Doğu Batı Sayı 12: Türk Düşünce Serüveni: Akademidekiler
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Halil İnalcık
Ziya Gökalp: Yüzyıla Damgasını Vuran Düşünür
Coşkun Çakır
“Devletin Tarihinden Toplumun Tarihine” Yeni Bir Tarih Paradigması ve Ömer Lütfi Barkan
Necati Öner
Profesör Nusret Hızır
Kurtuluş Kayalı
Niyazi Berkes ya da İyimserlikten Kötümserliğe Sürüklenmesine Karşın Düşünsel Tercihinde Israrlı Bir Entelektüelin Portresi
Taşkın Takış
Değerler Levhasının Tersine Çevrilişi: Hilmi Ziya Ülken
Ersin Kalaycıoğlu
Tarık Zafer Tunaya: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Siyasal Kurumlar ve Çağdaşlaşma
Özer Ergenç
Halil İnalcık Neden “Büyük”?
Erol Özvar
Mehmet Genç: Belgeden Modele Uzanan Bir Portre
Dursun Ayan
Sabri F. Ülgener’in Türk Düşünce Kültüründeki Yeri
Bülent Arı & Selim Aslantaş
Türkiye’de Modern Tarihçiliğin Öncüsü Fuad Köprülü
Yılmaz Özakpınar
Türkiye’de Bir Mümtaz Turhan Yaşadı
Tülay Bozkurt Şimşek
Muzaffer Şerif Başoğlu
TEK KİŞİLİK ÜNİVERSİTELER
Akademidekiler’in planı çizilirken
üç temel öğe üzerinden hareket edildi: Metodoloji, analitik bilgi ve eleştirel
yaklaşım. ‘Pür-akademik’ bir çizgiye ulaşmak için diğer ölçütler, sözgelimi bu
sahada kayda değer katkıları bulunan bütün kişilerin tek tek bir listesi
hazırlanmadı. Bilgi birikimi sonraya bırakıldı... Yalnızca bilgi ile yola
çıkılamayacağını bilgiyi düzenleyen, yönlendiren, ona akıl veren bir
sistemin olduğu varsayıldı. İlerleyen sayfalarda okuyacağız, her bir yazı bilgi
birikiminden önce metodoloji sorununu gündeme getirmiştir. Ve
Akademidekiler’in ‘tek kişilik üniversiteler’e dönüşmesinde en önemli etken
metodolojik kaygıları görünmektedir.
Sonrasında, metodolojiye ilişkin başlıca iki iletişim ağı çizdik.
Batı’ dan sosyal bilimlerimize aktarılan metodoloji ve bilgi birikimini zamanla
oluşturan kendi metodolojimiz... İlk alışverişte, dışarıdan gelen bilgiler
toplumun realitelerinden süzülmediğinde alışılagelen akademisyen tipinin Batı
ile tek boyutlu ilişkisi hatıra gelmektedir. İkincisinde, dışarıdan gelen
bilgiler referans kabul edilse de kavramsal çerçevenin genişçe bir bölümü Türk
toplumunun sosyal hayatı, yapı ve kurumları, gündelik yaşam pratikleri
incelendikten sonra oluşturulmuştur. Batı standartlarındaki rasyonalist
çerçeve ile Türk toplumunun kendine özgü kurumsal olmayan mantık örüntüleri
karşılaştırılarak irdelenmiştir. Neticede, halihazırda bir şablonu ithal
etmek yerine, sosyal gerçekliğimizin detaylarına inebilen farklı
metodolojiler oluşmuştur. Dolayısıyla Batılı araştırmacılar, 19. yüzyıl
oryantalist bilgi kırıntılarının dışında ilk defa Gökalp, Köprülü, Barkan ve
İnalcık gibi ekollerin yöntemlerine ciddiyetle başvurma gereğini hissetmişlerdir.
İkinci ölçütümüzü analitik bilgi belirlemiştir. Gökalp’ten çok
önceleri ilm-i içtima (sosyoloji) çalışmaları vardı. Mümtaz Turhan’dan evvel
Mehmet İzzet, medeniyet ve kültür ayırımının altını çizmiştir. Nusret Hızır’a
gelmeden Vidinli Tevfik Paşa, Ali Sedat, Salih Zeki’nin mantık çalışmaları
kayda değerdir. Ülgener’in Weberci okulundan önce Prens Sabahattin’in ‘Le
Play mektebi’ dikkat çekmiştir. Ancak bu sayımızın aktörleri tarihsel,
felsefi, kültürel fenomenleri adlandırırken kullandıkları kavramlarla,
analitik bilginin doğasından hareketle bir sosyal laboratuarın temellerini
atmışlardır.
Akademidekiler’in ‘kritik yaklaşım’ı üçüncü nitelik olarak kendi çalışmalarında
temayüz etmektedir. Eğitim ve bilgi kurumlarındaki katı alan ayrıştırması
(Mühendishâneler, Tıbbiyeler, İstanbul Dar’ül Fünunu) bütün bilimlerle
eleştirel ortam içerisinde olma imkânını ortadan kaldırmıştır. İlk kez Akademidekiler
sayesinde karşılaştırmalı bir okuma imkânı yaratılmış, meselâ tarihçiyi övgü
dolu retorikten ve vak’anüvisliğin dar kronolojisinden kurtarmıştır.
Sosyoloji, iktisat disiplininin önemli bir kolu haline gelmiştir. Bir
felsefeci olarak Hilmi Ziya Ülken, 1940’lı yıllarda Malinowsky’nin modern
antropolojisine dahi eğilebilmiş, Weber-Marx ikilemini aşmayı deneyerek
siyaset biliminde Pareto modelinin çok-değişkenli ‘tortu’larını incelemiştir.
Akademidekiler’de bir eğretilemeyi kullandık. Sosyolog
tarihçilerin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan patrimonyalist yapı üzerinde
durmaları, aydın sınıfının kapıkulunu çağrıştırması, medrese-üniversite
eğretilemesinin önemini bir kat daha artırmaktadır. Burada yüzyıl öncesini
aktarmacılıkla suçlayan bugünün aydınları için bir yüzyıl sonra acaba hangi
eleştirilere muhatap kalacağı merak konusudur. Geçmişteki medreselerde, liyakat
sisteminin dejenerasyonu ile günümüzdeki üniversiteleri adeta bir müze haline
getirme ve akademisyenleri neredeyse birer memur-balmumuna dönüştürme
eğilimi karşılaştırılmalıdır. İçerikler değişmediği sürece medresedeki
fetvalarla, inceltilmiş entelektüel faşizm arasında yalnızca zaman ve mekân
farkı kalmaktadır.
Taşkın
Takış