Doğu Batı Sayı 68: Şehir Yazıları -II
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Suna Güven
Antik Kent Düşleri: Roma, Hadrianus, Tivoli
Özlem Sert
Izgara Plan Uygarlık; Kent Tarihi, Uygarlık Tarihi Yazımı ve Akdeniz'de Uluslararası Güç Mücadelesi
Sinan Genim
Şehir ve Şehir Yaşantısı Üzerine
Fatih Mehmet Berk
Neolitik Devrim, İlk Şehirleşme ve Çatalhöyük
Şule Kılıç Yıldız
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Entelektüellerin Gözüyle Bizans İstanbul'u
Rivka Geron Schild
19. Yüzyıl'da Kentsel Dönüşümün Meşruiyeti Olarak Yangın
Pınar Karababa Kayalıgil
Sivas'ın Tahayyülü: Bir Şehri Baştan Yazmak
Özgür Taburoğlu
Ankara: Kıraç Bir Araziyi Doldurmak
Rafet Uçkan
Lefkoşa'da Surlariçi: Hangi Geçmiş, Hangi Şehir?
Hakan Karagöz
Kuruluşundan Osmanlı Hâkimiyetine Bir Serhad Şehri: Vidin
Vehbi Bayhan
Küresel Kent, Küresel Özne ve Küresel İsyan
İlhan Aras
Kadim Şehrin Son Yüzyılı: Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler Döneminde Kudüs Sorunu
“BİR ŞEHİR FARKLI TÜR İNSANLARDAN OLUŞUR.
BENZER İNSANLAR BİR ŞEHİR MEYDANA GETİREMEZLER.”*
Şehirler, mekânın yazdığı
tarihlerdir ve her mekân bir doğa ve tarih kitabı gibi okunup yorumlanabilir. Şehirler,
doğa ve tarihin bilincidir. Onda tüm bir geçmişin, fiziksel çevrenin,
psikolojik etkileşimlerin ve kaynaşmanın, farklı yaşam tarzlarının yansımasını
buluruz. Şehirler uygarlığın ulaştığı bir aşamadır. Her uygarlık daha önceki kültür
ve gelişmişlik seviyesi ile bulunduğu durumu mukayese eder ve tarihsel akış içinde
kendini yeniden adlandırır. Ve mamur şehirleriyle dünyaya parıltılı gözlerle bakar.
Sadece şehir isimlerinin kökenlerindeki değişimler incelense uygarlıkların kendi
üstünlük gramerini zamanla nasıl oluşturduğu ve ortaya nasıl bir tarihyazımı
çıktığı görülecektir.
Bir şehrin bizi etkileyen gücü
nereden gelir? Niçin daima bir mekân nostaljisinden söz eder dururuz? Bir
şehri yakından tanıyanlar ansızın durup o yerin geçmişinden söz etmeye
başladığında esasen bir zamanlar orayı mesken edinmiş kimselerin o mekânda
bıraktığı yaşam deneyimlerini yepyeni bir bilinç örgüsü içinde bize aktarmak arzusundadırlar.
Tıpkı çok katmanlı bir romanda olduğu gibi şehirler de saklı tuttuğu farklı
zamanları tek bir güzellik ve akıl içinde eritirler. İstanbul’un zamanı hem Roma’nın
yaşadığı zaman, hem Bizans zamanı hem de Osmanlı zamanıdır. Braudel Akdeniz
şehirlerinin tarihini yazarken iç içe geçmiş hızlı ve ağır ilerleyen bu zaman tasavvurlarının en yetkin
örneklerini sergilemiştir.
Şehir başlı başına bir yapı ve
inşa sürecidir. Tüm estetiğiyle bir mevkide konumlanan mimari, hayal gücünün
imkânlarını araştırır ve onu keşfeder. Hegelci terimle ifade edildiğinde bu
durum mutlak ideanın somutlaşması, duyuların görünür kılınmasıdır. Roma
Panteon’da, Mısır ise piramitlerde nefes alıp vermeye devam eder. Yapılar birer
genel ad olmaktan çıkar, kişiselleşir, bizim olur. Notre-Dame yalnız bir
katedral değil, o “Notre”-Dame’dır. Süleymaniye herhangi bir camii değil, Süleymaniye’dir.
Taşa yontulan, mermere dokunan, yüzeye işlenen sanat yüzyıllar arasında
serbestçe dolaşan bir hafızaya bekçilik eder. Sıkça söylenildiği üzere her
şehir bir ruha sahiptir. Temaşa duygusundan mahrum şehirler ise bir karmaşanın
ve yozlaşmanın ürünüdürler. Acelecilik, kuralsızlık ve kayıtsızlık her tarafa
sirayet etmiştir. Ne yöne bakılsa ucubeler görülür, nesnelerin amorf
karakteri dikkatimizi dağıtır, içe-bakışımızı engeller, bulut kümeleri
yerine üstümüzden gri enkaz yığınları geçer. Belki bu sebeple şair,
“Şehirler, ölülerin bedenlerinden çok daha çabuk çürümekte, kirlenmektedir”
diye haykırır bizlere…
Evet, şehirler bir ruha sahiptir!
Onlar konuşur, mırıldanır, şarkı söyler, muammalar yaratır, efsaneler üretir. Gündelik
yaşamın ritmini ayarlar. Görkemli yapıların etrafında bir merkezîlik duygusu
örer. Şehrin geniş yolları bir kayra gibi varlığın açılmasıdır. Agora, forum,
pazar yerleri ve modern çarşılar kalabalıkların nabzını yoklar,
hareketliliğini ölçer. Meydanlar, caddeler ve sokaklar bir dünya görüşüne
açılır/bir dünya görüşüne bakarlar. Şehir en uç karşıtlıklardan yararlanmasını
bilir, onu gayri şahsi ilişkiler ağında bir kurala ve yasaya dönüştürür. Şehir
yaşamı farklılıklara tahammül edişiyle köylerden, kasabalardan ayrılır. Böylelikle
modern şehirler uçucu kimliklerin mekânı olmuştur. Simmel modern insanın
şehirle olan diyaloğunu tasvir ederken bu yabancılığa dikkat çeker. Yabancılık
duygusu içinde daima bir takım ‘tepki’ler oluştururuz ve kendimizi sürekli
yeni arayışlarla donatırız.
Şehir
Yazıları’nda
birçok farklı meseleyi bir araya getirmeye çalıştık. Hem tarihsel durumu
özetlemek hem de bugüne dair kendi bakışımızı sunabilmek için…Kentsel dönüşüm
güncel örneklerden yalnızca biridir. Türkiye’de
şehirler ve şehircilik anlayışı ise başlıbaşına bir garabetin konusudur. Eğer
şehirlerimiz dile gelseydi belki de her biri başka bir facianın tanıklığını anlatacak, çeşit çeşit yıkım ve talan
hikâyelerinden söz edecekti. Ufkumuzu artık betondan bir mezar yığını
kaplamıştır. Bu durumda yaşadığımız bir şehir var mı sorusunu yalnızca maddi koşullar
içerisinde kalarak yanıtlıyorsak bedenlerimizden önce ruhlarımızı çoktan
yitirmiş olabiliriz.
Taşkın Takış
* Richard
Sennett’in Ten ve Taş adlı yapıtında
Aristoteles’ten alıntıladığı söz gözden kaçacak gibi değildir.