Doğu Batı Sayı 24: Savaş ve Barış
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta Yok
Cemal Bâli Akal
Masumlar Öldürülemez-Masumlar Öldürülebilir
Nur Bilge Criss
Barışı Olmayan Savaş
Halil İnalcık
Osmanlı’nın Avrupa ile Barışıklığı: Kapitülasyonlar ve Ticaret
Erhan Büyükakıncı
Uluslararası İlişkilerdeki Savaş İncelemelerinde ‘Tarih’in Metodolojik Araç Olarak Kullanımına Bir Bakış
Emre Bağce
Küresel Savaşların Eşiğinde Kant ve Hegel’i Yeniden Okumak
Mustafa Kibaroğlu
Kitle İmha Silahlarının Yayılması Sorunu ve Türkiye
Mehmet Ali Kılıçbay
Savaş ve Ekonomi
Ali L. Karaosmanoğlu
Kendi Kaderini Tayin, Ülke Bütünlüğü, Uluslararası İstikrar ve Demokrasi
Ertuğrul R. Turan
Batı Metafiziği ve Savaş
Faruk Bozgöz & Rüstem Erkan
Kabîle-Aşîret Asabiyet ve Savaş
Metin Yeğeneoğlu & Simten Coşar
Savaş ve Patriarka: Savaş ve Barışı Yeniden Düşünmek
Belkıs Ayhan Tarhan
Görmek, Gözlemek, Savaş ve Teknoloji
Dilruba Çatalbaş
Savaşı Aktarmak ve Anlamlandırmak: Gazeteciliğin Profesyonel Değerleri ve Yaygın Medyanın Tutumu
Gülgün Tuna
Uluslararası Örgütler ve Çevre
Çınar Özen
Global Siyasal Sistem ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme
Orhan Güvenen
Türkiye 1 Ocak 1981’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’na Üye Olabilir miydi?
SAVAŞ GERÇEĞİ, BARIŞ İDEALİ
Qui desiderat pacem, praeperat bellum
(Barış isteyen, savaşa hazırlansın)
Vegetius’a atfedilen Roma özdeyişi
Uygarlığın
tecrübe ettiği ilk adımlar, Sümer kent devletlerinde tarım, zanaat ve su
mühendisliği tekniklerinin gelişmesiyle atılmıştır. Aşağı Mezopotamya’da
verimli ovalar boyunca kurulmuş kentler, iki tehlikeyle karşı karşıyaydı:
Savunmaya elverişsiz coğrafya, dışta kuzey bozkırlarındaki istilâcıların ve
Sami halklarının hedeflerine açıktı. İçerde ise birbirine komşu kentler, sınır
ihlâlleri ve sulama kanalları anlaşmazlığı yüzünden kavgaya tutuşmuşlardı. Göz
kamaştırıcı refah seviyesi ve zenginliğin mâruz kaldığı tehditlere karşılık
Sümerliler’in düzenli savaş birliklerini oluşturması ve askerî örgütlenmeye
gitmesi, savaşın hem meşrulaştırılmış mantığına, hem de savaşın uygarlığın
doğuşuyla eşzamanlı bir süreç olduğuna ilişkin
verilebilecek örneklerden birisidir.
Prusyalı General Carl von Clausewitz (1780-1831),
savaşı ‘çok genişletilmiş bir düello’nun sadeliğiyle tanımlar: “Savaş, bir
kuvvet kullanma eylemidir ve kuvvetin kullanılmasında hiçbir sınır
yoktur, taraflar birbirlerini daha fazla kuvvet kullanmaya iterler; böylece
(taraflar arasında) aşırılığa kaçması zorunlu bir karşılıklı etki
doğar”.
General Clausewitz, üç noktanın altını çizer: savaşın
özünü doğal ve kör bir içgüdü, kin ve nefret kaplamıştır; savaşı bağımsız bir
ruhsal faaliyete dönüştüren komutan ve orduların ihtirası, tesadüfler zincirine
sonsuz bağlılıklarıdır, ve hükümetler, savaşı şiddet yoluyla politik araç
olarak kullanmışlardır.
Immanuel Wallerstein’ın tezine göre büyük
uygarlıkların doğuşunu büyük savaşlar hazırlamıştır. Wallerstein’ın ‘savaş’
sözcüğüyle kastettiği, imparatorlukların sömürgecilik ve yayılmacılık
teşebbüsleridir. Bu iddiayı kabul edersek, sömürgecilik tarihinin sıcak
savaşların tarihinden çok daha uzun süreli ve kapsamlı olduğu söylenebilir.
Nitekim, Yunan, Roma, Makedonya ve Pers imparatorluklarının Akdeniz havzası
merkezli sömürge faaliyetleri, Eski Dünya’nın ana karakterini tayin etmiş, XV.
yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’da, Fransa, Hollanda, İngiltere, İspanya,
İtalya, ve Portekiz imparatorluklarının kıtalararası kolonileştirme ve ticarî
yayılma rekabetleri, savaş tarihinin hafızasında silinmeyecek izler
bırakmıştır.
Barışın ancak savaşla tesis edileceği yönündeki eski
bilgelik geleneği, ‘dünya hâkimiyeti’ projesini kendilerine ideal kılan büyük
güçlerin bir rüyasıydı. Örneğin, Akdeniz dünyasında iki yüzyıl sağlanan Roma
barışı (pax romana), Roma ordularının gölge ve himâyesi altında süren barış
dönemiydi.
Savaş ve barış diyalektiğine ait ünlü teleolojik
yorumlar Batı düşüncesine hiç de yabancı değildi. Doğal ayıklanmayı savunan
romantik ideologları saymasak bile, savaşın ‘uyarıcı bir güç’ taşıdığına
inananların listesi bir hayli kabarıktır. İlerlemeci anlayışa göre, olumsuz bir
tarihsel gerçeklik taşımalarına rağmen savaşlar, ekonomik, siyasî, kültürel ve
demografik yönden toplumları kalkındırmışlardır.
Fransız Devrimi’nden itibaren yeni hedefleri şiar
edinen geniş kalabalıklar, özellikle Napoléon sonrası dönemde ulusal
politikalara müdahil bir konuma yükseldi. Halkın, -ağırlıklı olarak mülk
sahiplerinin- siyasete katılımıyla, savaşın çerçevesi genişledi. Başta,
kentleşme-sanayileşme-bürokratikleşme üçlüsünün sancıları, Kilise
Devletleri’nin parçalanışı ve papalık makamının itibar kaybı, milliyetçi,
liberal ve sosyalist akımların canlanışı, Avrupa ve Amerika’daki iç savaşlar,
köylü ayaklanmaları, kanlı baskınlar, doktor Guillotine (Giyotin)’in
makinesinden geçirilen kafalar, evrenin büyüsünün bozulmasına tanıklık eden
püriten ahlâkı, Balzac’ın romanlarında tasvir edilen burjuvazinin lüks ve
sefahati ve bunun yoksullar üzerindeki buruk etkisi, savaşın ‘ancien régime’e
ait bilinen içeriğini, temel dinamik ve stratejilerini tamamiyle
değiştirmiştir.
Bütün dünyada yankılanan bu hızlı ve kapsamlı
değişimlerin ağır bedelleri ancak XX. yüzyılda ödenmiştir. Savaş ve
teknolojideki gelişmelerle birlikte XX. yüzyıl, savaş literatürünün
zenginleştiği, en uç noktalara tırmandığı bir aşırılıklar çağına tanık
olmuştur.
Valéry’nin “İnsanlık-dışının geleceği parlaktır”
deyişini haklılaştırırcasına geçtiğimiz yüzyıl milyonların ölümüyle sonuçlanan
iki dünya savaşını yaşadı. Nazi teorisyenlerince ‘aylaklar yığını’na karşı
geliştirilen pangermanik kökenli ‘topyekûn savaş’ kavramı icat edildi. Bu
mantığa istinaden kitleler sistematik bir biçimde ırkçılık ve soykırım
vebasıyla imhâ edildi. Atom bombası, nükleer-biyolojik-kimyasal silahlar
kullanıldı. Silah tâcirlerinin karanlık arka mutfaklarında terörizm trajedileri
sahnelendi. Kapitalizmin belki de en büyük günahı, şiddet haplarıyla gündelik
yaşamlarını idame ettirme alışkanlığını insanlara vermiş olmasıydı.
Özetle, bugün, uluslararası çevrelerde savaşın bir
gerçeklik ve barışın daha çok bir ideal olarak ele alınmasında bu tarihsel
verilerin anılmaya değer olduğu söylenebilir.
Taşkın Takış