• Ecce Homo: Kişi Nasıl Kendisi Olur

Ecce Homo: Kişi Nasıl Kendisi Olur

  • 95,00 TL
  • 66,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

İşte insan! Çarmıha gerilmeden hemen önce İsa için söylenmiş bu sözü şimdi Dionysos karakterine sahip olanlar için söylüyor Nietzsche. Bugüne kadar işitilmemiş yepyeni bir çağrı ve haykırıştır bu insan için. Her şeyden önce Nietzsche kendisini okuyacak insanlara değil, onun seslenişini duyabilecek kulaklara ihtiyaç duyar. Çok az düşünür onun çapında uyarıcı bir filozof olabilmiştir. Tüm tehlikeleri işaret ederek, tam bir bozulmaya ve insanın dekadan değerlerine karşı gerçek bir panzehir olarak…

Ecce Homo’da Nietzsche yapıtlarının bir özetini sunar. Bambaşka bir deneyim ve kendilik bilgisiyle meydan okur. Haklı olarak o hiç kimseye benzememekle övünecektir. Nietzsche’nin herhangi bir kitabını eline alanlar kendisini bu derece övmesinde bir şaşkınlık duyacaklardır. Ancak bu övgülerde, pek az düşünürde olan bir içtenliği ve hakiki değerlere kendini adamışlığı da sezinleyeceklerdir.

Ecce Homo’da tüm değerler yeniden değerlendirilmeli, ideal ve ahlâk adına üzeri örtülen kavramlar açığa serilmelidir. Zira kaynağını hayattan almayan her şey çürümeye mahkûmdur. Akıl, hastalık, hınç, bencillik, müzik, gerçek okuma, çalışma ve varolma açık hava ve yaratıcı iklimler arasında gezinen bir yaşam filozofu olarak Nietzsche çekiçle nasıl felsefe yapılacağını bir kez daha gözler önüne serer.


  • Yazar: Friedrich Nietzsche
  • Kitabın Başlığı: Ecce Homo: Kişi Nasıl Kendisi Olur
  • Orijinal Başlık: Ecce Homo: Wie man wird, was man ist
  • Çeviren: Nazlıcan İldeş [Almanca]
  • Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 258; Felsefe Dizisi - 71
  • Basım Bilgileri: 1. Basım / Mart 2020
  • Sayfa Sayısı: 128
  • ISBN: 978-625-7030-10-6
  • Boyutları: 13,5 x 21

Önsöz

Neden Bu Kadar Bilgeyim

Neden Bu Kadar Akıllıyım

Neden Bu Kadar İyi Kitaplar Yazıyorum

Tragedyanın Doğuşu

Zamana Aykırı Bakışlar

İnsanca, Pek İnsanca

Tan Kızıllığı

Şen Bilim

Böyle Buyurdu Zerdüşt

İyinin ve Kötünün Ötesinde

Ahlâkın Soykütüğü

Putların Alacakaranlığı

Wagner Olayı

Neden Ben Bir Kaderim

Önsöz

 

1.

Yakın zamanda, hep yerine getirilmesi beklenen o en zor talep ile çıkmak zorunda kalacağım insanların karşısına. Bu öngörü beni her şeyden önce kim olduğumu anlatmaya itiyor. Aslında kim olduğumu biliyor olmalısınız. Çünkü ben kendimi “şahitsiz bırakmadım”. Ama görevimin büyüklüğü ile çağdaşlarımın küçüklüğü arasındaki farka bakarsak ne duyulmuş ne de görülmüşüm. Ben kendi hesabıma yaşıyorum, belki yaşıyor olmam bile düpedüz bir önyargıdan ibarettir?.. Aslında yaşamadığıma ikna olmam için yazın Yukarı Engadine’ye gelen “kültürlülerden” herhangi biriyle konuşsam yeter… Alışkanlıklarıma ve hattâ içgüdülerimin gururuna ters düşse de bu şartlar altında şunları söylemek gibi bir görevim var: Duyun beni! Çünkü ben şuyum ve şöyleyim. Sakın beni başkalarıyla karıştırmayın!

 

2.

Mesela kesinlikle bir öcü değilim ben, bir ahlâk canavarı değilim. Hattâ aksine, bugüne kadar erdemlerinden ötürü saygı duyulan insan türünün tam zıddı bir karakterim. Laf aramızda, bu durum gururumu okşuyor. Filozof Dionysos’un müritlerinden biriyim ben; bir aziz olmaktansa bir satir olmayı yeğlerim. Ama bu yazıyı okuyun bir. Belki de başarmışımdır. Belki de bu yazının, söz konusu zıtlığı neşeli ve hümanist bir şekilde dile getirmekten başka bir anlamı yoktur. Vaat edeceğim son şey insanlığı “iyileştirmek” olurdu herhalde. Benden etkilenip yeni putlar dikemezsiniz; eski putlar kilden bacaklara sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrensinler önce. Putları (“idealler” kavramına karşılık kullandığım kelime bu benim) devirmek; daha çok bununla ilgileniyorum ben. İdeal bir dünya yaratmaya çalıştıkça daha çok çaldılar gerçeğin değerlerinden, anlamlarından, doğruluklarından… “Gerçek dünya” ve “görünen dünya”; daha arı bir dille söyleyecek olursak, uydurma dünya ve gerçekler… En başından beri gerçeğe musallat oldu bu ideal dedikleri yalan. Bizzat insanlığın kendisi bu yalanla en derin içgüdülerine kadar kandırıldı ve yanıltıldı. Hem de ne yanılmak! Tapındıkları bu değerler sayesinde kendi gelişimlerini, geleceklerini ve gelecek üstündeki ulvi haklarını garantiye aldıklarını sanıyorlar…

3.

Yazılarımda soluk alabilenler, bu havanın zirvelerden geldiğini, ne kadar güçlü olduğunu hissederler. Ama insanın yaradılışı uygun olmalıdır bu havaya, yoksa hemen üşütüverir. Kar yakındır, yalnızlık devasa; oysa aydınlıkta nasıl da sakindir her şey! Nasıl da özgürce nefes alabilir insan! Nasıl da kendinden aşağıda hisseder birçok şeyi! Bugüne kadar anladığım ve tecrübe ettiğim kadarıyla felsefe, bile isteye karların içinde, yüksek dağlarda yaşamaktır. Varoluştaki yabancılığı ve kuşkuları, bugüne kadar ahlâkın yasakladıklarını araştırmak, onların üstüne gitmektir. Yasaklı yerlerde yaptığım uzun gezintiler sonucunda bugüne dek ahlâkın ve idealin boyunduruğu altına girme sebeplerine istenenden daha farklı bir açıyla bakmayı öğrendim. Filozofların gizli hikâyesi, o büyük isimlerinin altındaki psikolojileri açıklığa kavuştu kafamda. Gerçeklere ne kadar katlanabilir bir tin, ne kadar cesaret edebilir? Bu sorunun cevabı giderek gerçek bir değer ölçütü haline geldi benim için. Hata (ideale inanmak) körlük değildir, asıl hata ödlekliktir… Bilgi bakımından her kazanım, bilgiye doğru atılan her adım cesaretten gelir; kendine karşı çetin olmaktan, kendine karşı dürüst olmaktan gelir… İdeali çürütmeye çalışmıyorum, ona dokunmadan önce eldivenlerimi giyiyorum yalnızca… Nitimur in vetitum: Bu ifadeyle galip gelecek bir gün felsefem, çünkü prensip olarak doğruları yasakladılar hep.

4.

Tüm yazdıklarımın arasında Zerdüşt’ümün yeri ayrıdır. O, insanlığa verdiğim, gelmiş geçmiş en büyük hediyedir. Sesinde bin yılları taşıyan bu eser hem en yüksek kitaptır hem de gerçek bir dağ havası barındırır. Tüm bu insanlık olgusunu metrelerce aşağıda bırakmıştır. En derin olan da odur gene; doğruların bolluğu içinden doğmuştur, dipsiz bir kuyudur. Öyle bir kuyu ki içine daldırılan her kova para ve iyilikle dolup çıkar. Burada konuşan bir “peygamber” değildir, din kurucusu olarak adlandırılan o hastalıktan ve güç istencinden yaratılmış bir melez de değildir. Onun bilgeliğini acınası bir şekilde yanlış anlamamak için öncelikle bu ağızdan çıkan ses, oldukça dingin ve sakin bu ton doğru işitilmelidir. “En sessiz kelimeler getirir fırtınayı, parmak ucunda yürüyen düşünceler yönetir dünyayı.”

 

Ağaçlardan düşüyor incirler, oldukça tatlı ve güzeller. Yırtılıyor kırmızı kabukları düşerken. Olgun incirlere esen bir kuzey rüzgârıyım ben.

 

Yani, aynı incirler gibi, sizler de bu öğretiden kendi ­payınızı alıyorsunuz sevgili dostlarım. Şimdi bu meyvelerin suyunu iç­me, tatlı etlerini ısırma vaktidir! Sonbahar kapıda, gelsin tertemiz gökyüzü ve akşamüstü.

 

Burada konuşan bir yobaz değil, burada verilen bir “vaaz” değil, burada inanç talep edilmiyor. Sonsuz bir ışık bolluğu ve neşe hissi dökülüyor damla damla, kelime kelime. Bu konuşmaların temposu yavaş, şefkatli. Bunun gibi şeylere yalnızca en seçkinler ulaşır; burada dinleyici olmak eşsiz bir ayrıcalıktır, Zerdüşt’ü dinleyecek kulaklara sahip olmak herkesin harcı değildir… Tüm bunlarla tam bir baştan çıkarıcı değil midir Zerdüşt?.. Ama tekrar kendi yalnızlığına döner dönmez ne der kendisi? Bir “bilge”, “aziz”, “dünyanın kurtarıcısı” ve diğer dekadanlar böyle bir durumda ne derse onun tam tersini söyler… O, yalnızca başka konuşan biri değil, o zaten başka biridir…

 

Şimdi tek başıma gidiyorum, ey müritlerim! Siz de gidin buradan ve tek başınıza gidin!

Budur isteğim.

Gidin benden öteye ve savunun kendinizi Zerdüşt’e! Dahası, utanın ondan! Kandırmıştır sizi belki de.

Bilge insanlar kalmasın düşmanını sevmekle, bilsin dostundan nefret etmeyi de.

Daima öğrenci olarak kalmak, öğretmenin hakkını vermemektir. Ve şimdi, neden benim çelengimi yolmak istemiyorsunuz?

Bana hürmet ediyorsunuz… Ya hürmetiniz tepetaklak olur­sa bir gün?

Savunun kendinizi, bir heykel vura vura öldürmesin sizi!

Zerdüşt’e inandığınızı mı söylüyorsunuz? Ama sordunuz mu hiç, ne vardır bu Zerdüşt’te! Siz bana inananlarsınız… Ama sordunuz mu hiç, ne vardır bu inançlılarda?

Daha kendinizi bile aramadan buldunuz beni. Tam da inançlı birinin yapacağı gibi. Bu yüzden azdır ya inancın değeri.

Şimdi şunu buyuruyorum: Kaybedin beni ve bulun kendinizi; ancak beni her şeyimle inkâr ettiğinizde döneceğim size geri…

 

Friedrich Nietzsche

Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900)

Alman filozof, filolog ve kültür eleştirmeni. Çoğu çevrelerce Avrupa’nın en büyük düşünürü olarak kabul edilir. Yazdığı eserler zamana meydan okumuş ve 21. yüzyıl dâhil tüm zamanların en çok alıntı yapılan filozofu olmuştur. 1844 yılında Leipzig yakınlarında Röcker kasabasında dünyaya gelir. Bonn Üniversitesi’nde filoloji ve ilahiyat eğitimi alır. Henüz yirmi dört yaşındayken Basel Üniversitesi’nde klasik filoloji kürsüsüne en genç kişi olarak atanır. Gençlik yıllarında Schopenhauer ve Wagner’in etkisi altındadır. Yaşamı boyunca felsefenin daima temellerine inmeye çalışır. Belki de bu yüzden Wagner dâhil, üniversite çevreleriyle, birçok dostuyla sürekli bir gerilim içindedir. Bu kopuşun bedelini derin yalnızlığıyla ödeyecektir Nietzsche. Yaşamının ilerleyen yıllarında Basel’den aldığı emekli maaşıyla geçinen Nietzsche, sağlığına yararlı iklimleri bulmak için Fransa, İtalya ve İsviçre’de seyahat eder. Büyük yapıtlarının bir kısmını buralarda kaleme alır. Onun eserleri çağına tümden bir karşı çıkış olarak yorumlanabilir. Düşünceleri ve üslubuyla varoluşçuluktan psikanalize, sanattan felsefenin her sahasına derin izler bırakmıştır. Aforizmaları, karşıt kavramları ve ironisiyle düşünce tarihini taçlandırmıştır. Çok az düşünür, yazar ve sanatçı onun kadar özgün olmayı başarabilmiştir. Nietzsche her zaman yeniden okunmuş ve yeniden değerlendirilmiştir.