Doğu Batı Sayı 40: Antik Dünya Bilgeliği
- 150,00 TL
-
112,50 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
- Genel Yayın Yönetmeni: Taşkın Takış
- Onursal Kurucuları: Halil İnalcık, Şerif Mardin
- Yayın Kurulu: Oğuz Adanır, Ali Akay, Simten Coşar, Özcan Doğan, Kurtuluş Kayalı, Armağan Öztürk, Özgür Taburoğlu, Ali Utku, Aytaç Yıldız
- Dergi Başlığı: Antik Dünya Bilgeliği
- Dönem: Şubat, Mart, Nisan 2007 [Yıl 10, Sayı: 40]
- Basım Bilgisi: 2. Basım: Kasım 2023 / 1. Basım: Nisan 2007
- Sayfa Sayısı: 279
- ISSN: 1303-7242
- Barkod: 9771303724405
- Boyutları: 16,5 x 24 cm
TAKDİM
Ertuğrul R. Turan
Küskün Tanrılar, Uykusuz Ozanlar, İsimsiz Acılar
BAB
İlker Aytürk
Eyüp: Soğuğa Açılan Kapı
HERMES & HERAKLEITOS
Caner Işık
Eski Dünyanın Kadim Bilgesi Hermes
John Burnet
Efesli Herakleitos
ANTİK DÜNYA BİLGELİĞİ
Sema Önal
Hikmet (Bilgelik) Üstüne
Bedia Demiriş
Antik Çağda Dil ve Gramer
Erman Gören
Antik Çağ Destan Geleneğinde Ruh ve Öte Dünya
Turhan Kaçar
Pax Romana’nın Gölgesinde İkinci Sofistler Dönemi ve Bir Sofistin Kaleminden Roma İmparatorluğu
Oktay Taftalı
Sofist Bilgeliğin “Empirist” Dayanakları Üzerine
C. Akça Ataç
Britanya için İmparatorluk Dersleri: Sparta ve Atina
MİTOLOJİ
Turhan Yörükân
Aphrodite’nin Yunan ve Roma Mitolojisine Dâhil Edilmesiyle Oluşan “Syncretic” Bütünleşme
DOĞU
John Tait
Mısır’ın Bilgeliği: Klasik Görüşler
N. K. Devaraja
Öz ve Özgürlük: Vedāntik ve Fenomenolojik Görüşler
Kemal Bakır
Konfüçyüs, Bilgelik ve Eğitim
KENZ
Haşim Koç
XVII. Yüzyılın Ortasında Osmanlı Coğrafyası’ndan Antik Dönemlere Bir Bakış: Kâtip Çelebi’nin Eserlerinden Seçmeler
MİNERVA’NIN BAYKUŞU
Düşüncelerin, çoğu zaman bizimle birlikte ileri doğru
akıp giden bir yaşam dilimine ortak olduklarını sanırız. Oysa geçmişin yüksek
değerlerden oluşan ilk yaprakları, tüm zamanların önünde bir son ütopya olarak
durmaktadır.
Antik dünyayı sona ermiş bir altın çağ
olarak tahayyül edemeyiz. İnsanlık yürümeyi ilk defa antik dünyada öğrenirken,
gidilebilecek en son noktada, yani akıl, adalet, erdem, özgürlük ve bilgelik kelimeleri
etrafında mucizevî yapılar inşa etti. Ve bütün bir Akdeniz havzası, Yakın
Doğu ve Mezopotamya kültürü, Yunan ve Roma klasikleri, Yahudilik, Hıristiyanlık
ve İslâm dinleri, Doğu felsefeleri bu soylu yapıların mimarı oldular.
Antik dünya son derece basit bir ruhu
temsil ediyordu. Tüm varlıklar basit ama son derece dingin bir hayatın içinde
yer alıyorlardı. Bu dönemde her davranış köklü bir ikame demekti ve eylemlerin
ödüllendirici ve cezalandırıcı karşılıkları bulunmaktaydı. Hiçbir şeye sahip
olmayan insan önce kendi ‘varlık’ını taşımasını öğrendi ve sonra doğanın dilini
duyular yoluyla çözmesini öğrendi. Aynı gökyüzünü temaşa eden insanlık, gökyüzünün
berraklığında sevgiyi, siyah bir tüle boyanışında korkuyu gördü. İnsanlar, gözlerini
açtıklarında hayretlerini gizleyemeyecekleri bir genişlik ve tazelik elde
ettiler. Kasırgalar koptuğunda, fırtınalar dindiğinde tabiatın bir dev gibi uyanışını
gördüler. Rüzgârların alçalıp yükselen çizgilerini seyre daldılar. Öfkeyi
yıldırımların şiddetinden çıkardılar. Yıldızların yanıp sönüşünde, gündüz ile
gecenin yer değiştirişinde hikmeti aradılar. Aşağı âlemde, toprağın ve
uykunun sessizliğine kapıldılar. Ölümün soğukluğunu tattılar. Canlıların nefes
alıp verişindeki ahenge kapıldılar. Uzun bir vakit, ormanlarda, derin kuytularda
vahşiler gibi gezindikten sonra birbirlerini aramaya koyuldular. Hanelerini
kurdular. Ve sonra çoğaldılar. Nehirleri, ırmakları belli edip, hudutları
çizdiler. Ölçüyü ve sayıları buldular. Doğanın çıkardığı her seste harfleri keşfettiler
ve onları yan yana dizdiklerinde, harflerin tamamında sözün sırrına erdiler. Şiirle
bunları terennüm ettiler. Ve taklit buradan doğdu. Doğayı taklit ederken, renkleri
kavuşturdular, eşyaları boyadılar, süslenmeyi öğrendiler. Sabit bir noktaya baktıklarında
irkildiler, yüzlerinde derin bir yakarış, acı bir dua gezindi. İradelerini,
evreni küçük bir noktaya getirinceye dek beklettiler, terbiye ettiler. Üst hakikat,
varlıkların özünü keşfetmekti. Hakikati sonsuz boşluktan çıkardılar. Varlık
da yokluk da birdi, iyi ile kötü eşti. Her şey bir bütündü, kutuplar sonradan doğdu.
Yeryüzü ile gökyüzü arasına bir duvar çekildi, merdivenler kuruldu. Ruhlar
sonsuz yolculuğuna hazırlanırken, cennet ve cehennemin kapıları açıldı. Gurur
ve kibir kendini gösterdi, kinden derin çukurlar kazıldı, arzu ve şehvet kendini
belli etti. Şeytanın tatlı alevleri dört bir yanı sardı. Ve intikam galip geldi.
Ama gene de insan kayrıldı, şefkat ve merhamet galip geldi. Çünkü vicdan, derin
bir güçsüzlüğü boynuna dolamıştı. Bu tam da sınırda olmak demekti, aşağıda boş
vakitlerin ayartıcılığı göz kırparken yukarıda melekler sorumluluk duygusu
içinde başlarını eğip sessizce bekledi. Tam unutuş hiçbir zaman mümkün olmadı.
Dağlar aşıldı, bulutlar geçildi derken gerilerden vicdanın sesi çok duyuldu. Unutmayacaksın,
denildi. Kötüye el çırpmayacaksın. Kötünün içindeki iyiyi arayacaksın.
Bakışların sonsuz iyi niyetle dolacak! İşte senin tüm kuvvetin budur...denildi.
Derin bir yorgunluğun ardından, yarın olduğunda ve toprak tazelendiğinde, hayat
diriliş tohumlarını her yana saçtı. Güneş doğduğunda umutsuzluk terk edildi. Acılar,
tekamül etmek için birer küçük mucizeydi…Yaşlılar, doğanın sonsuz neşesini çocuklarda
buldu. Bir ışık hüzmesi geçti kâinatın üstünden, Minerva’nın baykuşu
kanatlarını çırptı, bilgi kâsesi saf ışıkla doldu ve tüm zamanların bilgeleri
melekût âlemine yükseldi.
Taşkın Takış