• Weber'in Metodolojisi: Kültür Bilimleri ile Sosyal Bilimlerin Birleşimi

Weber'in Metodolojisi: Kültür Bilimleri ile Sosyal Bilimlerin Birleşimi

  • 170,00 TL
  • 119,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Tarihsel ve kültürel çözümlemelerin, ideolojilerin ve disiplinlerin her türlü teşvik ve kışkırtısıyla karşı karşıya bırakıldığı bir zamanda, yirminci yüzyılın parlak sosyal kuramcısı ve en yaratıcı düşünsel güçlerinden birisi olan Max Weber'in çalışmaları özellikle uygun düşmektedir. Fritz Ringer, bu önemli araştırmada, Weber'in metodolojik yazılarını, onun zamanında gerçekleştirilmiş canlı Alman düşünsel tartışmalar bağlamında yorumlayarak, Weber'in çalışmalarına yeni bir yaklaşım getirmektedir. Ringer'a göre, Weber tarihsel ve kültürel araştırmalarda, birbirinden düşünsel bir kopuş gösteren hümanistik yorum ve nedensel açıklama arasında, hümanistlerin öznelciliğinin ve toplum bilimcilerin doğalcılığının gerçekleştirebileceği verimli işbirliğini engelleyen metodolojik farklılıkların süregittiği bizim zamanımıza doğrudan hitap edebilecek bir şekilde, köprü kurabilmeyi başarmıştır. Weber, esnek ve gerçekçi, nesnel olasılık ve yeterli nedensellik kavramlarını geliştirmiştir.

Teknik kuramları özgül örneklere dayandıran Ringer, insanî bilimler ve sosyal bilimlerdeki bütün Weber ve toplumsal kuram öğrencileri için temel bir kitap yazmıştır. Baştan sona yeniden yapılandırıldığında, Max Weber'in metodolojik konumu gerçekte, kültürel ve sosyal bilimlerde kendi çağdaş felsefelerimizin en verimli yönlerini öngörmüştür. Weber'in yorumsal anlayış ve nedensel açıklama için getirdiği uzlaşmayı Ringer'ın kavramsallaştırması, bu uzlaşmanın hem Weber'in zamanındaki hem de bizim zamanımızdaki düşünsel yaşam ve kültürle ne kadar ilgili olduğunu göstermektedir.

Weber'in Alman tarih geleneğinin eleştirellikten uzak bir vârisi olmadığı artık açıkça görülüyor olsa gerektir. Bir yandan, doğalcılığın belli biçimlerine itiraz etmiş ve tikel,kültürel açıdan değerli nesneler, kişiler ve olaylar hakkındaki tarihsel bilgiye duyduğumuz ilginin meşruluğunu inatla vurgulamıştı. Öbür yandan içinde organik holizmin, özcü taktiklerin ve zorunluluktan kaçınmanın bir yolu olarak “irrasyonellik”e yapılan başvuruların yer aldığı bireysellik ilkesiyle bağdaştırılan bütün bir muğlak eğretilemeler dizisini ve metodolojik sapmaları keskin bir şekilde sorguladı. Başka bir anlatımla, Weber'in gerçek projesi yalnızca Alman tarih geleneğini sürdürmek değil, bu geleneği canlandırmak ve genişletmekti. Bu geleneği yeni ve daha kapsamlı bir sosyo-kültürel sorular kümesine uygulanabilir kılmayı, modern topluma yönelik daha sistematik bir tarihsel incelemenin temellerini atmayı amaçlıyordu.


  • Yazar: Fritz Ringer
  • Kitabın Başlığı: Weber'in Metodolojisi: Kültür Bilimleri ile Sosyal Bilimlerin Birleşimi
  • Orijinal Başlık: Max Weber's Methodology: The Unification of the Cultural and Social Sciences
  • Çeviren: Mehmet Küçük [İngilizce]
  • Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
  • Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
  • Tasarım Uygulama: Aziz Tuna
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 2; Sosyoloji Dizisi - 1
  • Basım Bilgileri: 3. Basım / Ekim 2014 [1. Basım / 2003]
  • Sayfa Sayısı: 240
  • ISBN: 975-8717-03-0
  • Boyutları: 14 x 21

                

Giriş Yorumlama ve Açıklama

I. Weber’in İçinde Bulunduğu Düşünsel Alanın Veçheleri

Alman Tarih Geleneği

“Pozitivizm” Tehdidi

Beşerî Disiplinlerin Canlanması

II. Weber’in Rickert Uyarlaması

Rickert’in Konumu ve Sorunları

Weber’in Uyarlaması

Doğalcılığa, Holizme ve İrrasyonalizme Karşı

III. Tekil Nedensel Analiz

Nesnel Olasılık Ve Yeterli Nedensellik

Nedensel Analizin Çerçeveleri ve Taktikleri

Çağdaş Formülleştirmeler


IV. Yorumlama ve Açıklama

Yorumlamadan Nedensel Analize

Yorumlayıcı Sosyoloji

İdeal Tip Ve İşlevleri


V. Nesnellik ve Değer Tarafsızlığı

Weber’in 1910 Yılındaki Konumunun İki Bileşeni

Değer Tarafsızlığı Düsturu ve Ethos’u

Çağdaş Formülleştirimler


VI. Teoriden Pratiğe      

Ne Marksizm Ne İdealizm

Metodolojik Bireycilikten Yapısal Değişimin Karşılaştırmalı Analizine

Weber’in Pratiğinin Bir Örneği: Protestan Etiği


Sonuç

Kaynakça

Dizin      

GİRİŞ
YORUMLAMA VE AÇIKLAMA

 

Max Weber’in en büyük başarılarından biri, on dokuzuncu yüz­­yıldan beri tarih bilimleri, sosyal bilimler ve kültür bilimleriyle uğraşan teorisyenleri ve pratisyenleri bölünmeye iten iki ayrı perspektifi bütünleştirmesiydi. Bu iki yaklaşım arasındaki engel Weber’in kendi akademik kültür ortamında bilhassa yüksek olsa da, öbür dönemlerde ve akademik bağlamlarda da boy gös­terdi. Aslına bakılırsa, bu engelin kalıntıları bizim kendi düşünsel or­tamımızda düşüncenin önüne ciddi engeller çıkarmaya devam ediyor. Bu yüzden, Weber’in metodolojik projesini kültür bilim­leri (cultural sciences) ile sosyal bilimlerin (social sciences) bir­leştirilmesi olarak tanımlamak, aynı zamanda bugün hâlihazırda tartışılan bazı sorunlar çerçevesinde belli bir konuma yerleşmek anlamına gelir.

Bu iki analiz çizgisini “yorumlayıcı” (interpretive) yaklaşım ve “açıklayıcı” (explanatory) yaklaşım olarak adlandırabiliriz. We­­ber’in yaşadığı dünyada yorumlayıcı yaklaşım başlattı. Yo­rumlayıcı geleneğe göre, tarihçinin ya da kültür araştırmacısının aslî görevi, insan “anlamları”nı “yorumbilgisel” (hermeneutic) ya da yorumlayıcı tarzda anlamaktır (Verstehen). Bu yüzden, tarihsel eylemleri (action) faillerin (agent) niyetleri ve inanç­la­rıy­la bağlantılı olarak anlamak gerekir –nedensel (causal) olarak açık­lamak değil. Metinleri, kültürleri ve tarihsel dönem­leri bir­birleriyle bağıntılı birer anlam ya da kavram sistemi olarak, an­cak ve yalnızca “içeriden” bir bakışla “kendi terimleri içinde” açıklığa kavuşturulabilen sistemler olarak kavramak ge­rekir. Öbür akademik gelenekler gibi yorumlayıcı analiz çizgisi de fark­lı kesinlik dereceleriyle yürütüldü. Bu çizginin taraftarların­dan kimileri, anlamların anlaşılmasını sezgisel bir sıçrama ya da empatik bir özdeşleşme (identification) olarak tasvir etti. Ama bu öznelci vurgu daha sonraları, ilke olarak geçerlenebilir (vali­da­te) sonuçlar üreten daha karmaşık yorumlama modelle­riyle ta­mamlandı ya da yer değiştirdi. Üstelik, öbür bilginlik ge­le­nek­le­ri gibi yorumlayıcı yaklaşım da, teori düzeyinde cılız ya da ya­nıl­tıcı tarzlarda savunulduğu zamanlarda bile, bilginlik pra­tiğinin et­kileyici örneklerini üretti.

Açıklayıcı yaklaşım da pratikleri bakımından, metodolojik ko­di­fikasyonlarında görülenden daha zengindi. Örneğin, tarih­çiler uzun bir süre, gelişigüzel bir teoriye yaslanarak veya elle­rinde bir teori olmaksızın, olayların nedenleriyle uğraştı. Kimi­leri uzun-dönemli (long-term) ya da “temel” nedenleri kısa-dö­­nemli ya da “hızlandırıcı” nedenlerden ayırırken, kimileri ti­kel (particular) “eği­limler”i ya da sonuçları çeşitli “katkı etkenleri” çerçevesinde açıkladı. Bunun gibi aklıselime yaslanan analitik taktikler kültür bilimleri ve sosyal bilimler yelpazesinin bir ucun­dan öbürüne hü­küm sürdü. Ne var ki, bu taktikleri ayrıntılı bir şekilde açıklama girişimleri sorunlarla karşılaştı; aslî bir zorluk da, açıklama teo­rilerini yorumlama teorileriyle uzlaştırma zorlu­ğu da, bu so­run­lara dâhildir.

Açıklayıcı çizginin sözcüleri genellikle doğa bilimleri ile tarih ya da kültür bilimleri arasındaki metodolojik farklılıkları en aza indirdi. Bu araştırmacıların kimileri, geçmişteki olguların, önem­li ampirik genellemeler üretebilecek ya da kültür-aşırı (transcul­tu­ral) düzenlilikleri, David Hume’un kastettiği anlamda “değiş­mez birleştirici bağlar”ı (constant conjunction) açığa çı­karacak şekilde biraraya getirilebileceğine inandı –ya da inan­dıkları dü­şü­nüldü. Açıklama okuluna mensup pek az teorisyen insan ey­lem­leri hakkında önerilen açıklamaları psikoloji ya da fizyoloji “ya­salar”ıyla temellendirmeye çalıştı; veya pek azı böy­lesi “do­ğalcı” (naturalist) stratejilerin gelecekte başarılı olacağı­nı öngör­me­ye kalktı. Ama günümüzün kültür ve toplum bilimlerin­deki en berrak yeni-pozitivist program, Carl G. Hempel’in tarih­sel açık­la­maya ilişkin “kapsayıcı yasa modeli”dir. Bu modelin en katı, “tüm­dengelimli nomolojik” değişkesine göre, bir ola­yı açık­la­mak, önermeyi olayın meydana geldiği (a) belirtilmiş baş­langıç koşullarından ve (b) örnek olayı “kapsayan” bir ya da daha fazla yasadan türetmektir (deduce). Hempel, insan ilişkile­ri hak­kın­daki açıklamaların çeşitli açılardan kusurlu ola­bileceğini öngö­rüde bulunmak için gereken standartları çoğu durumda karşıla­yamayacağını, açık seçik itiraf ediyordu. Gelgelelim, Hempel ve öbür yeni-pozitivistler, doğa bilimlerin­deki açıklamalar ile kültür bilimlerindeki açıklamalar arasında hiçbir mantıksal farklılık gör­mez. Bu yüzden bazıları, anlam iliş­ki­le­ri­ni vurgulayan yo­rum­layıcılara güvensizlikle bakar. Her hâ­lü­kâr­da, açıklayıcı gele­nek ile yorumlayıcı geleneklerin seçkin kodifikasyonları arasında oluşan berrak bir gerilim günümüzde de varlığını sürdür­mektedir. Weber’in içinde bulunduğu kültür­­de bu gerilimin da­ha derinden hissedildiği çok barizdir.

Weber her şeye rağmen bu gerilimi gidermeyi ve böylece kültür bilimlerini sosyal bilimlerle birleştirmeyi başardıysa eğer, bunu hayati önemi haiz iki yeniden formülleştirme yaparak ger­çekleştirdi. Birincisi, girift ve esnek bir tekil (singular) nedensel analiz şeması çıkardı; bu, tikel (particular) olayların, ta­rihsel de­ği­şimlerin ya da sonuçların nedensellik açısından ilgili öncel­leri­ne (antecedent) uzanmayı gerektiren bir analiz tipidir. Bura­da tekil sözcüğünden tek-nedenli (monocausal) bir yaklaşım ya da yal­nızca münferid bireylerin ya da “temel olgular”ın vurgu­lan­ması kastedilmemektedir. Yalnızca açıklanan şey tekildir; bu da yalnızca mantıksal anlamda genel olmamayı (örne­­ğin, ideal gaz yasası ya da Gresham yasası), az veya çok özgül bir şekilde ta­nım­lanabilir, mekân ve zamana yerleştirilebilir olmayı (bir ya­nardağ patlaması, Prag Fırlatması ya da kapitaliz­min doğuşu gibi) anlatır. Weber’in tekil nedensel analiz hakkın­da söyledikle­ri, nedensel yasalardan yapılan türetimlere (deduction) değil, olasıcı (probabilistic) ve olgu-karşıtı (counterfactual) akıl yü­rüt­meye yaslanıyordu. Weber’in “nesnel olasılık” ve “yeterli ne­den­sellik” (adequate causation) kavramlarını birkaç tümcede doyu­rucu bir şekilde anlatmak mümkün değil; bu kavramlara geri döneceğiz. Ama bu konudaki genel anlayışı, az veya çok olası, uy­gun (relevant) nedenlerin güçsüz veya güçlü bir şekilde des­tek­lediği almaşık (alternate) süreçler ve olası sonuçlar vizyo­nuy­la iş gören bir anlayıştır. Tipik bir nedensel soru, tikel bir olayın bir ya da daha fazla öncel koşuldan zorunlu olarak mey­dana ge­lip gelmediği sorusu değil, belli bir tarihsel rotanın ya da so­nucun niçin öyle olup da başka bir şey olmadığı sorusudur. Bir neden, ortaya çıkan sonucun yeterli koşulu değildir. Bir ne­den, artyöre (background) oluşturan öbür koşullarla bağlantılı ola­rak, olası başka alternatif sonuçlardan ziyade belli bir sonucu do­ğurması beklenebilecek ve dolayısıyla “yeterli” bir etkendir. Kül­tür bilimlerinin ve sosyal bi­limlerin dünyası, tikeller arasın­daki son derece karmaşık bir nedensel bağıntılar ağından oluşur. Ger­çekte olup bitenler ile yeterli nedenler –ya da nedenler bağ­lantısı– olmadığı takdirde nelerin olmuş olacağı arasında, olasıcı ve olgu-karşıtı karşılaştırmalar yaparak açıklarız bu dünyanın veçhelerini.

Bu analiz çizgisine yerleşen Weber, yorumlama sürecini bir tekil nedensel analiz biçimi olarak yeniden tanımlarken, öznelci ve doğalcı varsayımlara başvurmaya ihtiyaç duymayan hipotetik bir rasyonellik niteliğine yaslanan bir yorumlama modeli geliş­tirdi. Weber’e göre, geçmişteki eylemleri yorumlamaya kalktığı­mızda, ilgili faillerin önlerine koydukları uygun amaçları rasyo­nel bir tarzda elde etmeye çalıştıklarını varsayarak işe başlarız. Böylelikle, geçmişten kalan metinlere yakıştırdığımız tutarlılıkla birlikte faillerin motivlerinin ve inançlarının tutarlı ol­duğunu da varsaysak bile, tarihsel aktörlere mütereddit bir şekilde isnat et­tiğimiz rasyonellik, tipik olarak, araçsal, “teknik” bir rasyonellik biçimi ya da araç-amaç rasyonelliğidir. Bizim böy­lece bulgula­maya (heuristic) dönük olarak geçmişteki aktörlere isnat ettiği­miz rasyonellik elbette bizim rasyonelliğimizdir (Hiç değilse başlangıç itibariyle bundan başka bir şey de olamazdı zaten). Ön­gördüğümüz (anticipate) davranışları gerçekte icra edilen ey­lem çizgileriyle “karşılaştırmaya” geçtiğimizde, (a) kendi var­sa­yım­larımız ya da akıl yürütme tarzlarımız ile anlamaya çalıştı­ğı­mız faillerin akıl yürütme tarzları arasın­daki ayrılıkları ve (b) ir­ras­yonel motivasyonlar ve öbür müdâhil (intervening) etkenleri hesaba katmak için, başlangıçta kullandığımız rasyonel eylem modellerine ince ayar çekeriz ya da tamamlayıcı ilâveler yaparız. Nihai amacımız, heterojen motivleri ve inançları biraraya geti­rerek, gerçekte gözlemlenen dav­ranışları açıklamaya yeterli ola­cak bir küme inşa etmektir. Weber’in önerdiği yorumlama yor­damları (interpretive procedure), topluca alındığında, kendisinin tekil nedensel açıklamayla bir tuttuğu olasıcı ve olgu-karşıtı akıl yürütmeye yakından benzer. Bu anlamda, Weber’in yorumlama modeli, tekil nedensel analiz hakkında yaptığı açıklamaya ba­ğımlıydı ve tümleşik (integrated) bir kültür bilimleri ve sosyal bilimler metodolojisinden söz etmek için ikisine de gerek vardı.

Weber düşüncesinde yorumlama ve açıklama arasındaki ya­kın bağlantı, birer bulgulama düzeneği olarak “ideal tipler”i tav­­siye edişinde de açığa çıkar. İdeal tipler karmaşık fenomenler hak­kındaki birer yalınlaştırmadır ya da “tek-yanlı” olarak abar­­tılmış nitelemelerdir; bunlar hipotetik olarak ileri sürülüp, ay­dınlatmaları istenen gerçekliklerle “karşılaştırılabilir”. Weber’in fiilen önerdiği ideal tipler, çoğunlukla birer rasyonel eylem mo­deliydi; kimi durumlardaysa, yalınlaştırılmış neden kümelerine dek izlenebilir olan birer örüntü ya da süreçti. Nedensel diziler­den ya da davranış dizilerinden seçilip alınan unsurları, etraflıca tanımlanmış nedenlere, motivlere ya da inançlara isnat etmek için ideal tipler kullanılıyordu. Her hâlükârda, Weber’in ideal tip­ler öğretisini, nedensel analiz ve yorumlama konusundaki da­ha kapsamlı görüşünün dışında anlamak mümkün değil. Özet­leyecek olursak, Weber’e ve elinizdeki kitabın yazarına göre, ideal tipler, ancak yeterli yorumların ya da açıklamaların inşa edil­mesi esnasında yapılan ayırımlara ve olgu-karşıtı “karşı­laş­tır­ma­lar”a izin vermeleri ölçüsünde bir anlam ta­şır.

Bazı yorumcuların son yıllarda ileri sürdüğünün tersine, We­ber’i Alman tarih geleneğinin pasif bir vârisi olarak değil, bu geleneği süzgeçten geçiren ve yeri geldiğinde eleştiren bir düşü­nür olarak görüyorum. Başka bir çalışmamda, “düşünsel alan”ı ancak birbirleriyle bağıntısı içinde anlam kazanan konumların oluşturduğu bir grup olarak, güç ya da otorite farklılıklarıyla, ortodoksi ile heterodoksi arasındaki karşıtlıkla, geçmişten miras kalan pratiklerin, kurumların ve toplumsal ilişkilerin aktardığı kültürel ön-bilincin, zımni “doxa”nın oynadığı rolle nitelenen bir konumlar grubu olarak tanımlamış ve bu tanımı yaparken Pierre Bourdieu’nün eserlerinden yararlanmıştım. Şu muğlâk “bağlam” nosyonunu bu şekilde özgül bir ta­nıma kavuşturunca, bireylerin kendi düşünsel ve toplumsal çevreleriyle çok çeşitli özgül ilişkiler kurabileceklerini görmek mümkün oluyor.

Nitekim, bir düşünsel alanda yer alan katılımcıların hepsinin, bu alanın yaslandığı zımni varsayımların hiç değilse bazıları­nı ya da bu alanın ebedileştirme eğiliminde olduğu teori-ön­cesi (pre­theoretical) “habitus”un bir unsurunu paylaşmaları ola­ğan­dır. Ne var ki, düşünsel alanda ya da genel olarak kültürde ya­şanan istikrarsızlık dönemlerinde, daha önce suskun duran doxa’nın ye­rine, çeşitli derecelerdeki ortodoks ve hetero­doks konumlar ara­sında cereyan eden aleni kavgalar gündeme gelebi­lir. Böyle nazik anlarda en titiz ve müstesna (unconventional) düşünürler, eleştirel bir süzgeçten geçirme sürecini başlatacak­tır. Bu düşü­nür­ler geçmişten miras kalmış pratikleri sistemleş­tirmeye ve açık­lığa kavuşturmaya, daha önceki suskun bilgiyi açık seçik kavramlara dönüştürmeye çalışacaktır –ve böy­lece, yeri geldi­ğinde, daha önce sorgulanmaksızın kabul edi­len kavra­yışları so­run­laştıracaktır. Özetle, Weber’in projesini anlamanın en iyi yo­lu, bu projeyi Alman tarihsel ve yorumlayıcı geleneğinin eleştirel bir süzgeçten geçirilmesi olarak görmekten geçer. Weber, yalnızca bu geleneği ebedileştiren ya da “pozitivizm” karşısında bu geleneği savunan bir düşünür değildi. Ayrıca, te­rimin tutarlı anlamıyla bir “pozitivist” olduğu da söylenemez. Tersine, aşa­ğı­da göstermeyi umduğum gibi, Weber aynı anda hem bir neden­selci (causalist) hem de usta bir yorumlamacıydı (interpre­ta­ti­onist); devraldığı metodolojik mirası aynı anda hem yeniledi hem de dönüştürdü.

Elinizdeki çalışmada bir yandan Weber’i yukarıda tarif etme­ye çalıştığım çizgiler çerçevesinde kendi düşünsel alanına “yer­­leştirme”ye çalışırken, öbür yandan görüşlerini, insan bilimleri­nin metodolojisi konusunda yazılmış olan belli birtakım çağdaş metinler ışığında rasyonel bir tarzda yeniden inşa etmeye girişi­yorum: Bugünlerde nedensellik ve rasyonel yorumlama konu­sunda ortaya atılan önemli açıklamalara yer veriyorum. Geçmi­şin metinleri ve inanç sistemleri yeniden inşa edilirken çağdaş rasyonel düşünce modellerinin birer “ideal tip” olarak kullanıl­masını bizzat Weber açıkça tavsiye ediyordu. Bunun gibi, bugü­nün bakışına ve sorunlarına ağırlık veren “şimdici” (presentist) taktikler ile titiz yorumun “geçmiş-odaklı” (past-minded) ya da “bağlamsalcı” amacı arasında herhangi bir çatışma olduğu ka­naatinde değildi –benim için de öyle. Burada sun­duğum dene­me­yi, ortaya atılan metodla ilişkili sorular üstüne kendi dü­şü­nüm­­lerini geliştirmeleri konusunda okurlarımın işe yarar bula­cak­larını umuyorum.

Son olarak Weber’in metodolojik teorileri ile karşılaştırmacı bir tarihçi ve sosyal bilimci (social scientist) olarak kaleme aldı­ğı tözsel eserleri arasındaki ilişkiye değinmek istiyorum. İlke ola­­rak, Weber’in teorilerinin, analitik uygulamalarından ayrı alın­­dı­ğı takdirde bihakkın anlaşılamayacağını teslim etmeliyim. Kendi düşünsel alanıyla kurduğu eleştirel ilişki bile metodolojik so­­run­larca olduğu kadar tözsel toplumsal ve kültürel mülâhaza­larca biçimlendirilmişti. Buna rağmen, elinizdeki deneme, bile isteye metodolojisiyle sınırlı tutuldu. Weber üstüne ileride yapa­cağım ça­lışmalarda bu yapay sınırların ötesine geçebilmeyi umu­yorum. O vakte kadar yalnızca, Weber’in tözsel çalışmalarında sağladığı ba­şarıların tamamen metodolojik programına yas­landı­ğını ileri sür­mekle yetiniyorum.

Fritz Ringer (1934-2006)

1934’te Almanya’da doğdu. 1947’da ABD’ye göç etti. Harvard, Indiana, Boston, Pittsburgh gibi üniversitelerde dersler verdi. Alman ve Avrupa entelektüelleri üzerinde önemli çalışmalar yaptı. The Decline of the German Mandarins The German Academic Community, 1890-1933 başlıklı ilk kitabı 1969 yılında yayımlandı ve birçok dile çevrildi. Ringer, bilhassa 19. yüzyılda Alman tarihsel okulunun sosyal bilimlerdeki geniş etkisini derinlemesine inceledi. Ringer, 2006 yılında Amerika’da öldü. Fritz Ringer’in diğer yapıtlarından bazıları şunlardır: Education and Society in Modern Europe (1979); The Rise of the Modern Educational System, ed. with D. Müller ve B. Simon (1987); Fields of Knowledge: French Academic Culture in Comparative Perspective (1992).