Batı’nın zihinsel, kültürel ve toplumsal gelişimiyle yakından ilgili olan “melodram”, Hollywood sineması ve diğer ülke sinemalarını etkilemiş güçlü bir tarzdır. Acı ve gözyaşına dayalı bu duygu ortaklığından Türk sineması payını fazlasıyla almıştır. Melodram üzerine düşünüldüğünde öncelikle acının büyük bir değer ve kabul görmesi, en basit toplumsal ilişkilerde dahi “acının yüceltilmesi” olgusuyla sıklıkla karşılaşırız. Öyle ki acı olmadan talihin yüzümüze gülmeyeceği, aşka ve hakikate hiçbir zaman erişilemeyeceği düşüncesine sıklıkla kapılırız. “Melodramlar mı hayatımızı melodramlaştırmakta?” yoksa “melodrama yatkın bir yaşama ve düşünme biçimimiz olduğu için mi” bu duygu kalıpları filmlere bu şekilde aktarılmaktadır.
Özellikle 60’lı yıllarda doruk noktasına ulaşan yapım sayısıyla Yeşilçam’ın “hep aynı filmi seyrettirdiği” duygusunun altında yatan kültürel ve zihinsel gerekçeler nelerdir? Genelde “tutucu, durgun ve hareketsiz bir yapı” olduğu ileri sürülen Türkiye’nin kültürel yapılanmasına, büyük oranda sinema yoluyla enjekte edilen modern aktarımlar, bu tekrar duygusunu sürekli hissettiren atıl bir yapı içinde işlenmiştir.
Batı’da toplumsal değişimlere bağlı olarak ilerleyen melodramın, Yeşilçam sinemasındaki görünümü nasıldır? Tercih edilen kalıpların tekrarına dayalı olarak sürdürülen bir sanat anlayışında, salt sinema filminin değil; yapımcının, dağıtımcının, yönetmenin, senaristin ve izleyici kitlesinin payı nedir?
Bu çalışma öncelikle bir zihniyet tarihi
okumasıdır. Yeşilçam sinemasına nostaljik bir dönem gözüyle bakmak yerine,
hatırı sayılır derecede film çekilmiş bir zaman diliminin (1960’lar) belli
başlı örneklerini inceleyerek, melodram kavramı çerçevesinde geçmişe ve
geleceğe kültürel antropoloji, tarih, kimlik, zihniyet ve yaratıcılık
unsurlarıyla bir yorumlama denemesidir.
- Yazar: Dilek Tunalı
- Kitabın Başlığı: Melodram: Hollywood’dan Yeşilçam’a Acının Yüceltilmesi
- Yayına Hazırlayanlar: Taşkın Takış, Ufuk Coşkun
- Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 398; Sinema Dizisi - 7
- Basım Bilgileri: 2. Basım: Ekim 2023 (1. Basım: Aşina Kitaplar, 2006)
- Sayfa Sayısı: 368
- ISBN: 978-625-8123-56-2
- Boyutları: 13,5 x 21
Önsöz
İkinci Basıma Önsöz
Giriş
1. Bölüm: Avrupa’da ve Hollywood’da Melodram
Avrupa’da Melodramın Oluşum ve Gelişim Koşulları
Melodramın Duygu Evreni ve Filmlere Freudcu Yaklaşım
Hollywood Aile Melodramı ve Douglas
Sirk Örneği
2. Bölüm: Türk Sinemasına Kaynaklık
Eden Sözlü ve Yazılı Anlatı Geleneklerinin Kültür ve Zihniyet Özellikleri
İslâmi/İslâm dışı Etkiler
Tanzimat, Modernite ve Çifte Gerçeklik Çerçevesinde Roman,
Tiyatro, Karakterler, Temalar
Modernliğin Doğusu, Kültürel Seçme, Değişen Biçim, Statik İçerik
3. Bölüm: Türk Sinemasında Melodram
Geleneğinin Kültür, Zihniyet ve
Yaratıcılık Açısından Çözümlenmesi
Başlangıcından 60’lı Yıllara Kadar Melodram Eğilimi
60’lı Yılların Türk Melodram Sinemasında Belirleyici Olan Kültür,
Zihniyet ve Yaratıcılık Özellikleri
Örnek Filmler ve Kültürel, Estetik ve Toplumsal Değerlendirme
Sonuç
Kaynakça
Önsöz
Türkiye, yaşamın tüm alanlarında bir zihniyet devriminin zorunlu
olduğu bir dönemden geçmektedir. Toplumun bir kısmı bunun bilincindedir ancak
bunun nasıl gerçekleştirileceği konusunda tereddüt içindedir. Bu toplumun tüm
bireyleri 21. yüzyılda, bu yüzyılın gereklerine uygun bir şekilde
yaşayamamaktadırlar. Türkiye’de yaşayan insanlar zihinsel açıdan bize göre
14.-21. yüzyıllar arasında bir yerlerde yaşamaktadırlar. Ülke insanlarının
henüz yarısı bile kültürel/zihinsel açıdan 21. yüzyılda yaşamamaktadır.
Bu çalışma da bu türden soruların ışığı altında
şekillenmiştir. Modern toplumlara özgü melodramlarla, Modern olmayan toplumlara
özgü melodramlar arasındaki benzerlikler ve farklılıkların nedeni nedir? Bu
nedenler tarihsel midir, kültürel/zihinsel midir, toplumsal, politik ya da
ahlâki midir vb.? Bir başka deyişle Türkiye artık sinema, televizyon ve daha
genelinde kitle iletişim alanlarında klasikleşmiş araştırma biçim ve türlerini
terk ederek daha üst düzeyde bir araştırma ve inceleme aşamasına geçmek
durumundadır. Bir başka deyişle akademik araştırmalar bağlamında da bir
zihniyet devriminin yapılması gerektiği açıktır. Aksi takdirde geleneksel
toplumlardaki gibi, geleneksel çözümleme yöntemlerine mahkûm olmuş bir akademik
dünyanın yeni bir şeyler söylemesi ve ortaya koyması mümkün olmayacaktır.
*
Yazar, bu çalışmada işe önce melodramın tarihî kökenlerini
araştırmakla başlamakta daha sonra sinemaya geçmektedir. Özellikle Amerika’da
üretilen melodramların en önemlilerinden birkaçını ele alarak bunlardaki
içerik, öz, konu, biçim, estetik üzerinde durmakta ve bu filmlerin nasıl bir
kafa yapısı ya da zihniyetin ürünü olduklarını araştırmaktadır. Daha sonra
Yeşilçam melodramlarıyla karşılaştırdığı bu melodramlardaki temel özellik
farklılıklarının doğrudan toplumlar arasındaki kültür/zihniyet farklılığından
kaynaklandığı görülmektedir. Örneğin Amerikan sineması tarafından üretilen
melodramlarda, dramatik unsurların az çok rasyonel denilebilecek bir açıklaması
yapılırken Türkiye’de üretilenlerde böyle bir nedensellikle karşılaşmanın ya
olanaksız ya da istisnai olduğu görülmektedir. Bir başka deyişle Amerikan
Sineması gerçekten yaşanmış bir olayı anlatırken gerçekte olduğu gibi değil de
sinemadaki dramatik yapının zorunlu kıldığı bir mantıksal çerçeve içine
oturtmak durumunda kalmaktadır. Aksi takdirde rasyonel bir eğitim ve öğretim
sürecinden geçmiş olan Amerikan ya da modern toplum seyircisi filmin öyküsünün
bir mantığı olmadığını düşünecektir zira seyirci oraya gerçek yaşamı görmeye
değil bir öykü izlemeye gelmektedir. Dolayısıyla da öykünün, öykü mantığına
uygun bir şekilde anlatılması gerekmektedir. Bir başka deyişle gerçek yaşamda
insanlar gerçekten absürd denilebilecek türden inanılmaz trajik olayların
kahramanları olsa da o insanların alınyazıları başka yerdeki kadar anlaşılmaz
ve açıklanmaz olsa da bu türden olayların seyirciye aktarılmasında bir mantık,
akıl yürütme biçimi olmak durumundadır. Oysa Yeşilçam’ın hemen hiçbir zaman
böyle bir sorunu olmamıştır. Gerçek yaşama ait daha çok alın yazısıyla ilgili
öyküleri yaşanmış oldukları biçimden daha da katmerli hale getirerek modern
toplumlarda karşımıza çıkan öykü ya da dramatizasyon mantığından bir o kadar
uzaklaşmışlardır. Bir başka deyişle Hollywood melodramlarındaki
dramatik içerik sunumunun mantıksal açıdan tam tersi denilebilecek bir içerik
sunumu söz konusudur. Birinciler mantık dışı görünen olaylara anlatım açısından
mantıksal bir görünüm kazandırmaya çalışırlarken, ikinciler mantık dışı görünen
olayları anlatım açısından daha da mantık dışı hale getirmektedirler. Bunun da
zihniyetle ilgili bir yaklaşım olduğunu yadsıyabilmek mümkün değildir.
Yazar burada farklı zihniyetlerin farklı
dramatik yapılar ürettiklerini söylemeye çalışmaktan çok, özellikle Yeşilçam
tarafında senaryo yazar ve yönetmenleri az çok modern bir eğitim sürecinden
geçerek, akılcı bir kafa yapısına sahip olsalar bile filmlerinin öykülerini Hollywood’da olduğu gibi akılcı bir
dramatik yapı anlayışı üzerine değil, seyircinin potansiyel kültür birikimi ya
da (Modern anlamdaki) birikimsizliği üzerine kurduklarını göstermektedir.
Burada önemli olan Hollywood’daki gibi seyirciyi hem entelektüel hem de
estetik ve duygusal açıdan yakalamak değildir. Tam tersine Yeşilçam açısından
önemli olan seyircinin yalnızca duygusal açıdan yakalanmasıdır. Bu öykülerdeki
entelektüel düzeyin (Barthes’tan esinlenerek) sıfır derecesi dolaylarında
bulunduğu söylenebilir. Diğer yandan senaryo yazarı ve yönetmenlerinin genel
kültür düzeyinin düşüklüğü Amerikan sinemasında olduğu gibi filmleri
biçim/içerik diyalektiğine sahip olmaktan alıkoymaktadır. Yeşilçam filmleri bir
anlamda biçim/içerik diyalektiğinden yoksun olan filmlerdir. İstisnalar hariç
bunları estetik ve dramatik açıdan film müsveddeleri olarak görebilmek
mümkündür. Burada müsvedde sözcüğünü olumsuz anlamda almaktan çok, tıpkı ilk
kez bir şeyin resmini yapmaya çalışıp da başarılı olamayan küçük bir çocuk
misali bu filmlerin de (eğer melodram modern toplumlara özgü bir anlatım
türüyse) melodrama benzemeye çalışıp da benzeyemedikleri söylenebilir. İnsanı
yanıltan nokta, entelektüel açıdan toplumun büyük çoğunluğunun en az yazar ve
yönetmen kadar zayıf olduğu bir tarihsel süreç içinde bu filmlerin bir kısmının
gerçekleştirdikleri ticari başarıdır. Üreticiler açısından asıl önemli nokta
budur. Dolayısıyla bu kişiler ortaya gerçek anlamda bir film konulmasının
peşinde değildirler. Bu filmlerin seyircisi içinse entelektüel ve estetik
boyutun bir önemi yoktur. Öyleyse filme, öyküye, oyuncuya, müziğe, sese benzer
bir şeylerin olması Türkiye’de seyircinin genelde bunu bir ‘film’ olarak kabul
etmesi için yeterlidir.
Bu metin insanın kafasında önceki paragraflarda
yer alan düşüncelerin oluşmasına yol açmaktadır. Belki de metni okuduktan sonra
Türkiye’de sözcüğün gerçek anlamında melodram yapılmamış olduğu ve asıl şimdi
aslına yakışır melodramlar üretilebileceği söylenebilir.
Çalışmanın yazarı Türkiye’de sinemaya ya da
sinematografik türlere yepyeni bir perspektiften bakılabileceğini çok güzel bir
şekilde anlatmaktadır. Böyle bir çalışma yapmak için sinema ve sinema tarihinin
dışına çıkmak, toplum, kültür, zihniyet tarihleri, sosyal antropoloji, etnoloji
vb. disiplinlerle ilgilenerek, onlardan yararlanmak gerektiği apaçık ortadadır.
Bu da ülkemizdeki akademik sinema ve sanat çalışmalarına önemli bir katkıda
bulunmak demekir. Sinemayı yalnızca sinemaya ilişkin bilgilerle açıklama dönemi
sona ermiştir. Bundan böyle kuramsal çalışmalar bu anlayışın ötesine geçmeyi
beceren insanlar tarafından gerçekleştirilecektir. Batı’dan Doğu’ya, Hollywood’dan Yeşilçam’a Melodram bu türden çalışmaların
ilk örneklerinden biridir. Umarız hem yazar gerisini getirir hem de bu türden
çalışmalara özlem duyanlar kendisinden yararlanır, esinlenir.
Oğuz
Adanır
İzmir, Eylül 2006
İkinci Basıma Önsöz
Bu kitabın yazıldığı ve ilk basımının yapıldığı günden bu yana on
altı yıl geçmiş. Ancak melodramın güncelliğinden ve hâlâ her türlü biçime sızma
yeteneğinden hiçbir şey kaybolmamış. Hattâ yeni türlere, türler ötesine ve post
yapılara dijitalleşen yeni biçimlerle birlikte girdiğini ve orada kendine yeni
yerler edindiğini görebiliyoruz.
Bu on altı yıllık süreç boyunca devam eden
araştırmalar, yapılan çeviriler, medyatik türler, popüler filmler ve dizilerin
takibi ile zihniyet ve düşünüş biçimlerinde melodramatik olanın sınırlarını
giderek genişlettiğine ve sadece sinemasal türlerin içine sızma ve sinemasal türlerin
şeklini almaktan öteye gittiğine tanık olduk. 2006 yılında bakışımızı
sosyolojik ve felsefi olduğu oranda kültürel antropolojik ve zihinsel olana da
yoğun bir şekilde çevirmiştik. Bugün bakıldığında bu türden bir izleği takip
ettiğimiz için yanılmadığımızı anlıyoruz. Zihniyet tekrarları, tekrar
kabiliyeti ve tüm bunların yaratıcılık üzerindeki etkileri melodramların bu
denli fazla rağbet görmesinin nedenlerini de açıklıyor. Var olanın, tutulanın,
beğenilenin benzerlerinin melodram kalıpları çerçevesinde yinelenmesini
getiriyor.
Konuya geniş bir açıdan baktığımızda melodram
sadece imkânsız aşklardan, sonu faciayla ya da mutlu sonla biten hikâyelerden
çok daha fazlasını içeriyor. Melodram tezatlıkların yaratıldığı ilişki
biçimlerinin, farklı kültürel dinamiklerin, aşağıdakilerin ve yukarıdakilerin,
hor görülenlerin, biat edenlerin ve edilenlerin, mazlumların bu dünyada ve öbür
dünyada ahlarının alındığı yerde durur. İşte bu spritüal atmosferden gerek
edebiyattaki Dantevari betimlerin filmlere aktığı görsel düzenlemelere, gerekse
içerik bazında üstü örtülü ya da açık biçimlerle de olsa Peter Brooks’un
kitabında çokça yer verdiği moral okült’e Batı’dan ve Doğu’dan iliştirilen
yapısıyla melodram daima bu dünyada bile bir öte dünya vaadiyle yaklaşır seyirciye.
Batı’da mezarda sonlanan hayat, doğuda (Bülent Oran’ın tabiriyle) öte dünyada
buluşma vesilesidir ve seyirci sinema salonundan ağlayarak da olsa mutlu bir
şekilde ayrılır.
Doğu’nun ve Batı’nın melodramatik yapısı
birbirinden farklıdır. Bu farkı yaratan zihinsel ve kültürel etmenlerdir.
Fransız Devrimi ve Aydınlanma düşüncesi ile birlikte ilk kez mélo-drame
adının zikredilmesi, yeni toplum düzeni, burjuva dünyasının bir manifesto
olarak aristokrasiye karşı kendi biçimini yükseltmeye çalıştığı bu yapı yavaş
yavaş “duygulu drama”dan, “evcil tragedya”dan “melodram”a doğru evrilir. Sanayi
Devrimi ve sonrasında popülerleşen bir biçim olarak öncelikle tiyatro ve
romanda daha sonraları ise gotik bir estetik ve dinsel dinamiklerle birlikte ve
tabii ki Amerikan püritenizmiyle harmanlanarak ilk filmlerin çerçevesini
belirlemeye başlar. Nasıl ki burjuva dünyası, aristokratik eğilimi kendi
anlayışına indirgeyerek tragedyanın sonsuz biçimini sonlu ve gündelik bir
anlayışa çevirmiştir, Yeşilçam da Hollywood’un ve Batı formunun biçim
ve içeriğini kendi kültür ve zihniyet dünyasında yeniden yaratır. Bunu
yaratırken de aktarılan tüm arkaik bilgiyi, seyirliği, alışkanlıkları ve tekrar
kabiliyetini bu modernist biçimin içine yerleştirir. Böylece Tanzimat ve
öncesinden gelen biçimler bir şekilde melodram filmlerin içinde yerini alır.
Tüm bu yapının içinde el yordamıyla da olsa birtakım klişelerin ötesine
geçilerek örneğin Vesikalı Yarim, Ah Güzel İstanbul ve Sevmek
Zamanı gibi çalışmalara da imza atılmıştır. Fakat özellikle 60’lı yıllar
çoğunlukla birbirini tekrar eden motifler ve seriler üzerinedir ve 70’li
yıllarda bu yapı arabeske dönüşecektir.
Melodram sığ gibi görünmesine karşın derin bir
konudur. Robert Phillip Kolker sinemada modernizmin melodram üzerinden
yükseldiğini, melodram olmasaydı modernist sinemanın da olamayacağını belirtir.
Örneğin Michelangelo Antonioni’nin Batan Güneş, Macera ve Gece
filmlerinde melodram bozumunun varoluşçu bir felsefeyle tamamlandığını söyler.
Günümüz dünyasında birçok yönetmen melodramın yapısını
bozarak yeni estetik biçimlere ulaşmaya çalışmışlardır. Lars von Trier
özellikle Dalgaları Aşmak ve Karanlıkta Dans filmlerinde
melodrama ters köşe yaptırır. Pedro Almodóvar bir kitsch estetik olarak
melodramı filmlerinde kullanır, bunlar arasında en akılda kalanı Sinir
Krizinin Eşiğindeki Kadınlar’dır. Rainer Werner Fassbinder, Douglas Sirk’ün
All That Heaven Allows’unu, (Cennetin İzin Verdiği Her şey) Korku
Ruhu Kemirir filminde Brechtiyen bir biçime odaklar. Çağan Irmak melodramı
modernleştirir ancak eski ustalarından devraldığı usülleri bu yeni biçimde
kullanır. Zeki Demirkubuz Masumiyet ve Kader’de melodramı
parçalar ve yeniden kurar. Bu kez bu kurgunun içine Mecnun’un hikâyesini de
dâhil eder.
Uzakdoğu’da ise Kim Ki-Duk Pietà, Yaz,
İlkbahar-Yaz-Sonbahar-Kış-İlkbahar gibi filmlerle, Won Kar-Wai Aşk
Zamanı (In the Mood of Love) ile kültürden doğan bir estetik biçimle
melodramı yeniden yapılandırır.
Melodram bitmez. Melodram belli başlı düşünme
biçimlerinin, tekrarların, hazır kalıpların ürünüdür. Ancak de-melodram
örnekler aracılığıyla yeni bir estetiğe ulaşılabileceğinin de altını çizer.
Dilek Tunalı
Ocak 2022, İzmir
Dilek Tunalı
İzmir doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV ve Fotoğrafçılık Bölümünden mezun oldu. Yüksek Lisans (1998) ve Doktora derecelerini (2005) gene aynı kurumdan aldı. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü Yazarlık Ana sanat dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Sinema-İdeoloji-Politika, Sinema Neyi Anlatır, Directory of Cinema: Turkey, Medya ve Mizah, Saygı, SineMasaL-İdeoloji, SineMasaL Yeni ve SineMasaL-Melodram ortak kitaplarında makaleleri bulunmaktadır. Hakemli ve hakemsiz pek çok dergide Türk sinemasını ve Dünya Sinemasını sosyoloji, kültürel antropoloji ve felsefe ile analiz ettiği yazıları vardır. 1994 yılında Orhon Murat Arıburnu Sinema Ödülleri’nden senaryo dalında bir jüri özel ödülü bir de ikincilik derecesi bulunmaktadır. Ayrıca Naif (2006), Senaryocu (2006), İzmir’den Sinema Notları (2010), Öbür Dağ (2018) isimli belgesellerinin yanısıra İzmir’in eski sinemalarından olan Yıldız Sineması hakkındaki sözlü tarih çalışmasını “Yıldız Sineması: Hatırlıyorum” (2021) başlığıyla uzun metrajlı bir belge film haline getirmiştir.