefret uyandıran bir şey olmasından hareketle, sağduyu suçun tamamen ortadan kalkmayacağına inanır hatalı bir şekilde. Her zamanki basitleştirici tavrıyla, nefret uyandıran bir şeyin aynı zamanda yararlı bir varlık nedeninin olabileceğini ve buna rağmen bu durumun çelişkili olmadığını kavrayamaz. Bir organizmanın içinde insanı rahatsız eden ama olağan işleyişi bakımından bireyin sağlığı için gerekli olan fonksiyonlar yok mudur? Acı duygusundan nefret etmez miyiz? Oysa bu duyguyu bilmeyen canlı bir canavara dönüşür. Bir şeyin normal niteliği ile o şeyden uzaklaşmamıza neden olan duygular birbiriyle dayanışma içinde olabilir. Acı normal bir olguysa, bu onun sevilmeyen bir şey olmasına bağlıdır; suçun normal bir olgu olmasının koşulu onun nefret edilen bir şey olmasıdır. Dolayısıyla bizim yöntemimizin pek devrimci bir yanı yoktur. Hattâ bir anlamda temel olarak muhafazakârdır; zira sosyal olayları, ne denli esnek ve kararsız olursa olsun keyfî olarak değiştirilemeyen bir doğaya sahip şeyler olarak görür. Sosyal şeyleri yalnızca zihinsel bileşimlerin bir ürünü olarak gören öğreti çok daha tehlikelidir ki basit bir diyalektik oyun bu zihinsel bileşimleri bir anda alt üst edebilir.

Aynı şekilde, insanlar sosyal hayatı ideal düşüncelerin mantıksal gelişimi olarak görmeye alışkın olduğundan, kolektif evrimi uzamda belirlenen nesnel koşullara bağlayan bir yöntem onlara biraz kaba görünebilir; bizi materyalist olarak görmeleri de mümkündür. Ancak biz bunun tam tersi olarak nitelendirilmek isteriz. Gerçekte tinselciliğin özü, psişik olgular doğrudan doğruya organik olgulardan doğamaz düşüncesine dayanmıyor mu? Oysa bizim yöntemimiz bu ilkenin sosyal olgulara uygulanmasından ibarettir kısmen. Tinselciler psikolojik dünyayı biyolojik dünyadan ayırdıkları gibi, biz de psikolojik dünyayı sosyal dünyadan ayırıyoruz; onlar gibi biz de karmaşık olanı basit olanla açıklamayı reddediyoruz. Aslında, yukarıdaki nitelemelerden hiçbiri bize tam olarak uymamaktadır; biz yalnızca akılcı nitelemesini kabul ediyoruz. Başlıca hedefimiz, bilimsel akılcılığı insan yaşamına yaymaktır; geçmiş üzerinden değerlendirildiğinde, insan yaşamının neden-sonuç ilişkilerine indirgenebileceğini göstermektir ki akılcı bir işlem bu ilişkileri daha sonra geleceğe yönelik davranış kurallarına dönüştürebilir. Bize atfedilen pozitivizm bu akılcılığın bir sonucundan başka bir şey değildir. İster olguları açıklamak, ister akışını yönlendirmek için olsun, olguların ötesine geçebilmek yalnızca onların irrasyonel olarak görülmesi ölçüsünde mümkündür. Eğer olgular bütünüyle kavranabilir şeylerse, pratik için olduğu gibi bilim için de yeterlidirler; zira bu durumda, olguların varlık nedenini onların dışında aramak için bir neden kalmaz; pratik için yeterlidirler, çünkü olguların yararlılık değeri onların varlık nedenlerinden biridir. Bize öyle geliyor ki, özellikle doğmakta olan bu mistisizm çağında, buna benzer bir girişim, kimi noktalarda bizden ayrılmakla birlikte aklın geleceğine duyduğumuz inancı paylaşan insanlar tarafından çekincesiz olarak ve hattâ seve seve kabul edilebilir ve kabul edilmelidir de.

Émile Durkheim (1858-1917)

Fransız sosyolog. 1858 yılında Fransa’nın küçük bir kenti olan Épinal’de bir Yahudi Hahambaşı’nın oğlu olarak dünyaya geldi. 1879 yılında Fransa’nın seçkin eğitim kurumlarından École Normale Supérieur’e girdi. 1882 yılında buradan mezun oldu. Çeşitli Fransız liselerinde öğretmenlik yaptı, 1887 yılında Bordeaux Üniversitesi’ne görevli olarak atandı. Pozitivizm ekolünde yetişen Durkheim sosyolojinin “kesin bir bilim” olarak inşa edilmesi için çalıştı. Sosyal olguları “kendine özgü” birer “şey” olarak değerlendirdi, bireysel olanı kolektif olandan ve psikolojik olanı sosyal olandan ayırdı. Toplumu tek tek bireyleri içine alan fakat bireysel değişkenlikleri aşan kendine özgü bir bütün olarak gördü. Durkheim “sosyal olay”, “kolektif bilinç” ve “kolektif temsil” gibi önemli kavramlar oluşturarak kendi sosyoloji anlayışını inşa etti. Sosyolojinin yanında antropoloji ve teoloji alanında da çalışmalar yaptı. Marcel Mauss, Claude Lévi-Strauss, Pierre Bourdieu gibi tüm kuşakların sosyoglarını doğrudan etkiledi. Başlıca eserleri: Toplumsal İş Bölümü (893), Sosyolojik Yöntemin Kuralları (1895), İntihar (1897), Dinî Yaşamın İlkel Biçimleri (1912). Émile Durkheim 1917 yılında Paris’te yaşamını yitirdi.

Özcan Doğan

Çevirmen, redaktör, yazar. 1981 yılında doğdu. Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Notos, Birikim, Birgün Pazar, Özgür Edebiyat, Öykü Gazetesi ve başka platformlarda öykü, eleştiri ve yazıları yayımlandı. Çevirdiği kitaplardan bazıları şunlardır: Alexis de Tocqueville, Amerika’da Demokrasi I-II; Marcel Mauss, Sosyoloji ve Antropoloji; Jacqueline Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni; France Farago, Sanat; Serge Gruzinski, Orada Saat Kaç?; Pierre Hadot, Plotinos ya da Bakışın Saflığı (Doğu Batı Yayınları). Özcan Doğan’ın Bay How Ne Yapmalı?; Bunun Konumuzla Bir İlgisi Yok ve Kendime İyi Geceler adlı üç öykü kitabı, Yeryüzünden Sesler ve Ayakları Pürdikkat Refakatçi Haydutlar adlı iki romanı var.