• Stokta Yok
    Doğu Batı Sayı 62: Önce Müzik Vardı

Doğu Batı Sayı 62: Önce Müzik Vardı

  • 150,00 TL
  • 112,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta Yok
  • Genel Yayın Yönetmeni: Taşkın Takış
  • Onur Kurucuları: Halil İnalcık, Şerif Mardin
  • Yayın Kurulu: Oğuz Adanır, Ali Akay, Simten Coşar, Özcan Doğan, Kurtuluş Kayalı, Armağan Öztürk, Özgür Taburoğlu, Ali Utku, Aytaç Yıldız
  • Dergi Başlığı: Önce "Müzik" Vardı
  • Dönem: Ağustos, Eylül, Ekim 2012 [Yıl 15, Sayı: 62] 
  • Basım Bilgileri: 1. Basım / Kasım 2012
  • Sayfa Sayısı: 275
  • ISSN: 1303-7242
  • Barkod: 9771303724627
  • Kapak Tasarım Uygulama: Aziz Tuna
  • Ön Kapak Resmi: Luca della Robbia, Floransa Katedrali’nden rölyefler, 1435, (Detay).
  • Arka Kapak Resmi: “Üç Müzisyen Leydi”: Resmin sanatçısı bilinmiyor. (16. yüzyıl Hollanda resmi).
  • Boyutları: 16,5 x 24

Mesut Kınacı
Eski Yunan Dünyasında Müzik ve Müzisyenler

Ömer Naci Soykan
Müzik Nedir? Felsefi Bir Araştırma

Abdullah Onur Aktaş
Hayatı Müzikle Anlamak ve Schopenhauer Felsefesinde Müzik

Özge Öztekin
Seslerin Sözcüklerindeki Müzikten Sözcüklerin Seslerindeki Müziğe

Vefa Saygın Öğütle & Hüseyin Etil
Bir Geçiş Döneminde Müziğin Kalp Çarpıntıları: Sosyal Dönüşümler ve Varoluşsal Tipler

Okan Murat Öztürk
15. Yüzyıl Osmanlı Müziğinde Şube Kavramı ve Hermetik Gelenek [Hızır Bin Abdullah'ı Anlamak]

Süleyman Seyfi Öğün
Itri'nin Neva Kâr'ından Mülhem İzlenimci Bir Yazı

Ali Esgin
Bir Müzik Sosyolojisi Var mıdır?

Olgun Bilir
Bir Güç Alanları Sistemi Olarak Müzik Toplum İlişkisi

Poyraz Kolluoğlu
Türk Müzik İnkılâbında 'Garbiyatçı' Endişeler ve 'Fanteziler'

Selçuk Duran
Türkiye'de Âşıklık Geleneğinin Popüler Müziklere Etkisi

Duygun Erim
Yaratıcı Bir Kuvvet Olarak Ritmin Zaman-Mekânı Üzerine Düşünceler

Orhan Kandemir
Yitik Zamanın İzinde: Caz

Aslı Çavuşoğlu
Platon'un Bekçileri: Bir Eğitim Aracı Olarak Müzik

ÖNCE “MÜZİK” VARDI

 

Yeni sayımız “önce müzik vardı” başlığını taşıyor, cümleyi tamamlarsak “evren var olmadan önce müzik vardı” da diyebiliriz. Tüm eksiklikler gibi müzik de büyük bir yoksunluktan, derin bir sessizlikten doğmuştur. Mü­­zik evrenin hiçliği ile birlikte hayâl edilebilir. Yaşamın sınırlılığına işaret eden bir boyuttur bu. Zaman ve mekânın ağır salınımları­na karşı­­lık, müziğin kendi dünyasındaki ritim ve ilerleyişi saf ve mutlak bir ev­re­­nin var olabileceğini bizlere gösterir. Birçok metafizikçi yaklaşıma göre, müzik kusursuz ve mükemmel bir görevi yerine getirir. Zira o icra edil­meye başlandığı andan itibaren bir kendinde-şey, nasılsa öyle olan bir doğayı karşımızda buluruz. Müzik tam, geride kalan herşey eksik­tir; ifade yarım, melodi ise sözün üstünde aklımızı çelen güzelliğiyle mucizevi bir etki­ye sahiptir.

        Niçin müziği severiz ya da onun iyileştirici tılsımı, büyüsü nereden gelir? Müziği insanın kendisine has kılan fakat pek tanımadığı, ayak sürme­diği bir alana, geniş bir bilinçdışı ülkesine benzetebiliriz. Yeryüzünün tamamını kucaklayan bir neşe, yaşamı tasdik eden bir coşku, tazelenen bir cesaret ve umut, bilinçdışının bu geniş topraklarında yeşerir. Müziğin melodisiyle kanat çırpışı hayatın baş döndürücü boşlukları üzerine kuruludur. O, iç karanlık dehlizlerde yankı bulabilecek bir çağrıyı kulağımıza fısıldar. Kalbe doğrudan nüfuz eder. Bize ses­lenir fakat konuşmaz. “İşte müzik!” deyip ayağa kalktığımızda bile müzik anlamından çoğu şeyi yitirmiş sayılır. Çünkü bu dil hiçbir biçimde yaşamın aleladeliğine tercüme edilemez. Kişinin ifade etmekte zorlandığı, diplerde tortulaşan güdüler ancak seslerin harmonisinde teskin bulur. Anlamlandıramadığımız kaotik davranış motifleri müzik sayesinde dinginliklerine kavuşur, terapi edilir. Nakaratlar yalvarışın yinelenmesi, tüm terennümler varoluşsal acının katharsis yoluyla giderilmesi değil midir? Sınırlı bir zaman diliminde müzik hafızanın boşluklarına serbestçe sarkabilen bir güce sahiptir. Bir notanın vesile kıldığı şey, yalnızca bizim anım­sayabildiğimiz özel bir ânın tekrar uyanışı, bu sayede devasa bir geçmişin yeniden canlanmasıdır. Müzik ‘ara’larda kalabildiği ölçüde kişisel tarihimizin boyutları o düzeyde genişler, derinlik kazanır.

        Müziği yüce ve aşkınsal tahtından çıkarıp onu toplumsal gerçekliğin bir yansıması olarak kabul eden, daha doğru bir ifadeyle müzik felsefesi yerine müzik sosyolojisi üzerinden giden kuramcılar da müzik ve sanat hakkında veya sanatçı, beste, icra, yoruma dair birçok söz söylemişlerdir. Her halükârda bu tür bir ayırım öz mü, yoksa biçim mi tartışmasına bizi davet eder niteliktedir. Bu sayımızda iki yaklaşımın da dengeli bir biçimde sunulmasına özen gösterildi. Müziğin çarpıcı toplumsal değişimiyle ilgili görüşlerin altı çizildi. Neticede, bu çağda “yüksek bir sanatı” “tüketim kültürü” içinde görmek pek şaşırtıcı olmasa gerek.

        “Müziksiz bir yaşam hata olurdu” der Nietzsche. Müzik yaşamın bütününü talep etmekte. Onu hissetmek bir toplumun değerler sisteminin, yaşam biçiminin yeniden gözden geçirilmesi demektir. Hakikat bolluğunun eksik olmadığı çevrelerde mevcut söylemler kişilerin sıradan ve kaba duyularına hitap ederken dünya görüşlerine bakıldığında bir uyum bozukluğu, bir içerik ve ritim sorunu kulakları daima tırmalayacaktır. Esasen bu uyumsuz ruh halleri Türk müziğinin uzun dönemdeki kırılmalarının da en önemli kanıtıdır.

        Bu sayımızda müzik ile yolculuğa çıkarken yalnızca metinlerin okunmasını değil sözcüklerin de içerebileceği muhtemel melodileri duyurmaya çalıştık.

Taşkın Takış