• Stokta Yok
    Estetik’in Kısa Tarihi

Estetik’in Kısa Tarihi

  • 90,00 TL
  • 63,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta Yok


Etiketler: kitaplar

Estetik sorun, derin anestezi altındaki modern hayat için ontolojik, epistemolojik, antropolojik, ethik, politik, sanatsal, teknik ve teknolojik vb. sorunların birbirine çözülmezcesine sımsıkı kancalandığı kördüğüm noktasını oluşturur....

Estetik söylem, modern burjuva kültürü içerisindeki insanî varoluş trajedisinin tam merkezinde bulunan bireysel kahramanın bir çıkış yolu bulabilmek için kendi kendisiyle hesaplaştığı iç-konuşmayı yansıtır. Bu anlamda estetik söylemin modern kültürün önemli bir bileşeni ve temel bir kurucu ögesi olduğu söylenebilir. Estetik yalnızca modern burjuva bireyinin kültürel trajedisini sadık bir şekilde yansıtmakla kalmaz, fakat bizzat bu trajedinin yazılışına birinci dereceden katkılarda da bulunur....

Başkaları yanında birbiriyle bağıntılı üç önemli katkı sayesinde, yani kendisini bağımsız bir felsefî disiplin olarak ilân etmesi, namevcut bir iletişimsellik düşüncesini meşrulaştırması ve güzel ile sanatı hayattan koparması sayesinde, estetik, modern kültürün değerler tablosuna özsel açmazlar kazıdı....

Burada üstlenilen görev, yalnızca bios theoretikos'un veya vita contemplativa'nın, temâşa hayatı'nın mütevazı bir talebini yerine getirmekten, yani bios politikos (politik hayat) ile bios poetikos'u (poetik hayat) da kuşatan sözcüğün en geniş anlamında bios praktikos'un veya vita activa'nın, pratik hayat'ın modern durumunu, kısaca modern ethos'u estetik sorunlar özelinde anlamaya, anlamlandırmaya ve anlatmaya gayret etmekten ibaretti —mütevazı, fakat üstesinden gelindiği kolaylıkla iddia edilemeyecek bir görev.... Kör bir labirentin karanlık dolambaçları içerisinde, 'yalnız'dan 'yalnız'a değil, 'yalnız'dan 'Yalnız'a yol alma ümidiyle beslenen bir düşünce yürüyüşü denemesi..."

 

  • Kasım 2011
  • 515 sayfa
  • ISBN: 978-975-8717-78-1
  • Ebat: 14 x 21
  • 2. hamur, karton kapak

Önsöz                                                                                           

 

Giriş:
Zamanlara İlişkin Tehlikeli Bir Bakış                                             

Hangi Aydınlanma?

‘İnsanîleşme’ Sürecinde ‘İnsansızlaşma’: Homo Rogans (Soru Soran İnsan) ve Düşünücü (Reflective) Kültür     

Modern Dünyanın Görünümü ve Modern Düşünme Yolları                  

Hangi Yol?                                                                                    

Asrî ‘Zaman’lar                                                                              

Üç Zaman: Modern ‘Gelecek’, Postmodern ‘Şimdi’ ve Premodern (Kadim) ‘Geçmiş’ ya da Üç Kavram: ‘Tasarı’,’Unutma’ ve ‘Hafıza’                                    

 

Birinci Bölüm:
Geleneğin Tahribi ve Aesthetica’ya Giden Yollar                             

Cartesian Açmazlar                                                                         

Katastroph’un Politikası                                                                   

Estetik’in Cartesian Babaları                                                             

Politik Plasenta                                                                              

 

İkinci Bölüm:
Baumgarten ve Aesthetica                                                              

İki Okuma                                                                                     

i. Marxist Okuma                                                                       

ii. ‘Autonomist’ Okuma                                                              

Modern Akılsallık ve Belirsiz-Anlamlılık                                              

 

Üçüncü Bölüm:
‘Estetik’in Tarih-Öncesi’ veya Akıl Versus Duy(g)u                         

İkiye Bölünen Modern Özne: Klasisism ve(ya) Sentimentalism              

Sanattan Politikaya: Rousseau’nun Politik Sentimentalismi                    

 

Dördüncü Bölüm:
‘Moral Duyu’dan ‘Beğeni’ye                                                          

Bedenin Duygulanımları                                                                   

Shaftesbury                                                                                    

Hutcheson                                                                                     

Hume                                                                                           

i. Beğeninin Belirsiz-Anlamlılığı                                                     

ii. ‘Beğeninin Skandalı’ (I)                                                           

 

Beşinci Bölüm:  
Kant                                                                                             

ÖzneninReformation’u                                                                  

Bilginin Ötesi                                                                                 

Kantçı Estetik: Bir Mutluluk Vaadi                                                     

Self'(ler)in Bağı: Anlatılamayan Hisler ya da ‘Bir yer var’ Bilmiyorum, Hissediyorum   

Estetik ve İdeoloji                                                                           

i. ‘Beğeninin Skandalı’ (II)                                                          

ii. Gayrı-Şahsî Şahsîlik                                                                

‘Deha’nın Sanatı ve Ete Kemiğe Bürünmüş ‘Cin’ler                             

 

Altıncı Bölüm:
Avant-Gardism’den
Postmodernism’e                                             

Tarihsel ve Toplumsal Bağlam Perspektivi İçerisinde Avant-Gardism 

Avant-Gardism’in Krizi ve Postmodernism’in İhyası                             

 

Sonsöz                                                                                          

Kaynakça

ÖNSÖZ

 

Estetik ve güzellik denildiğinde, ilk elde akla estetik cerrahî, haute couture, parfümeri ve kozmetik, mankenlik ve reklâm ajans­ları, endüstri tasarımcılığı ve modacılık gibi büyük ser­ma­ye ve kâr şebekelerinin geldiği bir zamanda yaşıyoruz. Güzellik gibi bir değer hemen kolayca parayla satın alınabiliyor; estetik de­nen ürünler sıradan metalar gibi piyasada salt mübadele değe­rine tahvil edilebiliyor. Sanat, içerisinde üretildiği ve tüke­til­diği kurumlar aracılığıyla tamamen bir meta haline dönüş­tü­rül­müş durumda. Sanat, artık tarihsel geçmişte toplumsal ethos içe­risinde oynadığı geleneksel rollerden kurtarılmış ve polis’in, kili­­senin, sarayın ve devletin somut tikel bağlamsal çer­çe­ve­sin­den sıyrılıp pazar yerinin anonim serbestiyetine gönüllü olarak dal­mış ve sımsıkı sarılmış görünüyor. Artık sanat, sözgelimi ken­dine özgü değerlerin taşıyıcıları olan polis’in yurttaşları gibi somut, tikel ve özgül bir izleyici topluluğu için değil, fakat kül­tür­ler-arası bir şekilde herhangi bir ürünü beğenen ve onu satın ala­cak parası olan herhangi bir kimse için mevcut.

Ama yine de sanatın ve güzelliğin, kısaca estetik-olan’ın özün­­de kendisi için mevcut olduğu iddia edilebiliyor. Fakat bura­­da ortaya çıkan paradoksal durumda şaşılacak fazla bir şey yok; çünkü sanat ve güzellik, tikel ve somut olarak teşhis edi­le­bi­lir hiçbir şey ve hiçbir kimse ya da topluluk için mevcut değil­se, onlar o halde tutarlı ve akla uygun bir şekilde kendileri için mev­cut olmalılar. Bu durumda sanatın ve güzelliğin piyasada onla­rı tüketebilme gücüne sahip eşkâlsiz herhangi bir kimse için mev­cut olduklarını söylemek ile onların her şeyden önce ken­di­le­ri için mevcut olduklarını söylemek arasında hemen hiç fark yok gibi görünüyor; tıpkı paranın değerinin onu cebinde taşı­ya­bilen veya bankada biriktirebilen herhangi bir kimse için mev­cut olduğunu söylemek ile soyut mübadele düzeyinde aslen ken­disi için mevcut olduğunu söylemek arasında kayda değer bir fark olmaması gibi.

Yalnızca sanat ve güzellik değil, bilim ve hakikat bile mo­dern çok uluslu kapitalizmin gönüllü müttefikleri olmaya mec­bur bırakılmış görünüyor. Bu konuda sadece Feyerabend ismi­ni zikretmek dahi yeterli olur sanırım; ama ben bu isme Post­mo­dern Durum’un yazarı Jean-François Lyotard’ın şu pasajını da eklemek istiyorum:

 

...bilimsel bilginin pragmatiği geleneksel bilginin ya da ilham üzerine temellenmiş bilginin yerini aldıkça kanıta duyu­lan ihtiyaç çoğalarak güçlenmektedir. Metod Üzerine Risa­le’nin sonunda Descartes zaten laboratuar sermayesi peşin­deydi. Burada yeni bir sorun gözükmektedir: Kanıt üret­me amacıyla insan bedeninin işlerliğini optimal kılan araç­lar ilave harcamalar gerektirmektedir. Para yoksa, kanıt da yoktur; önermeleri doğrulayacak araçlar ve hakikat de. Bilimsel dil oyunları zenginin oyunları olmuştur. Kim ki en zen­gindir, haklı olmanın en iyi şansına sahiptir. Böylelikle zen­ginlik, yeterlilik ve hakikat arasındaki denklem kurul­mak­tadır.[1]

 

Ahlâka ve ‘İyi’ye gelince, insanî toplumu tinsel olarak pay­la­şı­lan ortak değerler ve erdemler etrafında bir arada tutan bir nes­nel ethos’u telaffuz etmenin bile insanı ‘dinozor’a dönüş­tür­me­ye yettiği ve büyük harfli ‘İyi’nin yerine her bireyin ya da gru­bun ‘öz-çıkar’ına (self-interest) göre belirlenen çoğul ve küçük harfli ‘iyiler’in geçirilmesiyle ne büyük toplumsal ka­zanç­lar sağlanacağının saya saya bitirilemediği bir manzarayla kar­şılaşıyoruz. Bireylerin ya da grupların ‘iyiler’i arasındaki çatış­­maları çözmenin temel biçiminin ahlâktan hukuka dev­re­dil­diği bir dönemden geçiyoruz, çünkü artık temel toplumsal iliş­ki tarzı, ortak ‘iyiler’ etrafındaki bir dostluktan çok, çatışma; ve çoğul ‘iyiler’e ilişkin olduğu ölçüde toplumsal çatışmalar mah­kemelerin bağlayıcı kararları ve onların gerisindeki devlet aygı­tının zorlayıcı gücü olmaksızın hiçbir şekilde çözülemez görü­nüyor. Ahlâk ve iyilik, geçmişte kamusal alanda oyna­dık­la­rı başrolü, positiv yasalarla iş gören hukukun bağlamsızlaştırıcı, soyut olarak eşitleyici ve yabancılaştırıcı yaptırımlarına terk edip, toplumsal düzeyde suya sabuna dokunması yasaklanan birey­lerin özel inanışları, kişisel kanıları, şahsî değerleri ve amaç­ları ve tercihleri gibi mahrem bölgelere sürülmüş önemsiz figü­ranlar olarak duruyorlar. Toplum ve devlet bütünüyle ahlâk­dışı ve ahlâklarüstü bir şekilde var oluyor ve kendisini meş­rulaştırıyorken, bireylerinden ve uyruklarından ‘iyi’ ahlâklı birey­ler ve ‘iyi’ ahlâklı yurttaşlar olmalarını istiyor ve bekliyor. Ama acaba toplum ve onu ayakta tutan kurumlar ‘iyi’ olmadan bireyler kendi başlarına ‘iyi’ olabilirler mi? Acaba toplum ken­di­sini ortak bir ahlâkın dışında veya düpedüz ahlâkdışılıkta temel­lendirdikçe, somut varoluşları içerisindeki bireylerin ahlâ­kî bir şekilde davranma imkânı kalır mı? Modern toplum, gün geç­tikçe bir topluluğun ortak ‘iyiler’ini içeren büyük harfli ‘İyi’ yi tek tek bireylere, tek tek bireysel tercihlere göreli hale dö­nüş­­türerek, ‘iyiler’e ve aslında ‘öz-çıkarlar’a indirgeyen karşı çıkıl­maz mekanizmalar üretiyor ve bu ölçüde de dünyayla ve top­lumla tek ilişki tarzı öz-çıkar doyumu olan yeni-moda bi­rey­lerin, özel sermaye sahiplerinin ve müteşebbislerin ken­di­le­ri­ni zahmetsizce politik iktidarda bulacakları toplumsal ko­şul­la­rı hazırlıyor; çünkü tıpkı sanat ve bilimde, güzellik ve hakikat alan­larında olduğu gibi, zenginlik ve satın alma gücü, ahlâkî açı­dan çoğul ve çatışkılı ‘iyiler’ arasından kendi ‘iyi’sinin en üstün olduğunu ve dolayısıyla yönetme hakkının da kendisinde olmak zorunda olduğunu a priori kanıtlıyor.

Böylece modern düşünce tarafından birbirinden yalıtılması ve yollarının ayırılması amaçlanan kadîm hakikat, iyi ve gü­zel’ in birliği, kapitalist piyasa pratiği içerisinde yeniden kuruluyor, fakat bu sefer düşünme ve akıl yürütmenin kendi başlarına değer sayıldığı bir topluma hitabeden parlak felsefî argumanlar ara­cılığıyla değil, aklı tamamen araçsallaştıran işbitirici ‘kafasız bir dünya’nın gündelik yavanlıkları aracılığıyla.

Kuşkusuz kendi kültürünü, toplumunu anlamaya çalışan fel­sefeyi de bu yavanlıklar meşgul ediyor ve etmek zorunda da. Söz­gelimi zamanın ruhuna uygun bir mesaj taşıyan ‘Özel top­lum, güzel toplum!’ sloganı bu kafasız dünya tarafından her yer­de kafalarımıza bir kurşun gibi sıkılıyor. Bu slogan belki de felsefî düşüncenin ince süzgeçlerinden geçmesi imkânsız bir kütük gibi kafamıza çarpıyor, fakat onda aynı zamanda poli­ti­ka­nın, estetiğin, ahlâkın ve hattâ bilimin esrarengiz bir ittifakı giz­li. ‘Şöyle şöyle bir toplumun üyesi olan bir birey olarak benim için ve şöyle şöyle bir birey olarak içerisinde yaşadığım top­lum için en iyi yaşama nedir?’ sorusunun tamamen konu-dışı hale geldiği, her bireyin kendine göre bir ‘iyi’sinin (öz-çıka­rının) bulunduğu ‘iyiler’ çokçeşitliliği arasından en zengin ‘iyi’nin yönetme hakkına ve gücüne sahip olduğu, bilgiye ve haki­kate ulaşmanın sermayenin bir imtiyazı olarak göründüğü, sanata yönelik toplumsal ilginin ancak eserlerin alınıp satıldığı müza­­yedelerde yoğunlaştığı bir toplum —işte size ‘özel top­lum’. ‘Özel’ ama aynı zamanda ‘güzel’ bir toplum da bu, çünkü mo­dern filozoflar ve düşünürler tarafından anlaşıldığı şekliyle tıp­kı estetik bir nesne gibi kavramlaştırılamaz bir tarzda var olu­yor, tıpkı bir estetik ürün ya da yaratım gibi tanımlanabilir bir amaç ya da yasa kavramı olmaksızın ‘amaçsız amaçlılık’ ya da ‘yasasız yasalılık’ kategorileri altında işlevde bulunuyor. Bir tür ‘küçük güzeldir’ mentalitesi altında, insanî toplumu bütün­leş­tirici bir ‘insan doğası’ kavramının yerine, parçalanmış, ato­mik ya da monadik zerreler halinde ayrışmış güçlü bireylerin etkin olduğu bir toplum anlayışı geçiriliyor; felsefî tümellikler tari­hin ve metafiziğin çöp sepetine atılması gereken ‘büyük anla­tılar’ (grands récits / grand narratives / meta-narratives) ola­rak aşağılanıyor ve onların yerine atomik bireyin kendisini ato­mik birey olarak tam bir serbestiyet içerisinde ifade etme şan­sına sahip olacağı ‘küçük anlatılar’ın (petits récits / little nar­ratives) geçirilmesi öneriliyor. ‘Güzel’ artık özerk tekilliği içe­risindeki bireyin ‘küçük anlatısı’nın perspektivine göreli bütü­nüyle şahsî bir tercih konusuna dönüştürülüyor ve ‘Özel top­lum, güzel toplum!’da olduğu gibi kendi meşrulaştırımını daha öte akıl yürütmelere gerek duymaksızın kendi özerk sta­tü­sü içerisinde taşıyan herhangi bir ‘dil oyunu’nun nesnesi hali­ne geliyor.

Bu koşullarda büyük harfli ‘Kültür’le ve büyük harfli ‘Este­tik’in ‘Kültür’ ile bağıntısı ve ‘Kültür’ içerisindeki konumuyla ilgi­li felsefî bir araştırma yapmak ve bu araştırmanın sonuç­la­rı­nı akademik bir çalışma aracılığıyla yazıya dökmek çok zor görü­nüyor, çünkü ortaya çıkan metnin de bizzat bir ‘dil oyunu’ ola­rak ya da bir ‘dil oyunu’na katılan bir şey olarak algılanması kuv­vetle muhtemel. Fakat felsefe, bugünlerde insanlığın kur­ta­rı­cıları olarak görülen çoğulculuğun (pluralism) ve sezgiciliğin (intu­itionism) iddialarının tersine, çoğulculuk ve sezgicilik de dâhil, bizzat ‘dil oyunları’ teorisi de dâhil tüm dil oyunlarının ortak olarak anlamlandırılabileceği ortak olarak paylaşılabilen kri­terler etrafında gerçekleştirilmesi gereken bir modern ‘Kül­tür’ ve ‘Estetik’ tarihi okuması taleb ediyor. Bu talebe kula­kas­mak belki pek moda değil ama, elinizdeki çalışma gücü yetti­ğin­ce az ya da çok felsefenin bu talebine karşılık vermeye gay­ret ediyor, yani ‘Modern’ başlığı altına sokulabilecek tek tek kül­türel ürünleri, tek tek sanatçıları veya tek tek eserleri kendi tek­niğiyle çözümlemeye çalışmaktan çok, onların hepsinde ortak olarak öne çıkan ideleri felsefî bir şekilde ortaya koya­bil­me­ye uğraşıyor.

Bu çalışma, kimilerine Descartes ve Rousseau gibi doğru­dan estetikle ilgili bir mesaide bulunmamış filozofları konuya dâ­hil ettiği için fazlasıyla safra yüklü, kimilerine ise Burke, Schil­ler ve Nietzsche gibi neredeyse bütün mesaîlerini este­tik’in sorunlarına adamış filozofları dışarıda bıraktığı için faz­la­sıy­la eksik ve ortak olarak her iki gruptakilere de fazlasıyla geli­şi­güzel görünebilir. Birinci gruptakilere cevabım: Modern dü­şün­cenin, yalnızca estetiğe ilişkin değil, fakat bilişsel, ahlâkî ve poli­tik alanlar da dâhil genelde kültüre ilişkin ortak bir referans çer­çevesini gösterebilmeyi amaçladığım için, ilki bilgi ikincisi ahlâk ve politika sorunlarında modern düşünceyi en saf haliyle karak­terize eden bu iki filozofa, Descartes’a ve Rousseau’ya yer açmayı zorunlu gördüm. İkinci grubun itirazını ise daha hak­lı bulmakla birlikte, sözgelimi Shaftesbury’de ve ‘moral duy(g)u’ ekolü içerisinde bir Burke’ü, Kant’ta bir Schiller’i ve Hume’da ve Rousseau’da bir Nietzsche’yi keşfetmek kanımca pek zor olmayacağı için, herbirinin kendine özgü hakkı ve kat­kı­sı saklı kalmak koşuluyla, gereksiz tekrarları da içerebilecek bir hacim şişkinliğine yol açmamayı daha uygun buldum. Yine este­tik, sanat ve güzellik sorunlarına dair olağanüstü eserler miras bırakmış olmalarına rağmen, iki filozof, Hegel ve Hei­deg­­ger, bana bu çalışmada çizmeye çalıştığım modern kültürel para­digmanın genel manzarası içerisine sığdıramadığım ve dola­yısıyla bu çalışma çerçevesinde hakkını veremeyeceğim önem­li yönlere —özellikle antik sanata bakışlarında ortaya çıkan yönler— sahip göründükleri için, kendilerine daha uy­gun düşecek bir yerde ele alınmak üzere gelecekteki bir çalış­ma­ya ertelendiler. Yine temelde aynı sebeple, ama aynı zaman­da özgül olarak burada hakkını veremeyeceğimiz şekilde ara­la­rın­daki somut tartışma bağlamlarının ayrıntılı ve zengin bir dökü­mü yapılmadıkça söylemlerinin anlaşılamayacağı sebebiy­le, kendileri olmaksızın ‘Marxist’ diye nitelenen bir estetik’in asla telaffuz bile edilemeyeceği Lukács, Adorno, Marcuse, Ben­ja­min gibi filozof ve düşünürleri ve onların doğrudan miras­çı­la­rı­nı ve takipçilerini de bu çalışmaya ayrı bir bölüm olarak dâhil etme­dik. Nihayet bu çalışmada gerçekleştirdiğimiz, estetik sorun­lar çerçevesinde bir modern kültür okuması temelinde ayrı ve kapsamlı bir araştırmanın konusunu oluşturacakları için, Habermas, Lyotard, Rorty, Derrida, Jameson gibi özellikle post­modern kültür sorunsalı bakımından öne çıkan çağdaş filo­zof ve düşünürlere yalnızca bir kaç atıf yapmakla yetindik.

Bu çalışma, antik Yunan kültürüne ve postmodernism soru­nu­na ayrılacak başka iki çalışmayla tamamlanmayı bekleyen daha kapsamlı bir çalışmanın ilk adımı olarak duruyor. Yuka­rı­da andığımız filozofların büyük bir kısmı, zaten, yazmayı tasar­la­dığımız bu iki çalışmanın konusunu oluşturacakları ölçüde ken­di yerlerini bulacaklar. Bu yüzden bu çalışma, şimdilik yal­nız­ca kendisine koyduğu sınırlı hedefler dâhilinde okunmayı, değer­lendirilmeyi bekliyor, umut ediyor; fakat her şeye rağmen ken­di içerisinde sahip olduğu bir bütünlük iddiasından vaz­geç­me­den.

Son olarak, çalışmamı sunmaya geçmeden önce, farkında olsun ya da olmasınlar, bu çalışmanın ortaya çıkmasında ken­di­mi borçlu ve müteşekkir gördüğüm bazı insanların adlarını anmak istiyorum. Öncelikle, felsefî eğitimimi üstlenen ve yeri gel­dikçe ayrı ayrı herbirinin etkisini kendimde duyduğum Ege Üni­versitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üye­le­ri­ne, hocalarıma; kurucumuz Prof. Dr. Ahmet Arslan’a, Prof. Dr. Tülin Bumin’e, Kürşat Bumin’e, koşullar ne olursa olsun her bakımdan dostluk desteğini eksik etmeyen Prof. Dr. Doğan Özlem’e ve özellikle de lisans eğitimimden beri bana sahip çıkan, lisans tezimden bu âna kadar tüm tez danışmanlıklarını üst­lenen ve hâlâ da üstlenmekte olan Prof. Dr. Taylan Altuğ’a; son­ra, gerçekten de zor koşullara rağmen gelip eleştiri ve kat­kı­larını esirgemedikleri ve sunmuş olduğum tamamlanmamış çalış­mayı tamamlanmaya layık buldukları için jürimin üyeleri Prof. Dr. Afşar Timuçin’e, Prof. Dr. Adem Genç’e ve Doç. Dr. Ahmet Cevizci’ye; son olarak ve başka herkesten çok da, oku­duk­ları, araştırdıkları ve yazdıklarıyla beni derinden etkileyen ve bu sayede benim çalışmamın gitmesi gerektiği yönün ufkunu açan eşim ve can dostum Solmaz Zelyût Hünler’e borçluyum ve teşekkür ediyorum.

 

30.12.1997

Karşıyaka – İZMİR


Hakkı Hünler

Estetik ve sanat felsefesi konusundaki tezleriyle ve çalışmalarıyla Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde doktora derecesiyle tamamlanan akademik eğitimini hâlen Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde öğretim üyesi olarak sürdürmektedir. Yayınları arasında Estetiğin Kısa Tarihi adlı bu kitabının ve çeşitli felsefe dergilerindeki makalelerinin yanısıra, Hegel, Kojéve, Althusser, Adorno, Horkheimer, Bloch, Benjamin, Eagleton, MacIntyre, Heidegger, Leo Strauss, Badiou, Rancière, Ricoeur, W. T. Jones gibi düşünürlerin ve felsefe tarihçilerinin eserlerinden yaptığı çeviriler bulunmaktadır.