• Doğu Batı Sayı 79: Devrimler II

Doğu Batı Sayı 79: Devrimler II

  • 150,00 TL
  • 112,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Armağan Öztürk
Kolektivist Bakunin versus Komünist Marx

Hilal Onur İnce
Reform ve Devrim Diyalektiği Üzerine – Rosa Luxemburg ve İnsan Merkezli Devrim

Maria Tamboukou
Devrimi Düşlemek ve Yaşamak: Rosa Luxemburg’un  Mektup ve Yazılarının Arendtçi Bir Okuması

Onurcan Ülker
Mao’nun Mirası: Devrim İçinde Devrim

Kemal Bakır
Paul Goodman Siyasette, Eğitimde/Gençlikte ve Hayatta Devrim

Çağrı Eryılmaz
Üçüncü Doğa için Üçüncü Devrim

Filiz Kartal
İran İslâm Devrimi:  Aykırı Bir Devrimin Arka Planı

Peter Seeberg
İran Devrimi, 1977-79: Etkileşim ve Dönüşüm

Farzin Vahdat
1979 İran Devrimi Üzerine Düşünceler: Öznelik ve Vatandaşlığın Yükselişi

Yavuz Yıldırım
1968’ten 2000’lere Yeni Toplumsal Hareketlerden Yeniden Toplumsal Hareketlere

Asef Bayat
Arap Baharı’nın Ayaktakımı

Soner Torlak
Zapatistalar: Salyangozun Uzun Yürüyüşü

DEVRİMLER’E DAİR

 

Devrimler çağı kapandı mı? Bu soru her sosyal bilimcinin önünde merak ko­nusu bir mesele olarak duruyor. Toplumsal hareketlilik devam ediyor. Çe­lişkiler ve eşitsizlikler de. Ama her toplumsal olaya devrim diyemiyoruz. Ayrıca bir yerde eşitsizliğin yoğunlaşmış olması orayı devrimci bir uğ­rağa kendiliğinden bir şekilde yöneltmiyor. Devrim tarihsel deneyiminin istisnalarından biri. Nadiren gerçekleşiyor olması önemini azaltmıyor ama. Olayı daha anlaşılır kılmaya da yetmiyor. Bir muamma devrim. Yine de üzerine konuşmak, felsefe yapmak mümkün. Doğu Batı Dergisinin Devrimler I ve Devrimler II sayılarındaki makale ve çeviriler devrim kavramı üzerine sayısız tarihsel ayrıntı ve kuramsal analizin yardımıyla bu muammayı okuyucular için biraz daha anlaşılabilir kılmayı amaçlamakta.

        Devrimler II’nin ilk bölümü Anarşizm ve Marksizm odaklı makalelerden oluşmakta. Devrimi daha ileri ve daha eşitlikçi bir toplumun kurulması sürecinde meşru bir araç olarak sayan bu iki ideolojinin devrimci düşünüş içerisinde hatırı sayılır bir ağırlığı var. Bahse dair ilk çalışmamız Kolektivist Bakunin versus Komünist Marx adlı bir Armağan Öztürk makalesi. Öz­türk Bakunin’in devrimci siyaseti ve sosyalist hareketin liderliği noktalarında Bakunin ile Marx arasındaki tartışmayı ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Yazara göre Bakunin düşüncesi Marksizmin turnusol kağıdı aslında. Marx’ ın kişiliğine ve düşüncelerine yönelik Bakuninci itiraz Marksist hareketin temel sorunları hakkında sayısızca ipucunu içerisinde barındırıyor. Bakunin’in çağdaşı Marx’a yönelttiği otoriter siyaset tarzı, işçi sınıfının aşkın kut­sallığı ve devletçilik temelli eleştiriler Marksizmin tarihindeki başlıca tar­tışma konularını ifade ediyor aynı zamanda.  

        Takip eden makale ve çevirilerde iki önemli sosyalist düşünür ve devrimciyi ele alıyor yazarlarımız. Makalelerden ilki Rosa Luxemburg’la ilgili ve Hilal Onur İnce tarafından kaleme alındı. İnce çalışmasında Luxemburg’un sosyalist hareket içerisinde demokrasiyi hangi argümanlara atıfla savunduğu meselesini açıklığa kavuşturmaya çalışıyor. Luxemburg anti-militer ve enternasyonel Avrupa emek hareketinin önde gelen temsilcile­rin­den biri. Bu ünlü devrimcinin çalışmalarının nihai amacı ise milliyetçilik, oportünizm ve revizyonizm gibi yozlaştırıcı eğilimlere karşı Avrupa sosyal demokrasisinin devrimci niteliğini korumak.  

        Maria Tamboukou’nun metninden Onurcan Ülker’in yaptığı çeviri ise Rosa Luxemburg’un kişisel ve siyasal yazılarının Arendtçi bir okumasını yapmayı amaçlamakta. Çalışma Luxemburg’un devrimci deneyimlerinin Arendt’in devrim kavramsallaştırmasını büyük ölçüde etkilediğini öne sürmekte. Ayrıca bu iki etkili kadın kuramcıdan birini diğerinin metinleri üzerinden okumak girişimi, her ne kadar gerek Luxemburg gerekse Arendt cinsiyeti çalışmalarında analitik bir kategori olarak ele almamış ve feminist olarak adlandırılmayı reddetmiş olsalar da, feminizmin kurumsallaşması noktasında pek çok dikkate değer teze işaret etmesi bakımından da önemli. 

        Tartışmaya açılan ikinci önemli düşünür Mao Zedung. Onurcan Ülker’in kaleme aldığı Mao’nun Mirası: Devrim İçinde Devrim adlı makale üretici güçlerin görece az gelişmiş olduğu ülkelerde işçi sınıfının ‘ideolojik ön­der­li­ğini’ en azından söylemde reddetmeksizin iktidarı esas olarak geniş köylü yı­ğınlara yaslanarak ele geçirmeyi öngören devrim stratejisini ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Ayrıca çalışma Maoizmin Marksizme katkısını an­ti-feodal ve anti-emperyalist tutum ile Kültür Devrimin sonuçları gibi baş­lık­larda derinleştirerek bugüne dair gerçekçi bir Mao okuması yapmayı de­niyor.

        Bölümün son iki makalesini anarşist ve anarşist-ekolojist düşünceye kat­kıda sunmuş iki düşünüre, Paul Goodman ve Murray Bookchin’e ayırdık. Goodman’ı yorumlayan çalışmasında Kemal Bakır bizlere düşünürün eği­time yüklediği iyileştirici misyonu anlatıyor. Bilindiği üzere Goodman in­sanların, her taraftan teknoloji ile kuşatılmış modern bir dünyadan ken­dilerini soyutlanmış hissetmemeleri ve bilimsel bir yaşam biçimine has ahlâk anlayışını kavrayabilmeleri için çağdaş eğitim bilimine ağırlık veril­mesi gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre eğitim, ortak iyi çerçevesinde ve birincil ilişkilere ağırlık veren gönüllü birliktelikler şeklinde örgütlenmiş özgürleştirici bir toplum yapısıyla da desteklenmelidir. Goodman’ın nihai hedefi ise anarşizm ve pragmatizmi birleştirerek hayatı değerli kılacak pratik bir devrimi gerçekleştirmektir.

        Çağrı Eryılmaz ise toplumsal ekolojinin kurucusu Murray Bookchin’in önerilerini radikal, demokratik ve ekolojik bir topluma geçiş yolunda sonuç do­ğurması beklenen devrimci politik bir program olarak tanımlamakta. Bookchin’in özgürlükçü belediyecilik olarak adlandırdığı politik programı aynı zamanda Marksist devrim anlayışının keskin bir eleştirisini sunuyor okuyucusuna. Eryılmaz’ın Bookchin okuması bir yandan ekolojik hareketin temel kavramlarının toplumsal boyutlarını ele alırken diğer yandan ise ekolojik düşünce ile devrimci pratik arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırıyor. Ma­kalenin bir diğer önemli iddiası Bookchin’in tanıklığında Marksist dev­rim anlayışının geçersizliğini tarihsel örneklerle açıklayabilmek. 

        Bir sonraki bölüm İran Devrimi’ni analiz eden makalelerden oluşuyor. Yakın geçmişte Ortadoğu’daki dengeleri değiştiren, Türkiye’de de bir dönem İslamcı harekete yeni bir heyecan vermesi bakımından iç siyasete etkileri üzerinden bolca tartışılan İran Devrimi’ni de üç ayrı çalışmayla ele alıyoruz. Bu çalışmaların ilkinde Filiz Kartal, İran Devrimi’nin özgün yönlerini ayrıntılı bir şekilde tartışıyor. Kartal’a göre İran Devrimi belli noktalarda Batılı büyük devrimlerle ortak bir paydayı paylaşırken belli açılardan önceki devrimlerden radikal bir şekilde farklılık gösteriyor. Geçmişi yeniden diriltmeyi amaçlayan içerikte açıkça ilerleme karşıtı bir izlek var. Şii imamların öğretilerine dayanan otantiklik iddiası Devrim sonrası sürecin en belirgin özelliği. Ancak İran Devrimini modern devlet düzeni ile çağdaş ör­gütleme, savaş ve propaganda tekniklerinden bağımsız bir şekilde kavramak imkansız. Silahlı mücadelenin yokluğu ve örgütsüzlük gibi öğeler ise İran Devrimine benzerine yeni toplumsal hareketler literatüründe rastladığımız post modern bir derinlik kazandırıyor. 

        İran Devrimi konulu ikinci çalışmada ise Peter Seeberg, güncel devrim kuramlarının önerdiği açıklamalar çerçevesinde İran Devrimi’ni ele alıyor. Devrimin gerçekleştiği birkaç yıla odaklanması anlamında dar bir izlek üzerinden ilerleyen İran Devrimi, 1977-79: Etkileşim ve Dönüşüm başlıklı çalışma, Humeyni önderliğindeki ulemanın dini bir devlet kurma fikir­lerinin devrim süreci içerisinde ve/veya devrimden sonra ortaya çıktığı gerçeğinin altını çiziyor. Böylelikle devrimlerin öngörülemezliğine vurgu yapan Seeberg devrimci süreçlerin bir kere başladıklarında, içsel dinamikleri sayesinde, ilk anda hiç tasarlanmamış sonuçlara ulaşabilecekleri olgusunu İran örneği üzerinden gösteriyor.

        İran Devrimi’ni yüzeysel bir ilericilik-gericilik kavrayışının ötesine geçerek değerlendirme imkânına işaret eden 1979 İran Devrimi Üzerine Düşünceler: Öznelik ve Vatandaşlığın Yükselişi çalışması ise daha geniş bir perspektiften bakarak devrimi İran’ın siyasal ve toplumsal tarihi bağlamında değerlendiriyor. Bu makalede Farzin Vahdat, İran Devrimi’ni, ülkede 19. yüzyıldan bu yana süregelen kamusallık ve vatandaşlık kültürünün gelişim sürecinde bir aşama olarak ele almayı öneriyor. Kitlelerin özneleşme sürecinde belirli bir aşamaya gelmesinden önce devrimin İran’da tasav­vur dahi edilemeyecek bir şey olmasından hareket eden Vahdat, devrimin vatandaşlık kültüründeki bir gelişimin göstergesi olduğunu ve bu sürecin devrim sonrasında kurulan teokratik yapının karşılaştığı sorunlar ile iç toplumsal muhalefetin de gösterdiği üzere halen devam etmekte olduğunu ileri sürüyor.

        Sayının son bölümünü Latin Amerika ve Yeni Toplumsal Hareketler üze­rine yapılmış çalışmalara ve çevirilere ayırdık. Bahsi geçen metinlerden ilki Yavuz Yıldırım tarafından kaleme alındı. Yıldırım’ın çalışması kolektif mücadeleler, kurumsal siyaset ve doğrudan eylem arasındaki ilişkiyi analize tabii tutmayı amaçlıyor. Yazara göre 2000’lerin başında yükselen kü­reselleşme karşıtı hareketlerin yarattığı ivme kültür ve kimlik eksenli tekil mücadelelerin birbiriyle yeniden temas kurmasında ve toplumsal hareketlerin siyasal tartışmaları yönlendirme gücünün artmasında ciddi ölçüde rol oynamıştır. Bu çerçevede aktör ve eylemdeki değişimi vurgulayan yeni toplumsal hareketler, yerleşik siyasetin karşısındaki konumunu güçlendiren bir içerikle ekonomi eksenli olarak kendisini yenilemeye devam etmektedir.

        Bir sonraki metin bir Asef Bayat çevirisi. Ortadoğu toplumlarında madunlar ve sokak siyaseti konulu çalışmaları ile bildiğimiz Bayat, Devrimler II’de yer verdiğimiz çalışmasında kentli yoksulların Arap Baharı hareketlerinde oynadığı role odaklanıyor. Kent yoksullarını, lümpen proletarya kalıbıyla açıklama kolaycılığına sapmadan, kendi içerisinde önemli derecede tabakalaşmış tikel bir ampirik kategori olarak ele alan çalışma, bu yoksulların Arap Baharı öncesinden başlayan mücadelelerini bir kente dahil olma ve sosyo-ekonomik dezavantajlarını aşma mücadelesi olarak okuyor. Bayat, bu mücadelelerin kent yoksullarının koşullarında kalıcı ve yapısal bir değişiklik yaratamamış olmalarını, devrim kavramının itibarsızlaştığı ve neoliberal aklın bir çeşit genel geçer doğruya dönüştüğü bir çağda, belirli bir radikal gündemden yoksun bir biçimde yürütülmüş olmaları ile ilişkilendirerek, devrim kavramına toplumsal mücadele lügatı içerisinde verilen yerin yeniden tartışılması gerekliliğine de işaret ediyor.

        Son makalemiz Soner Torlak tarafından kaleme alındı. Çalışma Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (EZLN) tarihsel köklerini, felsefesini ve bugüne kadar hayata geçirdiği uygulamaları ele alınmaktadır. Ağırlıklı olarak Maya yerli halkının yaşadığı Chiapas bölgesinde “isyancı bir hükümeti” kuran EZLN, özyönetim ve katılımcı demokrasiyi ön plana çıkaran bir eylem tarzını ön plana çıkarmış durumda. Torlak makalesinde bahsi geçen devrimci hareketin silahlı mücadele sorunsalı ve anti-kapitalist hareketler içerisindeki yerini de tartışmaya açıyor. 

        Tüm bu çalışmaların sunulmasının ardında, okuyucuların devrim kavramına ilişkin berrak bir kavrayışa sahip olmalarını sağlamak gibi bir beklenti veya arzu yok elbette. Ancak devrim kavramı çevresinde kümelenen sorunsalların genişliğine ve derinliğine ilişkin bir fikri okuyuculara verebi­lirsek ve literatürdeki tartışmalara bu bağlamda bir katkı sunabilirsek çalış­ma amacına ulaşmış sayılacaktır. Devrimler I ve Devrimler II sayılarının bu bakımdan amacına ulaşmasını umut ediyoruz.

 

Doğancan Özsel