• Doğu Batı Sayı 63: Toplumsal Cinsiyet - I

Doğu Batı Sayı 63: Toplumsal Cinsiyet - I

  • 150,00 TL
  • 112,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda
  • Genel Yayın Yönetmeni: Taşkın Takış
  • Editör: Cansu Özge Özmen
  • Onur Kurucuları: Halil İnalcık, Şerif Mardin
  • Yayın Kurulu: Oğuz Adanır, Ali Akay, Simten Coşar, Özcan Doğan, Kurtuluş Kayalı, Armağan Öztürk, Özgür Taburoğlu, Ali Utku, Aytaç Yıldız
  • Dergi Başlığı: Toplumsal Cinsiyet - I
  • Dönem: Kasım, Aralık, Ocak 2012-13 [Yıl 16, Sayı: 63] 
  • Basım Bilgisi: 1000 Adet / 2. Basım Nisan 2019
  • Sayfa Sayısı: 269
  • ISSN: 1303-7242
  • Barkod: 9771303724634
  • Ön Kapak Resmi: Otto Eckmann, Jugend Magazine, 1896
  • Arka Kapak Resmi: Joseph Moore, Yazdönümü, 1887
  • Kapak Tasarımı: Mr. Z&Z
  • Boyutları: 16 x 24

GİRİŞ

Metin Demir

Çevre Olarak Konumlandırılmış Kadını ve

Doğayı Birlikte Düşünmek: Ekofeminizm      

 

Vefa Saygın Öğütle

Bir Sosyal Mekanizma Olarak Toplumsal Cinsiyet: H. Hartmann’a Eleştirel-Realist Bir Yorum

 

HANIMLARA MAHSUS TARİHÇE 

Funda Gençoğlu Onbaşı

Kadınlar Halk Fırkası: Doğudan Yükselen Işık

 

Elif Gazioğlu

Hükümet Programlarında Kadın Temsilleri ve Kadınlara Yönelik Söylem

 

Ayşegül Utku Günaydın

Kadın Direncinin Bir Göstergesi ve Kadınca Bir Savunma Refleksi: Serbest Zaman ve Sanat

 

BEDEN POLİTİKALARI

Murat Arpacı

Modernitenin Eşiğinde Toplumsal Cinsiyet Rejimi: Pastoral İktidar, Beden Politikaları ve Evlilik

 

Vehbi Bayhan

Beden Sosyolojisi ve Toplumsal Cinsiyet

 

Zafer Çeler

Annenin Serüveni: Kadının Anne Olarak Toplumsal Kurgulanışı

 

TOPLUMSAL CİNSİYET VE ERKEKLİK

Cenk Özbay

Türkiye’de Hegemonik Erkekliği Aramak

 

Sevim Odabaş

İnternette Erkeklik, Cinsel Sağlık Politikası ve Ticareti

 

ORTADOĞU

Adem Palabıyık

Toplumsal Cinsiyet’e Sosyolojik Bir Yaklaşım:

Ortadoğu’nun Halleri

 

TARTIŞMA

Deniz Soysal

Wollstonecraft ve Kadın Güzelliği Üzerine

KADIN İSİMLERİNİN KISALTILIŞININ TRAJEDİSİ ÜZERİNE

 

Toplumsal cinsiyet sorununun modern insanın bakış açısından karanlık ve bilinmeyen bir bölgede yara açtığı söylenebilir. Düşünce tari­hi­nin ay­dın­lanmaya yönelik buyurgan söylemi bu yarayı gizleme eğilimindedir. Zira, bilginin hiyerarşik yapısı bölünmeyi, ay­rı­lığı ve çift olmayı en başın­dan itibaren kabul etmemiştir. Bu niteliğiyle bil­gi­nin doğası varlık nedenini tek bir epistemolojiye dayandırır. Oysa iktidarın tepesinde kalın­dı­ğı ölçüde arzunun ucu bucağı olmayan talepleri her tür­lü tahakküme di­renç gösterecektir. Cinsiyet meselesinde eşitlik talebiy­le yola koyulan ra­dikal gruplar bu muammayı bilim ve felsefenin keskin yöntemiyle değil, daha çok ‘tepki’ye dayalı başkaldırıyla bir sorun haline getirebilmişlerdir. Kulakların pek de duymak istemediği itiraflar, fısıltılar toplumun hafızasın­da her zaman bir sap­ma olarak nitelendirildi. Bu yüzden olsa gerek top­lumsal cin­si­yet tartışılmaya başlamadan çok önce, bilhassa feminist edebiyat, kitleler üzerinde kuv­vetli bir biçimde sesini yükseltebilmiştir. Fe­minizm hareketi kendine özgü isyan diliyle sıra dışı bir tepkinin öncüsü olmayı başarmıştır. Ka­dınların benlik duvarlarında yankılanan belki de hiç bilinemeyecek ıstıraplar tarihinin, klasik bilgi üstatlarının dünyaya iliş­kin rahat ve nesnel tasavvurlarında herhangi bir karşılığı olamazdı. Ka­dı­na özgü güçlü bir gururdan beslenen bu duyarlılık, bilginin emreden ses to­nu karşısında boyun eğmiyordu.

        Geleneksel ahlâk anlayı­şı şimdiye kadar cinsiyet uçurumunu dondurarak anlamayı denemiştir. Bu kavrayış çer­çe­vesinde cinsiyet bir kimlik so­ru­nuna dönüştüğü vakit bütün yasalar pe­kâ­lâ çiğnenebilirdi: Öyle de olmuş­tur. Dışlananların, sürülenlerin ve mahkûm edilenlerin varoluşsal kim­likle­riyle bir gettonun sınırlarının ötesine geçememesi gibi... Ya da ilkel­lere öz­gü tutumla cinsel tercihler karşısında kala­ba­lık­ların kapıldığı dehşet ve korku gibi…Kadın ve erkekler yasalar karşısında eşit sayılabilir­di fakat bu eşitlik ilkesi gün­de­lik yaşamın akışına tercüme edildiğinde her defasında biyolojik olarak güçlünün güçsüzü acı­masızca ezdiği, ona sin­sice tuzaklar kurduğu bir cenderenin içinde buluyorduk kendimizi. 

        “Toplumsal cinsiyet” meselesi bizim için ne ifade ediyor? Türkiye’de okuyan yazan çevreler –eğer bu bir imaj konusu değilse– meseleyi ya kü­çüm­semiş ya da pek önemsemeyerek küçük siyasal ütopyalarına dâhil etmemişlerdir. Bu yüzden hemcinslerle karşı cinslerin ilişkisinin ciddi bir tahlili uzun süreden beri bu sahada çalışma yürüten bir avuç kimsenin elinde kalmıştır. Az tanınır bir çevrede sürdürülen çalışmaların, bu konuda mücadele veren dergi ve gazetelerin, sesini duyurmak isteyen çeşitli plat­formların geniş bir mecrada yankı bulduk­larını elbette söyleyemeyiz. Bu tür karşı çıkışların “marjinal” bir kategoriye sürüklenmesi de bu sebep­ledir. Kadın çalışmalarının her geçen gün artışı, hattâ Osmanlı döneminden itibaren kadın haklarıyla ilgili bir dizi gelişmenin olumlu seyri pek de ümitvar olmamızı gerektirmiyor. Çün­kü, özgürlüğü salt bir nicelik düzeyiyle ve “katılım” oranıyla tarif ede­bilmemiz zor. Her halükârda bireysellik ve aykırı kimlikler karşısında tedirgin olan bir toplumda cinsiyet meselesi ayırımcılık ve eşitsizliğiyle yalnızca alt kesimlere özgü bir vaka olmayıp, en üst derecede siyasi, aka­de­mik ve entelektüel tabakalara nüfuz etmiştir. Örneğin, siyasetin kullandığı tehlikeli dile âşina sayılırız. Ne zaman kadın sorunu gün­deme geldiyse ahlâkçı bir ton kadınları gökyüzüne yükseltir. Bu yüceltme söylemi esasen bilinçaltında saklı tutulan şiddetin günah çıkarışı ve bir tür af dileyişidir. Bacıyân-ı rûm edebiyatının kökleri bu ülkede her sabah mahkûm elbisesini giymek zorunda kalan kadınlar için bir anlam ifade edebilir mi? 

        Her gün hiç bilinmedik faciaların tanıklarıyız ve aynı felâket ikliminde ya­şayan bir toplumun üyeleriyiz. Çeşitli sebepler altında bedenen güçsüz olanlara diş geçirilmesi, hattâ deyim o ki zayıfların “boğazlanması” geniş bir güruhun içinde yer aldığı psikolojiyi gösterir. “Kendine ait bir oda”sı olmayanla­rın kaç köşe, kaç bucak şiddet gördüğünü maalesef hiç bilemeyeceğiz. Gazete sayfalarından ve ekranlardan durmaksızın akan ha­berler, mesela: “Yaralandı, öldürüldü, tecavüz edildi” vb. Bilinmeyen isimlerin yalnızca baş harflerini okumakla yetiniyoruz: A. E. M. S. Y., vb. Bir trajedinin içinden süzülüp gelen kimliksiz harfler etrafa derin bir sessizlik yayıyor, bir toplumun mutlak âcziyetini gösteriyor.      

        İki cilt halinde hazırlan bu sayı, daha önce yapılmış çalışmaları yeni yazılarla destekliyor, en önemlisi mesele üzerinde bizi düşünmeye çağırır­ken toplumun ortak vicdanına hitap ediyor.                                                                                  

                                                                                                                                               

Taşkın Takış