Doğu Batı Sayı 37: Entellektüeller - III
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Nur Vergin
Entelektüel Olmak ya da Olmamanın Sosyolojik Belirlemeleri Üzerine Bir Deneme
Ali Akay
Türk Aydını ve Tarihle Barışmak
Berrin Koyuncu Lorasdağı & Hilal Onur İnce
Marjinallikten Non-Konformizme –Oğuz Atay Eserlerinde Entelektüel
Dücane Cündioğlu
Bir Mâbed Bekçisi: Cemil Meriç
Berkiz Berksoy
Bir Entelektüel Olarak Tanpınar
Kemal Özmen
Malraux’nun Enver Paşa’sı ya da Doğu’da Entelektüellik Sorunsalı
M. Asım Karaömerlioğlu
Rusya, Almanya ve Türkiye’de Büyük Bir Kozmopolit Entelektüel ve Eylemci: Helphand-Parvus
Dokuz Soruda Türk Aydını
Koray Tütüncü & Ertürk Demirel
Agnes Heller ile ‘Bir Ahlâk Kuramı’ Adlı Üçlemesi Üzerine Söyleşi
Aliye Kovanlıkaya
Batı Düşüncesinde İki Entelekt
Reyhan Atasü Topçuoğlu
Foucault ve Entelektüeller
TANIDIK YABANCILAR: ENTELEKTÜELLER
Bir hayat tarzı ve üslup oluşturma, ayrıksı durabilme ve konformizmin iktidara göz kırptığı çoğu yerde muhalif kalabilme, entelektüellerin zihin dünyamıza tat kattığı kimi özelliklerindendir. Entelektüellerin muhtelif tanımları verilmiştir. En başta onun bilgisi salt bilgi birikiminin kıyısında kümelenmemiştir. Konunun uzmanı olmak ya da kamuoyu önünde niceliğe ilişkin bir performans sergilemek ‘münevver’ bir aklın ölçüsü sayılmamıştır. O başka kaygıları gündeme taşımak için vardı ve bilginin ötesinde bir ‘vicdan’ meselesi devreye giriyordu. 19. yüzyıl Rusya’sında “Halka Doğru” yürüyen inteligentsia tabaka, sefalet içerisinde yüzen milyonların kalbi olmuştu. Entelektüel kimi kaygılarla kamuoyu önünde nev-zuhur ederken toplumla kendi arasında kaçınılmaz bir ‘kopuş’ sürecini de başlatıyordu. Statüko ile marjinaliteyi iki ayrı uca yerleştiren bir gerilimdi bu... Bu süreç, ister tek başına bilinçli ve iradî bir hâl alsın, isterse koşulların ve statükonun dışlaması sonucu halkın ve cemaatlerin önünde ‘yabancı’ ve ‘kışkırtıcı’ aydın karakterleri yaratsın, bütün mesele bu ‘kopuş’u hangi zihniyet düzeyinde yorumlamamız gerektiğidir? Eğer entelektüellerde basit anlamıyla bir tutarlılık, bağlılık aramak gerekecekse böyle bir çaba boşunadır. Geçmişteki hatırı sayılır entelektüellerin biyografileri, onların başlangıç yerleri ile geldikleri son nokta arasında büyük farklılıklar olduğuna işaret ediyor. Ve en ilginç sorular da, bir cemaatin üyeleri tarafından değil etraflarından yalıtılmış, bir topluluğun refleksine göre davranmayan bu kişiler tarafınca ortaya atılmıştır. Gramsci’nin, Sartre’ın, Said’in, Ülgener veya Mardin’in yaşamlarından hareketle onların bir entelektüel olarak hafızalarda yer edinmiş olması, geniş birikimlerinin yanında kitleleri uyandıracak özgün, panzehir fikirler üretmelerindendir.
Doğu Batı’nın üç ciltlik Entelektüeller sayısını yayına
hazırlarken, Türkiye’de ideal anlamıyla entelektüel bir kaygının varlığından
söz edilemeyeceğini gördük. Neredeyse tüm tartışmalar belirli bir kurgunun
içerisinde yer alma mücadelesine dönüşmüştür. Türkiye’de entelektüeller giderek
birbirine benzeyen, aynı dili kullanan, aynı gündemle meşgul olan karakterler
hâline gelmiştir. Artık kamuoyunu bağımsız entelektüeller değil, cemaatler
belirlemektedir. Homojenliğe doğru giden bir yolda, entelektüel bireyin en
büyük harcı, yani sorgulama kabiliyeti, tepkisi ve heyecanı elinden alınmıştır.
Prestijli mevkilerden ortalama bir bakış açısı, ortalama bir sistem eleştirisi
getirmek yeterli görünmektedir. Ne muhalif ve müdahil tepkileri dile getirecek
güçlü bir ses yükselmekte, ne de bu sesin alt perdesini oluşturacak belirli bir
akla ve sistematiğe hizmet eden yapıtlar üretilmektedir.
Bu durum bizlere, Tanzimat’tan
beri süregelen tanıdık bir sendromu çağrıştırmaktadır. Klasik Türk
romanlarında müzminleşmiş aydın profillerine sıklıkla rastlamak mümkündür.
Recaizade Mahmud veya Hüseyin Rahmi’nin romanlarında, aydınımızın içinde
bulunduğu kriz genellikle ‘yabancılaşma’ sorunu başlığı altında ele alınmıştır.
Esasen bir kavram olarak ‘yabancılaşma’, bütünsel bir tavır alıştır. Her türlü
bilgi ile kurulan sorunlu bir ilişkidir. Bizim örneğimizde, yüceltilen ile
küçümsenen, kabul edilen ile reddedilen, bütünsel bir bilginin, bütünsel bir
yabancılaşmanın çerçevesine sığmamakta, farklı yönlere bakan bir güç ve otorite
ilişkisi kurulmaktadır. Bu durum bazen
Batılı bir düşünürün, hiç bilmeyenler için takdim ediliş şeklinde de tezahür
edebilir. Böylelikle, Türk aydını, bir yandan küçümseyici bir bakışla toplumla
kendi arasındaki elitist mesafesini korurken, diğer yandan bilinçaltında
kendinden üstün olarak kodladığı Batılı bilgi formları karşısında aynı tavrı
gösterememektedir. Bu eşitsiz durum da, bütünsel bir fotoğraf yakalamamızı
engellemekte, aydınımızı farkında olmadan içinde yer aldığı tehlikeli bir
iktidar avcısı masalına sürüklemektedir.
Taşkın Takış