• Varlık ve Oluş

Varlık ve Oluş

  • 380,00 TL
  • 266,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Varlık ve Oluş adlı yapıt derin bir arayışın ürünü, bir yönüyle Türk düşüncesinde yaratıcı bir düşüncenin evrimi sayılır. Kitap çağdaş felsefenin krizlerini ve tereddütlerini aşama aşama dile getirir. Ontolojik meseleler gündeme geldiği andan itibaren varlığın de­ğişken, çok boyutlu yapısı insanda sürekli bir gerilim yaratır. Çevremizde seyrettiğimiz yüzlerce çelişkinin insanda tek başına kendini aşma çabası uyandırması gibi bir sonuç çıkar ortaya. Bu kadim çatışma felsefenin bütün dalış ve uyanışlarında görülebile­ceği gibi bizzat doğanın kendisinde de vardır.

Varlık ve Oluş, Türkiye'deki düşünsel serüveni yakından takip eden ve bizzat bu serüvene ortak olan birinin Batı düşüncesindeki çağdaş tartışmaların hiç de uzağında yer almadığını kanıtlar. Zik­redilen kaynaklardan ve 1930'lu yıllardan itibaren günü gününe takip edilen isimlerden bu açıkça görülür.

Hilmi Ziya Ülken daima yerli bir düşünür kimliğiyle evrensel soru­ların peşinde olmuştur:

Görüşümüz sonlu âlemlerin kriz halinden ritimlerle kurtulmak üzere her birinin kendi oluşunda açıldığı ve sonlu varlıkların sonsuz varlığa açık evrimleri olduğu düşüncesine vardı, a) Eğer âlem tam bir düzen halinde olsaydı hiçbir değişme, ıstırap olmazdı, b) Âlemde ideal bir dü­zene doğru bütün halinde bir yöneliş olsaydı çirkinlik, hastalık, ıstırap yalnız eksiklikten ibaret olurdu. Menfi değerlerin ve değerlerdeki çift kutupluluk önünde seçme iradesinin anlamı kalmazdı, c) Âlemde mut­lak bir mekanizm olsaydı hiçbir düzelme ve değerlendirme olmaz, her yetkinleşme "mutlu bir tesadüf" veya "kör irade" ile açıklanırdı, d) Alemde zıt kuvvetlerin çatışması olsaydı, bu çatışmadan doğan netice­lerin şuur, hayat, hürriyet gibi üstün dereceler olmasına imkân olamaz­dı. .. Fatal olarak gerektirilmiş zıt kuvvetlerden doğan netice de gerekti­rilmiş olurdu. Bu alternatiflerin imkânsızlığı önünde varlıkların çoklu­ğuna, aralarındaki akıldışı uçurumların doldurulması imkânsız­lığına, her varlığın ayrı oluşu ve ayrı evrimini göz önüne alma zarure­tine, fakat sonlu varlıklar arasında organlaşma, düzenleyici güç bakımından dereceler olduğu, bu derecelerin varlıklarda hiyerarşi ara­maya ve böylece maddeden düşünce ve inanca kadar varlık derece­lerinde düzenleyici gücün ve hürriyetin yükseldiği, sonlu varlıkların yalnız insan düşüncesi ve hürlüğünde sonsuz varlığa açık bir oluş ha­linde bulunduğu kanaatine vardık.


  • Yazar: Hilmi Ziya Ülken
  • Kitabın Başlığı: Varlık ve Oluş
  • Yayına Hazırlayan: Gülseren Ülken
  • Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 107; Felsefe Dizisi - 31
  • Basım Bilgileri: 3. Basım: Kasım 2022 (1. Basım: Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları, 1968)
  • Sayfa Sayısı: 600
  • ISBN: 978-605-5063-14-6
  • Boyutları: 15,5 x 23,5
  • Kapak Resmi: "Hilmi Ziya Ülken"

Önsöz

Kitabın Tarihi ve Maksadı

Bir İşaret


Giriş

Felsefede İlk Olgu Araştırması

Varlığın Çift Manzarası

Derinliğine Felsefe

Dyade ve Dyadoloji

Felsefede Doktrin ve Problemler

Yaşama ve Bilme

İki Ayrı Bilim Görüşü Doğru mudur? (Anlama ve Açıklama)


I. Felsefenin Ortak Tarafları ve Devam Eden Felsefi Hakikat

Felsefi Düşünce Nasıl Başlamalı ve Yürümelidir?

Felsefenin Metodu Akıldır

Felsefe Aklı Aşan Problemleri İçine Alır

Felsefenin Temeli Akıl Değil Varlıktır

Mantık Kuralları ve Gerçeğe Tatbik İmkânları

Soyut Varlık ve Somut Varlık

Somut Varlık Mertebeleri

Belirsizlikten Belirliliğe ve Sınırlılığa Geçiş

Değişme Fikrinin Doğuşu


II. Varlık Fikri ve Varlıklar

Hakikat, Gerçek ve Düşünce Varlık Probleminden Çıkar

Varlık, Sınırlılık ve Sınırsızlık

Varlık Kelimesinin Anlamları

Varlık ve Varoluş

Varlık, Öz, Sıfat ve Tavırları


III. Sistemlerin Hastalıkları ve Felsefenin İnsan Merkezine Göre Kurulmadan Kurtulması Zarureti

Felsefe ve Bilim

İdeolojilerde ve Bilimde Peşin Hükümler

Davranış Şartları

Cüret Felsefeleri (Antropomorfizm)

Cüret Felsefeleri (Mekanizm)

Ürkeklik Felsefeleri: Şüphecilik ve Sınırlayıcılık

Davranış Şartları ile Tecrübe Arasında Uygunluk


IV. Varlık Konusunda Dikotomilerin Çözülmesi

Varlık-Yokluk Dikotomisi

Varlık-Oluş

Güçten Fiile Geçme (Tohumdan Açılma)

Gerçek-Görünüş

Varlık-İdeal (Varolmak-Mecbur Olmak)

Gerçek-Mümkün (Varlık-İmkân)

Dikotomileri Çözme Metodu


V. Varlıkta Kriz ve Ritm

Sınırsızlık ve Sonlu Varlıklar

Madde ve Enerji

Madde ve Enerjide Değişme ve Ritm

Canlı Varlığı Maddeye İrca Teşebbüsleri ve Ayrı Vasıfları

Canlının Temel Vasıfları

Bitki Derecesinde Canlı Varlık

Hayvan Derecesinde Canlı Varlık

İnsanın Ayırıcı Vasıfları

İnsanda İki Ritim

Ruh ve Beden Bütünü Olarak İnsan

Ruh ve Beden Zıtlığı ve Tamamlayıcılığı

İnsanda Bedenleşme ve Ruhlaşma

Gerilme Ritmi Olarak İnsan

Gevşeme ve Genişleme Ritmi Olarak İnsan


VI. Bilinç Fenomenolojisi - I

Kasıtlı Fiil Olarak Bilinç

Fenomenolojinin Tatbik Alanları

Âlemde Varolmak (Hayatî Varlık)

Sosyal Bilinç

Sosyal Bilinç Krizi

Zamansal Varlık

Zaman Dışı Bilinç

İki Türlü Zamansız Bilinç: Öz Halinde - Fiil Halinde

İlk Müphemlikteki Zamansız Bilinç


VII. Bilinç Fenomenolojisi - II

Bilinç Fiili Nasıl Bir İlişkidir?

Bilinç Fiilinin Zıt ve Tamamlayıcı Vasıfları

Mantık Öncesi veya Mistik Tecrübe

Epijektif Bilinç

Projektif Bilinç

Projektif Bilinçten Objektif Bilince Geçiş

Objektif Bilinç

Objenin Kurulması

Subjektif Bilinç ve Süjeleşme

Hafıza ve Hayal Gücünün Kurulması

Transjektif Bilinç (Değer Bilinci)


VIII. Varlık ve İmkân

Varlık ve İmkân

Enerji Halinde Varlık

Enerjiden Enerjiye Çevrilme

Maddenin Evrimi (Sabitlik ve Değişme)

Sonsuz Varlıktan Sonlulara Geçiş

Yeni Kozmolojiler (Maddenin Evrimi)

Canlı Varlığın Vasıflarına Ait Açıklamalar

Canlı Varlığın Evrimi

Evrim Teorileri

Evrim Olgusu ve Manzaraları

İnsanın Doğuşu

İnsanda İç Yüzü ve Dış Yüzü

Evrimin Türlü Yorumlanışı


IX. Zaman ve Özgürlük

Zamansız Varlık (Soyut Olarak Varlık)

Varlıksız Zaman

Varoluş Zamanı ve Varoluş Filozofları

Varoluş Filozoflarının Ortak Tarafları

Özgürlük Fikrinin Gelişmesi

Varoluş Felsefesinde Özgürlük Fikri: Merleau-Ponty ve Sartre

Özgürlük ve İradî Fiil

Tesadüf, Gaye ve Özgürlük


X. Düşüncenin Antinomileri (Evet ve Hayır)

Ortak Duyuda Problematik

Bilimde Problematik

Fizikten ve Canlılar İlminden Doğan Problematik

İnsan Bilimlerinden Doğan Problematik

Felsefeden Doğan Problematik

Bir-Çok Antinomisi

Tecrübe-Akıl (Realizm-İdealizm) Antinomisi

Dogmatizm-Septisizm, Mekanik-Organik, Bütün-Fert

İçkinlik-Aşkınlık, Öz-Varoluş Antinomileri

Determinizm-İndeterminizm

Teori-Pratik


XI. Antinomileri Çözme Yolları ve Hakikat

Taraf Tutma

Uzlaştırma

Sonsuza İrca (Tanrı Kriteri)

Transandantal Hakikat

Diyalektik Hakikat

İki Karşıt Hakikat

Fenomenolojik İrca

Pragmatizm

Şüphecilik ve İhtimalcilik

Yeis Durumu

Mistik Hakikat

Dyade Kriteri ve Dyadoloji


Notlar

Not: 1

Not: 2

Not: 3

Dizin

Teknik Terimler Dizini

Önsöz

 

Bu kitabı okuyanlar bir bakımdan doğa bilimleri verilerine dayanan bir evrim teorisi, bir bakımdan ontolojik felsefe ile karşılaşacaklardır. Aslında, bu iki cepheyi tamamen ayırmak kabil değildir. Natüralizmi ve tarihsel araştırmayı parantez içine alarak fenomenleri öz’ler halinde görsek bile, bu fenomenlerin onlarla ilişkisini hesaba katmadan geri kalamayız. Öz olarak alınan her fenomen zaman ve mekân şartları içinde görüldükçe, aynı zamanda empirik veri veya tarihî bir vaka olarak tetkik edilebilecektir. Fakat fenomenlerin öz olarak görülmediği, geçen yüzyıldaki duruma dönülünce en basit verilere indirmeden ibaret natüralizmin veya historisizmin buhranına düşülecektir.

Bu eski ircacı görüş tamamen ortadan kalkmış değildir. Bugün de natüralizm ve historisizmin “bilimsel açıklama” adına büyük bir başarı olduğu zannını uyandıran gayretlere rastlanıyor. Vakıa, matematik ilişkilerin hangi tarihî ve sosyal şartlar içinde doğduğunu aramanın faydasız olduğu söylenemez. Fakat bu, onların zaman üstü geçerliğini öz olarak görmeye mâni olmamalıdır. Natüralizm ve historisizmin en sert şekli olarak Marksizmin açıklamaları gösterilebilir. Halbuki hiçbir ciddi Marksist bilim adamı, üçgen kavramı hangi şartlarda doğmuş olursa olsun, onu değişmez olarak görmeden vazgeçmez. Aksi halde, kendi bilimsel çalışmasını inkâr etme durumuna düşer. Bu yüzdendir ki, ihtilâlci felsefe dahi fenomenoloji ile karşılaşmakta ve hesaplaşmaktadır.

Bu kitabın baskısı tam bitmişti ki Étienne Souriau’nun L’instauration philosophique’ini okuduk. Souriau bu eserinde felsefe sistemlerinin sayısız çatışmaları üstünde ortak bir vasfın, bir Arkitektonikin bulunduğu fikrini savunuyor. Öyle görünüyor ki o bu iddiayı Lambert’e borçludur. Hattâ Kant’ın arkitektonik fikrini Lambert’den aldığını söylüyor (s. 109). Biz ise bu kitapta, başka yollardan geçmek üzere, bütün doktrin çatışmalarına rağmen felsefenin ilerleyen ortak bir temele dayandığını, bundan dolayı mantıkta, ontolojide, aksiyolojide insan düşüncesinin bel kemiğini teşkil ettiğini ileri sürdük. Ancak Souriau, derinliğine bakınca felsefenin gelişmesinde yalnız merhale değil, temel olan Platon ve Kant’ı bu arkitektonik görüşü ile lüzumsuz yere sarsmaya, felsefe ile sanatı birbirine karıştırmaya çalışıyor ki, bu noktada ona hak vermeye asla imkân yoktur (s. 66-75).

Günümüz felsefesinde çok sözü geçen Varoluş fikrinin farklı köklerden geldiğini, bir yandan öz olarak fenomenlerin incelenmesine dayandığını, bir yandan aşırı bir subjektivizm içinde yalnız tabiî verilerin değil, genellikle özlerin inkârına vardığını göz önüne alacak olursak, tek bir Varoluş felsefesi olamayacağı anlaşılır. Onları birleştiren nokta, olsa olsa, natüralizme ve tarihî görüşe karşı vaziyet almaları, bir insan felsefesinden hareket etmeleridir. Fakat fenomenolojik metodu kullanan bir felsefe, bu neticelerden bazılarına katılsa bile, insanı merkez haline koyan (antroposentrik) görüşe düşmeyebilir; varlık dereceleri arasındaki öz farklarını ararken, bu arayışta ileri giderek yalnız “insan için” bir felsefe yapmayabilir; varlık derecelerine ait araştırmada sonsuzun düşünülemezliği ve bilinemezliği önündeki kendi sınırlılığını hesaba katabilir; bütün gayretlerimizin, bir farenin açtığı delik kadar sınırlı olduğunu bilerek sistem kurabilir. Maddeci veya ruhçu, herhangi bir felsefe, içinde bulunduğu bu durumu unutmadıkça aynı noktada birleşecektir. Sonsuz varlığın birliği bütün yolların birleştiği son nokta olacaktır.

 

Bu kitabın tamamlanmasında beni daima teşvik eden eşim –Tabiiye öğretmeni– Hatice Ülken’e, düzeltmeler ve indeksin hazırlanmasında yardımını esirgemeyen asistanım Muhsin Balakbabalar’a ve Ankara Üniversitesi Basımevi’ne teşekkürü borç bilirim.

Hilmi Ziya ÜLKEN
31 Temmuz 1968

Kitabın Tarihi ve Maksadı

 

Her kitabın bir yazılış tarihi vardır. Bu kitabınki oldukça uzun olduğu için, birkaç satırla ondan bahsetmek istiyoruz. İlk planı 1933’te Berlin’de düşünülmüştü. Bu plan Aşk Ahlâkı ve İnsani Vatanperverlikteki fikirlerin geliştirilmesinden meydana gelmişti. O zaman Spinozacı görüş planın temelini teşkil ediyordu. Fakat bu görüş plüralist bir âlem izahında kullanılıyordu. Hareket noktası bilgi teorisi idi. Bilginin ve doğru’nun açıklanmasında “ihtiras”ın yaratıcı rolü üzerinde durulduğu için, psikolojizm hâkimdi. (Bu fikirlerin kökleri Umumi Ruhiyatta –1928–, Cemiyet ve Marazî Şuur’da –1930– başlamıştır.) Fakat 1934’ten sonra psikolojizmin felsefede yetersizliği kanaati bizi bu planı değiştirmeye götürdü. Fenomenoloji ve ihtimaliyetçi felsefe ile temas –ki birincisi daha İnsanî Vatanperverlik’te başlamıştı– yeni ufuklar açtı.

Temel fikirlerdeki değişiklik kitabın yazılışını uzun zaman geciktirmeye mecbur etti. 1934-1935’te verdiğimiz “Tarih Felsefesi Dersleri” bu yeni istikamette ilk adımdı. Onu henüz neşretmedik. On yıl yazarı felsefe dışında dersler vermeye zorlayan kadro sıkıntıları ve bu on yıl içinde yaptığımız başka konulardaki yayınlar bu kitabı ve onunla ilgili çalışmaları tamamlamayı imkânsız hale getirdi. 1946-50 arasında Profesör Von Aster’in verdiği imkânla İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde okuttuğumuz bilgi teorisi, değerler teorisi ve mantık tarihi derslerinde çalışmalarımızı tespit ettik ve teksir notu ile yayımladık. Bu yıllarda Hegelci görüşten tamamen uzaklaşmış, Platon’a dönmüş ve Schelling’e yakın bir hareket noktası bulmuş bulunuyorduk. 1950’den sonra kendimizi sosyoloji öğretimine vermemiz bu derslerin yayımlanmasını güçleştirdi. Ancak 1956’dan sonra Ankara Üniversitesi’nde tekrar bu konuyu ele alabildik. 1948 Amsterdam Milletlerarası Felsefe Kongresi’nde “Varlıkların iki yüzü” adlı tebliğle ilk özetini verdik. 1957-1959’da Ankara İlâhiyat Fakültesi’nde Felsefeye Giriş (2 cilt) adlı eserde öğretim ihtiyaçlarına göre genel felsefe bilgisi içinde fikirlerimizi kısmen ifade ettik. Bilgi ve Değer adlı kitapta (1965) ontolojik görüşe bağlı olarak 1946’dan beri verilmiş dersleri neşrettik.

Bu kitabı yazmaya 1960’ta başladığımız halde, yazılış tarzını elverişli bulmadığımız için 1962’de yarım bıraktık ve bu konuda yeniden çalışmaya girerek 1966’da katî şeklini vermeye kalktık. Bu eserin bir parçası sayılabilecek olan Eğitim Felsefesi’nin 1967’de neşri kitabın ancak 1968 baharında tamamlanmasına neden oldu.

* * *

Bu kitapta bugünkü fiziğin hararetli çalışmalarında ulaştığı ve devamlı yenileşmelere rağmen, klasik Fiziği temelinden sarsmış olan tamamlayıcılık fikri başlangıç noktası olarak alınmıştır. L. de Broglie’nin dediği gibi, fizik dışında tehlikeli extrapolation’lara doğru götürülmüş olan bu fikrin mantığımızı yıkacak bir karakteri olmadığı, çelişenlerin değil, yalnız farklılıklar ve karşıtların tamamlayıcılığı olabileceği noktasında ısrar ederek, madde biliminin kendi konusunda olduğu gibi başka bilimlerde de, bilim ve felsefe arasında başarılı karşılaştırmalar yapılacağı sonucuna varılmıştır. Bu başlangıç noktasını Platon’un Dyade fikri ve onu devam ettiren görüşlerle uzlaştırmak, böylece fikir tarihinin temel geleneği ile bilimin bugünkü durumu arasında ortak noktaları meydana çıkarmak mümkün olmaktadır. Üçüncü dayanak Husserl’in önderliğinde gelişen fenomenolojinin süje-obje zıt ve tamamlayıcı bütünlüğüdür ki, burada ontolojik Dyade fikrinin bilgi alanındaki bir manzarası olarak alınmıştır.

Fenomenolojiden ontolojiye geçecek yerde ontolojiden başlamak ve bir varlık derecesi diye alınan Bilinç Fenomenolojisine geçmenin daha elverişli olduğu ve fenomenoloji başlangıç olarak alınırsa süje-obje’nin içinden çıkılmaz bulanıklığına, bizim tuttuğumuz yolda, düşülmeyeceği sonucuna vardık. Bulanıklık (ambiguïté) bir kısım varoluş filozoflarında olduğu gibi çözülmez bir bilinç buhranı değil, varlık derecelerinden her birinin (ve bilinç derecesinin) başlangıç hali, aşılmak suretiyle varlıklardan her birinde ritimleri meydana getiren ilk kriz hali olduğunu gördük. Bundan dolayı da ne Schelling’in ilk bütünlüğe dönüş demek olan Özdeşlik felsefesine, ne Hegel’in çelişkilerin sentezi ile Oluş’u boşlukta bırakan ve Varlığı ortadan kaldıran felsefesine katıldık. Zaten ontolojik görüşte her iki açıklamanın yeri yoktur. Varlıklarda ilk bulanıklık çözüldükçe ortaya çıkan ritimlerin gerçekler düzenini meydana getirdiği kanaatine vardık. Bilinç Fenomenolojisinde objeleşme ve süjeleşme şeklindeki mukadder ayrılığın asla birleşmeyeceği ve birbirini tamamlayan bu iki karşıt ritmin sentezini aramanın boşluğunu gösterdik. Bununla beraber değer bilincinde insanın yaratıcı çabasının varlıklara katılan yeni ve üstün bir düzeni, değerler sferini meydana getirdiği ve diyalektiğin varlıklarda değil, yalnız değer yaratışında işlediği, her değer yaratışının süje (kişi) ile aşkın obje arasında bilinç muhtevası yardımıyla bir sentez olduğu, öyleyse diyalektiğin bilgide değil, değerlerde rolü olduğu, bu bakımdan diyalektikçi filozofların varlık sorusuna cevap vermedikleri halde, felsefelerine değer felsefesi gözüyle bakıldığı zaman anlam kazanacağı sonucuna vardık.

Görüşümüz sonlu âlemlerin kriz halinden ritimlerle kurtulmak üzere her birinin kendi oluşunda açıldığı ve sonlu varlıkların sonsuz varlığa açık evrimleri olduğu düşüncesine vardı. A) Eğer âlem tam bir düzen halinde olsaydı hiçbir değişme, ıstırap olmazdı. B) Âlemde ideal bir düzene doğru bütün halinde bir yöneliş olsaydı çirkinlik, hastalık, ıstırap yalnız eksiklikten ibaret olurdu. Menfi değerlerin ve değerlerdeki çift kutupluluk önünde seçme iradesinin anlamı kalmazdı. C) Âlemde mutlak bir mekanizm olsaydı hiçbir düzelme ve değerlendirme olmaz, her yetkinleşme “mutlu bir tesadüf” veya “kör irade” ile açıklanırdı. D) Âlemde zıt kuvvetlerin çatışması olsaydı, bu çatışmadan doğan neticelerin bilinç, hayat, özgürlük gibi üstün dereceler olmasına imkân olamazdı. Fatal olarak gerektirilmiş zıt kuvvetlerden doğan netice de gerektirilmiş olurdu. Bu alternatiflerin imkânsızlığı önünde varlıkların çokluğuna, aralarındaki akıldışı uçurumların doldurulması imkânsızlığına, her varlığın ayrı oluşu ve ayrı evrimini göz önüne alma zorunluluğuna, fakat sonlu varlıklar arasında organlaşma, düzenleyici güç bakımından dereceler olduğu, bu derecelerin varlıklarda hiyerarşi aramaya ve böylece maddeden düşünce ve inanca kadar varlık derecelerinde düzenleyici gücün ve özgürlüğün yükseldiği, sonlu varlıkların yalnız insan düşüncesi ve özgürlüğünde sonsuz varlığa açık bir oluş halinde bulunduğu kanaatine vardık.

1 Mayıs 1968
Hilmi Ziya Ülken

 

Hilmi Ziya Ülken

İstanbul’da, 1901 yılında doğdu. Babası Mehmet Ziya Ülken kimyager doktordu. Anne tarafı Kazan’ın tanınmış müderrislerinden Kerim Hazret’e uzanır. İlk bilgileri aile dostu İbn-ül Emin Mahmut Kemal Bey’in sohbetlerinden alır. İlk­öğrenimini “Tefeyyüz” mektebinde; ortaöğrenimini İstanbul Sultanîsi’nde tamamladı. Gençlik yıllarında ateşli bir Anadoluculuk taraftarıdır. 1919’da Reşat Kayı ile Anadolu dergisini çıkarır. Anadolu’nun Bugünkü Vazifeleri birçok eseri arasında ilkidir. 1921’de Mülkiye Mektebi’nden mezun oldu. Ardından İstanbul Edebiyat Fakültesi Beşeri Coğrafya Kürsüsü asistanlığına tayin edildi. Diğer bölümlerin derslerini takip ederek felsefe bölümünden ahlâk sosyoloji ve felsefe tarihi sertifikaları aldı. Çeşitli liselerde tarih, felsefe, psikoloji ve coğrafya dersleri verdi. Umumi İçtimaiyyat ve Türk Tefekkür Tarihi kitaplarıyla ilgi çeken Ülken, 1933 yılında Berlin Üniversitesi Devlet Kütüphanesi’ne gönderildi. Türkiye’ye dönüşünden hemen sonra, Edebiyat Fakültesi Türk Tefekkür Tarihi doçentliğine atandı, 1936’da İçtimaî Doktrinler Tarihi öğretim üyesi oldu. 1940’ta von Aster’in isteğiyle felsefe profesörlüğüne, 1944’te İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Sanat Tarihi profesörlüğüne getirildi. 1957’de ordinaryüs profesör oldu. Yaşamının her safhası doymak bilmeyen bir iştihayla kitap ve kütüphaneler arasında geçti. Yüzlerce makale yazdı, kitaplar hazırladı, çeviriler yaptı. Fransızca ve Türkçe kitap eleştirileri kaleme aldı. Dergiler yayımladı. Sabahattin Eyüboğlu ve Celalettin Ezine ile uzun zaman beraber çıkardıkları hümanist karakterdeki İnsan dergisi entelektüel kesimde ses getirdi. Hemen hemen ilgi göstermediği alan yoktu. Başta İslâm felsefesi, Türk tefekkür tarihi, doktrinler tarihi, sosyoloji, sistematik felsefe, bilim felsefesi, mantık, sanat ve estetik derslerini okuttu, binlerce öğrenci yetiştirdi. Tüm bunların yanında o, tekdüze bir akademisyen profilinin dışındaydı. Sanatçı duyarlılığıyla Posta Yolu, Şeytanla Konuşmalar, Yarım Adam adlı romanlarını yazdı. Şiirle ilgilendi. Resimler çizdi. 1918-1920’lerde kara kalem; 1940-1945 yılları arasında yağlı boya ve 1967-1970 yıllarında kompozisyon çalışmaları yaptı. Hat sanatıyla uğraştı ve müzik bilgisi son derece genişti. Hilmi Ziya Ülken, 5 Haziran 1974’te yaşamını yitirmiştir.

İndirimli Setler

Hilmi Ziya Ülken Dizisi

İndirimli Fiyat: 1.624,14 TL 1.804,60 TL

Kazanç: 180,46 TL

Mevcut Seçenekler: