Doğu Batı Sayı 19: Dünya Neyi Tartışıyor - II (Yeni Düşünce Hareketleri)
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Jean Baudrillard
İllüzyon, Yitirilen İllüzyon ve Estetik
Nesrin Kale
Modernizmden Postmodernist Söylemlere Doğru
Zygmunt Bauman
Modernite, Postmodernite ve Etik
Ali Akay
Yapısalcılık-Sonrasına Yeniden Bir Bakış
Mustafa Günay
Düşünce ve Kültür Tarihinde Hermeneutik Gelenek
Krishan Kumar
Sosyalizmin Sonu mu? Ütopyanın Sonu mu? Tarihin Sonu mu?
Halil Nalçaoğlu
Heterotopya, Koloni ve Öteki Mekânlar: Michel Foucault’nun Kısa Bir Metni Üzerine Düşünceler
Recep Alpyağıl
Dil Oyunlarından Dilin Yapıbozumuna
Dilek İmançer
Feminizm ve Yeni Yönelimler
Behçet Güleryüz
Devlet ya da Disiplin
Vehbi Bayhan
Risk Toplumu
Terry Eagleton
Beş Çeşit Aynılık ve Farklılık
Celal Türer
Whitehead’ın Yapısalcı Postmodernizmi
Aziz Fevzi Zambak
Wittgenstein Felsefesi Felsefeye ve Sosyal Bilimlere Nasıl Yeni Açılımlar Getirebilir?
Kurtuluş Kayalı
Türk İş’li Sosyolog Kardeşim...
ESKİ DÜNYANIN YENİDEN İHYASI
Doğu Batı dergisinin dünyanın
neyi tartıştığı sorusuna verdiği ikinci yanıt “Yeni Düşünce Hareketleri”
başlığını taşıyor. Bu çalışma, yeni toplum ve yeni insan ekseninde üretilen
bazı modellerin değerlendirmesini içeriyor.
İlk, 1890-1920
yılları arasında Avrupa entelektüel ve sanat ortamında beliren kriz nosyonu, XX.
yüzyılın üzerinde en çok konuştuğu kavram olmuştur. Kopuş temasıyla birlikte
siyasal ve toplumsal bütün projeler risk ve belirsizliğin, kaos ve nedensizliğin
çatısı altında yavaş yavaş erimeye başladı. Kriz, mitlerin çöktüğünü haber
veriyordu. Nostaljiler sarsılmıştı. Dogmatik uykudan uyandığını söyleyen Aydınlanma
düşünürleri bu sefer pek de farklı olmayacak şekilde dogmatik bir rüyaya
dalmışlardı. O hâlde Aydınlanmanın bireyi yozlaştıran bütün insanî, etik,
politik, bilgi birikimi temelden sorgulanmalıydı. Çünkü vaat edilen her tozpembe
teori ve kehânet, mutlak aldatıcı bir yönle çıkıyordu karşımıza. Eski dünyanın
hiyerarşiye dayalı tabakaları, insan ve toplumu ebediyetin çizgileriyle
kaynaşmış bir varlık olarak tahayyül ediyordu. Bu yanlış bilincin ortak felsefesi
(symphilosophy), evrenin birliği ve insanın devamlılığı düşüncesiydi. Artık ne
tarihin kurmaca geçmişine dönülebilir, ne de havai fişeklere benzeyen otoriter
bilgi felsefelerinin takipçiliği üstlenilebilirdi. Bunun ardından radikal, üç
akıl dışı eylem daha gerçekleştirildi:
1. Tanrı’nın
öldürülmesi
2. İnsanın ve öznenin
öldürülmesi
3. Dilin
öldürülmesi
Bu
üç kasıt ve keyfî irade, estetikle etik değerlerin özdeş tutulduğu bir arenada
meşruiyetini sağladı. Eski dünyanın dilini ve mantık kipini estetik bir
tavırla dönüştürmek isteyen düşünürleri bu sefer relativizmin tehlikeli
tuzakları bekliyordu. Sanatın yanılsamaya dayalı ‘hakikat’ oyunu ve ontogenetik
iradesi, belirsiz, elde edilemez bir vizyona dönüşebilme tehlikesiydi sözü
edilen. Nitekim Avantgardizm ve benzeri reaksiyonlar tanımlanamaz, ölçülemez
duyusal çok çeşitliliğin sınırlarını fazlasıyla aşındırmıştı. Öncü kuvvet olma,
hücum kıtaları oluşturma ve geride kalanlar için yeni cepheler açma anlamına
gelen ‘avant-garde’ kelimesinin son derece biçimsel ve kuralcı tanımına karşın,
avantgardist sanatçı, Ortaçağ hikâyelerinin karikatürize edilmiş şövalye
kılığıyla ve estetik kimliğiyle kendini selamlamakta herhangi bir sakınca
görmedi. Böylelikle klasik sanatın geometrik üslubu, asimetrik ve ölçüsüz
atmosfere dönüşen bir boşlukta sallanıyordu. Yapılan bozulmuştu, inanılan
reddedilmişti ve inşâ edilen her birikim salt spekülatif bir malzeme düzeyinde
algılanmıştı. Bu hâliyle ortaya çıkan insan prototipi gündüz ördüklerini
geceleri söken Penelope’u
çağrıştırıyordu. Modern Penelope, gün boyu benliğini tatmin edecek ve dağılmış
kimliğini toparlayabilecek sürekli bir arayışın izleyicisi oldu. Kimi
düşünürlere göre, herhangi bir merkezi, çekirdeği ve kalbi olmayan bu faydasız
arayış, öznenin kendi kendine vedasıydı, ütopyaların bittiğini ve tarihin
kapandığını simgeleyen bir veda...
Michel Foucault, “Bir
başka sistem hayâl etmek, mevcut sistemde olan bitene katılımımızı
genişletmektir” teziyle bu tıkanıklığa işaret etmiştir. Tam da bu noktada
postmodernizm, yapısalcılık, dilbilim, hermeneutik gibi konular hararetle
tartışılmaya başlandı. Bu dönüşümlerin çoğaldığı yerlerde yeni politik, moral,
insanî, etik ve estetik değerler, bilgi düzeyleri ve farklı perspektifler
oluştu.
Konumların ve
problemlerin ayrışmasına rağmen, daha üst ve güvenilir bir bakışın sağlanması
için bu düşünceleri ortak bir paydada tespit etme gereksinimi vardır. Tek tek
analitik bir okumanın ardından bütün bu farklı bağlamların/konumların, ana
karakteristiği ayrıca sunulmaya değerdir. Dileriz bu çalışma, yeni düşünce
hareketlerinin özünü/ruhunu verebilmiş olsun.
Taşkın
Takış