• Doğu Batı Sayı 77: Hınç

Doğu Batı Sayı 77: Hınç

  • 180,00 TL
  • 135,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda


Etiketler: dergiler

Burak Sayın
Cehalete Övgü: Philistinism’in Bir Kaynağı Olarak Ressentiment

Senem Kurtar
Yeni Bir An’ı Yaratmanın Sonsuz ve Eşsiz Tutkusu Olarak Hınç

Hakan Kızıltan
Sol Memenin Altındaki -Hıncın Psikodinamiğine Giriş-

Özgür Taburoğlu
İntikamı Alınmamış Hınçlar: Nietzsche ve Scheler

Bryan S. Turner
Max Weber ve Hınç Ruhu: Nietzsche Mirası

Eyüp Ali Kılıçaslan
Hegel’in Tinin Görüngübilimi’nde İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Ortaya Çıkışı ya da Efendi-Köle İlişkisi Üzerine

Mehmet Akif Tutumlu
Bertolt Brecht’in Kuralla Kural Dışı Adlı Oyununda Hınç Bilincinin Adaleti Biçimlendirişi

Songül Demir
Ruhu ve Bedeni Zehirleyen Kavram: Ressentiment

Mehmet Aydın
Hınç Üzerine

Adem Polat
Bir ‘Yargıdan Kaçma’ Eylemi: Baudelaire’de Hınç Kültürünün Üretimi

Serhat Soyşekerci
Çizgisel Tarih ve Hınç: Nietzsche’nin Dans Eden Tanrısı

Emre Karatekeli
Ahlâkın Soykütüğü’nde Hınç Duygusu

Orhun Yakın
“Beni Öldürmeyen Şey Güçlü Kılar”: Mezarlarına Tüküreceğim’e Bir “Hınç” Filmi Olarak Yeniden Bakış

Bernard Abraham van Groningen
Yunan Trajedisi ve İnsanın Istırabı

DÜŞMANIMIN DÜŞMANI DOSTUM OLABİLİR Mİ, BENİM EN İDOSTUM BİLE DÜŞMANIMDIR

 

İnsanın yüreğine dokunan belki de en netameli konuların başında hınç duygusu gelir. Habil ile Kabil kadar eski bu mesele biraz yoklandığında, insan iliş­kilerinin yüzeydeki aldatıcı birliğine karşılık çok daha derinlerde büyük hayal kırıklıkları yaşarız. Sokaktaki adamın, düşünürün, sanatçının, hattâ diyebiliriz ki cimrinin, ideoloğun, dindarın veya çok tanıdık bir dostun kendine göre muhakkak gizli bir hesabı vardır… Evet, henüz hiç kimse son sözünü söylememiş, toplumdaki rol ve görevlere nihai şekli verilmemiş­tir. Toplum mekanizması kendini her sabah yenilemek ihtiyacı hissettiğinde, sanki herkesin bir başkasıyla görülecek bir hesabı varmış gibi derin bir ruh­sal enerjiden kuvvetini alır. Bilinçsiz de olsa, kör bir güç de taşısa, manevi bir öç yasası karanlıkta gezinir, gizli adımları ve niyetleri yönetir. Hınç nesnesini arar ve bulur. Ötede beride görmezden gelinecek ve yok edilecek bir-iki kişi daima mevcuttur. Hınç kendini sözcüklerin arasında gizler, davranışların tutarsızlığında histerisini ifşa eder –her gülümsemede esasen daha fazla bir itiraz vardır. Amor fati (yazgını sev) bir odium fati’ye (yazgından nefret et) dönüşür. Her şeyin makul seviyelerde açık, doğru ve şef­faf kılındığı iddiasına karşılık hınç duygusu modern yaşamın kalıplarına ustalıkla sinmiştir ve insanlar arasında en çok hissedilen bir psikolojiyi yaratmıştır.

        “Tüm insanlar doğal olarak birbirlerinden nefret ederler” tespitinde bulunur Pascal. Peki, bu nefretin kökeni neye dayanır? Başkasının yıkımı ile mutlu bir dünya inşa etme yanılsamasına mı? Bir kendilik kaygısının var olduğu muhakkaktır. Hıncın ağır yükü hissedildiğinde kendinden uzaklaşan bir tavır ortaya çıkar.  Ama daha da önemlisi ciddi bir değerler sorunu ile karşılaşırız. İnsanlar eşitliği, adaleti ve dayanışmayı doğal bir süreç gibi hiçbir zaman kabullenmemişlerdir. Demokratik toplumlar bu tür değerleri çoğu zaman insanlara hazır kalıplar halinde sunmakta, bireylerden kendileri olmalarını isteyecek yaratıcılığa dayalı, herhangi farklı bir değer talep et­memektedirler. Gruba uyum, statünün korunması bireysel bir değer yaratmaktan çok daha önemlidir. Her türlü niteliğin sözde eşitlendiği ve gene söz­de her şeyin değerinin verilmeye çalışıldığı bir ortamda, –bu ikiyüzlülük hemen fark edilecektir– konumlar arasındaki herhangi küçük bir oynama ve boşluk büyük hınç dalgalarını yaratacaktır.

        Nietzsche ve Scheler’in düşünce tarihine armağan ettiği ve derinlemesi­ne işlediği bir kavram olarak hınç, yani Ressentiment basit bir öfke nöbeti, küçük bir intikam yemini olarak tanımlanamaz. Tepkiye dayalı eylemler geçicidir ve onları unutabiliriz, oysa düşünürlerin kast ettiği hınç tamamen ruhsal bir “zehirlenme”dir. Bir süreklilik arz eder. Ve zamanımızın en belir­gin ahlâk yasasını oluşturur. Yani köle ahlâkını…

        Efendi-köle diyalektiğini anımsayacak olursak özgürlüğüne kavuşan kö­lenin ilk büyük hamlesi, kendini köle kılan unsurları bu sefer daha ağır koşullarda yeniden hazırlamaktır. Onu yıllar içinde efendiliğe taşıyan bilinç, başkasına nasıl davranılması gerektiğini kendi üzerinden deneyimlemek olmuştur. Köle tek bir rolün adamıdır. Kabul etmediğin halde boyun eğecek, öfkelendiğinde gülümseyecek, yaralandığında ise teşekkür edeceksin. Tatlı söz ve iltifatlar, içindeki zehri beraberinde taşır ve nasıl olsa bir gün hedefini bulur. Sözcüklerle hemen her şey açıklanabildiği gibi birçok şeyin üstü kapatılabilir. En yüce değerleri kutsarken, her türlü idealleştirmenin ötesinde intikam dolu bir bakış bizi bekler.

        Hınç, topluma yayılan bulaşıcı bir hastalıktır. Bunun en belirgin örneğini geniş kalabalıkları harekete geçirmek için kullanılan hınç söylemlerinde görürüz. Hınç dev bir kütledir, âdeta bir dağ, hayalî bir canavardır. Tıpkı Moby Dick romanında olduğu gibi uçsuz bucaksız bir okyanusta aranıp bu­lunması gereken bir balinadır. Kitlelerden sindiremeyeceği, yutamayacağı bu düşmana karşı savaşılması istenir hep.

        Düşmanımın düşmanı dostum olabilir mi?...İşte bugünün Türkiye’si, en alt seviyeden en üst noktaya varıncaya dek yapay ittifaklarla kurulan bu tipik hınç ahlâkını en iyi şekilde yansıtmaktadır. 

        Hınç üzerine felsefi düşünümlere yer ayırmamızın sebep-i telifi biraz da budur.