Doğu Batı Sayı 13: Hukuk ve Adalet Üstüne
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta Yok
Doğan Özlem
Hukuk Devletini Sosyal Devlet İçinde Düşünmek
Mithat Sancar
Şiddet, Şiddet Tekeli ve Demokratik Hukuk Devleti
Mustafa Erdoğan
“Hikmet-i Hükümet”ten Hukuk Devletine Yol Var mı?
Ahmet İnsel
Kimlikler ve Devletin Hukuku
Zühtü Arslan
Devletin Hukuku, Hukuk Devleti ve Özgürlük Sarkacı
Ömer Çaha
İdeoloji İle Hukuk Arasında Devlet
Kadir Cangızbay
Bir Kavram Olarak ‘İnsan Hakkı’
E. Fuat Keyman
Devlet Bekası-Hukukun Üstünlüğü Karşıtlığı: Türkiye’de Devlet Sorunu ve Demokratikleşme Olasılığı
Etyen Mahçupyan
Hukukun Üstünlüğü ve Entelektüel
Halil İnalcık
Türk Tarihinde Türe ve Yasa Geleneği
Elif Çırakman
Levinas’ta Öteki ve Adalet: Eleştirel Bir Not
Ahmet Ulvi Türkbağ
Postmodernite ve Hukuk İdealleri: Adalet, Hukuk Devleti
Hayriye Erbaş
Küreselleşme ve Ulus-Devletin ‘Aşınımı’ Sürecinde Toplumsal Eşitlik/Adalet
Hayrettin Ökçesiz
Hukuk ve Adalet Üstüne Duygular
Mehmet Küçük
Gerilik Bilincinin Doğuşu Olarak Osmanlı-Türk Modernleştirilmesi
“…DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ”
Herhangi bir suçun cezası on dört kamçı mıdır, yoksa bir eksiği ile on üç kamçı mı? Yahut, bu suç beş thaler’lik bir tazminatı mı gerektirir, yoksa dört thaler yirmi üç groschen’lik bir tazminatı mı? Yahut ona bir yıllık hapis cezası mı verilmelidir, yoksa üç yüz altmış dört günlük veya bir yıl ve iki ya da üç günlük bir hapis cezası mı? Bunu ne akılla, ne de kavramın gösterdiği herhangi bir kesin şartla belirlemeye imkân vardır. Oysa, bir kamçı, bir thaler, bir groschen, bir haftalık veya bir günlük hapis, daha fazla ya da daha az oldu mu, bu bir adaletsizlik demektir.
G. W.
F. Hegel, Hukuk Felsefesinin Prensipleri
Sıklıkla karşılaşılan bir
durumdur, hukuk sorunu gündeme geldiğinde kendimizi sıcak bir söylevin akışına
bırakırız. Pek yabancısı olmadığımız, kendinde başlayıp ve yine kendinde biten
bir hitabetin dinleyiciler üzerindeki etkileyiciliği fazladır da. Zaman eskir,
koşullar değişir oysa adalet bileylenmesine ihtiyaç duyulmayan –üzerinde
düşünülmeyecek kadar– güvendiğimiz keskin bir kılıçtır. Kör ahlakî prensiple
hareket eden sözde yasal bir kılıcın, insanların başları üzerinde ne denli
adaletle savrulabileceği, kıvraklıkla gezinebileceği bu arada meçhul kalır.
“Hukukun
üstünlüğü”nü dile getiren birisinden, konuşmasının sonrasında, yükselerek
elimizden uçup gitmesini değil; sözleşme gereği ‘öteki’yle yatay
ilişkiyi nasıl kurduğunu ve insanlar arası etiksel geri-dönüşler için nasıl
bir yol açtığını beklememiz gerekecektir. Pozitif nitelikte yazılı kanunlara
yurttaşların riayeti en asgarî şarttır ve bu tâbiyet hukukun yalnızca biçimsel
karakterini verir. Bunun ötesinde ilk elden sorumuz, hukuk ve adalet dilindeki
yasaların yaşamın bizzat kendi diline nasıl çevrileceğidir. Hukuk birçok dönemde
politikadaki antagonizmayı aşma, kopuklukları giderme, dizginlenememiş
şiddeti haklı kılma uğrunda bir araç olarak kullanılmıştır. Tek başına hukuk
mu demeliyiz yoksa otoriterizmin, askerî rejimin ya da küreselleşmenin
hukuku mu demeliyiz? Tarihsel planda köklü merkezî yapılar muhtemel bir
direnci telafi etmek için meşruluklarını hukukla bağdaştırma yolunu
seçmişlerdir. Modern devlet projesinin gizli bir başarısını iktidarı kurumları
arasında organize biçimde yayma ve kuvveti hukuksallaştırma tekniğini
hatırlamakta fayda var.
Türkiye’de konuya
ait tartışmaların dar bir zemine hapsedilmesinin arka-planında siyasal
kültürün çaresizliği yatmaktadır. Hukukla ilgili tartışmalara göz atalım,
strateji ve taktik hesaplarının aşılamadığını ve devletçi söylemde tıkanıp
kalındığını fark edeceğiz. Bunda meslekten hukukçuların reel-politik
olguları gözlemleyememelerinin zaafiyeti var (Bu sayıda formel hukuksal
düzenlemelere değil siyaset bilimi-tarih felsefesi içinden gelen analizlere yer
ayırdık).
Hukuk ve Adalet
Üstüne
başlığıyla teorik bir çerçeveden hareketle bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti’nin
rüyalarını yorumladık. Devletin hangi hâlet-i ruhiye içerisinde uykuya
daldığını ve rüyasında ne tür canavarlar yarattığını anlamaya çalıştık.
Sürekli tedirgin olma ve teyakkuzda bulunma hâli siyasal dengeleri alt-üst
etmesinin ötesinde bizce psikanalitiğin sınırlarını zorlamaktadır. Bu bağlamda
Cumhuriyet’in bilinçaltına henüz inebilmiş değiliz. Sözgelimi,
“…değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddesi basit bir anayasa hükmünü
aşarak hastanın çevresine beslediği semptomatik bir kuşkuyu, siyaseten nasıl
bir kaygı taşıdığını ele vermektedir. İpuçlarını çoğalttığımızda, canavarlara
karşı birlik-beraberlik retoriği, dost-düşman ayrımı, iç ve dış tehditler, hep
zedelenmiş bir aklın belirtileridir. Hastanın tüm yaşamını karşıtlıklar kurup
zenginleştirmesi gereken yerde, bencilce hantal bir manzumeye saplanıp kalması
çok farklı melodileri es geçmesine neden olmaktadır. Devlet aklı, devlet
bekası, hikmet, hikmet-i hükümet gibi anahtar kavramlardan yararlanarak hukukun
gündemini geniş tutmaya çalıştık. Teşhisimizi koyarken hukuktaki aksaklıkları
yine dar ve renksiz bir hukukta aramak yerine tarihteki hukuktan sosyal devlet
anlayışına, şiddet ve cebirden hukuk devletine, adalet ve etikten insan hakkı
kavramına uzanmaya çalıştık.
Öyleyse, bir çözüm
önerisi olarak, bu küçük melodiyi devletin tek sesli manzumesine ithaf edelim.
Taşkın Takış