Doğu Batı Sayı 33: Ortaçağ Aydınlığı
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Zeki Özcan
Ortaçağ’da Birey ve Bireyleşme
Jacques Le Goff
Ortaçağ’da Batı Avrupa
Mehmet Ali Kılıçbay
Ortaçağ’ın ‘Orta Malı’ Olmadığına Dair
Burçin Erol
Ortaçağ Avrupası ve Üniversiteler
Turhan Kaçar
Ortaçağ’ın Dinsel Fermantasyonu
A. Kadir Çüçen
Kötülük Problemi
Nazım İrem
Karanlık/Aydınlık Anlatısı Olarak Ortaçağ ve Eski/Yeni Tarih Yazımı
Bekir Karlığa
Doğu-Batı Düşüncelerinde On Üçüncü Yüzyıl Dönüşümü
Betül Çotuksöken ile Ortaçağ Üstüne
Ahmet Soysal
Ortaçağ’da Batı Avrupa Müziği
Ebru Yener
Ortaçağ’ın Aydınlık Yüzü: Endülüs
Hüseyin Can Erkin
Japonya Ortaçağı’nda Zen Işığı
Richard Dietrich
Digenēs Akritēs Destanı’nda Bizans-Müslüman İlişkileri
Aydın Albayrak & Cem Deveci
Ortaçağ Sonunda Evrensel Hukuk Arayışı ve İnsan Hakları: Vitoria’nın Siyaset Kuramı
Sencer Divitçioğlu
Saruhanlı Beyliği’nin Kıpçak Kökenli Olma İhtimali (XI-XIV. Yüzyıllar)
Hüseyin Kayhan
Haçlılar Karşısında Selçuklular
ORTAÇAĞ AYDINLIĞI
Tanıdığımız dünyalar arasında Ortaçağ muhtemelen bize en uzak
olanı. Yarı karanlık ve yarı belirsiz, karanlıkla dolu bir geçmişin öznesine
dönüştürülen bu çağ, tarih atlaslarında en sıradan bilgi kalıplarına varıncaya
dek sevimsiz bir çehreyle betimlenmiştir. Bu ürkütücü ve karanlık çağ, Roma ve
Yunan uygarlığının, Rönesans ve Reform hareketinin, Hümanizm ve Aydınlanma
dönemlerinin sahip olduğu göz kamaştırıcı ve parlak renklerinden yoksun
bırakılmıştır. Oysa Ortaçağ’ın tek bir kalıba dökülmeyecek sayısız biçimi ve
yorumu vardır. Bu yorum denemelerinin en kötüsünü ise tarih felsefesi dile
getirmiştir. Eğer döneme ilişkin olumsuz bir yargı taşıyorsak farkında olmadan
bir tarih felsefesi yapıyoruz demektir.
Elbette, tek bir Ortaçağ yok Ortaçağlar var. Toplumlar hiçbir
zaman eşit ve benzeri süreçlerden geçmemiştir. Toplumları geniş şemalar halinde
ele alan homojen zaman çizelgeleri sosyal ve ekonomik tarihin en önemli
noktalarını gözden kaçırmışlardır. 8. yüzyılda İslâm’ın yükselişe geçtiği
dönemlerde Latin Batı’da bir bozgunun devir teslimi yapılıyordu. Germanik
barbar halkların tozu dumana kattığı ortamda Roma’nın yıpranmış doğal
haritasını yenisiyle değiştirmek yüzyılları alacaktı.
Ortaçağların yalnızca ruhani iktidarların ve dünyevi otoritelerin
gölgesi altında geçtiğini düşünmeyelim. Toprağa bağlı geleneksel kasaba
yaşamında mutlak bir denetim olmayacağı pekâlâ açıktır. Evrensel amaçlar
peşinde koşan Kilise ile bağımsız orta sınıfların keskin mücadelesi siyasi tarih
açısından incelenmeye değerdir. Örfi hukukun çatısı altında meşruiyet, laik
siyaset ve parlamento gibi kavramlar yavaş yavaş belirginlik kazanıyordu.
Feodal yapı ve kurumların ‘geri ve durağan’ gibi sıfatlarla geçiştirilmesi Batı
toplumlarının önemli bir aşamasının gözden kaçırılması demektir.
Ortaçağ’da antikçağların geniş bir yorumu yapılmıştır, Batı
Hıristiyanlığı dogmatik hüviyetini kazanmış ve modern bilimler ise yavaş yavaş
filizlenmeye başlamıştır. Modern bilim ve felsefenin kökenleri 15. ve 16. yüzyıl
İtalyan Rönesansı ile anılmaya değer olsa da, “yeniden doğuş” 12. ve 13.
yüzyıllarda Paris, Oxford, Cambridge, Bologna, Padua gibi şehir merkezlerinde
lonca halinde teşkilatlanan üniversitelerde gerçekleştirilmiştir. İslâm
bilginleri Kahire, Bağdat, Şam, Endülüs okullarında teoloji, metafizik, mantık,
tıp, astronomi, cebir, geometri, gramer dersleri veriyordu. Toledo’daki
çeviriler sayesinde farklı dil ve kültürler kaynaşıyordu. Hem Hıristiyan
Batı’da hem İslâm’ın doğusunda birbirinden son derece farklı mezhep, akım ve
düşünce sistemleri ortaya çıkmıştı. Yahudi, Hıristiyan ve İslâm dinleri ilk
defa uygarlığın gerçek birer taşıyıcısı ve aktarıcısı rolüne bürünmüştü.
Bütün bunların yanında, dünyanın bir alegori ve simge aracılığıyla
resmedilmesi, yorumlanması Ortaçağ sanatının başarısıdır. Sanatla birlikte var
olan mistik anlayış olağanüstü karşıtlıklardan faydalanıyordu. İkili bir yapı
içerisinde, yargılamanın ve bağışlamanın, korkunun ve eğlencenin, aşkın ve
öfkenin, gecenin ve gündüzün, müziğin ve mevsimlerin tekabül ettiği bir anlam,
her nesnenin konuştuğu bir dil vardı. En küçük lirik söyleyişlerden Gotik
katedrallerin binlerce süslemesine kadar tanrısal inceliğin mantık oyunları bir
müzik etrafında şekilleniyordu: Duru bir güzellik görüyorum, gelip geçici
varlıklar bir işarettir yalnızca. Öyleyse görünenin ötesinde görünmeyen bir
neden olmalı…
Biz bu sayıda bir tezi dile getiriyoruz. Ortaçağ’ın bütünüyle
karanlık bir sayfa olmadığını vurguluyoruz. Ortaçağ’ın ruhu, karakteri ve
felsefesi yalnızca ilerlemeci bakış açısından yorumlanamaz. Küçümsenen,
yargılanan, geride kalan, atlanan, uzakta tutulmaya çalışılan da genel düşünce
tarihinin bir parçasıdır. Bunlar arasında Ortaçağ’da ilim öğrenmek hevesiyle
yola koyulan öğrenciler de vardı ve hiç kuşkusuz kat ettikleri mesafeler
kendilerine pek ‘karanlık’ görünmüyordu.
Nihayetinde bu sayımız, şehirden şehre dolaşan bu gezgin
öğrencilerin dünyasında pek çok aydınlık izi taşımaktadır.
Taşkın
Takış