"Minervanın baykuşu ancak alacakaranlıkta uçmaya başlar." Dünyanın düşüncesi olarak felsefe, bilgelik, ancak gerçeklik oluşumunu tamamlayıp bitirdiği zaman ortaya çıkar. "Minervanın baykuşu özgürce uçtukça akıl ancak özgür olabilir ve gerçeği bilebilir."
Montaigne’in izinde Fransız düşüncesinin 20. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden ve Fransız dilinin en önemli üslup ustalarından Alain’in bu kitabı insan tabiatını anlama yolunda rehber niteliğinde birer tinsel egzersiz ve söyleşi olarak da görülebilir. Metafizik problemlerden çok psikolojik, sosyal, pedagojik, kısaca insani problemler üzerinde durması, soyut problemlerden değil de somut örneklerden hareket etmiş olması bakımından Platoncu bir düşünce ikliminde Sokratik bir ironiyle yaşama sanatına dair çok canlı bir tablolar dizisi sunar bizlere Alain.
Gerçek sevgi, gerçek dostluk, gerçek iman veya iyimserlik nedir? İnsan için gerekli olan erdemler nelerdir? Ahlâklı olmak için nelere dikkat etmeliyiz? Bütün bunlarda akıl, bilgi ve irade ne derece rol oynamaktadır? Kendimizi ve başkalarını nasıl tanıyabiliriz? Kendimize nasıl çekidüzen verebiliriz? Öfkeye, hırsa, kine, korkuya ve bu gibi yaşamayı bozucu veya engelleyici tutkulara kapılmamak için ne yapmalıyız? Kendi eğilimlerimizin ve zaaflarımızın bizi köle haline getirmemesi için ne şekilde hareket etmeliyiz? Düşüncelerimizi nasıl düzene sokabiliriz? Hayal gücümüze nasıl gem vurabiliriz? Peşin hükümlerden nasıl kurtulabiliriz? Kritik düşüncemizi, başka bir deyimle hür düşüncemizi nasıl geliştirebiliriz? Bütün bunlar Alain’in üzerinde durduğu konulardan sadece birkaçıdır.
- Yazar: Alain
- Kitabın Başlığı: Minerva veya Bilgelik
- Orijinal Başlık: Minerve ou de la Sagesse
- Çeviren: Ayda Yörükân [Fransızca]
- Yayına Hazırlayan: Ufuk Coşkun
- Kapak Tasarımı: Mr. Z&Z
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 153; Felsefe Dizisi - 50
- Basım Bilgileri: Doğu Batı Yayınları'ndaki 1. Basım / Ağustos 2016, 3. Basım / Kasım 2018
- Sayfa Sayısı: 312
- ISBN: 978-605-9328-15-9
- Kapak Resmi: Üzerinde bilgelik sembolü Minerva Baykuşu bulunan; antik dönem Atina drahmisi. MÖ 420-480. Lyon Güzel Sanatlar Müzesi.
- Boyutları: 14 x 21
Çevirenin
Önsözü
Yazar Hakkında Birkaç
Söz
Önsöz
Her Türlü Bilginin İlk
Şekli
Hür Düşünce ve Hüküm Verme Gücü
Düşünceler Gerçeğe
Dayanmalıdır
Olguları Tespit Etme
Sanatı
Tecrübenin Yalanları
Kritik Düşünce
Ölçüsüz Dikkat
Gerçek Dikkat
Düşüncelerimizi Uyutmayı
Bilmek
İçgüdünün Fonksiyonu
Hoşa Giden Şeye
İnanmamak
Gerçek Bilgi
Sezgi
Hayal Gücünü Disipline
Sokmak
Cömertlik
Taassup
Düşünmekten İleri-Gelen
Öfke
Uykusuzluk
Korku
Korkmak Tedbirli Olmak
Demek Değildir
İstemeden İşlenen Suçlar
Kendini Tanı
Düşüncelerimize
Çekidüzen Vermek
Bunu Sen İstedin
Her İnsanın Gerçek
Varlığını Keşfetme
Farklılık Dolayısıyla
Eşitlik
Düşünceler Bakımından
Eşitlik
Çok Şey Bekleyen Sevgi
Hasetin Boşluğu
Müzik Yöneticisi
Öfkelenmek Komedisi
Kolayca Değişen Tutkular
Prestij Hakkında
Dostluk Hakkında
Güç Kardeşlik
İnsanın Gerçek Olan
Tarafı
Dört Erdem
Ahlâkın Olgulara Karşı
Olması
Vicdan
Havari Pierre
Yalanın İncelikleri
Vicdanın Yanılmazlığı
Polis ve Ahlâk
Ahlâkın Tuzakları
Kulak Asmamak
İyimserlik
Cesaret ve Mutluluk
Kural Olarak İyimserlik
Materyalizmin Erdemi
Atasözleri
Çok Fazla Gerçek
Gerçek Sevgisi
Akıllıca Bir Bönlük
Bozulamayan Şeyin
Otoritesi
Gölgeli Düşünce
Hürriyet Öğretisi
İlerleme Kuruntusu
Düşüncelerimize Hâkim
Olmak
Grek ve Latin Bilgisinin
Düşüncelerimize Düzen Vermiş Olması
Zekânın Acıklı Oyunları
Yeniliklere Karşı
İç Hayatımız
İki Din
Dua
Gerçek veya Fiilî Durum
ve Hak
Fikir ve Gerçek
Bir Çeşit Barış
Delilleri Hazmedememe
İnsanı Tanımak
İkna Etme Sanatı
Yeryüzünde Barış
Büyük Büyücüler
Şans
İntibak
Hürriyet Bir Fikirden
Başka Bir Şey Değildir
Seçmemek
İrade ve Hareket veya
Faaliyet
Hareket veya Faaliyet
Adamı
Çalışma Sanatı
Harekete Geçme Doktrini
Cesaret
Muhakemenin Karşısında
Batıl İnançlar
Düşüncenin Tedbirliliği
Rüyaların Anahtarı
Sokrates
Bizi İnciten Şey
Düşüncedir
Makineleşmiş Medeniyet
Fikirler ve Nesneler
İnatçı Eşekler
Önsöz
Henüz cilt hâlinde
yayımlanmamış Söyleşiler’i okurken, tezlerden ve tartışmalardan ürkmüş
olan düşünceyi tekrar dengeye sokabilecek bu söyleşilerde, çözüm yolları
bakımından olduğu kadar güçlükler bakımından da belli bir düzen olduğunu fark
ettim. Çünkü düşüncenin karşılaştığı güçlükler, genellikle fikirler arasındaki
çelişmelerden ileri gelmektedirler. Demek ki, ilk olarak düşüncenin engelleri
ile içli dışlı olmayı bilmek gerekmektedir. Teneffüs etmemiz gereken bir hava
gibidir bu. Platoncu bir havadır. Fakat tutarlı fikirlerden meydana gelmiş bir
sistem kurmakla iş bitmez; çünkü bu takdirde düşünceye uygun gelen objeyi
bulmak mümkün olmayabilir. Bu durumda, ondan vazgeçmekten daha iyi bir şey
vardır yapılacak; çünkü kural budur ve böyle olması da iyidir. Nesnelerin akla
uygun olmaması bizim işimizi kolaylaştırmaktadır. Nesnelerden gelen karşı
koymalar, fikirlerimizi daha ustaca bir hâle getirmek ve bizi onları
tamamlamamız gerektiği konusunda uyarmak bakımından eninde sonunda hoşa
gitmektedir.
Düşüncenin fiil ve hareketlere bu şekilde intibak etmiş olması,
incelememiz gereken bir konudur. Şaşmayı bilmek ve bazen de, şaşırmamızın niçinini
nedenini keşfetmek gerekmektedir. Kolayca yıkılacakmış gibi gelen bir fikrin
eninde sonunda haklı çıktığını keşfetmek insana çok şey kazandırmaktadır.
Egzersizlerden başka bir şey olmayan bu söyleşilerle, hür bir
insana yakışan şüphenin hakkını vermemiz mümkün olacaktır. Yalnızca bu şekilde
hareket ettiğimiz takdirde, fikirleri kâinatın açık bıraktığı dar geçitlere
intibak ettirmek sayesinde onları etkin bir hâle getirmek kabil olabilecektir.
Bu noktadan hareket ettiğimiz zaman, henüz
bir şeyler öğrenme devresinde olan bir kimse için bir sınav veya bir tecrübe
niteliğini taşıyan hareket veya faaliyetle ilgili problemler, bir sis perdesi
arkasına gizlenmişçesine ortadan kaybolmaktadırlar. Bu durumda herkes,
kendisinin hareket veya faaliyet hâlinde bulunduğunu ve başlamış olan bu
hareketi veya faaliyeti devam ettirmekten başka yapılacak bir şey olmadığını
fark etmektedir. Her birimize bir insan olmayı teklif eden o temel insanî
sanatın ilk bölümlerini yeterince incelemiş olduğunu zanneden bir insanın karşısına
çıkacak çelişmeler bunlardır işte! Genellikle şunu söylemek istiyorum ki,
Einstein’a lâyık o çok çetrefil güçlüklerin göstermiş olduğu gibi, sonuçları
değil başlangıçları değiştirmek gerekmektedir. Artık öğüt verici bir kimse
olmaktan çıktım diye bazen epeyce canım sıkıldığından, yaşlanmış ve öğütlere
kulak asmamaya ahdetmiş öğrenci için eski mesleğime yeniden başlamaktan
kendimi alamadım. Ahdetmek çok iyi bir şey; fakat bir kitap bir öğütçübaşı
değildir; çünkü soruları işitmemektedir. O hâlde cesaret!.. Etrafıma baktığım
zaman, olağanüstü bir cesaret ve zekâ ile düşüncelerin insana tuhaf gelen bir
duraklamasını görüyorum; tıpkı bir trafik tıkanıklığında vasıtaların
duraklaması gibi...
6 Kasım 1938
ALAIN
Çevirenin Önsözü
Yaşamanın bir sanat
olduğu ve insanların yaşamayı bilmedikleri çok eski çağlardan beri söylenegelen
bir gerçektir. Daha iyi nasıl yaşanabileceği sorusu, düşünce tarihinin ilk
basamaklarından bugüne gelinceye kadar, felsefe, edebiyat ve sosyal bilim
alanlarını kendilerine konu olarak seçmiş olan çeşitli düşünürlerin tekrar
tekrar üzerinde durdukları bir konu olmuştur. Bu gibi kimseler gerek
kendilerinin, gerekse çevrelerindeki insanların yaşamayı bilmediklerini, daha
doğrusu kötü bir şekilde yaşadıklarını görmüş ve kavramış olanlar arasından
çıkmıştır hep. Onlar bir yandan gündelik hayattaki gözlemleri, denemeleri ve
yanılmaları ile, daha iyi nasıl yaşanabileceği problemini çözmeye çalışmışlar
ve bu konuda ulaşmış oldukları sonuçları kendi hayatlarına uygulamak istemişler,
öbür yandan başka insanları da bu sonuçlardan haberdar etme, dolayısıyla uyarma
sorumluluğunu da duymuşlardır.
Buna rağmen, bugün için büyük çoğunluğun
yaşama sanatını bildiği ve şu kısacık hayatı elinden geldiği kadar iyi bir
şekilde geçirmek konusunda iradeli bir tutum sergilediği söylenemez. Ayrıca bu
gerçeği fark etmiş olan küçük bir azınlığın da yaşama sanatının ilkeleri
diyebileceğimiz esasları, her zaman için hayatın büyük problemlerine uygulamak
şöyle dursun, küçük problemlerine bile her zaman uyguladıkları iddia edilemez.
Çağımızın ünlü filozoflarından Bertrand Russell, Saadet Yolu adlı
kitabında mutluluk problemi üzerinde tartışırken şöyle diyordu:
Bu problemi incelerken
ele alacağım kimseler, mutsuz olmaları için son derece büyük dış sebepler
olmayan kimseler olacaktır. Beslenme ve barınma için yeter bir gelirleri,
alelâde beden faaliyetlerini sürdürmeye elverişli bir sıhhatleri olduğunu kabul
edeceğim. Çocuklarının hepsini yitirmek, ya da halk önünde rezil olmak gibi
büyük felâketleri yok sayacağım. Bunlar üzerinde söylenecek şeyler vardır ve
bunlar önemli şeylerdir, ama benim söylemek istediklerimin dışında kalırlar.
Benim maksadım, uygar ülkelerdeki insanların çoğunun çektiği ve görünür hiçbir
dış sebebi olmadığından kaçınılmaz sanıldığı için katlanılması imkânsız hâle
gelen her günkü mutsuzluklara çareler tavsiye etmektir. (Bertrand Russell, Saadet
Yolu, çev. Nurettin Özyürek, İstanbul, Varlık Yayınları, 2. Baskı, 1966, s.
9.)
Alain de Söyleşiler’de şöyle diyordu:
Çocuklara mesut olma
sanatını da öğretmek lâzım. Felâket gelip kafamıza dank ettiği zaman mesut olma
sanatını değil; bunu ben Stoacılara bırakıyorum; aksine, şartlar müsait olduğu,
hayattaki bütün acıların ufak tefek sıkıntılara, önemsiz huzursuzluklara müncer
olduğu zaman mesut olma sanatını öğretelim diyorum. (Alain, Söyleşiler,
çev. Fehmi Baldaş, Ankara, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1961, s. 136.)
Russell’ın “her günkü
mutsuzluklar”, Alain’in “ufak tefek sıkıntılar, önemsiz huzursuzluklar” dediği
bu küçük mutsuzlukların insanın başına nasıl belâ kesilebileceğini ve hayatı
nasıl zindana çevirebileceğini görmek için yakın çevremize bir göz atmak
yetecektir. Mutlulukla geçebilecek güzel bir Pazar gününün hiç yoktan zehir
olup gitmesi; asık bir suratla yenilen o güzelim akşam yemekleri; birbirlerini
seven ana babalar ve çocuklar, karı kocalar, kardeşler, yakın dostlar
arasındaki anlaşmazlıklar, serzenişler, sitemler ve boş yere dökülen
gözyaşları... İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler yüzünden çıkan tartışmalar
ve bunların bazen yıllarca sürüp giden ve hattâ mezarın ötesinde bile devam
eden yankıları: dargınlıklar, husumetler, nefretler ve kinler. Gençler
tarafından anlaşılmadıklarından şikâyet eden yaşlılar ve yaşlılara meram
anlatamadıklarından dert yanan gençler. Kocalarına dert anlatamadıklarından
sızlanan tedirgin kadınlar ve eşlerinin hâlden anlamadıklarından acı acı
yakınan yorgun erkekler... Ve bütün bu küçük mutsuzluklar yüzünden ziyan olup
giden hayatlar...
Montaigne, 16. yüzyılın sonlarına doğru,
çocuklara her şeyden önce nasıl yaşanacağını öğretmek gerektiği noktası
üzerinde duruyordu:
Bilmek ve bilmemek nedir? Öğrenimin amacı ne olmalıdır? Mertlik,
tokgözlülük ve doğruluk nedir? İyiye özenme ile açgözlülük, krala bağlılık ile
kölelik, hür yaşamak ile keyfine göre yaşamak arasında ne fark vardır? Gerçek
ve sağlam bir mutluluk nasıl olur? (Mumdan, acıdan ve ayıptan ne zaman
korkulmaz? İşte ona (öğrenciye) bunları söyleyeceğiz. Çünkü insanın zihnine
dolduracağımız ilk sözler onun ahlâkını ve ruhunu yoğuracak, iyi yaşamasını ve
iyi ölmesini öğretecek olan sözler olmalıdır.
… Çocuklarımıza kendi
dünyalarından önce sekizinci kat göklerdeki yıldızların ve devinimlerinin
bilimini öğretmek büyük bir saflıktır. (Montaigne, Denemeler, Çev.
Sabahattin Eyuboğlu, İstanbul, Cem Yayınevi, 1970, ss. 171, 172.)
Alain, metafizik
problemlerden çok psikolojik, sosyal, pedagojik, kısaca insanî problemler
üzerinde durması, soyut problemlerden değil de somut örneklerden hareket etmiş
olması bakımından Montaigne’in izinden gitmiş olan bir düşünürdür. Cesaretle
aptalca bir cüretkârlık, açıksözlülük ile kabalık, fikrini açıkça ifade etmek
ile küstahlık veya ukalâlık, gerçek iman ile körü körüne inanç veya taassup,
toplum içinde yaşamak için gerekli olan nezaket kuralları ile ikiyüzlülük,
hürriyet ile anarşi, iyimserlik ile umursamazlık, gurur ile böbürlenme,
vazife-severlik ile katılık veya merhametsizlik, korku ile tedbirlilik arasında
ne fark vardır? Gerçek sevgi, gerçek dostluk, gerçek iman veya iyimserlik
nedir? İnsan için gerekli olan erdemler nelerdir? Ahlâklı olmak için nelere
dikkat etmeliyiz? Erdemli olmanın mutluluğumuzdaki payı nedir? Ve bütün
bunlarda akıl, bilgi ve irade ne derece rol oynamaktadır? Kendimizi ve
başkalarını nasıl tanıyabiliriz? Kendimize nasıl çekidüzen verebiliriz? Öfkeye,
hırsa, kine, korkuya ve bu gibi yaşamayı bozucu veya engelleyici tutkulara
kapılmamak için ne yapmalıyız? Kendi eğilimlerimizin ve zaaflarımızın bizi köle
hâline getirmemesi için ne şekilde hareket etmeliyiz? Düşüncelerimizi nasıl
düzene sokabiliriz? Hayal gücümüze nasıl gem vurabiliriz? Peşin hükümlerden
nasıl kurtulabiliriz? Kritik düşüncemizi, başka bir deyimle hür düşüncemizi
nasıl geliştirebiliriz? Bütün bunlar Alain’in üzerinde durduğu konulardan
sadece birkaçıdır. Özellikle kritik düşünce probleminin çağımız ve toplumumuz
için büyük bir önemi olduğunu düşünüyorum. İçinde yaşadığımız günlerde kritik
düşünceye şiddetle ihtiyacımız olduğu bir gerçektir. Körü körüne bir fikre
saplanmamak, neye karşı, niçin ve ne ile mücadele ettiğimizi bilmek,
başkalarının söylediği şeylere rastgele inanmamak, basmakalıp düşüncelere, klişelere,
sloganlara, peşin hükümlere kendimizi kaptırmamak, her şeyi aklın ve bilginin
süzgecinden geçirmek, bu konuda kendi eğilimlerimizin, tutkularımızın ve
menfaatlerimizin kritik düşünceyi köstekleyen zincirler olduğunu bilmek...
Evet, içerisinde yaşadığımız çağda ve ortamda pek çok ihtiyacımız var buna. Ve
Alain de bunu bize bir sohbet havası içerisinde tatlı tatlı anlatmasını bilen,
bu konuda Sokrates’in, Montaigne’in ve Descartes’ın –aklın veya kritik
düşüncenin izinden ayrılmayan o üç büyük önderin– ardından giden bir
düşünürdür.
Leland E. Hinsie, çağımızın ünlü psikologlarından Alfred Adler’in İnsan
Tabiatını Tanıma adlı kitabına koyduğu önsözde “Kendini tanıma, mutluluğun
ilk kanunudur” diye yazıyordu. Adler ise, bu kitabında, “İnsan tabiatı hakkında
daha iyi, daha fazla bir bilgi edinmiş olsalardı, insanların birlikte yaşaması
çok daha kolay olurdu” diyordu. (Alfred Adler, Understanding Human Nature,
New York, Greenberg, 1946, s. VII ve 4.)
Alain’in bu kitabı, insan tabiatını tanıma
yolunda bir çaba olarak görülmelidir. Orada gerek kendimizi, gerekse
başkalarını, zaaflarımız ve kusurlarımız, fakat aynı zamanda güçlerimiz ve
imkânlarımızla birlikte görmemiz mümkün olacaktır. Dolayısıyla bu kitap,
insanın mutluluk yolunda atacağı adımlar için bir rehber vazifesini görecektir.
Aynı zamanda, “isteyin size verilecektir, arayın bulacaksınız, kapıyı çalın
size açılacaktır” diyen bir iyimserlikle, insanları gayret göstermeye sevk
edecek bir umut da var bu kitapta. Akıl, irade ve iyimserlik –ya da inanç veya
umut– insanın üç büyük kuvveti olarak görünmekte ve hepsinin temelinde de derin
bir iyilikseverlik ile kayıtsız şartsız bir insan sevgisi yer almaktadır.
Dr. Ayda Yörükân
Alain (1868-1951)
Fransız felsefeci, eğitimci ve deneme yazarı. Asıl adı Émile-Auguste Chartier’dir. 15. yüzyıl şairi Alain Chartier’e hürmeten Alain adını almıştır. École Normale Supérieur mezunudur. Fransa’nın çeşitli liselerinde felsefe dersleri vermiştir. I. Dünya Savaşı’nın çıkacağını önceden yazmıştır. Savaş patlak verdiğinde ise üst rütbelerde atanmayı reddederek bizzat cephede savaşmıştır. Tüm yaşamı boyunca felsefenin birçok alanıyla ilgilenen Alain aynı zamanda bir üslup ustasıdır. Üslup konusunda Sokratik geleneğin modern bir takipçisi sayılır. Bu yönüyle Alain çeşitli konular hakkında kaleme aldığı “Propos”ları (Sohbet) ile ünlüdür. Alain, en karmaşık meselelerde yalın ve özlü anlatımıyla rasyonalist düşüncenin önemli temsilcilerinden biri sayılır. Fransız düşüncesini derinden etkilemiştir. Özellikle Simone Weil, Raymond Aron, Georges Canguilhem, André Maurois ve Julien Gracq gibi isimler üzerinde onun düşüncelerinin izlerini takip etmek mümkündür. Alain’in önemli eserlerinden bazıları: Spinoza (1900), Propos (1908-1919), Système des beaux-arts (1920), Propos sur l’esthétique (1923), Propos sur le bonheur (1925), Propos sur l’éducation (1932), Idées (1932), Propos sur la littérature (1934), Eléments de philosophie (1940).