Akdeniz’e kıyısı olan tüm halkların korsanlıkla ilgili uzun bir tarihi vardır. Bu tarihle ilgili de çok sayıda kitap… J.-M. Sestier, Akdeniz merkezinde korsanlık ve denizcilik tarihi ile ilgilenen okurların gözden kaçırmaması gereken bir çalışmayı kaleme alıyor. Antikçağ’da yazılan metinler arasından yüzlercesini belirleyip, bunlara modern araştırmacıların metinlerinde yakaladığı ilginç verileri de ekleyerek Akdeniz’e özgü nitelikli bir korsanlar ve korsanlık tarihini ortaya çıkarıyor. Bin yıldan çok daha uzun bir süre korsanlığın tüm Akdeniz’de niçin saygın bir meslek olarak kabul gördüğünü ve bu zihniyete Roma’nın ne zaman ve nasıl son verdiğini derinlemesine açıklıyor. Sonunda korsanlığı yasa dışı bir eylem olarak kabul eden Roma gerçekleştirdiği zihniyet değişikliği sayesinde Akdeniz’in yüzyıllar boyunca sakin, huzurlu bir denize dönüşmesini sağlamıştır. Böylelikle dünyanın bu coğrafyasında ticaret, kültür-zihniyet alanında çok hızlı bir gelişme yaşanmış, refah da artmıştır.
Bu yarı masalsı yarı gerçek görünüme sahip bir denizin tarihinde özellikle Ege Denizi ve Akdeniz bölgesiyle ilgili ilginç veriler yer almaktadır. Altın Post, Korsan prenslerin adası Samos, Sakız, Marsilya’ya göç eden Foçalılar, Didim’in karşısındaki bir adada korsanlara esir düşen Julius Sezar, muhteşem korsan kadırgaları, Kilikya olarak anılan Toroslardaki korsan, eşkıya yuvaları ve sıra dışı daha pek çok olayın yaşandığı bu coğrafyanın geçmişi hakkında bize şaşırtıcı bilgiler sunuyor. Korsanların Akdeniz’de hiç bitmeyen yolculuğu, deniz imparatorlukları, kıyı ve koylardaki amansız hâkimiyet mücadeleleri, savaşlar, esirler, köle ticareti ve ganimet peşinde koşan sayısız maceraperest… Tarih ile denizciliği buluşturan herkesin merakla okuyacağı bir kitap.
lsa da Machiavelli kendi politik düşüncelerini İtalya sahnesindeki durum üzerinden okurlarına sunuyor.
- Yazar: J.-M. Sestier
- Kitabın Başlığı: Antikçağ'da Korsanlık
- Fransızca Özgün Metin: La piraterie dans l’antiquité
- Çeviren: Oğuz Adanır [Fransızca]
- Yayına Hazırlayan: Ufuk Coşkun
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 191; Tarih Dizisi - 23
- Basım Bilgileri: 1. Basım: Ekim 2017
- Sayfa Sayısı: 234
- ISBN: 978-975-2410-81-7
- Boyutları: 13,5 x 21
- Kapak Resmi: Ulysses mozaikleri, Bardo Müzesi.
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ
Antikçağ tarihi belki de anlaşılması en güç tarihtir. Yüzlerce
belki de binlerce aşiretin henüz uluslaşmayı doğru dürüst başaramadıkları bir
dönemde hiç bitmeyen savaşlar, ittifaklar, ihanetler, düşmanlıklar, özetle
sayısız olay okuyucu açısından içinden çıkılması oldukça güç bir öykülemeye
neden olur. Aşiretlerin genellikle birbirlerine denk ya da yakın güçlere sahip
olması bu zorluğun başta gelen nedenleri arasındadır.
Oysa olayları bir kenara bırakacak olursak bu
tarihin hiç de karmaşık bir görünüm arz etmediğini ve oldukça basit temel duygu
ve düşünceler üstüne oturduğunu görürüz.
Bu tarihle ilgilenen bir okuyucunun soracağı
belki de ilk soru Antikçağ’da toplumların neden şiddete bu kadar eğilimli
olduklarıdır. Çoğunluğu zihinsel olarak pek gelişmemiş bu toplumların
yaşantısının doğaya yakın bir görünüme sahip olduğu söylenebilir. Bu insanlar
doğadaki hayvanlar gibi güçlü olanın haklılığını kabul ederler. Zayıf olan
boyun eğmek durumundadır aksi halde yok edilebilir.
Güç demek bir bakıma meydan okuma demektir.
Meydan okumak ise rakibini küçümsemek hattâ yok saymaktır. Oysa meydan okumak
daha büyük bir meydan okumaya yol açar. Böyle bir süreç ise genellikle
hayvanlar gibi şiddete başvurularak noktalanır.
Antikçağ insanı için meydan okuyup, gücünü
kanıtlamak bir itibar, prestij sorunudur. Daha doğrusu itibar, prestij bu
toplumların temel yaşam ilkeleri olarak nitelendirilebilir. Bu duyguları
içselleştiren ve onlara tapan biri itibarını, prestijini yitirdiğinde
genellikle ölmesi gerektiğini düşünür, çoğu kez de bunu gerçekleştirir. İşte bu
yüzden antikçağın başlarında esir alınıp köle olarak hayatta tutulmak bu duygu
ve değerlere inanan biri için ölmekten çok daha kötü ve tahammül edilmez bir
duruma düşmek demektir. Kölenin efendisi konumunda bulunan insan kölesinin
yaşamının, yazgısının iki dudağı arasında olduğunu bilir, oysa onu öldürmesi
durumunda bu eylem kölesini adam yerine koyduğu ve itibarını iade ettiği
anlamına gelecektir. Bu şerefli ölüm kölenin kendi atalarının yanına saygın
biri olarak gitmesini sağlayacağı için köle sahibi yaşamasına izin verip her
gün kahrından ölmesini yeğleyerek onu aşağılar. Bu toplumlarda günümüzdekine
benzer bir ölüm kavramı olmadığından ölüme mahkûm edilen kişi yok olup
gideceğine değil, yaşamın devamı olarak gördüğü ölüm aşamasında atalarının
yanında var olmayı sürdüreceğine inanır.
Öte yandan başlangıçta değerli köleler fidye
karşılığı özgürlüklerine kavuşabilirlerdi. Aslında bu da oldukça aşağılayıcı
bir davranıştı. Esir ya da köle yaşamak için yaşamından fazlası olarak kabul
edilen maddi bir ödeme yapardı. Esir ya da kölenin bu aşağılayıcı değiş tokuşu
kabul etmesinin belki de en önemli nedeni bu süreci bir gün tersine çevirerek
kendisini rezil eden, küçük düşürenleri aynı konuma düşürebilme umuduydu.
Savaş, kahramanlık, kurnazlık vb. ile elde
edilen itibar, prestij çevreye saçıp savurmayı zorunlu kılardı. Lüks tutkusu,
gösteriş gibi duygular bu süreci tamamlardı. Zira büyüklük, yani veren el olmak
çevresindeki insanları alan el konumuna düşürmek ve onlardan üstün olduğunu
kabul ettirmek anlamına gelirdi. Bu üstünlüğün araçları lüks saraylar,
konutlar, eşyalar, ziynetler, köleler, hizmetçiler vb. idi. Özetle bu metin
Mauss’un “Armağan Kuramının” kanıtlanmasına hizmet eden önemli çalışmalardan
biridir. Başka bir ifadeyle bu metin bir bakıma tüm insanlığın sahip olduğu
temel ortak niteliklerin Antikçağ Akdeniz toplumlarında görülen versiyonu
gibidir.
Bu çok özel araştırma yukarıda yapılan “Armağan
kültürüne” yönelik açıklamaların uygulamalı karşılığını sunan bir öyküye
benziyor. Akdeniz ve Akdeniz kıyılarında binlerce yıl süren deniz üstünde ve
karadaki toplumsal yaşamı anlatıyor. Antikçağ’a ait belki de en önemli
konulardan biri olan deniz ve denizcilik ya da korsan ve korsanlıktan hareketle
bu çağ tarihinin görece çok daha kolay bir şekilde anlaşılmasını sağlıyor.
Örneğin, bin yıldan çok daha uzun bir süre korsanlığın tüm Akdeniz’de nasıl ve
neden saygın bir meslek olarak kabul gördüğünü ve bu zihniyete Roma’nın ne zaman, neden ve nasıl bir son verdiğini derinlemesine
açıklıyor. Sonunda korsanlığı yasa dışı, ahlâksızca bir eylem olarak kabul eden
Roma gerçekleştirdiği zihniyet değişikliği sayesinde Akdeniz’in
yüzyıllar boyunca sakin, huzurlu bir denize dönüşmesini sağlar. Böylelikle
dünyanın bu coğrafyasında ticaret, refah, kültür-zihniyet vb. alanlarında çok
hızlı bir gelişme görülür.
Bu sıradışı metnin yazarı J.-M. Sestier
inanılmaz bir araştırma yapmış. Antikçağ’da yazılan metinler arasından
yüzlercesini belirleyip, bunlara modern araştırmacıların metinlerinde
yakaladığı ilginç verileri de ekleyerek Akdeniz’e özgü çok nitelikli bir
korsanlar ve korsanlık tarihi oluşturmuş.
Bu yarı masalsı yarı gerçek görünüme sahip
öyküde özellikle Ege Denizi ve Akdeniz bölgesiyle ilgili çok ilginç veriler
var. Altın Post, Korsan prenslerin adası Samos, Sakız, Marsilya’ya göç eden Foçalılar, Didim’in karşısındaki bir adada korsanlara esir düşen Julius
Caesar, muhteşem korsan kadırgaları, Kilikya olarak anılan Toroslardaki korsan, eşkıya yuvaları ve sıradışı
daha pek çok olayın yaşandığı bu coğrayanın geçmişi hakkında bize çok şaşırtıcı
bilgiler sunuyor.
(Tarih, deniz ve macerayı seven herkesin merak
ve zevkle okuyacağı bir kitap.)
Oğuz
Adanır,
Temmuz 2017, İzmir
GİRİŞ
Antikçağ’da Akdeniz ülkelerinde yaşayan tüm ilkel toplumlar
korsanlık yapmıştır. Dolayısıyla ilk başlangıç noktasından itibaren denizci
ulusları ele alıp, incelemek ve başlarına gelenleri, yazgılarını adım adım
izlemek gerekir. Çünkü ancak bu şekilde korsanlığın değişik özelliklerini
ilginç bir şekilde bir araya getirmek, nedenlerini araştırmak ve yüzyıllar
boyunca insanlığın gelişmesine koşut bir şekilde tanıklık ettiği muazzam
olayların etkisi altında uğradığı dönüşümleri açıklayabilmek mümkün olacaktır.
Başlangıçta korsanlık toplumsal yaşamın doğal
bir parçasına benzer. Bu nokta üstünde ısrarla duracak ve ilkel uygarlık üstüne
gerçekleştirilen bir incelemenin yardımıyla denizci Antikçağ halkları için
korsanlığın hayatta kalabilmek amacıyla başvurmak zorunda kaldıkları bir
zorunluluk olduğunu söyleyeceğiz. İlkel aşiretler karınlarını doyurabilmek
amacıyla karada gerçekleştirdikleri savaşlara benzer bir şekilde denizde
korsanlığa başladılar. O dönemde insan hakları olarak nitelendirilebilecek
hiçbir nosyon yoktu ve her küçük ulus diğerlerini dışladığı ölçüde hayatta
kalabiliyordu. Bu yüzden komşunun bir tür av olarak görülen toprakları ve
mallarının gerek şiddet gerekse kurnazlıkla ele geçirilmesi yasal ve şerefli
bir eylem olarak kabul edilirdi.
Bütün bu tarihöncesi dönemde korsanlık
kesinlikle kabul görmüş bir meslektir.
Mitoloji ve kahramanlar dönemine ait en
güvenilir efsaneler Akdeniz’de korsanlığın ilk denizcilerle birlikte ortaya
çıktığını kanıtlıyor. Tarih de bu olguyu doğrulayacaktır, zira Antikçağ’ın en
büyük yazarlarının yapıtları kaçırma, şiddet, yağma öyküleriyle başlar.
Akdeniz sahillerinde yaşayan tüm halklar
tarihlerinin ilk başlangıcında genellikle gerçekleştirdikleri akınlar ya da
daha sınırlı düzeyde kalmakla birlikte maceraya yelken açarak korsanlık
yapmışlardır. Bu deniz maceralarının az da olsa insanlığa yararlı olduğu
söylenebilir, zira yazarların kahraman kişiliklere dönüştürdükleri bu
maceraperestler bilinen dünyanın sınırlarını genişletirken, aynı zamanda tüm
Akdeniz havzasında değişik ülkelere ait malları alıp satan tüccarlara
dönüştükleri gibi yazı, kültler ve Doğu sanatlarının yaygınlaşmasını
sağlamışlardır.
Değişik ırklar Akdeniz’in çevresine iyice
yerleşip uluslar halinde örgütlendiklerinde kendi aralarında savaşarak Deniz
İmparatorluğu olarak adlandırılan denizde üstünlüğü ele geçirmeye
çalışmışlardır. Hepsi bu üstünlüğü sırayla ele geçirmiş ve bu üstünlükten aynı
şekilde yararlanmışlardır. Antik Yunan uygarlığının en gelişmiş ve olgun
döneminde, Atinalı bir politika yazarı, Deniz İmparatorluğunu “herhangi bir
karşı saldırı korkusu olmadan yabancı devletlere saldırma ve yağmalama
avantajına sahip olmak” şeklinde tanımlamıştı.
Bu halklar arası korsanlık olayları Antikçağ’da
görülen en önemli savaş nedenleri arasındadır.
Tarih bize aralarında anlaşıp, ittifak yaparak
kendilerinden daha güçsüz devletler ya da ulusça çok nefret edilen düşman
ırklara karşı yüzyıllar boyunca sürdürülen korsanlık eylemlerinden söz
etmektedir.
Kartaca’yı yenip Antikçağ’ın en güçlü donanmasını yok eden ve
yerine yenisini koyma gereksinimi duymayan Roma, korsanlığın karakter değiştirmesine neden olmuştur. O
tarihten sonra korsanlık denizdeki şiddetli çekişmenin sonucu ve somut
karşılığı olmaktan çıktığı gibi, artık hiçbir ittifak ya da dostluk
anlaşmasıyla birbirlerine bağlı olmayan Devletlerin sürdürdüğü yasal ve
uygulanan bir saldırı biçimi olmaktan da çıkarak tam bir eşkıyalığa
dönüşmüştür. O dönemde korsanlığın bir ulusu yoktur. Bu daha çok tüm yenilen
asilerin yenenden intikam almaları türünden bir şeydir. Bu herhangi bir kolluk
gücünün denetimi altında olmayan denizi kendilerine ait bir yere
dönüştürenlerin üstünde hüküm sürüp başarı ve kazanç elde ettikleri bir intikam
düzenidir.
Bu dönemde akıl almaz servetlere ve çok büyük
bir güce sahip olan korsanlar kentleri, kaleleri ve silâh depoları olan bir tür
haydutlar cumhuriyeti kurmuşlardı.
Belli bir süre boyunca Roma halkı sivil ve yabancı ülkelerle yapılan savaşlardan çok
korsanlıkla ilgilenmiştir. Gerçekten de her aile bu felaketin kurbanı olmuş, en
soylu yurttaşlar utanç verici bir biçimde bu korsanların eline düşmüştür. Bu
maceralar tiyatro sahnesi ve konuşma sanatı okullarında da dile getirilmiştir.
Eski dünya öyle bir ahlâki çöküş sürecine girmiş, Roma Cumhuriyeti öylesine yoksullaşmıştı ki tüm Akdeniz havzasının
her yerindeki yöneticilerin hepsi hem korsanlık yapmışlar hem de zorla haraç
almışlardır. Bununla birlikte İtalya sıkı bir abluka altına alınınca sonunda
yönetim açlıktan kıvranan Roma’nın haydutlar koalisyonunu yıkması için hızla önlemler almaya
karar verdi. Pompeius ve emrindekiler korsanlığa bir son vermenin yanısıra bu
korkunç felaketi önlemek amacıyla güttükleri zekice politikalar sayesinde
birkaç yılda elde edecekleri zaferlerden çok daha fazlasını elde ettiler.
Korsanlık olayları Caesar’ın öldürülmesinden
sonra yeniden hortladı. Pompeius’un oğlu Mithridates’in eskiden yaptığı gibi
korsanlığı yeniden örgütleyerek kendi amaçları doğrultusunda kullandı. Başka
hiçbir dönemde korsanlık böylesine güçlü bir askerî niteliğe sahip olmamıştır.
Ünlü Agrippa’nın yardımıyla, Augustus, tehlikelerle dolu çetin bir savaştan sonra bu gücü
tamamıyla alt etmeyi başarmıştır.
İmparatorluk döneminde eyaletlerin iyi
yönetilmesi, halkların refahı, imparatorların yaptıkları iyilikler ve
cömertlikler bütün eski çağlar boyunca Akdeniz’i istila eden eşkıyalık
biçimlerinin yeniden hortlamasını engellemiştir. Gerçekten de tarih,
İmparatorluğun en uzak sınırlarında gerçekleşen, ancak kısa sürede engellenip,
denizcilerin güvenliğini ve özgürlüğünü hiçbir şekilde tehdit edemeyen tek tük
korsanlık olaylarından söz etmektedir.
İstilalar sırasında korsanlık ilkel
dönemlerdeki özellikleriyle yeniden hortlayacaktır. Barbarlar Avrupa’ya geldiklerinde
Fenikeliler, Yunanlılar ve Kartacalılar gibi davranacaklardır. Uçsuz bucaksız
İmparatorluk topraklarına yayılıp Roma’nın gücünü sarsan anarşik olaylardan yararlanarak muazzam
zararlar vereceklerdir. Ancak iktidarın yeniden güçlü ellere geçmesiyle
birlikte Barbarlar denizlerde dolanmaya cesaret edemeyeceklerdir.
İmparatorluğun merkezini istilacıların tehdit ettiği denizin girişine taşıyan
Büyük Konstantin önlerini kesecek ve ardılları yüzyıllar boyunca donanmalarının
ve ordularının gücüyle birlikte politika ve yasalarının da yardımıyla aynı
görevi sürdüreceklerdir.
Yağma, şiddet ve eşkıyalıkla yaşamaya alışan bu
Barbarlar, içerdiği tanrısal ahlâk anlayışı, başkalarının malları ve
özgürlüğüne saygı duyan öğretisiyle ortaya çıkan Hıristiyanlık sayesinde
dönüşmüş ve uygarlaşmışlardır.
Akdeniz ülkelerindeki korsanlık tarihini
Konstantin dönemiyle noktalıyorum, zira Konstantin’den sonrasına değinilmesi
durumunda ancak Hıristiyanlara karşı fanatik ve amansız bir düşmanlık besleyen
Arap ve yeni ırklara mensup diğer Müslümanların Avrupa’da ortaya çıkarak etrafa
dehşet salmaları ve yakıp yıkmalarını içerirse gerçekten ilginç bir niteliğe
sahip olabilir. [Bu tarih ise ancak şanlı Fransız bayrağının zaferle Akdeniz
sahillerinin en önemli korsan yatağı olan Cezayir kentinin kale duvarlarına
dikilmesiyle bitebilir.]