• Fransa'da Türklerin Tarihi

Fransa'da Türklerin Tarihi

  • 160,00 TL
  • 112,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

1965 Fransa-Türkiye göç antlaşmalarından bu yana Fransa’daki altı yüz bini geçen Türk göçmenleri ve aileleri pek de tanınan bir topluluk değildi. Yakın zamanlardaki siyasi gelişmeler, ilk kuşağın Fransız vatandaşı olan çocuklarının “farklı” yetişkinler gibi sahneye çıkmaları Fransız toplumuna yeni bir görünürlük kazandırdı.

Göçlerle birlikte Türklerin Fransa’da yarım yüzyılı geçen varlığı, kalabalık yaşanan bölgeler dışında dikkat çekici bir unsur değildi. İkinci ve üçüncü kuşakların bu tabloya katılmalarıyla birlikte Fransız devleti ve toplumu süreç içinde sorgulanmaya başladı. İç evlilikler, ailevi şirketler, gettolaşan mahalleler, zaman içinde gitgide büyüyen ibadet yerleri ve dernekler, “uyum sağlama” konusunda birtakım direnişleri beraberinde getirdi. Fransız doğan gençler siyasi ve tarihsel konularda Türkiye bahsi açıldığında ve aşırı tepki verdiklerinde dikkatler zaman içinde Türklere yöneldi.

Bu kitap, Fransa’da bu konuyla ilgili ilk kapsamlı çalışmadır. Ségolène Débarre ve Gaye Petek Türklerin Fransa’daki sosyolojik, toplumsal, kültürel yerlerini anlatırken birçok özel güzergâhı, insan hikâyelerini kaleme almakta ve Türk okuru için de “ötekileşmenin” bir örneğini sunmaktadırlar. Yabancı bir ülkeye adım atıldığında karşılaşılan zorluklar, dil öğrenme güçlükleri, maddi kaygılar ve derin yurt özlemi birçok gurbet hikâyesini ortak bir noktada buluşturmaktadır.


  • Yazarlar: Ségolène Débarre & Gaye Petek
  • Kitabın Başlığı: Fransa'da Türklerin Tarihi: 60'lardan Günümüze Türkiye'den Fransa'ya Göçler
  • Fransızca Özgün Metin: Histoire des Turcs en France
  • Fransızcadan Çeviren: Erkan Ataçay
  • Yayına Hazırlayan: M. Nergis Ataçay
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 336; Tarih- 43
  • Basım Bilgileri: 1. Basım: Ocak 2022
  • Sayfa Sayısı: 213
  • ISBN: 978-625-7030-93-9
  • Boyutları: 13,5 x 21
  • Kapak Resmi: Abidin Dino, Yüzyıl: Bekir Akbaş Koleksiyonu’nda Bir Seçki, Ankara, 2013 (Galeri Nev’in izniyle).


Önsöz

Giriş


Göç ve Yalnızlık Zamanı

Köyden Ayrılmak

        Fransa-Türkiye Göç Antlaşması

Fransa’da İstihdam Sektörleri ve Bölgeleri

        İstihdam Dayanışması ve Kaçak Göç

“Bekâr” Hayatı

        İkamet Etmek, Organize Olmak

        Yönünü Bulmak

        Bilgi Edinmek, Kendini Savunmak

        Yerleşmek, İrtibatta Kalmak, Eğlenmek

Ailelerin Birleşmesi

Bir Hayalin Sonu?

        Kavuşmak

        Denge Bozucu Bir Evrende İlk Adımlar

        Çocuk Sahibi Olmak

        Kendi İzini Bulmak, Fransızca Öğrenmek

        Burada Yabancı; Orada “Alaman”

Derneklerin Yükselişi

Yerel Derneklerden Uluslararası Ağlara

        İşçi Derneklerinin Yükselişi

        Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Etkisi

        Türk-İslâmcı Hareketlerin Etkisi

Sol Siyaset ve Laik Dernekler

        Sığınma İsteyenlerin Artışı ve Etkisi

        Laik Dernekler

Dernekleşme Hareketi ve Azınlık Kimlikleri

        Kürt Dernekleşme Hareketi

        Alevi Dernekleri

        Süryani-Keldani Dernekleri

“Fransız” Olmak veya Olmamak

Kimliğin Korunması ve Kültürleşmeye Direnç

        İkinci Kuşağın Evlilikleri

        Vatandaşlık Almak

İki Kültürlü Çocuklar ve Gençler

Entegrasyon Okulunda Türk Kökenli Çocuklar

        Türk Dili Öğrenimi

        Sürüp Giden Bir Okul Başarısızlığı

        Cinsiyete Göre Değişen Eğitim Yörüngeleri

        Öğrenim Desteği Araçları

Mirası Devam Ettirmek mi, Kendine Bir Kader Çizmek mi?

        İşgücü Piyasasına Katılmak

        Türkiye ile Bağı Muhafaza Etmek

        Vatandaş Olmak ve Siyasete Atılmak

AKP’nin Renklerinde Bir “Diaspora”?

Ankara’nın Yurtdışındaki Niyetleri

        Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Katılımı

        Ermeni Soykırımının Tanınması

        “Diaspora Biçiminde Örgütlenmek”

        Seçimlerden Beklenilenler

        “Asimile Olmadan Entegre Olmak”

        Strasbourg, Göz Konulan Kent

        “Türk Vatanseverlerin” Artan Görünürlüğü

“Diasporanın” Öteki Yüzü

Sonuç: Gurbet Zamanı Sona mı Erdi?

Ekler

Ek 1: Fransız Usulü Entegrasyonu Tanımlamak

Ek 2: Cumhuriyetçi Uyum Sağlama Kontratı (CIR)

Ek 3: Cumhuriyetçi Uyum Sağlama Kontratını İmzalayan Türkler

Ek 4: Türklerin Fransız Vatandaşlığı Alması


Konuyla İlgili Birkaç Okuma Tavsiyesi

Filmler

Önsöz

 

Okuyucuya, bu kitabı okumaya başlamadan bir açıklama yap­mak gerekiyor. Bu yapıt, 1960’lı yılların göç antlaşmalarıyla başlar: her ne kadar Türklerin büyük çoğunluğu, Fransa’ya bu dönemden itibaren (ekonomik ve siyasi nedenlerle) gelmişse de, Fransa’daki Türk varlığının daha uzun bir geçmişi vardır. Paris, 19. yüzyılda Osmanlı seçkinlerini, ardından da 20. yüzyılın ilk yarısında çoğu Fransızca bilen Türk burjuvazisini kendine çeker. Bunların bir kısmı eğitim görmek ve Türkiye’nin siyasi çalkantılarından kurtulmak için birkaç yıl kalırken, bir kısmı da siyasi, entelektüel, sanatsal ve hattâ duygusal nedenlerle uzun süreliğine yerleşir.

Eksiksizlik aranmaksızın, 19. yüzyılın ortasında, Tanzimat Dönemi’nde öğrencilerin gelişini, her açıdan olmasa da buna örnek verebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu her ne kadar Avrupa bilimine ve teknolojilerine ilgi duysa da bu öğrencilerin çoğu eğitim için gelmiş genç askerlerdir. İlk burslu grubu, geçirecekleri ilk yıllardaki giderlerini karşılayacak olan Hüsrev Paşa himayesinde 1830 yılında Paris’e gönderilir. 1834 yılından itibaren, bu himaye, yerini bir devlet politikasına bırakır: yurtdışına gönderilen öğrencilerin masraflarını Osmanlı yönetimi üstlenir ve 1857’de, Paris’te bu öğrencilerin eğitim alması için bir Osmanlı İmparatorluğu okulu, Mekteb-i Osmanî kurulur.

Sultan II. Abdülhamid hükümdarlığı döneminde (1876-1909), bursluların yerini, bazı siyasi muhalifler alır. “Jön Türkler” adı altında biraraya gelen ve Fransız Devrimi’nin ideallerinden etkilenmiş bu muhalifler, 1890 yılında Paris’e sürgün giderler. 1895 yılında Paris’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurarlar ve 1902’de Osmanlı Liberalleri Kongresi’ni düzenlerler; bu kongre 1907’de Osmanlı İmparatorluğu Muhalefet Partileri Kongresi’ne dönüşür ve 1908 devrimini hazırlar.

Sanatsal amaçlarla Fransa başkentine yerleşenler de vardır: 19. yüzyılın ikinci yarısında, Şeker Ahmet Paşa (1841-1907), Osman Hamdi Bey (1842-1910) veya Halil Paşa (1857-1939) gibi genç Osmanlı ressamları, Gustave Boulanger ve Jean- Léon Gérome’un atölyelerinde çalışırlar. Bunlar arasında en ünlüsü Osman Hamdi Bey, Paris’e 1860 yılında 18 yaşındayken hukuk eğitimi için gönderilir ama o, günlerini sanatını icra etmeye harcar; İstanbul’a dönmeden önce 1869 yılında evlenir ve sonra 1882 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ni kurar. Kendi talebi üzerine, sekiz yıl kalacağı Fransa başkentine gönderilen Halil Paşa, Fransız izlenimciliğinden etkilenmiş ilk Türk ressam olacaktır. Türklerin oluşturduğu ilk Paris resim ekolünün bu sanatçılarını, 1940 ve 1950’li yıllarda, Türklerin oluşturduğu ikinci Paris resim ekolünün temsilcileri olacak başka bir ressam kuşağı takip eder. Bunlardan bazıları, 1936’dan 1949’a İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde ders vermiş olan ve kuşkusuz “sanatın başkentine” hayran olmalarının vesilesi olmuş Fransız ressam Léopold Lévy’nin (1882-1966) derslerini takip etmişlerdir. Bunlar arasında, 1940 yılında Paris’e temelli yerleşen Fikret Mualla (1903-1969) ve Picasso’nun, şair Aragon ve Nazım Hikmet’in arkadaşı büyük entelektüel Abidin Dino’yu sayabiliriz.

Fransa’nın ve özellikle de sanat şehri Paris’in cezbettiği bu sanat otoriteleri, 1940’lı yılların sonundan itibaren Paris’e gel­meyi seçen siyasi sürgünlerle dostluk bağları kurarlar. Söz konusu olan, özellikle, kısa bir süre sonra gitgide daha sıkı bir biçimde Amerikan antikomünizmine yakınlaşan bir Türkiye’nin çalkantılarından kaçan komünist üyelerdir. Bazıları Türk vatandaşlığından çıkarılacak ve çoğu tüm yaşamını sürgünde geçirecektir. 1971 askerî darbesinden sonra Fransa’ya başka bir siyasi sürgün dalgası başlayacak, bu sefer geleneksel ve aşırı soldan siyasi üyeler ile özgürlükçü hareketlere katılmış Kürtler gelecekler ve ülkelerindeki insan hakları ihlallerini herkese duyurmak için harekete geçeceklerdir. Çoğu, ilerleyen sayfalarda bahsedeceğimiz 1980 darbesinden sonra tekrar gelmek üzere ülkelerine geri dönecektir. Bazıları daha önce Türkiye’nin prestijli Fransız okullarında öğrenim görmüş, üniversite mensupları, yazarlar, sinemacılar, tiyatro yönetmenleri veya gazeteciler de Fransa’ya yerleşmeyi seçeceklerdir. Kesin olarak yerleşmenin kökeninde bazen karma evlilikler olacaktır. Bu entelektüellerden çoğu, Fransa’da Türk sanatını ve edebiyatını tanıtmak ve beğendirmek için birlikte çalışacak, bazıları da bilim alanında veya beşeri bilimlerde üniversitelerin araştırma ekiplerine gireceklerdir. Tarihçi, sosyolog ve siyaset bilimci olan başka bir grup ise, Osmanlı’dan bugüne Türkiye tarihinin tanıtılmasına katkıda bulunacaklardır.

Bu insanların neredeyse hepsinin geçmişte Fransa’ya karşı bir ilgisi olmuştur ve bu ülkede ister geçici ister kalıcı olarak bulunmuş olsun, hepsi ülkeyle, yaşam biçimiyle, değerleriyle ve kültürüyle bütünleşmiştir. Belki de bunun içindir ki çoğu “görünmez” olmuşlardır.

Şu durumda, Fransa’daki bu Türk varlığının, kendine özgülükleriyle bu kitabın hacmini aşan uzun bir tarihi vardır. Kısa da olsa bu önsöz, bizim bu eserde ayrıntılı bir biçimde ele alacağımız daha kitlesel olan iş göçünün bir parçası olmayan çok sayıdaki kişinin hakkını teslim etmek için bir fırsattır.

 

 

 

Giriş

 

Türk işçilerinin, güçlü bir ekonomik büyümenin yaşandığı Otuz Şanlı Yıl’ın (Trente Glorieuses, 1946-1973) son göç dönemine denk düşen Fransa’ya gelişleri, başlangıçta, 1965 yılında iki ülke arasında yapılan bir antlaşma çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bir iş sözleşmesi kapsamında bu ilk gelenlere, Türkiye’de kalmış aileleri (eşleri ve çocukları), kaçak işçiler ve Türkiye’deki baskıdan kaçan sığınmacılar da eklenmiştir. Fransa’nın büyük kentlerinde (Lyon, Strasbourg, Paris) veya kırsal bölgelerinde (Corrèze veya Limousin) büyüyen bu çocuklar, bugün artık ebeveyn olmuşlardır. Çoğu, çifte vatandaştır (Fransız ve Türk) ve ebeveynlerinin doğup büyüdüğü yerle güçlü duygusal bağları vardır. Bu kitapta, kimi zaman “Türk göçmenlerin çocukları” kimi zaman da, “Franko-Türkler” (bu, üzerinde bir süre durup düşünmemiz gereken bir ifadedir) olarak nitelendirileceklerdir.

“Türk” sözcüğü, bağlama göre dar veya geniş çeşitli anlamlara bürünebilir; kimi zaman kendi çeşitlilikleri içinde Türkiye kökenlileri yani kültürel aidiyeti ne olursa olsun, bu devletin uyruklarının bütününü ifade edebilirken kimi zaman da Türk dilinin kullanımını ve Sünni mezhebine aidiyeti içeren daha sınırlı bir kültürel veya “etnik” (Türk) bir kimliği gösterebilir. “Franko-Türk terimi, iki kutup arasında gidip gelir: bir yanda, hukuki anlamda, çifte vatandaşları yani iki ülkenin de vatandaşlığına sahip uyrukları; diğer yanda ise, kültürel anlamda Türk göçmenlerinin, çift aidiyetli ve genelde Fransızca ve Türkçe olmak üzere iki dil konuşan çocuklarını niteler. Bu terim, bu eserde yerine göre bu iki anlamda da kullanılacaktır.

Türk Dışişleri Bakanlığı’na göre, 5.5 milyonu Batı Avrupa’da olmak üzere, 6 milyondan fazla uyruklusu Türkiye dışında yaşıyor. Geriye kalan 500.000, Kuzey Amerika, Avustralya, Asya ve Ortadoğu’ya dağılmış durumda. Türk nüfusu özellikle Almanya’da yoğunlaşmış durumda; tahminler 2.5 ile 4.4 milyon kişi arasında değişmektedir ve Türkiye kökenliler ile çocuklarının (en az bir ebeveyni Türk olan) Alman nüfusunun yüzde 5’ine yaklaştığı tahmin ediliyor; bu oran, tahminî rakamların, göçmenler ve onların çocukları da katılırsa 600.000 civarında olduğu Fransa’nın çok üstündedir. Fransa, mutlak değer olarak en yüksek Türk nüfusuna sahip ikinci ülke ama bu, oransal olarak çok daha düşük bir rakama denk düşüyor, zira Türk nüfusu toplam nüfusun yüzde 1’ini oluşturuyor. Bu durum, Fransa’daki Türk nüfusunun, yüksek olmasına rağmen, neden Türk varlığının toplam nüfusun daha yüksek bir kısmını teşkil ettiği Hollanda, Avusturya veya Belçika gibi küçük ülkelerde olduğundan daha az göze çarptığını kısmen açıklıyor. Buna bir de, Fransa’daki Türk kökenli nüfusun, eski Kuzey Afrika kolonilerinden gelenlerin kısmen gölgesinde kalmasını da eklemek gerekir. Gerçekten de ortak bilinçte, Türkler, genelde Müslüman olduklarından, Mağripli göçmenlerle karıştırılırlar, (Arapça konuşmamalarına ve yalnızca Sünni olmamalarına rağmen). Bu sıfatla, onlara takılmış bazı lakapların altında yatan oryantalist ve yabancı düşmanı mirasın külfetini çekerler: “Türk kafası” (tête de Turc), 19. yüzyılda, fuarlarda ve panayırlardaki, gücü ölçmek için olabildiğince kuvvetli bir biçimde yumruk atılan sarıklı bir kafadır. Bu ifade, daha sonraları, günah keçisi veya şamar oğlanı anlamlarında da kullanılagelmiştir. Sömürge geçmişinin olmayışı; çatışmalı bir geçmişin mirası hınçların aktarılmasını kuşkusuz engellemiş ama aynı zamanda, iki ülkeden de azımsanmayacak sayıdaki seçkin ayrı tutulursa, birbirini tanımayı sınırlamıştır.

Fransa’daki Türk varlığı, elli yıldan beri önemli ölçüde dönüşmüştür: zenginleşmiş, çeşitlenmiş ama başlangıçtan beri, Türkiye’de var olan kültürel ve dinsel çeşitliliğin bir yansıması olarak hiç tek biçimli olmamıştır. İlkokula giden ve askerlik görevini ülkeden ayrılmadan önce yapmış olan herkes, Türkçeye hâkim olsa da, Milli Eğitim’den dışlanan ve uzun süre yasak olan Kürtçenin kullanımı da yaygındır. Bazı azınlık dilleri de (veya bazı diyalektler), Avrupa’da yeniden ilgi görür ve kullanılır. Bu dilsel çeşitliliğe bir de dinsel çeşitlilik eklenir: Hanefi mezhebinden Sünni İslâm Türkiye’de çoğunlukta olsa da, yurtdışında diğerlerinden farklı bir konuma sahip değildir ve azınlıktaki inanışlar ve dinî yapılar da ibadetlerini ve dinî törenlerini yerine getirmek için kendilerine elverişli bir alan bulurlar. Bu özellikle, Şii inanışının ilkelerini İslâm öncesi inanışlarla birleştiren Aleviler için böyledir. Bu durum, göç tarihinin bir parçası olan Hıristiyan (Ermeniler, Süryani-Keldaniler, Rumlar…) ve Yahudi azınlık nüfuslar için de geçerlidir. Fransa’ya bu Türk göçündeki çokluğu, bu çokluğun dinsel, siyasi (kurulu düzene bağlı olanlar, muhalifler veya özgürlükçüler) ve coğrafi açıdan yansıması olan kültürel, siyasi ve ideolojik mozaiği mümkün olduğunca doğru ve hakkaniyetli bir biçimde ortaya koymaya çalışacağız. Fransız kurumlarının, özellikle sığınmacı kabulünde veya istatistiksel araştırmalarda ulusal kökenlere öncelik verdiğini ve bu yüzden, grupların iç çeşitliliğini maskelemek eğiliminde olduğunu belirtmeliyiz. Bu çeşitliliği vurgulamak için kitapta “etnik gruba” (yani kültürel ve dinî aidiyete) referanslara yer verilecek olsa da bu referanslar, karşımıza görmezden gelinmemesi gereken kimi zorluklar çıkarır; başta Türkiye ve Fransa olmak üzere pek çok ülke, etnik istatistiğe ve kabaca yapılan tahminlerin sonucu olan sayısallaştırmaya (örneğin, Fransa veya Türkiye’de Alevilerin veya Kürtlerin sayısı) izin vermez. Ayrıca bu kimlikler, illâ da bu kimliklere sahip toplulukların aidiyet hissini yansıtmaz; çünkü bu topluluklar çoğu zaman bir yığın aidiyetlik içinde yüzer, bazılarının içinde kapalı kalmazlar.

Okuyucu burada, bir yanda uzun bir saha deneyiminin, diğer yanda da akademik bir araştırmanın meyvesi olan iki kişilik bir inceleme bulacaktır. Göç tarihi, tekil yörüngelere özgü bir olgu olduğundan, bu kitaba, güzergâhların zenginliğini ve çeşitliliğini daha iyi anlamaya olanak sağlayan kişisel portreler ve mektuplar eklemenin iyi olacağını düşündük.

 

Ségolène Débarre

Ségolène Débarre, Paris I Panthéon-Sorbonne Üniversitesi coğrafya bölümünde ve Géographie-Cités (Coğrafya-Kentler) araştırma merkezinde öğretim üye­sidir. Paris INALCO’da (Doğu Dilleri Üniversitesi) Türkiye coğrafyası üzerine dersler vermiştir. Ségolène Débarre’ın uzmanlık alanı coğrafyanın tarihî epis­temolojisi ve Türkiye ile Fransa arasında göç akımlarıdır.

Gaye Petek

Paris Sorbonne Üniversitesi’nde Fransız edebiyatı ve sosyal bilimler eğitiminden sonra büyük bir Fransız sivil toplum örgütünde Türk işçilerini karşılamakla ve bilgilendirmekle görevli oldu. Birleşmiş Milletler Yüksek İltica Komiserliği’nde (UNHCR) Paris bürosu görevlisi oldu. 1984’te ELELE derneğini kurdu ve yirmi beş yıl yönetti. Paris INALCO’da on beş yıl boyunca “Türk Akımları ve Geleneksel Toplum” adlı bir ders verdi. Fransız devletinin resmî kurumlarında yer aldı: Kentler Ulusal Konseyi –Laiklik Komisyonu; Başbakanlığa Bağlı Yüksek Uyum Kurulu; Ulusal Göç Tarihi Müzesi yönetim kurulu üyesi oldu. Alan araştırmaları yanısıra, araştırma dergileri için Türk göçmenleri ve Türk kadınları üzerine yazılar yazdı. Fransa Türkleri: Aile Albümleri kitabını derledi. Özdemir Asaf’ın şiirlerini Fransızcaya çevirdi.