Doğu Batı Sayı 78: Devrimler I
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Doğancan Özsel
İki Ayrı Veçhesiyle Devrim
Daniel Bensaïd
Devrimler: Haşmetli, Dingin ve Sessiz
Saime Tuğrul
Devrim için Ölmek
Sophie Wahnich
Terör ve Terörizm İmgenin Sürekliliği ve İmgelem Karmaşası
Esin Hamdi Dinçer
Umut Dolu “Şimdi”nin Kaynağı: Hannah Arendt Düşüncesinde Devrim
Ahu Tunçel
Amerikan Devrimi
David Ciavatta
Mutlak Özgürlük Olayı: Hegel’in Fransız Devrimi ve Cumhuriyet Takvimi
Roland Schechter
Kutsal Dağ ve Fransız Devrimi
Ateş Uslu
Jakobenizm ve Devrimci Halk Hareketleri (1789-1794)
Philip Schofield
Jeremy Bentham ve İngiliz Düşüncesi’nde Fransız Devrimine Tepkiler
DEVRİMLER’E DAİR
Devrimler çağı kapandı mı? Bu soru her sosyal bilimcinin önünde
merak konusu bir mesele olarak duruyor. Toplumsal hareketlilik devam ediyor.
Çelişkiler ve eşitsizlikler de. Ama her toplumsal olaya devrim diyemiyoruz.
Ayrıca bir yerde eşitsizliğin yoğunlaşmış olması orayı devrimci bir uğrğa
kendiliğinden bir şekilde yöneltmiyor. Devrim tarihsel deneyiminin
istisnalarından biri. Nadiren gerçekleşiyor olması önemini azaltmıyor ama.
Olayı daha anlaşılır kılmaya da yetmiyor. Bir muamma devrim. Yine de üzerine
konuşmak, felsefe yapmak mümkün. Doğu Batı Dergisinin Devrimler I ve Devrimler
II sayılarındaki makale ve çeviriler devrim kavramı üzerine sayısız
tarihsel ayrıntı ve kuramsal analizin yardımıyla bu muammayı okuyucular için
biraz daha anlaşılabilir kılmayı amaçlamakta.
Devrimler I
sayısının ilk bölümünde devrim kavramının kendisine odaklanan çalışmalara yer
verdik. Bu çalışmaların ilkinde Doğancan Özsel, kavramı hem bir analiz aracı
hem de bir siyasal ideal olarak tartışmaya açıyor. İki Ayrı Veçhesiyle
Devrim başlıklı makalede öncelikle devrim ifadesinin tarihsel-toplumsal
analiz bağlamında kullanımı ve bu çerçevede ilgili kavramın değişim-süreklilik
çizgisi üzerinde nasıl konumlandığı meselelerine odaklanılıyor. Ardından
siyasal kuramda kavramın faillik vaat eden idealist boyutuna dikkat çekilerek,
bu bakımdan taşıdığı normatif değer vurgulanıyor ve 20. yüzyılda modernist
düşüncenin devrim ideali üzerinde yarattığı olumsuz etkiye karşın, devrimin
siyasal ufukta her daim var olması gerçeğinin altı çiziliyor.
Bu makalenin
ardından ise Daniel Bensaïd, Devrimler: Haşmetli ve Dingin ve Sessiz
başlıklı çalışmada tam da sözünü ettiğimiz bu olumsuz etkiyi masaya yatırıyor.
Devrim fikrinin günümüz toplumlarında ve entelektüellerinde nasıl anlaşıldığını
eleştirel bir gözle değerlendiren Bensaïd, devrimin gereklilik olmaktan çıkarak
bir arzu nesnesi odağına indirgendiği tespitini yapmakta. Ona göre mitsel
olaylar olarak devrimler sınırsız bir mekânda kaybolurken, onların anılmaları,
yeniden icatlarını imkânsız kılacak şekilde, zamansal perspektifin sonsuz bir
idari şimdiki-zamana sıkıştırılmışlığı içerisinde gerçekleştiriliyor. Kavramın
kökeninde yatan belirlenimcilik-olumsallık gerilimine de dikkat çeken Bensaïd,
devrimci özlemlerin bugün artık gerçek birer dönüşüm çağrısı olmaktan çıkıp
estetize ve romantik birer arzu ifadesine dönüşmüş olduğunu söylüyor. Ama onun
için devrim en azından kavram düzeyinde hala güncelliğini koruyan bir mesele.
Bu güncelliğe dikkat
çeken iki çalışmayı Bensaïd’in yazısının devamına koymayı uygun gördük. Bahsi
geçen makalelerden ilki Saime Tuğrul’un Devrim İçin Ölmek yazısı. Bu
çalışmada Tuğrul, modern siyasal düşüncenin dinî söz dağarcığından devşirdiği
şehitlik kavramını da vurgulayarak, devrimin kutsallaştırılması ve devrimci
şiddet konularına eğiliyor. “Zavallıları kurtarmak” adına arzulanan devrimci
şiddetin, bu amaç doğrultusunda her türlü kolektif şiddeti
meşrulaştırabildiğine dikkat çeken makale, gerek Batı’da gerekse Batı dışı
dünyada siyasal ve toplumsal dönüşüm çabalarının şiddet eylemleri ile ifade
edildiği günümüzde, şiddetsiz bir devrimin düşünülebilir olup olmadığı sorusunu
kendimize sormamıza yol açıyor.
Şiddetin
gerekliliğiyle ilgili soruya ilginç bir yönden yaklaşan Sophie Wahnich’in Terör
ve Terörizm yazısı ise, terör dönemine anakronik bir biçimde yönelen hakim
okumaya karşı bir itirazı dile getirmekte. Özellikle 2001 sonrası dönemde
ABD’de yükselen terör ve teröre karşı savaş söylemleri ve Fransız devriminin
terör döneminin de bu söylemler içerisinde anıştırılması karşısında Wahnich,
18. yüzyılın terör dönemi ile 21. yüzyılda karşılaşılan terör arasında yüzeysel
bir analoji kurulmasına itiraz ederek, Amerika örneğindeki siyaset-insan
kavrayışının terörün algılanışı ve ona verilen tepkilerin değerlendirilmesi
bakımından can alıcı bir önemi olduğu gerçeğinin altını çiziyor.
Bu bölümün son
makalesi Esin Hamdi Dinçer tarafından kaleme alındı. Umut Dolu “Şimdi”nin
Kaynağı: Hannah Arendt Düşüncesinde Devrim adını taşıyor. Yazara göre
Arendt, devrimi insanlık durumu için özgürlüğün sürekli hale gelebileceği bir
yaşamın anahtarı olarak görüyor. Devrimle özgürlük arasındaki olumlu bağ
cumhuriyetçi devrimlerin kayıp mirasının karakteristiği olan konsey
uygulamasıyla da yakından ilgili. Dinçer çalışmasında Arendtçi devrim
tahayyülünün oluşum vehçeleri ve yöntemsel dayanaklarını ortaya koyarken
Benjamin’in “şimdiki zaman” ile Heidegger’in “burada ve şimdi” kategorilerini
de tartışmaya dahil etmekte.
Derginin ikinci
bölümünü Amerikan Devrimine ayırdık. Ahu Tunçel’in bölümle aynı adı taşıyan
çalışması Amerikan devriminin dünya devrimler ailesi içerisindeki istisnai
konumunu analiz etmeyi amaçlamakta. Tunçel, Arendt ve Tocqueville gibi
düşünürlerle Federalist yazarlarına yaptığı yoğun atıflarla bahsi geçen
devrimin niteliği ve modern siyasete olan etkisini ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Özgürlük ve çoğulculuk temelli siyasal demokrasi taleplerinin yaygınlaşması,
özelikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan Devriminin yeniden
yorumlanmasına yol açmış durumda. Tunçel’in çalışması bu yorumlama çabasının
ulaştığı noktayı gözler önüne seren bir dizi ilgi çekici tespit ve analizi de
içerisinde barındırıyor.
Devrimler I’in
bölümü Fransız Devrimi üzerine yazıları içermekte. Modern devrim kavramının
arketipi kuşkusuz Fransız Devrimi’dir. Her ne kadar 18. yüzyıl sonuna
gelindiğinde kavram ‘döngüsellik’ anlamından zaten sıyrılmış ve İngiliz
Devrimi’nden beri önemli siyasal kalkışmalar için kullanılmaya başlamışsa da,
ilerici bir kitlesel hareketin yarattığı toplumsal, siyasal ve kültürel kopuş
olarak devrim kavramının ilk ve en klasik örneği olarak Fransız Devrimi’ni
görmek yanlış olmaz. Fransız Devrimi’ni kendisinden önceki toplumsal ve siyasal
değişimlerden ve çağdaşı olan Amerikan Devrimi’nden ayıran unsurların başında
devrimin olaysallık iddiası gelir. Gerçekten de Fransız devrimcileri, 1789 ve sonrasındaki
gelişmeleri tarihselliği kesen veya tarihi yeniden başlatan bir olay olarak
görüyorlardı. Kendisi tarih-dışı bir başlangıç noktası olan devrimin, yeni bir
tarihsellik yarattığı düşünülüyor ve bu zaman algısı yürürlüğe konulan yeni
Cumhuriyet takvimi ile ifadesini buluyordu. Öte yandan evrensel aklın dünya
üzerindeki egemenliğine giden ilk adım olarak devrim, kendi profanlığını
gölgede bırakacak bir şekilde kutsallaştırılmakta ve sıklıkla aşkınsal düzeyde
işleyen bir söylem içerisinde ifade edilebilmekteydi.
Çalışmamızda
devrimin bu iki karakterini iki ayrı makalede ele alıyoruz. Metinlerden ilkini
David Ciavatta’nın Mutlak Özgürlük Olayı: Hegel’in Fransız Devrimi ve
Cumhuriyet Takvimi Yorumu başlıklı çalışması oluşturuyor. Burada David
Ciavatta, aklın evrensel ilkelerini tikele uygulamayı amaçlayan Fransız
Devriminin Hegel tarafından nasıl yorumlandığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
Devrimin kendisini her türlü tikel unsurdan bağımsız bir tarih-dışı ‘olay’
olarak kurulma çabası ile devrimin tarihsel-toplumsal koşullanışı ve bu
koşulları akılcılaştırma yolundaki devrimci eylemler arasındaki gerilime dikkat
çekilen makalede, bu gerilim özellikle Cumhuriyet Takvimi girişimi üzerinden
inceleniyor. Ciavatta, Fransız devrimcilerinin zamanı akılcı ve tikellikten
arınmış bir biçimde ifade etme çabalarının nasıl tikelci bir yoruma yol açtığı
olgusunu Hegel’in yorumu üzerinden takip ediyor ve olumsallıktan arınmış bir
düzen yaratma yönündeki devrimci hevesin neden başarısızlığa mahkûm olduğunu
sorusuna yanıt aramaya çalışıyor.
Kutsal Dağ ve
Fransız Devrimi başlıklı çalışmada ise Ronald Schechter, daha önce Saime
Tuğrul’un değindiği bir konuyu, kutsallık ile devrim arasındaki ilişkiyi, bu
kez Fransız Devrimi özelinde arşiv kayıtları üzerinden inceliyor. Parlamento
Arşivleri’ndeki kayıtlardan yola çıkarak, kutsallıkla çevrelenmiş Ancient
Régime’in yerine laik bir kamusallık kurma iddiasındaki devrimin, aktörleri
tarafından nasıl aynı kutsal dil içerisinde ifade edilip anlaşıldığını bize
gösteriyor Schechter. Makale özellikle Fransız parlamentosunda Jirondenlerin
muhalif hizbini ifade eden “dağ” ve “dağlılar” kavramlarının nasıl
kutsallaştırıldığını pek çok arşiv kaydı üzerinden gözler önüne seriyor. Bu
çalışmasıyla Schechter, modern siyasal düşüncenin teolojik kökenlerinin hep
hatırda tutulması gerektiğini bir kere daha hatırlatıyor bizlere. Ayrıca makale
Fransız Devrimi’nin dini olandan dünyevi olana geçilen an olarak tasavvur eden
popüler ön kabulleri sorgulamaya davet ediyor.
Bu sayıda Fransız
Devrimiyle ilgili kaleme alınmış bir sonraki çalışma Ateş Uslu’ya ait. Uslu,
adları Fransız Devrimi ile özdeşleşen bir kulübü ve onun kaynaklık ettiği
hareketi, Jakobenizm’i irdeliyor. İlgili makale, Jakobenleri Fransız Devrimi
yıllarındaki tarihsel bağlama atıfla sorunsallaştırmakta. Yazara göre
jakobenizmi anlamak sosyalizme ve Kemalizm’e dair pek çok tartışmayı yeniden
ele almaya yardımcı olabilecek nitelikte bir siyasi düşünme derinliği
sağlamakta izleyicisine.
Devrimler I’de
yer alan Fransız devrimi konulu son çalışma ise devrimin Britanya’daki
düşünürler arasında yarattığı yankılara odaklanmakta. Devrim ertesinde Thomas
Paine ve Mary Wollstonecraft gibi isimlerin yazdığı devrimi övücü eserler ve
özellikle Edmund Burke’ün devrime yönelttiği eleştiriler ülkemizde iyi
bilinmektedir. Ancak bu iki cephe dışında kalan çevrelerde, özellikle Jeremy
Bentham gibi İngiliz faydacılarının devrime yaklaşımları üzerinde pek de fazla
durulmamış bir konu. Philip Schofield, Jeremy Bentham ve İngiliz
Düşüncesi’nde Fransız Devrimi’ne Tepkiler başlıklı çalışmasında tam da bu
meseleyi irdeliyor ve Bentham özelinde devrimin nasıl algılandığını, dönemin
diğer düşünürleri ve hizipleri ile karşılaştırmalı bir biçimde inceliyor.
Tüm bu çalışmaların
sunulmasının ardında, okuyucuların devrim kavramına ilişkin berrak bir kavrayışa
sahip olmalarını sağlamak gibi bir beklenti veya arzu yok elbette. Ancak devrim
kavramı çevresinde kümelenen sorunsalların genişliğine ve derinliğine ilişkin
bir fikri okuyuculara verebilirsek ve literatürdeki tartışmalara bu bağlamda
bir katkı sunabilirsek çalışma amacına ulaşmış sayılacaktır. Devrimler I
ve Devrimler II sayılarının bu bakımdan amacına ulaşmasını umut
ediyoruz.
Armağan
Öztürk