Doğu Batı Sayı 14: Avrupa
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Hasan Bülent Kahraman
Avrupa: Türk Modernleşmesinin Xanadu’su: Türk Modernleşmesi Kurucu İradesinde Yeni Bir Bakış Denemesi
Aslı Çırakman
Avrupa Fikrinden Avrupa Merkezciliğe
Betül Çotuksöken
Avrupa: Öznenin Doğum Yeri
Recep Boztemur
Avrupa’nın Uzun Ondokuzuncu Yüzyılı
Serdar Taşçı
İktidar ve Söylem: Kapitalizm ve Avrupa
Murat Belge
Ortaçağ
Ali Akay
Ortaçağ’dan Çıkarken Kadın ve Yeni Çağ Dante’si
Mehmet Ali Kılıçbay
Tarihsizliğin Marjından Marjinalleştiren Tarih Alanına: Avrupa’nın Kendini ve Dünyayı İnşa Etmesi
Oğuz Adanır
Occidentalisme!
Ahmet Ulvi Türkbağ
Doğu’nun Akşamından Batı’nın Şafağına: Modern Avrupa’yı Yaratan Anlayışın Doğuşu
Vehbi Hacıkadiroğlu
Toplumlar Arasındaki Ayrımlar Üzerine
Halil İnalcık
Avrupa Devletler Sistemi, Fransa ve Osmanlı: Avrupa’da “Geleneksel Dostumuz” Fransa Tarihine Ait Bir Olay
Kürşat Ertuğrul
AB ve Avrupalılık
Ali L. Karaosmanoğlu
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği Açısından Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
Ömer Naci Soykan
Deus Sive Logica: Wittgenstein’ın Tanrı Anlayışı Üstüne
Ali Utku
Yazı Oyunundaki Ölü Adam Yazarın Ölümü ve Foucaultcu Retorik Immanuel Kant Bütün Felsefî Teodise Denemelerinin Başarısızlığı Üzerine
Dilek Barlas
Akdeniz’de Hasmane Dostlar: İki Dünya Savaşı Arasında Türkiye ve İtalya
Hüner Tuncer
19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri
AVRUPA’NIN AVRUPALILAŞMASI
Kendi küllerinden inşa edilmişçesine
yükselen görkemli yapılar karşısında bir an hayretimizi gizleyemeyiz.
Hakikatte, vücuda gelen devasa büyüklüğün; fırça darbeleri, cam parçaları,
çakıl taşlarına kadar inen ayrıntıları vardır. Ama biz, birçok nesneyi,
varlık türünü, bütün olan yapıdan soyutlayarak anlamlandırabiliyoruz. Bu
yöntem karmaşık yapıları çözümleme konusunda belli kolaylıklar sağlasa da
aşırı genelleme ve tektipleştirmeler bazen insanda mucizevî bir suskunluk
etkisi bırakabilir: Yeni modelleri ve bilgi rejimlerini kendimizi hareketsiz
bırakacak kadar mükemmelleştirebiliriz. Genellikle, tarihi algılama konusunda
da benzer bir yöntemi takip ederiz. Ayrıntılara inmeden, tek tek parçalara
bakmadan kimi uygarlıkları “imkânsızlığın heykelleri” olarak bir bütün halinde
görürüz. Örneğin, Yunanlıların matematiği Mısır’dan, astronomiyi Babil’ den getirdiği
kabul edilirse, Yunan mucizesine gölge düşecektir. Kaldı ki, Yunanlılar Pers
savaşlarında “barbar”lar sayesinde “barbar” sözünü telaffuz ettikten sonra kimliklerinin
bilincine daha çok varmışlardır. Copleston gibi felsefe tarihçileri Yunanlılar
sayesinde bilimde “sistematik” bir başlangıcın olduğunu iddia eder ancak
“hegemonik” üslupla yazılan tarihlerin barbar, pagan, Asyalı ve heretik gibi
ikincil kaynakları kolayca es geçtikleri unutulmamalıdır.
Doğu Batı’nın bu sayısı Avrupa’nın bir kez
değil birçok kez kurulduğu tezinden hareket etmektedir. Temel iddia, ne Yunan
görkemini dile getirmek ne de her şeyi Avrupa’nın sınırlı tarihsel olaylarıyla
sınırlandırıp, sözgelimi Romalılık hastalığıyla (romanité) bütün bir yapıyı açıklamaya
çalışmaktır. Avrupa’yı sadece bir yapı olarak değil, yapı-çevre, alt-üst,
Avrupa-Türkiye (mesela Pasta-Krema) denklemleriyle açıklamaya çalıştık. Zira,
Avrupa karşılıklı etkiler bakımından her dönemde yeniden yapılanmış,
dolayısıyla birçok kez Avrupalılaşmıştır. Avrupa’nın Grekleşmesi,
Latinleşmesi, Romalılaşması, Germenleşmesi, Hıristiyanlaşması ayrı ayrı
süreçler, ayrı ayrı etkileşimlerdir. Her adaptasyon farklı bir Avrupa yaratmış,
her bölünme Avrupa’nın kültürel sınırlarına esneklik kazandırmıştır. Doğu’dan
gelen Hıristiyanlık sabit bir İncil coğrafyası ortaya çıkaramamıştır ve
Hıristiyanlık toprakları, dolayısıyla Hıristiyanlık bilinci ve epistemesi
sürekli değişmiştir. Aydınlanma döneminin değerleri bazen insanlığa müjde
olarak sunulmuş, aynı değerler bazen Kant, Voltaire, Montesquieu gibi düşünürlerin
elinde üstün bir kültürün, yer yer Avrupa-merkezli bir ayrımcılığın şiddetine
bürünebilmiştir.
Avrupa’nın birincil
kaynakları var mıdır yoksa tüm özgünlüğü ikincil kaynakları biraraya getirip
buradan –sentez yoluyla– olağanüstü sonuçlar üretmesinde mi aranmalıdır?
Avrupa’nın papalık, krallık ve burjuvazi üçgenindeki alışverişinden nasıl
ortak bir kimlik üretebiliriz? Kaldı ki, kendi çıkarlarına mahkûm, son derece
kıskanç ulus-devlet birliklerinin ortak bir kimlik arayışını engellediğini
düşünecek olursak… Burada, Avrupa tarihi açısından çatışma kültürü büyük bir
önem arz etmektedir. Mitolojideki erdemle yüklü kahramanlar ile
parmaklarının ucundan şehvet damlayan kahramanların çelişkisinden, akıl ve
nihilizm arasındaki sonsuz sayıda yuvarlanmalara varıncaya dek sanatsal,
kültürel ve felsefi olarak Avrupa kendini farklı biçimlerde açığa sermiştir.
Avrupa hakkındaki
bir soruşturmada, çekilecek fotoğrafın hangi kareleri öne çıkarılabilir?
Öncelikle öne çıkarılması gereken tek bir kare var mıdır? Arka planda bırakılan
konumlar, –örneğin Orta Çağ– Avrupa tarihinin gerisinde durması gereken
karanlık bir devir midir? Kiliseyle devlet arasındaki sözleşme geleneği,
temsilî hükümet modeli, sınırsız iradenin yasaklanışı gibi fikirler Orta Çağ olarak
adlandırılan dönemde ortaya atılmıştır ve bunlar demokrasi tarihi açısından
antik çağ kadar önem taşımaktadır. Felsefi ve siyasal eşitlik düşüncesine
Orta Çağ’daki ruhani eşitlik düşüncesinden geçilmiştir. Yine Orta Çağ’daki Tanrıbilim,
Ruh’ül-kudüs gibi dinsel tartışmalara katılmadan Batı metafiziğini ve Batı bireyini
sağlıklı değerlendirmek mümkün görünmemektedir. Bütün bu gelişmeleri geri
plana itmek tarihi kamaştırıcı ve albenili giysilerle süslemektir ama bu
bağlamda bilimin estetik zevkinin çok da geliştiği ve renk tonlamalarıyla
pek fazla uğraştığı söylenemez.
* * *
Salvadore Dali’ye bir de şu soru
sorulmalıydı: Pasta mı önce yenmeliydi yoksa krema mı?
Taşkın Takış