Sunuş:
Coğrafya, siyasetin maddi dünyasıdır. İbn-i Haldun ve Montesquieu’den yapısalcı tarihçiliğe kadar pek çok siyasal düşünür ve tarihçi, coğrafya ile siyaset arasındaki bağı anlamaya ya da açıklamaya çalışmıştır.
Coğrafya ile siyaset arasındaki bağı güçlendiren olgu modernliğin bizatihi kendisidir. Modern dünyanın koşulları siyasete coğrafya biçmekte kadim dünyaya göre çok daha azimlidir. Sözkonusu azmi sadece entelektüel meraklarla açıklamak zordur. Modernleşmenin elbette entelektüel meraklarla bağlantılı; hattâ bu merakları kışkırtan, cesaretlendiren bir tarafı vardır. Ama bu yönlendirmeler, özellikle de modern dünya itibarıyla iktidarlara özgü beklentileri ihmal ederek anlaşılabilir değildir. Nitekim coğrafya ile siyaset arasında dokunan sıkı bağlar öncelikle akılcı açılımlarıyla reel politik’in hesaplamalarında tezahür etmektedir. Reel politik hesaplamalar, coğrafyayla yıkanarak bir jeo-politik kurgulamalara dönüşür. Jeo-politik kurgular savunmacı olabileceği kadar saldırgan; yayılmacı olabileceği kadar ayrılıkçı da olabilir.
Unutmamak gerekir ki, soğukkanlı jeo-politik akıl yürütmelerin eteklerinde, çoğu kez akıl dışılığa evrilen duygusal açılımlarıyla da siyasal spekülasyonlar da boy gösterir. Bu spekülasyonlar, cari jeo-politik kurgularla çoğu kez uyumsuzdur. Bu uyumsuzluklarını cari jeo-politik kurgulara dair şikâyet ve eleştirilerden anlayabiliriz. Jeo-politik daima entelijensiyaların tornasında işlenir. Dolayısıyla mevcut jeo-politik kurguyu ya da yapıyı destekleyen, reel politikaya destek veren entelijensiya ile bu kurgu ya da yapıyla sorunlu alternatif entelijensiyalar arasında sıkı tartışmalar yaşanır.
Avrasya bir jeo-politik spekülasyondur. Bu spekülasyonu, Türkiye’de özellikle Soğuk Savaş sonrasında daha fazla duymaya başladık. Zaman içinde Avrasyacılar olarak tanımlanan bazı siyasal çevrelerin varlığından da haberdar olduk. Önceleri bu kavrama, Türkiye’nin bizatihi olarak işgal ettiği, Doğu-Batı arasındaki coğrafi konumun karşılığı olarak muamele ettik. Daha sonra Avrasya’nın farklı çevrelerde farklı yorumlandığına; o kadar ki, en uzlaşmaz sandığımız grupları sıkı fıkı kılabildiğine; en uzlaşır sandığımız çevreleri de birbirlerinden husumetle ayırdığına tanıklık ettik. Nihayet bu kavramın, sadece bizde değil; Rusya’da da dillendirildiğini gördük.
Rusya ve Türkiye bu coğrafyanın başat ülkeleri olarak temayüz etmektedir. Ama aralarındaki ilişkinin dostane olabileceği tarihsel tecrübelerin ışığı altında fazlaca beklenebilir olmasa gerekir. Avrasyacılık tarihsel olarak sorunlu bu iki ulusal coğrafyayı belli bir denklik içinden okuyan ve mukadderatlarını bir şekilde birbirine dâhil eden bakışın ürünüdür. Bu kadarıyla bile akademik anlamda cazip ve davetkâr olmaktadır.
Dr. Meşdi İsmayılov, elinizdeki çalışmasıyla okurları, işte bu kavramın derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Avrasyacılık az çalışılmış bir konu. Elbette ki öncü bazı çalışmaların katkılarını inkâr edecek değilim. Ama Dr. İsmayılov’un, serencamına başlangıcından itibaren tanıklık ettiğim ve büyük ölçüde doktora tezine dayanan çalışması, çok sayıda özgüllükler ve katkılar içeriyor. Siyaset felsefesi, sosyoloji, siyasi tarih üçgeninde, hiçbirini ihmal etmeden yürütülmüş bir çalışma bu. Dr. İsmayılov, uzun yıllar alan sabırlı ve özenli çalışmasında, Rusya ve Türkiye’de Avrasyacılığın düşünsel temellerini, anakronizme düşmeden ve birincil kaynaklar üzerinden ele alıyor ve kıyaslamalı bir değerlendirmeye kavuşturuyor. Bizi hem Rus hem de Osmanlı-Türk siyasi düşüncesinin galerisine ustalıkla sokuyor; kâh İsmail Gasprinski, kâh Trubetskoy ile buluşturuyor.
Çalışma sadece bir metin çalışması değil. Dr. İsmayılov, metin çalışmasını, bağlam çalışmasıyla taçlıyor. Yakın tarih itibarıyla Avrasyacı tezlerin hangi bağlamlarda ne gibi itibar gördüğünü, yine anakronizme düşmeden gösteriyor. Bu metin-bağlam titizliği, Avrasyacılığın orijinal metinlerinden marjinal metinlerine (yorumlarına) doğru kesintisiz devam ettiriliyor.
Dr. Meşdi İsmayılov’un çalışmasının Avrasyacılık konusunda bundan sonra yapılacak çalışmalara, sadece içeriği ile değil; sağlam dili metodolojik sağlamlılığı ile de ilham verici olacağını tereddütsüz söyleyebilirim.
Süleyman Seyfi Öğün
“Avrasyacılık, tarihsel olarak sorunlu iki ulusal coğrafyayı (Rusya ve Türkiye) belli bir denklik içinden okuyan ve mukadderatlarını bir şekilde birbirine dâhil eden bakışın ürünüdür. Bu kadarıyla bile entelektüel anlamda cazip ve davetkâr olmaktadır.
Dr. İsmayılov, uzun yıllar süren çalışmasında, Rusya ve Türkiye'de Avrasyacılığın düşünsel temellerini, anakronizme düşmeden ve birincil kaynaklar üzerinden ele alıyor ve kıyaslamalı bir değerlendirmeye kavuşturuyor. Bizi hem Rus hem de Osmanlı-Türk siyasi düşüncesinin galerisine ustalıkla sokuyor; kâh İsmail Gasprinski, kâh Trubetskoy ile buluşturuyor. Çalışma sadece bir metin çalışması değil. İsmayılov, metin çalışmasını, bağlam çalışmasıyla taçlıyor.”
Kitap, Avrasyacılığın başlangıcından günümüze kadar olan gelişimini düşünce tarihi kapsamında mukayeseli bir yöntemle ele almaktadır. Sosyal-siyasal teori odağından irdelenen temel Avrasyacı kavramlar, aynı zamanda tarihsel bağlamları gözönünde bulundurularak modernite, postmodernite ve globalleşme olguları ile ilişkiselliği çerçevesinde anlatılmakta ve Rus ve Türk Avrasyacılıklarında “Rusluk” ve “Türklük” algıları analiz edilmektedir.
Avrasyacılık, bir taraftan Batılı liberal değerlere karşı muhafazakâr bir doktrin olarak; diğer taraftan Atlantikçiliğe karşıt bir cephede konuşlanan jeopolitik bir dünyagörüşü olarak; öbür taraftan ise ezilenlerin ezenlere karşı mücadelesi olarak “üçüncü dünyanın” sosyalist söylemi içerisinde kendisine yer bulmuştur. Bazen de Avrasyacılık genel eskatolojik ruhu çerçevesinde, küreselleşmeye karşı alternatif-küreselleşmeyi, postmodernizme karşı Ortodoks Hıristiyan ahlâkını yüceltmiştir. Yer yer bu özelliklerinden bir veya birkaçı öne çıksa da Avrasyacılığın temel paydası, içinde yaşadığımız çağı anlamlandırmada bir perspektif sunuyor olmasıdır.
- Kasım 2011
- 405 sayfa
- ISBN: 978-975-8717-79-8
- Ebat: 14x21
- 2. Hamur kitap kağıdı, karton kapak