Halil İnalcık Armağanı-III
- 280,00 TL
-
196,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Köprülü ve Barkan zamanın büyük âlimiydiler, Halil İnalcık tüm zamanların büyük âlimi…
İnsan olarak…Çok cömert, bilge ve çok içten bir insandır. Zamanının çoğunu hiç sakınmadan başkalarına verir, gençlere yardım etmek için her türlü fedakârlığı yapar.
Onu izlemek çok hoştur; ermiş gibidir, bütün bilginliğine rağmen öğrencileriyledir, muazzam bir hafızası ve bilgisi vardır. Öyle bir entelektüel yaklaşımı vardır ki, etrafında olan biten her şeyi dikkate alır; Akdeniz üzerinde çalışanların, ekonomi tarihçilerinin vb. çalışmalarını kıyaslar; değişimleri öğrenmek onun için adeta elzemdir, ideolojik birisi değildir ve entelektüelliği hepimizden farklıdır.
Halil İnalcık, bu sahanın en seçkin uygulayıcılarından biri…Dünya bilimine katkıları su götürmez. Çabalarının hedefi haline gelmiş konu üzerinde bize sadece teşekkür etmek düşer.
İnalcık bizim alanda çok merkezî bir konumdadır. Bir yanda bilgisinin zaman içindeki genişliğine, öte yandan tarihin çeşitli alt dallarındaki bilgisine hayranım; onun sahip olduğu konuma benim anladığım kadarıyla bizim alanda başka kimse sahip olmamıştır.
Balkanlar’daki hocalar gerçekten onun yazdıklarına çok saygı gösteriyor…Çok iyi bir hocadır, öğrencilere rehberlik eder…Osmanlı tarihini çalışanlara kendini adar adeta, onlara çok değer verir, çok umut besler. Halil İnalcık’ı tarihçi kimliği ve insani kimliği diye ayırmazsınız, bence onun yaşamı Osmanlı tarihi.
Harvard’da onuruna düzenlenen sempozyumda söylenen şu söz bence de çok doğrudur: “Onun çalışmalarını çıkarır ve bir kenara koyarsanız Osmanlı tarihinde hiçbir şey kalmaz.” Osmanlı tarihine katkısı yerine konamaz bence. Osmanlıları zannediyorum ki daha geniş bir yere yerleştirmeyi, dünya tarihi içinde çok önemli bir yere konumlandırmayı başardı.
O bize talebesi olarak bakıyor, biz de ona hoca olarak bakmaktan başka şey düşünemeyiz. Bilgisi açısından zaten bizim aramızda hocanın lakabı; Şeyh-ül müverrihin…
- Editör: Ahmet Özcan
- Kitabın Başlığı: Halil İnalcık Armağanı - III
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 166; Tarih Dizisi - 20
- Basım Bilgileri: 1. Basım: Ocak 2017
- Sayfa Sayısı: 427
- ISBN: 978-605-9328-66-1
- Boyutları: 15,5 x 23,5
- Kapak Resmi: "Kanuni Sultan Süleyman", British Museum, 1526.
Giriş
Ahmet Özcan
Paradigmalar ve Şahitlikler: Getica’da ‘Rex/Kral’ ve ‘Regnum/Krallık’ Kavramları Üzerine
Abdullah Üstün
Tsargrad’ın Düşüşü, Moskova’nın Yükselişi: Çarlık Dönemi Rus Tarihyazımında 1453 Üzerine Apokaliptik Anlatılar, Mesiyanik Söylemler ve Oryantalistik Betimlemeler
Özhan Kapıcı
XV. Yüzyılda Balkanlarda Osmanlı Kaleleri ve Geçirdikleri Yapısal Değişimler
Uğur Altuğ
Osmanlı-Venedik Sınırında Son Savaş ve Pasarofça Antlaşması Müzakereleri (1701-1718)
Güner Doğan
Türkiye-Macaristan Dostluk Antlaşması (18 Aralık 1923)
Emre Saral
15.-18. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Bağcılık, Üzüm Üretimi, Üzümden Yapılan Ürünler ve Vergilendirilmesi
Sadık Müfit Bilge
II. Abdülhamid Döneminde Diplomaside Sembolik Dil İnşasında Nişanın Yeri: Toplumsal Anlamda Ötekini Taltif Etmek “Şefkat Nişanı
Namık Sinan Turan
Suriye Protestan Koleji ve Osmanlı Devleti: Osmanlı Belgelerinde Beyrut’taki Spc Tıp Fakültesi’nin Diploma Denkliği ve Prestij Mücadelesi
Adil Baktıaya
Osmanlı Hastahanelerinin Teknik ve İktisadi Etkinliği ve Hüdavendigar (Bursa) Vilayeti Hastahanelerinin Önemi
Emre Güneşer Bozdağ - Ahmet Deniz Bozkurt
Osmanlı Taşrasında Maarifin Modernleşme Serüveni: Sandıklı Kazası Rüştiye Mektepleri (1886-1908)
Biray Çakmak - Başak Kul
Şair’in Kaleminden Ud’un Mızrabına; Şark’ın Hazin Sesleri
Bilen Işıktaş
Rus-Japon Savaşı’nın Türk Halklarına Etkisi: Türkü, Ağıt ve Şiirlerde Japonya ve Japonlar
A. Merthan Dündar
Cemil Meriç’in Tarih Anlayışı
İbrahim Şirin
GİRİŞ
Halil
İnalcık yüz yaşında vefat etti. (25 Temmuz 2016). Onun yüz yaşına kadar yaşamış
olması özellikle Osmanlı tarihçiliğinin gelişimi açısından büyük kazanç oldu.
Son yılları da dâhil olmak üzere ömrü, arşivde belge, defter ve kütüphanelerde
matbu metinler ile el yazmaları arasında geçen İnalcık bir asırlık ömrünün her
safhasında velud bir yazar olarak kendini gösterdi. Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’nin ilk mezunlarından olan İnalcık’ın doktora çalışması “Tanzimat ve
Bulgar Meselesi” idi. Onun Osmanlı tarihinde Yakınçağ’dan Ortaçağ sonunu içeren
erken devirleri tercihi ve ömrünün son zamanlarında Cumhuriyet dönemini içeren
makaleleri, alabildiğine geniş bir kronolojik zaman dilimindeki zihinsel
yolculuğuna işaret etmektedir. Bu zaman diliminde ele aldığı konular da
birbirinden farklıdır; şairlerin patronaj ilişkisini anlattığı Şair ve Patron
adlı eseri ile birlikte anılması gereken Has-bağçe’de ayş u tarab adlı
çalışmasıyla Osmanlı kültür hayatının az bilinen yönlerine açıklık getirmiştir.
Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar adlı kitabı ve son
yıllarında “İslamiyet ve Osmanlı” konusu onun araştırma alanlarını iyice
genişletmiştir. Hepsinden daha dikkat çekici olan son eserlerinden birisinin
gençlik yıllarında yaptığı tahrir çalışmalarını andırırcasına yine bir tahrir
defteri olmasıdır. O eserlerinden anlaşılacağı üzere uzun zamanı bir bütün
olarak görebildiği Osmanlı tarihinin sınırlarında gezerken tarihçiliğin bir
yüzüyle sevimliliğini gösteren “popülerlikten” çıkıp “popülizme” kaydığı bir
zamanda bu popülizmin sunduğu imkânlardan uzak kalarak akademik dilin
soğukluğundan çıkardığı bazı eserleri ve ekrana yansıyan sohbetleriyle tarihi
sevdirme konusunda önemli rol oynadı. Umarız İnalcık, önde gelen tarihçilerimiz
için yapılan sadece belirli zamanlarda veya yeri geldiğinde “laf ü güzaf”
mesabesindeki anmalardan uzak kalır. Umarız böylece henüz haklarında eserleri
üzerinden doğru dürüst çalışmaların yapılmadığı tarihçilerimizin birçoğuyla
benzer kaderi paylaşmaz. Hakkında yapılacak konuşma ve yazılar törensel
zaafiyetlerin dışında olur. Burada onun hakkında ayrı bir yazı ele almayı
düşünmedik, çünkü armağan kitabının bir ve ikinci ciltlerinde İnalcık hakkında
bazı değerlendirmeler yapılmıştır, bu ciltte yapılanlar da bunlara
eklemlenebilir.
Üçüncü cilt olarak yayımlanacak bu kitap, İnalcık Armağanı olarak
başlatılan çalışmaların tarih araştırmaları külliyatına dönüşme eğiliminin
ürünüdür. Bu kitapta yer alan yazılar Halil İnalcık’ın uzun kronolojik zaman
dilimi ve farklı konuları içeren çalışmalarıyla örtüşmektedir. “İnalcık’ın
bütün çalışmalarının özünde Osmanlı tarihini Dünya tarihinin ayrılmaz ve ona
önemli tesirlerde bulunmuş bir parçası olduğunu ortaya koyma çabası
görünmektedir.” Makale yazarları dolayısıyla konular belirlenirken bu duruma
dikkat edilmiştir. Tarih araştırmaları alt başlığımız olsa da yazıların ağırlıklı
olarak Osmanlı tarihi üzerine olması kaçınılmazdır. Bu sadece İnalcık’ın
Osmanlı tarihinin bütünü kapsayan çalışmalarıyla alaka kurma çabası onun
hatırasını canlandırma faaliyeti değildir. Osmanlı tarihinin tabii bir
araştırma alanı sunan yazılı belge ve kitap türünden kaynaklarının yanısıra
yazılacak her Osmanlı tarihi yazısının dünya tarihine katkısıyla doğru orantılıdır.
Akdeniz ve Akdeniz dünyasının içine o dünyanın hâkimlerinden Osmanlı devletinin
hak ettiği şekliyle alınmamış olması veya dünya tarihini ilgilendiren herhangi
bir olgunun –ki bunların içinde en dikkat çekici olanlarından biri de Birinci
Dünya Savaşı’dır– yazılırken Osmanlı ve Türkiye’nin kenarda veya dışarıda
tutulmasının muhakkak ki birtakım gerekçelerle açıklanabilme imkânı vardır;
fakat bu açıklamalar Osmanlı tarihi ve onun dünya tarihiyle ilgisini kurabilme
konusunda üretilen bilginin eksikliğini gizleyemez. Yazıları seçerken bu
eksikliğe ne derece katkıda bulanabileceğimiz düşüncesi de öncelikli olmuştur.
Nihayetinde sınırlarımızı belirleyen armağan kitaplarının oluşturacağı
külliyatın ucunun açık olması ele avuca sığmaz bir cilt yerine musikiden üzüm
ticaretine, Roma’daki kavram tartışmalarından Venedik sınırına ulaşan yelpazesi
geniş, ama sınırları belirlenmiş bir kitabı ortaya çıkardı.
Kitabın hazırlanmasına başladığımızda yazma teklifinde
bulunduğumuz yazarların büyük kısmı bu isteğimizi gerçekleştirdiler, fakat
çeşitli gerekçelerle yazmayı kabul ettiği halde bitiremeyenlerle birlikte,
yazdıkları, makale sınırlarını aşıp kitap derecesinde sayfa sayılarına
ulaşanlar da oldu. Teknik nedenlerden dolayı bunları kitaba dâhil edemedik.
Yine de kitabın hazırlanması hikâyesinde başlangıçta, ortasında, sonunda yani
bir zamanında bizimle birlikte yer alsalar da farklı nedenlerden dolayı burada
bulunmayanlara teşekkür ederiz. Aşağıda bu kitapta yer alan makaleleri kısaca
tanıtmak umarım cezbediciliklerine zarar vermez.
Abdullah Üstün’ün Roma tarihyazımına ve oradan Hunlara ulaştığı
dönemin kavramları üzerinden yaptığı analiz denemesi kanaatimizce İslâmiyet
öncesi Türk tarihinin bütününe yansıtılması gereken bir tarihyazımı dilinin
habercisi olmalı. Böylelikle Attila’nın Roma’da Papa’ ya diz çöktürmesi veya
Tanrının kırbacı olarak sembolleştiği anlatıların dışına çıkma imkânı
bulabiliriz.
İstanbul’un fethinin anlamını ulusal bilinci saran popüler tarih
arzusuyla örtüşen şekliyle açıklamanın ötesinde fethin dış dünyadaki
etkilerinin ne olduğu konusunun pek de bilindiği söylenemez. Özhan Kapıcı, Rus
tarihyazımında “İstanbul’un Fethi” olgusunun yerini ve fethin Ruslar arasındaki
algılanışını ele aldığı makalesiyle, uzun süre Rus kaynaklarına müracaat
edilmeden yapılmış Osmanlı tarihi araştırmalarına tarihyazımı üzerinden bir
katkı sunmaktadır.
Yazarlarımızdan Uğur Altuğ’un doktora tez danışmanı Halil
İnalcık’tı. Altuğ, İnalcık hocayla son günlerine kadar yakından görüşüyor ve
yapacakları-yaptıkları çalışmaları kontrol ediyor, planlıyorlardı. Nitekim
İnalcık’ın yayımladığı son kitaplardan biri daha önce belirtildiği gibi sanki
hocanın gençlik yıllarına dönme arzusunu yansıtırcasına tahrir defteriydi. 1445
Tarihli Paşa Livası İcmâl Defteri’ni hazırlayan üç isimden biri de Uğur
Altuğ’dur. Uğur Altuğ, Osmanlı tarihi açısından erken sayılabilecek bir yüzyılı
ve Balkanlar gibi önemli bölge kalelerini ele aldığı makalesinde sadece isim
kaydı ve defter çevirisi değil, kale tipleri, kale görevlileri ve bunların
teçhizatları, Osmanlı fetih ve merkeziyetçi politikalarının buralara yansıyan
görüntüsünü ele aldı.
Güner Doğan, bir anlaşma olarak çok bilinen ama sınırlara yansıyan
şekliyle arka planındaki hikâyesi az bilinen Pasarofça Anlaşması müzakarelerini
özellikle Venedik arşiv ve kütüphanelerindeki kaynakları kullanarak yazdı.
Osmanlı tarihçilerinin oldukça az kullandığı bu arşive müracaat edilmesi
makaleye başlangıçta ayrı bir değer katıyor. Tabii Güner Doğan’ın Venedik ve
Osmanlı kaynakları arasında harcadığı enerjinin sadece üretken bir
araştırmacıyı değil aynı zamanda sınırların muğlâklığında gösterdiği çabayla
aranılan tarihçi portrelerinden birini müjdelediğini belirtmemiz gerekmektedir.
Macaristan-Osmanlı ilişkileri nispeten ama çağdaş Macaristan-Türkiye
ilişkileri yakın bir zamanı kapsamasına rağmen daha az biliniyor. Bu durum
ilişkilerin azlığının göstergesi olarak açıklanamayacak kadar Türkiye’deki
tarihçiliğin problemleriyle iç içe geçmiştir. Emre Saral’ın Türkiye-Macaristan
Dostluk Anlaşması ise az bilinen ortak hikâyeyi açıklamaya dönük bir çabadır.
Sadık Müfit Bilge literatürde tabiri caizse basılı kaynakların
neredeyse hepsini kullanarak yazdığı Osmanlı dönemi Kafkasya’sı ve Macaristan
kitaplarıyla tanınmaktadır. Onun bibliyografya zenginliğiyle büyüyen metinleri
kendisini tanıyanların da rahatlıkla ifade edebileceği şekliyle kitapkurdu
olmasıyla doğrudan alakalıdır. Bilge, armağan kitabı için yazdığı makalesinde
de bu özelliğini göstermiştir. Osmanlı tarım ve mali tarihine katkıda bulunacak
makalesi 15-18. yüzyıllarda bağcılık, üzüm üretimi ve bunlarla ilgili
vergilendirmeyi içermektedir.
Biray Çakmak-Başak Kul, 19. yüzyılın Sandıklı kazasındaki eğitim
kurumları üzerinden taşradaki maarifin modernleşmesini ele aldıkları
makaleleriyle adeta eğitim tarihçiliğinin sınırlı çalışmaya rağmen
genellemelerle dolu, merkez ve kurum odaklı metinlerine meydan okumaktadırlar.
Bu metin de kurum odaklı olmasına rağmen tarih araştırmalarında ihmal edilmiş
bir kurumun taşra görünümünü ele alarak 19. yüzyılda bir taşra kazasındaki
eğitim öğretimin modernizasyonu sırasında karşılaşılan problemlerin ülkenin
genelinde karşılaşılan manzarayla genel olarak benzer olduğunu göstermektedir.
Bugün de etkileri süren Türkiye’deki sempatik bir o kadar da
muhayyel olan Japonya algısının kökleri 19. asrın sonunda başlamak üzere daha
çok 20. asrın başındaki Rus-Japon savaşının Türk dünyasındaki yankısıyla
ilgilidir. Bu yankının en çok göründüğü yerlerden birinin edebiyat olduğu
iddiasıyla yola çıkan A. Merthan Dündar’ın makalesi Japonya ve Japon algısının
oluşmasında günümüzde Türk Dünyası olarak adlandırdığımız coğrafyadaki
Karaçay-Malkar, Kırım Tatar, İdil-Ural Tatar ve Azerbaycanlıların edebî
metinlerinin etkisini ele almaktadır.
Meslekî sıfatlar “tarihçi, edebiyatçı” vb. bir yazarın
anlaşılmasını kolaylaştıracağı gibi yazarın bu sıfatların dışında görülmesini
engelleyecek önyargıların da kaynağı olmaktadır. Bu açıdan baktığımızda
özellikle bir dönem için oldukça kalabalık sayılabilecek okur kitlesi üzerinde
etkili olmuş entelektüel olarak Cemil Meriç nasıl bir yerde durmaktadır?
Bugünün meselelerine kafa yoran her aydın gibi o da meseleleri bugüne miras
bırakan tarihin peşindedir. İbrahim Şirin, Cemil Meriç’in tarih karşısında
durduğu yeri belirlemeye çalıştığı makalesinde sıfatı tarihçi olmayanların
nüfuz alanındaki okur kitlesinin tarih algısının oluşumundaki etkisinin ne
olabileceğine dair sorularımıza bir şekilde cevap vermektedir.
Şerif Muhiddin Targan ile Mehmet Âkif’in şarktan gelen hazin
seslerini “kâinatın dili musiki”de buluşturan bir makale Bilen Işıktaş’ın yazısı.
Şair, müzisyen, ses, şiir, kalem, mızrab ve hüznün oluşturduğu birlikteliğin
atmosferinde tarihe yolculuk. Çok az yapılan yolculuk türlerinden birisi bu ve
armağan kitabımızın ruhuna uygun bir fon oldu.
İmparatorluk kavramının göz önüne ilk getirdiği görüntüler
nişanlar, madalyalar, somboller, ritüeller. Nişanlar Osmanlı son döneminde
portreleri renklendiren görüntülerden ve Batılılaşmanın sembolle ifade
edilebilecek örneklerinden. Sembolik dilin inşasının araçlarından ve
diplomasiyi kolaylaştıranlardan. Namık Sinan Turan Osmanlı tarihinin en çok
konuşulan yazılan dönemlerinin başında gelen II. Abdulhamit devrinin az bilinen
ve işlenen konularından birini ele alıyor: “Şefkat Nişanı”
Eğitim tarihinin olduğu kadar tıp tarihini de ilgilendiren bir
yazı Adil Baktıaya’nınki. Suriye Protestan Koleji Beyrut Amerikan Üniversitesi’
nin temelidir. Baktıaya kolejin Osmanlı Devleti nezdindeki diploma denkliği
mücadelesini yazdı.
Emre Güneşer Bozdağ-Ahmet Deniz Bozkurt ikilisinin makalesi
Osmanlı hastahanelerinin teknik ve iktisadi etkinliği hakkında fikir edinmeye
amaçlayan bir iktisat çalışmasıdır. Yapılan analiz bir iktisadi analiz
denemesidir. Osmanlı dönemi sağlık hizmetleri konusundaki çalışmaların çok
gelişkin olmadığı uzun süre daha çok tıp tarihçilerinin araştırmalarıyla
sınırlı kaldığı bilinmektedir. Son zamanlarda bu konudaki çalışmalar artsa da
fakat hastahanelerin teknik ve iktisadi etkinliği gibi konular iktisadi açıdan
pek incelenmemiştir.
Tarih araştırmalarına özgün katkısı olacağına inandığımız
kitabımız umarız bu inancımızı boşa çıkarmayacaktır. Kitabın her ne kadar editörü
ben olsam da yayıncımız Taşkın Takış’ın entelektüel sezgisinin sunduğu destekle
bu iş benim için oldukça rahat bir halde yürütülmüştür.
Ahmet
Özcan