• Doğu Batı Sayı 67: Şehir Yazıları - I

Doğu Batı Sayı 67: Şehir Yazıları - I

  • 150,00 TL
  • 112,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda


Etiketler: dergiler

Özgür Taburoğlu
Görülen ve Bakan Şehrin Sakinleri

Musa Yavuz Alptekin
Şehirden Kente Mekânsal Dönüşüm

İlhan Tekeli
Türkiye'yi Anlamanın Yolu Kentlerini ve Demokrasisini Tanımaktan Geçiyor

Ünal Şentürk
Mekân Sadece Mekân Değildir: Kentsel Mekânın Yeni Tezahürleri

Ali Akay
Kentsel Dönüşümde Urbanosid

Safiye Altıntaş
Balat Tanıklığında Bir Semt Pazarı Monografisi

Nihal Petek Boyacı
Bir Eski Yunan Örgütlenmesi: Polis

Cemil Hakan Korkmaz
Doğu ve Batı Arasında Şehir Henri Pirenne Örneği

Adem Kara
Osmanlı Devletinde Kent Kavramı

Kemal Ramazan Haykıran
Moğollar'da Şehirciliğin Gelişimi ve Bir İlhanlı Şehri: “Sultaniye”

Ercan Gündoğan
David Harvey: Kent, Sermaye, Sınıf

Fırat Mollaer
Baudelaire'in Modernlik Kehânetleri Modernleşmeye Karşı Estetik Modernizm

BİR ŞEHİR FARKLI TÜR İNSANLARDAN OLUŞUR. 
BENZER İNSANLAR BİR ŞEHİR MEYDANA GETİREMEZLER.”*

 

Şehirler, mekânın yazdığı tarihlerdir ve her mekân bir doğa ve tarih kitabı gibi okunup yorumlanabilir. Şehirler, doğa ve tarihin bilincidir. Onda tüm bir geçmişin, fiziksel çevrenin, psikolojik etkileşimlerin ve kaynaşmanın, farklı yaşam tarzlarının yansımasını buluruz. Şehirler uygarlığın ulaştığı bir aşamadır. Her uygarlık daha önceki kültür ve gelişmişlik seviyesi ile bu­lunduğu durumu mukayese eder ve tarihsel akış içinde kendini yeniden adlandırır. Ve mamur şehirleriyle dünyaya parıltılı gözlerle bakar. Sadece şe­hir isimlerinin kökenlerindeki değişimler incelense uygarlıkların kendi üs­tünlük gramerini zamanla nasıl oluşturduğu ve ortaya nasıl bir tarihyazı­­mı çıktığı görülecektir.

        Bir şehrin bizi etkileyen gücü nereden gelir? Niçin daima bir mekân nos­taljisinden söz eder dururuz? Bir şehri yakından tanıyanlar ansızın durup o yerin geçmişinden söz etmeye başladığında esasen bir zamanlar ora­yı mesken edinmiş kimselerin o mekânda bıraktığı yaşam deneyimlerini yepyeni bir bilinç örgüsü içinde bize aktarmak arzusundadırlar. Tıpkı çok katmanlı bir romanda olduğu gibi şehirler de saklı tuttuğu farklı zamanları tek bir güzellik ve akıl içinde eritirler. İstanbul’un zamanı hem Ro­ma’nın yaşadığı zaman, hem Bizans zamanı hem de Osmanlı zamanıdır. Braudel Akdeniz şehirlerinin tarihini yazarken iç içe geçmiş hızlı ve ağır ilerleyen bu zaman tasavvurlarının en yetkin örneklerini sergilemiştir.

        Şehir başlı başına bir yapı ve inşa sürecidir. Tüm estetiğiyle bir mevki­de konumlanan mimari, hayal gücünün imkânlarını araştırır ve onu keşfeder. Hegelci terimle ifade edildiğinde bu durum mutlak ideanın somut­­laşması, duyuların görünür kılınmasıdır. Roma Panteon’da, Mısır ise pira­mitlerde nefes alıp vermeye devam eder. Yapılar birer genel ad olmak­tan çıkar, kişiselleşir, bizim olur. Notre-Dame yalnız bir katedral değil, o “Notre”-Dame’dır. Süleymaniye herhangi bir camii değil, Süley­maniye’dir. Taşa yontulan, mermere dokunan, yüzeye işlenen sanat yüzyıl­lar arasında serbestçe dolaşan bir hafızaya bekçilik eder. Sıkça söy­le­nil­­diği üzere her şehir bir ruha sahiptir. Temaşa duygusundan mahrum şe­hirler ise bir karmaşanın ve yozlaşmanın ürünüdürler. Acelecilik, kuralsız­­lık ve kayıtsızlık her tarafa sirayet etmiştir. Ne yöne bakılsa ucubeler gö­­­­rülür, nesnelerin amorf karakteri dikkatimizi dağıtır, içe-bakışımızı en­gel­ler, bu­lut kümeleri yerine üstümüzden gri enkaz yığınları geçer. Belki bu se­bep­le şair, “Şehirler, ölülerin bedenlerinden çok daha çabuk çürümek­­te, kir­­lenmektedir” diye haykırır bizlere…

        Evet, şehirler bir ruha sahiptir! Onlar konuşur, mırıldanır, şarkı söyler, muammalar yaratır, efsaneler üretir. Gündelik yaşamın ritmini ayarlar. Gör­­kemli yapıların etrafında bir merkezîlik duygusu örer. Şehrin geniş yol­­ları bir kayra gibi varlığın açılmasıdır. Agora, forum, pazar yerleri ve mo­dern çarşılar kalabalıkların nabzını yoklar, hareketliliğini ölçer. Meydan­lar, caddeler ve sokaklar bir dünya görüşüne açılır/bir dünya görüşüne bakarlar. Şehir en uç karşıtlıklardan yararlanmasını bilir, onu gayri şahsi ilişkiler ağında bir kurala ve yasaya dönüştürür. Şehir yaşamı farklılıklara tahammül edişiyle köylerden, kasabalardan ayrılır. Böylelikle modern şe­hirler uçucu kimliklerin mekânı olmuştur. Simmel modern insanın şehirle olan diyaloğunu tas­vir ederken bu yabancılığa dikkat çeker. Yabancılık duy­gusu içinde dai­ma bir takım ‘tepki’ler oluştururuz ve kendimizi sürekli yeni arayışlarla donatırız.

        Şehir Yazıları’nda birçok farklı meseleyi bir araya getirmeye çalıştık. Hem tarihsel durumu özetlemek hem de bugüne dair kendi bakışımızı su­nabilmek için…Kentsel dönüşüm güncel örneklerden yalnızca biridir. Tür­kiye’de şehirler ve şehircilik anlayışı ise başlıbaşına bir garabetin ko­nu­sudur. Eğer şehirlerimiz dile gelseydi belki de her biri başka bir facianın tanıklığını anlatacak, çeşit çeşit yıkım ve talan hikâyelerinden söz ede­cekti. Ufkumuzu artık betondan bir mezar yığını kaplamıştır. Bu du­rum­da yaşadığımız bir şehir var mı sorusunu yalnızca maddi koşullar içe­ri­sin­de kalarak yanıtlıyorsak bedenlerimizden önce ruhlarımızı çoktan yitirmiş ola­biliriz.

 

Taşkın Takış


* Richard Sennett’in Ten ve Taş adlı yapıtında Aristoteles’ten alıntıladığı söz gözden kaçacak gibi değildir.