• Bilginin Temelleri

Bilginin Temelleri

  • 140,00 TL
  • 98,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Günümüzde bilginin temelleri, Descartes, Locke, Hume ve Kant’ın anladıkları gibi, felsefenin de temelleri olmasa bile, felsefe için en önemli konular arasında yer almaktadır. Felsefenin edebiyatla iç içe girdiği kimi romantik kurgucu tutumlardan sıyrılıp, bilginin temellerini kendi temellerinin yakınlarına alması, sağlıklı düşüncenin yararına olmuştur. Sağlıklı düşüncenin yararına olan buna koşut başka bir gelişme, yeniçağda gene Descartes ile başlayan ve Kant’tan sonra büyük ölçüde yitirilen çözümsel; açık seçik ve uslamlamaya yer veren felsefe biçiminin yeniden kazanılmasıdır. Çözümsel felsefe düşüncenin dizgeselliğini dışlamaz. Dışladığı, dizgenin kurguya dönüşmesi, önerilen çözümlerin sağduyu ve deneyle ussal bağlantılarının koparılmasıdır. Felsefe, herhangi bir konunun ‘istenildiği gibi’ açıklanması değil, belirli sorunların, belirli konuların ‘temellendirilmiş’ çözüm ve açıklamasıdır. 

Kimi düşünürlere göre bilgi, insanı çevreleyen, ondan bağımsız bir evrenden gelir ve algıyla elde edilir. Oysa kuşkucu yöntemler bu görüşün bazı çelişkilere yol açtığını sergiliyor. Peki, elde ediliş biçimiyle kuşku uyandıran insan bilgisine güvenilebilir mi? Bu kitabın ilk amacı bilginin kaynağı konusundaki bu çelişkiyi çözmektir. İkinci amacı ise, gerek dış evrenin gerekse insan anlığının fiziksel olduğu görüşünü savunarak, bu dış evrenin bilgisiyle değişen ‘ben’in nasıl özdeş kaldığını araştırmaktır.


  • Yazar: Arda Denkel
  • Kitabın Başlığı: Bilginin Temelleri
  • Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 315; Felsefe - 84
  • Basım Bilgileri: 1. Basım: Ekim 2021
  • Sayfa Sayısı: 183
  • ISBN: 978-625-7030-49-6
  • Boyutları: 13,5 x 21
  • Kapak Resmi: Jean-Pierre-Antoine Tassaert, "Pyrrha", Louvre Müzesi.

Önsöz

I. Giriş

1. Modern Düşünce ve Descartes

2. Aydınlanma ve Algı

II. Kuşku ve Gerçek

3. Genel Görüş

4. Kuşkucu Uslamlamalar

5. Yalın Gerçekçiliğin Karşı Çıkışı

6. Locke’un Gerçekçi Deneyciliği: Tasarımcılık

7. Berkeley’in Eleştirileri

8. Tasarımcılığın Yadsınması

III. Görüngü ve Gerçek

9. Bilgi Kuramında Özdeksizcilik

10. Algının Görüngücü Çözümlemesi

11. “Duyu-Verileri” ve “Yapılar”

12. Görüngücülüğün Eleştirisi

13. Özdeksel Varlığın Görüngüsel Bilgisi

IV. Özdek ve Zihin

14. Zihinsel Olgular

15. Descartes ve Etkileşimcilik

16. Özdekçilik

17. Zihinsel Olayların Doğası

V. Kişi ve Özdeşliği

18. Kişinin Özdeşliği Sorunu

19. Süreklilik Kuramı

20. Süreklilik Yeterli midir?

21. Zorunlu Koşul

Kaynakça

Sözlük

Dizin

 

Önsöz

 

Bu kitabın konusunun kapsamı dışında kalsa bile, Türkçenin bir felsefe dili olarak kullanımı üzerine sunacağım birkaç görüşün hoşgörüyle karşılanacağını umuyorum. Felsefe okuruna ulaşmışken felsefeyi ne ile yapıp ne ile ilettiğimizin tartışmasına girmeden edemezdim. Bunun bir nedeni de Türkçe felsefe terimlerinin zenginleştirilmesi gereği üzerindeki görüş alışverişinin şu sıralar daha sıklaşmış olması. Çünkü şu sıralar, bir yandan durum değerlendirilerek zenginleştirmenin hangi ilkelere göre yapılması gerektiği üzerine düşünceler üretilirken, bir yandan da TDK Felsefe Terimleri Sözlüğü’ne ek olarak yeni terimler önermeyi amaçlayan somut girişimler var. Pek çoğumuz, bunu sevindirici bir gelişme olarak karşılıyor ve Türkçeye önemli katkıları olabileceğine inanıyoruz. Ancak, bu gelişmenin getireceği sonuçların önemi düşünülürse, felsefe terimleri üzerine tartışmalara katılanlar ve somut öneriler getirenlerin, aynı ölçüde önemli sorumluluklar yüklendikleri söylenebilir. Türkçenin felsefe terminolojisi ve ilgili soyut terimler dağarcığına katkıda bulunacaklar ulusal kültür ve bilim açısından tarihsel bir görev üstlenmektedirler. Temel olan, bu görevin başarıyla yürütülmesi olduğuna göre, tartışmaların yapıcı olmasına özen göstermekte yarar bulunduğu düşüncesindeyiz.

Sorunumuz, bazı teknik felsefe kavramlarının veya felsefi düşünce içinde önemle yer almalarına karşın, teknik nitelik taşımayan kimi soyut kavramların Türkçe terimlerle dile getirilmesinde çıkan güçlük veya olanaksızlıklardan doğuyor. Bu durumun, Türkçede giderilmesi gereken bir kavramsal yoksulluk biçiminde ortaya atılmasına karşı tepki gösterilmiş ve bunun Türkçenin bir eksikliği olmayıp bir felsefe terimleri eksikliği olduğu ileri sürülmüştür. Hattâ daha da ileri gidilerek, bir felsefe dili olamayacağı ve yalnızca bir felsefe terminolojisinden söz edilebileceği, çünkü “felsefenin terimlerle yapıldığı” savunulmuştur.

Tartışmayı bu noktalar üzerinde yoğunlaştırmanın, özellikle, çözüm üzerinde zaten anlaşma bulunuyorsa, ne ölçüde yararlı olacağı kuşkuludur. Çünkü felsefe terminolojisi bir dilin felsefe terminolojisidir ve bir dilde kullanılarak işlev bulur. Terimleri dilden soyutlamak, onları “yaşam buldukları” ortamdan ayırmak değil midir? Felsefe terimleri dağarcığını zenginleştirmekle sonuçta yapılan Türkçeyi kavramsal yönden zenginleştirmek olmaz mı? Kaldı ki, terimlerin yetersiz olmasının o terimlerin içinde bulunduğu dili kullananlarda kavramsal alanda bir sınırlamaya neden olması da kaçınılmaz gibi duran bir vargıdır. Çünkü soyut kavramlar düzeyinde düşünce dile bağımlıdır. Eğer dil kimi ayırımları veremiyor ve kimi kavramları karşılayamıyorsa, o dilde düşünmek durumundaki birey de aynı ayırım ve kavramları düşünemiyordur. Bunun o dilde üretilecek felsefe düşününü ve o dili kullanma durumundaki felsefecileri kısıtlayış biçimi küçümsenemez. Giderilmesine çaba gösterilmesi gereken de bu kısıtlamadır. Yoksa, Türkçenin sözdizimi veya mantıksal yapısının felsefe düşüncesini engellemesi gibi çok daha ağır nitelikte bir sorun bulunduğunu bugün ciddiyetle savunan herhalde pek kimse yoktur. Tersine, Türkçe “mantıksal” yapı ve kuralları olan bir dildir. Ayrıca, yapı olarak “analitik” olmak, bir dilin daha mantıksal veya daha analitik bir düşünce üretimi sağlayacağını içermez. Dolayısıyla Türkçe, analitik bir yapıya sahip olmamakla bir şey yitirmek durumunda da değildir.

Sorunu ister Türkçenin sözdağarcığında, ister felsefe terminolojisinde görelim, asıl önemli olan konu, eksikliği nasıl gidermemiz gerektiğidir. Tutulabilecek yollardan biri, yabancı terimleri Türkçenin ses yapısına uydurarak kullanmak ve öylece benimsemektir. Bu yolla Batı felsefe terminolojisinin önemli bir bölümü Türkçeye aktarılmıştır ve bu aktarılan yabancı sözcüklerin kimi o denli uluslararası ve “dillerarası”dır ki (örneğin: a priori, idea), belki de Türkçede de oldukları gibi saklanmaları yeğlenmelidir. Ya geri kalanlar? İçinde bulunduğumuz evrede Türkçeye yeni terimler kazandırmak için çalışmalar yaparken yaygın olarak benimsediğimiz amaçlara uygun olarak bu “devşirmeci” yolu artık tutmuyor, hattâ bu yolla Türkçeye girmiş yabancı terimlerin büyük bir bölümünü de Türkçe kökenli olanlarla değiştirmeye çaba gösteriyoruz. Dolayısıyla, çabalar bu aşamada bir öz Türkçe felsefe ve soyut terimler dağarcığı yönünde yoğunlaşmaktadır. Bu ise, üç değişik yoldan yapılabilir ve bu üç yol da aynı tutarlı sonuca götürmediğinden bunlardan yalnızca birinin seçilerek terim üretme çabalarının o yol üzerinde yoğunlaştırılması, tutarlı bir terminolojinin gereği olacaktır.

a) Günlük dildeki sözcüklerin, bu doğal anlamların yanısıra teknik anlamlar da kazanmalarını bekleyebilir ve felsefe yazılarında kullandığımız terimleri bu gelişim doğrultusuna uygun olarak seçer, onu özendirebiliriz. Bu, felsefede öncülük yapmış dillerin felsefi terimleri kazandıkları (devşirmeci yol yanısıra) başlıca yoldur ve dilin doğal gelişimi açısından belki de en sağlıklısıdır. (Felsefede öncü olmamak felsefede önemli varlık göstermemeyi içermez. Örneğin Almanca Leibniz’in çağında bile felsefi açıdan –bugünkü Türkçemiz gibi– yetersizdi. Bu nedenle Leibniz yapıtlarını Latince ve Fransızca yazmıştır. Bu konuda, Profesör Nusret Hızır’ın Felsefe Yazıları adlı kitabında da bilgi bulabiliriz.)

Bu yolun, bugünkü evrede, Türkçenin felsefe terimleri ve soyut sözcüklerinin zenginleşmesi yönünde pek de yeterli olamayacağı söylenebilir. Çünkü bu, her şeyden önce, daha yavaş bir gelişimi içerir. İkinci olarak ise, bu yol yalnızca bir “kavrama karşılık bulma” yolu değil, aynı zamanda bir “kavram oluşturma” yoludur. Çünkü böyle bir gelişmede, doğal bir sözcük, anlamını bir yönde geliştirerek bir kavram doğurur. Böylece doğan bir kavram başka dillerdekilerle çakışmayabilecektir. Türkçede bir yandan böyle bir gelişmenin meydana gelmesi olumludur; ancak şu sıradaki koşullar bağlamında bu gelişme sorunumuzu tek başına çözemez. Türkiye’deki felsefecilerin sorunu, özgün felsefe ürünü veren başka dillerin zengin felsefe ve soyut kavram dağarcıklarından yararlanarak oluşturdukları düşün boyutlarını Türkçede anlatıma dökmekle ilgilidir. Yani bu aşamayı, Türkiye’deki felsefeciler için kavramların terimlerden daha çok olduğu bir durum olarak belirleyebiliriz. Bir başka deyişle, koşullarımızın bizi zaten doğal gelişmenin dışına kaydırmış olmasından ötürü, aradığımız çözümün de doğal gelişmeyi aşması, gene doğal olacaktır. Yani bu aşamada dilin ilgili yönünün kendi devimseli aşılarak yapay yöntemlerle geliştirilmesi “meşru”dur. Türkçenin felsefi düşünceyi daha iyi bir anlatımla verebilmesi için bu dilin kurallarına uygun yeni terimler önermek, ele aldığımız sorunun başlıca çözüm yoludur. Sevindirici olan, felsefecilerin önemli bir çoğunluğu arasında bu çözüm üzerinde görüş birliği bulunmasıdır.

Bu noktada başka bir seçimle karşılaşıyoruz. Batı dillerinin felsefe terimlerini Türkçede karşılamak için yeni terimler üretirken tutulabilecek (en az) iki değişik yol söz konusu edilebilir:

b) Karşılanan yabancı terimin kökbilimi (etimolojisi) temel alınarak, terimin geçirdiği evreler ve yüklendiği çağrışımlar da göz önünde tutulmak koşuluyla, kökünün anlamını Türkçede karşılayan bir sözcük veya kökten, amaçlanan Türkçe terimi türetmek.

c) Karşılanan terimin kökü ne olursa olsun, şu anda taşıdığı felsefi anlamın bir çözümlemesi yapılarak, amaçlanan terimi, bu anlamı Türkçede veren bir kök veya sözcükten türetmek.

Bu iki yolun, karşılanacak aynı terim için değişik öneriler getirmeleri olağandır. Nedeni de, bir sözcüğün, özellikle Batı (Hint-Avrupa) dillerinde, ileri aşamalarında kazandığı anlamın kökünden önemli ayrılıklar gösterebilmesidir. Dolayısıyla, bir Batı dilindeki herhangi bir terimin bu aşamada kazandığı anlam, bu terimin kökünün tarihsel olarak taşıdığı anlamın gölgesinde kalmayacaktır. Oysa Türkçede kökler anlamlarını çok daha canlı bir biçimde korurlar. Bu nedenle, (b) yoluyla türetilen bir terimi, kazandığı son anlamıyla “tutturmakta” güçlük çekilebilecektir. Eğer (b) ve (c) yolları aynı sözcük için ayrı karşılıklar üreteceklerse, bunlardan hangisi yeğlenmelidir?

(b) yoluyla türetilen Türkçe karşılık çok daha “renkli” olma şansını taşır. Karşıladığı terimin semantik boyutlarını, mecaz ve çağrışım olanaklarını da koruyabilecek, ona yakın çok anlamlılık ve kaypaklık özelliklerine sahip olacaktır. Başka bir deyişle, bu yol izlenerek türetilen sözcüğün sağlayabileceği edebî boyutlar daha geniş olacaktır. Öte yandan, (c) yolu temel alınarak türetilecek bir karşılık daha kuru ve çağrışımları daha az olan bir terim olacaktır. Anlamının tek ve daha keskin olmasının yanısıra kendine özgü bir semantik nitelik taşıyacaktır. Kısacası, bu ilkeye göre türetilen terimler mantıksal yönden daha saydam olacaklardır. Felsefede düşüncenin mantıksal sağlamlık ve keskinliğini öne alan yaklaşım açısından (c) ilkesi tutulması gereken yolu belirlemektedir.

Gene de, bir terimin kazanılıp kazanılmadığını sonuçta belirleyen, önerilen sözcüğün karşıladığı kavramı saydam ve keskin olarak verebilmesi değil, terimi kullanacak olanların onu benimsemeleri, yani terimin “tutması”dır. Buna bağlı olarak, felsefe terimlerine katkıda bulunanların sorumlulukları önerdikleri terimlerin kullanımında onay bulmamasıyla kalkacak, tutması durumunda ise sürecektir.

Bu kitapta kullandığım terimler için TDK Felsefe Terimleri Sözlüğü’nü ve TDK Türkçe Sözlük’ü temel aldım. Bu kaynaklarla tutarlılık sağlayamadığım bir kullanım “anlık” ve “anlak” sözcükleriyle ilgili. TDK, zihin (mind) için “an” sözcüğünü, zekâ (intelligence) için “anlak”, müdrike (understanding) ya da anlayış gücü için “anlık” sözcüklerini öneriyor. Zihin için “anlık” sözcüğü genel kullanımda “an”a göre daha çok yerleşiklik kazandığından bu uygulamayı izledim. “Anlak” sözcüğünü ise anlayış gücü (understanding) anlamında kullanıyorum. Kitabın sonundaki sözlük kimi terimlerin buradaki kullanımlarını genel kullanım çerçevesinde belirlemeyi ve okura böylece yardımcı olmayı amaçlıyor.

 

Arda Denkel
Erenköy, 1984

Arda Denkel

Arda Denkel 1949’da Ankara’da doğdu. Saint Benoît Lisesi’nden sonra ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde okudu. 1972 yılında Şehir Planlama lisans derecesini aldı. Aynı yıl Oxford Üniversitesi’nde felsefe öğrenimine başladı. 1977’de bu üniversiteden felsefe dalında doktora derecesini kazandıktan sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde göreve başladı. 1988’de profesör unvanını alan Denkel yaşamının sonuna kadar aynı kurumda görevini sürdürdü. 1985 ve 1989 yıllarında ABD Wisconsin Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde konuk öğretim üyesi, 1994’te Uludağ Üniversitesi’nde ve 1995-97 yılları arasında da Koç Üniversitesi’nde ek görevli olarak dersler vermiştir. 1995’ten ölümüne kadar Türkiye Bilimler Akademisi, Institut International de Philosophie’nin Avrupa Analitik Felsefe Kurumu üyeliklerinde ve yönetiminde bulundu. 1997’ye değin 45’in üzerinde Türkçe yazı, 18’i uluslararası dergilerde olmak üzere 26 İngilizce makale yayımlamıştır; bir yazısı Almancaya, ikisi de Yunancaya çevrilerek bu ülkelerde yayımlanmıştır. Ayrıca Objects and Property başlıklı kitabı Cambridge University Press’ten 1996’da çıkmıştır. The Natural Background of Meaning başlıklı kitabıysa Kluwer Academic Press tarafından yayımlanmıştır.