Weber'in Metodolojisi: Kültür Bilimleri ile Sosyal Bilimlerin Birleşimi
- 210,00 TL
-
147,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Tarihsel ve kültürel çözümlemelerin, ideolojilerin ve disiplinlerin her türlü teşvik ve kışkırtısıyla karşı karşıya bırakıldığı bir zamanda, yirminci yüzyılın parlak sosyal kuramcısı ve en yaratıcı düşünsel güçlerinden birisi olan Max Weber'in çalışmaları özellikle uygun düşmektedir. Fritz Ringer, bu önemli araştırmada, Weber'in metodolojik yazılarını, onun zamanında gerçekleştirilmiş canlı Alman düşünsel tartışmalar bağlamında yorumlayarak, Weber'in çalışmalarına yeni bir yaklaşım getirmektedir. Ringer'a göre, Weber tarihsel ve kültürel araştırmalarda, birbirinden düşünsel bir kopuş gösteren hümanistik yorum ve nedensel açıklama arasında, hümanistlerin öznelciliğinin ve toplum bilimcilerin doğalcılığının gerçekleştirebileceği verimli işbirliğini engelleyen metodolojik farklılıkların süregittiği bizim zamanımıza doğrudan hitap edebilecek bir şekilde, köprü kurabilmeyi başarmıştır. Weber, esnek ve gerçekçi, nesnel olasılık ve yeterli nedensellik kavramlarını geliştirmiştir.
Teknik kuramları özgül örneklere dayandıran Ringer, insanî bilimler ve sosyal bilimlerdeki bütün Weber ve toplumsal kuram öğrencileri için temel bir kitap yazmıştır. Baştan sona yeniden yapılandırıldığında, Max Weber'in metodolojik konumu gerçekte, kültürel ve sosyal bilimlerde kendi çağdaş felsefelerimizin en verimli yönlerini öngörmüştür. Weber'in yorumsal anlayış ve nedensel açıklama için getirdiği uzlaşmayı Ringer'ın kavramsallaştırması, bu uzlaşmanın hem Weber'in zamanındaki hem de bizim zamanımızdaki düşünsel yaşam ve kültürle ne kadar ilgili olduğunu göstermektedir.
Weber'in Alman tarih geleneğinin eleştirellikten uzak bir vârisi olmadığı artık açıkça görülüyor olsa gerektir. Bir yandan, doğalcılığın belli biçimlerine itiraz etmiş ve tikel,kültürel açıdan değerli nesneler, kişiler ve olaylar hakkındaki tarihsel bilgiye duyduğumuz ilginin meşruluğunu inatla vurgulamıştı. Öbür yandan içinde organik holizmin, özcü taktiklerin ve zorunluluktan kaçınmanın bir yolu olarak “irrasyonellik”e yapılan başvuruların yer aldığı bireysellik ilkesiyle bağdaştırılan bütün bir muğlak eğretilemeler dizisini ve metodolojik sapmaları keskin bir şekilde sorguladı. Başka bir anlatımla, Weber'in gerçek projesi yalnızca Alman tarih geleneğini sürdürmek değil, bu geleneği canlandırmak ve genişletmekti. Bu geleneği yeni ve daha kapsamlı bir sosyo-kültürel sorular kümesine uygulanabilir kılmayı, modern topluma yönelik daha sistematik bir tarihsel incelemenin temellerini atmayı amaçlıyordu.
- Yazar: Fritz Ringer
- Kitabın Başlığı: Weber'in Metodolojisi: Kültür Bilimleri ile Sosyal Bilimlerin Birleşimi
- Orijinal Başlık: Max Weber's Methodology: The Unification of the Cultural and Social Sciences
- Çeviren: Mehmet Küçük [İngilizce]
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
- Tasarım Uygulama: Aziz Tuna
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 2; Sosyoloji Dizisi - 1
- Basım Bilgileri: 3. Basım / Ekim 2014 [1. Basım / 2003]
- Sayfa Sayısı: 240
- ISBN: 975-8717-03-0
- Boyutları: 14 x 21
Giriş Yorumlama ve Açıklama
I. Weber’in İçinde
Bulunduğu Düşünsel Alanın Veçheleri
Alman Tarih Geleneği
“Pozitivizm” Tehdidi
Beşerî Disiplinlerin Canlanması
II. Weber’in Rickert
Uyarlaması
Rickert’in Konumu ve Sorunları
Weber’in Uyarlaması
Doğalcılığa, Holizme ve İrrasyonalizme Karşı
III. Tekil Nedensel
Analiz
Nesnel Olasılık Ve Yeterli Nedensellik
Nedensel Analizin Çerçeveleri ve Taktikleri
Çağdaş Formülleştirmeler
IV. Yorumlama ve Açıklama
Yorumlamadan Nedensel Analize
Yorumlayıcı Sosyoloji
İdeal Tip Ve İşlevleri
V. Nesnellik ve Değer Tarafsızlığı
Weber’in 1910 Yılındaki Konumunun İki Bileşeni
Değer Tarafsızlığı Düsturu ve Ethos’u
Çağdaş Formülleştirimler
VI. Teoriden Pratiğe
Ne Marksizm Ne İdealizm
Metodolojik Bireycilikten Yapısal Değişimin Karşılaştırmalı
Analizine
Weber’in Pratiğinin Bir Örneği: Protestan Etiği
Sonuç
Kaynakça
Dizin
GİRİŞ
YORUMLAMA
VE AÇIKLAMA
Max
Weber’in en büyük başarılarından biri, on dokuzuncu yüzyıldan beri tarih
bilimleri, sosyal bilimler ve kültür bilimleriyle uğraşan teorisyenleri ve
pratisyenleri bölünmeye iten iki ayrı perspektifi bütünleştirmesiydi. Bu iki
yaklaşım arasındaki engel Weber’in kendi akademik kültür ortamında bilhassa yüksek
olsa da, öbür dönemlerde ve akademik bağlamlarda da boy gösterdi. Aslına
bakılırsa, bu engelin kalıntıları bizim kendi düşünsel ortamımızda düşüncenin
önüne ciddi engeller çıkarmaya devam ediyor. Bu yüzden, Weber’in metodolojik
projesini kültür bilimleri (cultural sciences) ile sosyal bilimlerin (social
sciences) birleştirilmesi olarak tanımlamak, aynı zamanda bugün hâlihazırda
tartışılan bazı sorunlar çerçevesinde belli bir konuma yerleşmek anlamına
gelir.
Bu iki analiz çizgisini “yorumlayıcı” (interpretive)
yaklaşım ve “açıklayıcı” (explanatory) yaklaşım olarak adlandırabiliriz. Weber’in
yaşadığı dünyada yorumlayıcı yaklaşım başlattı. Yorumlayıcı geleneğe göre,
tarihçinin ya da kültür araştırmacısının aslî görevi, insan “anlamları”nı
“yorumbilgisel” (hermeneutic) ya da yorumlayıcı tarzda anlamaktır (Verstehen). Bu yüzden, tarihsel
eylemleri (action) faillerin (agent) niyetleri ve inançlarıyla bağlantılı
olarak anlamak gerekir –nedensel (causal) olarak açıklamak değil. Metinleri,
kültürleri ve tarihsel dönemleri birbirleriyle bağıntılı birer anlam ya da
kavram sistemi olarak, ancak ve yalnızca “içeriden” bir bakışla “kendi
terimleri içinde” açıklığa kavuşturulabilen sistemler olarak kavramak gerekir.
Öbür akademik gelenekler gibi yorumlayıcı analiz çizgisi de farklı kesinlik
dereceleriyle yürütüldü. Bu çizginin taraftarlarından kimileri, anlamların
anlaşılmasını sezgisel bir sıçrama ya da empatik bir özdeşleşme
(identification) olarak tasvir etti. Ama bu öznelci vurgu daha sonraları, ilke
olarak geçerlenebilir (validate) sonuçlar üreten daha karmaşık yorumlama
modelleriyle tamamlandı ya da yer değiştirdi. Üstelik, öbür bilginlik gelenekleri
gibi yorumlayıcı yaklaşım da, teori düzeyinde cılız ya da yanıltıcı tarzlarda
savunulduğu zamanlarda bile, bilginlik pratiğinin
etkileyici örneklerini üretti.
Açıklayıcı yaklaşım da pratikleri bakımından, metodolojik kodifikasyonlarında
görülenden daha zengindi. Örneğin, tarihçiler uzun bir süre, gelişigüzel bir
teoriye yaslanarak veya ellerinde bir teori olmaksızın, olayların nedenleriyle
uğraştı. Kimileri uzun-dönemli (long-term) ya da “temel” nedenleri kısa-dönemli
ya da “hızlandırıcı” nedenlerden ayırırken, kimileri tikel (particular) “eğilimler”i
ya da sonuçları çeşitli “katkı etkenleri” çerçevesinde açıkladı. Bunun gibi
aklıselime yaslanan analitik taktikler kültür bilimleri ve sosyal bilimler
yelpazesinin bir ucundan öbürüne hüküm sürdü. Ne var ki, bu taktikleri ayrıntılı
bir şekilde açıklama girişimleri sorunlarla karşılaştı; aslî bir zorluk da,
açıklama teorilerini yorumlama teorileriyle uzlaştırma zorluğu da, bu sorunlara
dâhildir.
Açıklayıcı çizginin sözcüleri genellikle doğa bilimleri ile
tarih ya da kültür bilimleri arasındaki metodolojik farklılıkları en aza
indirdi. Bu araştırmacıların kimileri, geçmişteki olguların, önemli ampirik
genellemeler üretebilecek ya da kültür-aşırı (transcultural) düzenlilikleri,
David Hume’un kastettiği anlamda “değişmez birleştirici bağlar”ı (constant
conjunction) açığa çıkaracak şekilde biraraya getirilebileceğine inandı –ya da
inandıkları düşünüldü. Açıklama okuluna mensup pek az teorisyen insan eylemleri
hakkında önerilen açıklamaları psikoloji ya da fizyoloji “yasalar”ıyla
temellendirmeye çalıştı; veya pek azı böylesi “doğalcı” (naturalist)
stratejilerin gelecekte başarılı olacağını öngörmeye kalktı. Ama günümüzün
kültür ve toplum bilimlerindeki en berrak yeni-pozitivist program, Carl G. Hempel’in
tarihsel açıklamaya ilişkin “kapsayıcı yasa modeli”dir. Bu modelin en katı,
“tümdengelimli nomolojik” değişkesine göre, bir olayı açıklamak, önermeyi
olayın meydana geldiği (a) belirtilmiş başlangıç koşullarından ve (b) örnek
olayı “kapsayan” bir ya da daha fazla yasadan türetmektir (deduce). Hempel,
insan ilişkileri hakkındaki açıklamaların çeşitli açılardan kusurlu olabileceğini
öngörüde bulunmak için gereken standartları çoğu durumda karşılayamayacağını,
açık seçik itiraf ediyordu. Gelgelelim, Hempel ve öbür yeni-pozitivistler, doğa
bilimlerindeki açıklamalar ile kültür bilimlerindeki açıklamalar arasında
hiçbir mantıksal farklılık görmez.
Bu yüzden bazıları, anlam ilişkilerini vurgulayan yorumlayıcılara güvensizlikle
bakar. Her hâlükârda, açıklayıcı gelenek ile yorumlayıcı geleneklerin seçkin
kodifikasyonları arasında oluşan berrak bir gerilim günümüzde de varlığını
sürdürmektedir. Weber’in içinde bulunduğu kültürde bu gerilimin daha
derinden hissedildiği çok barizdir.
Weber her şeye rağmen bu gerilimi gidermeyi ve böylece
kültür bilimlerini sosyal bilimlerle birleştirmeyi başardıysa eğer, bunu hayati
önemi haiz iki yeniden formülleştirme yaparak gerçekleştirdi. Birincisi,
girift ve esnek bir tekil (singular) nedensel
analiz şeması çıkardı; bu, tikel
(particular) olayların, tarihsel değişimlerin ya da sonuçların
nedensellik açısından ilgili öncellerine (antecedent) uzanmayı gerektiren bir
analiz tipidir. Burada tekil sözcüğünden tek-nedenli (monocausal) bir yaklaşım
ya da yalnızca münferid bireylerin ya da “temel olgular”ın vurgulanması
kastedilmemektedir. Yalnızca açıklanan
şey tekildir; bu da yalnızca mantıksal anlamda genel olmamayı (örneğin, ideal
gaz yasası ya da Gresham yasası), az veya çok özgül bir şekilde tanımlanabilir,
mekân ve zamana yerleştirilebilir olmayı (bir yanardağ patlaması, Prag
Fırlatması ya da kapitalizmin doğuşu gibi) anlatır. Weber’in tekil nedensel
analiz hakkında söyledikleri, nedensel yasalardan yapılan türetimlere
(deduction) değil, olasıcı (probabilistic) ve olgu-karşıtı (counterfactual)
akıl yürütmeye yaslanıyordu. Weber’in “nesnel olasılık” ve “yeterli nedensellik”
(adequate causation) kavramlarını birkaç tümcede doyurucu bir şekilde anlatmak
mümkün değil; bu kavramlara geri döneceğiz. Ama bu konudaki genel anlayışı, az
veya çok olası, uygun (relevant) nedenlerin güçsüz veya güçlü bir şekilde desteklediği
almaşık (alternate) süreçler ve olası sonuçlar vizyonuyla iş gören bir
anlayıştır. Tipik bir nedensel soru, tikel bir olayın bir ya da daha fazla
öncel koşuldan zorunlu olarak meydana gelip gelmediği sorusu değil, belli bir
tarihsel rotanın ya da sonucun niçin öyle olup da başka bir şey olmadığı sorusudur. Bir neden, ortaya çıkan sonucun yeterli
koşulu değildir. Bir neden, artyöre (background) oluşturan öbür koşullarla
bağlantılı olarak, olası başka alternatif sonuçlardan ziyade belli bir sonucu
doğurması beklenebilecek ve dolayısıyla “yeterli” bir etkendir. Kültür
bilimlerinin ve sosyal bilimlerin dünyası, tikeller arasındaki son derece
karmaşık bir nedensel bağıntılar ağından oluşur. Gerçekte olup bitenler ile
yeterli nedenler –ya da nedenler bağlantısı– olmadığı takdirde nelerin olmuş
olacağı arasında, olasıcı ve olgu-karşıtı karşılaştırmalar yaparak açıklarız bu
dünyanın veçhelerini.
Bu analiz çizgisine yerleşen Weber, yorumlama sürecini bir
tekil nedensel analiz biçimi olarak yeniden tanımlarken, öznelci ve doğalcı varsayımlara başvurmaya
ihtiyaç duymayan hipotetik bir rasyonellik niteliğine yaslanan bir yorumlama
modeli geliştirdi. Weber’e göre, geçmişteki eylemleri yorumlamaya kalktığımızda,
ilgili faillerin önlerine koydukları uygun amaçları rasyonel bir tarzda elde
etmeye çalıştıklarını varsayarak işe başlarız. Böylelikle, –geçmişten
kalan metinlere yakıştırdığımız tutarlılıkla birlikte–
faillerin motivlerinin ve inançlarının tutarlı olduğunu da varsaysak bile,
tarihsel aktörlere mütereddit bir şekilde isnat ettiğimiz rasyonellik, tipik
olarak, araçsal, “teknik” bir rasyonellik biçimi ya da araç-amaç
rasyonelliğidir. Bizim böylece bulgulamaya (heuristic) dönük olarak
geçmişteki aktörlere isnat ettiğimiz rasyonellik elbette bizim rasyonelliğimizdir (Hiç değilse başlangıç itibariyle bundan
başka bir şey de olamazdı zaten). Öngördüğümüz (anticipate) davranışları gerçekte
icra edilen eylem çizgileriyle “karşılaştırmaya” geçtiğimizde, (a) kendi varsayımlarımız
ya da akıl yürütme tarzlarımız ile anlamaya çalıştığımız faillerin akıl
yürütme tarzları arasındaki ayrılıkları ve (b) irrasyonel motivasyonlar ve
öbür müdâhil (intervening) etkenleri hesaba katmak için, başlangıçta
kullandığımız rasyonel eylem modellerine ince ayar çekeriz ya da tamamlayıcı
ilâveler yaparız. Nihai amacımız, heterojen motivleri ve inançları biraraya
getirerek, gerçekte gözlemlenen davranışları açıklamaya yeterli olacak bir
küme inşa etmektir. Weber’in önerdiği yorumlama yordamları (interpretive procedure),
topluca alındığında, kendisinin tekil nedensel açıklamayla bir tuttuğu olasıcı
ve olgu-karşıtı akıl yürütmeye yakından benzer. Bu anlamda, Weber’in yorumlama
modeli, tekil nedensel analiz hakkında yaptığı açıklamaya bağımlıydı ve tümleşik (integrated) bir kültür bilimleri ve sosyal
bilimler metodolojisinden söz etmek için ikisine
de gerek vardı.
Weber düşüncesinde yorumlama ve açıklama arasındaki yakın
bağlantı, birer bulgulama düzeneği olarak “ideal tipler”i tavsiye edişinde de
açığa çıkar. İdeal tipler karmaşık fenomenler hakkındaki birer
yalınlaştırmadır ya da “tek-yanlı” olarak abartılmış nitelemelerdir; bunlar
hipotetik olarak ileri sürülüp, aydınlatmaları istenen gerçekliklerle
“karşılaştırılabilir”. Weber’in fiilen önerdiği ideal tipler, çoğunlukla birer
rasyonel eylem modeliydi; kimi durumlardaysa, yalınlaştırılmış neden kümelerine
dek izlenebilir olan birer örüntü ya da süreçti. Nedensel dizilerden ya da
davranış dizilerinden seçilip alınan unsurları, etraflıca tanımlanmış
nedenlere, motivlere ya da inançlara isnat etmek için ideal tipler
kullanılıyordu. Her hâlükârda, Weber’in ideal tipler öğretisini, nedensel
analiz ve yorumlama konusundaki daha kapsamlı görüşünün dışında anlamak mümkün
değil. Özetleyecek olursak, Weber’e ve elinizdeki kitabın yazarına göre, ideal
tipler, ancak yeterli yorumların ya da açıklamaların inşa edilmesi esnasında
yapılan ayırımlara ve olgu-karşıtı “karşılaştırmalar”a izin vermeleri
ölçüsünde bir anlam taşır.
Bazı yorumcuların son yıllarda ileri sürdüğünün tersine, Weber’i
Alman tarih geleneğinin pasif bir vârisi olarak değil, bu geleneği süzgeçten
geçiren ve yeri geldiğinde eleştiren bir düşünür olarak görüyorum. Başka bir
çalışmamda, “düşünsel alan”ı ancak
birbirleriyle bağıntısı içinde anlam kazanan konumların oluşturduğu bir grup
olarak, güç ya da otorite farklılıklarıyla, ortodoksi ile heterodoksi
arasındaki karşıtlıkla, geçmişten miras kalan pratiklerin, kurumların ve
toplumsal ilişkilerin aktardığı kültürel ön-bilincin, zımni “doxa”nın oynadığı
rolle nitelenen bir konumlar grubu olarak tanımlamış ve bu tanımı yaparken
Pierre Bourdieu’nün eserlerinden yararlanmıştım. Şu muğlâk “bağlam” nosyonunu
bu şekilde özgül bir tanıma kavuşturunca, bireylerin kendi düşünsel ve
toplumsal çevreleriyle çok çeşitli özgül ilişkiler kurabileceklerini görmek
mümkün oluyor.
Nitekim, bir düşünsel alanda yer alan katılımcıların hepsinin,
bu alanın yaslandığı zımni varsayımların hiç değilse bazılarını ya da bu
alanın ebedileştirme eğiliminde olduğu teori-öncesi (pretheoretical)
“habitus”un bir unsurunu paylaşmaları olağandır. Ne var ki, düşünsel alanda ya
da genel olarak kültürde yaşanan istikrarsızlık dönemlerinde, daha önce suskun
duran doxa’nın yerine, çeşitli derecelerdeki ortodoks ve heterodoks konumlar
arasında cereyan eden aleni kavgalar gündeme gelebilir. Böyle nazik anlarda
en titiz ve müstesna (unconventional) düşünürler, eleştirel bir süzgeçten
geçirme sürecini başlatacaktır. Bu düşünürler geçmişten miras kalmış
pratikleri sistemleştirmeye ve açıklığa kavuşturmaya, daha önceki suskun
bilgiyi açık seçik kavramlara dönüştürmeye çalışacaktır –ve böylece, yeri
geldiğinde, daha önce sorgulanmaksızın kabul edilen kavrayışları sorunlaştıracaktır.
Özetle, Weber’in projesini anlamanın en iyi yolu, bu projeyi Alman tarihsel ve
yorumlayıcı geleneğinin eleştirel bir süzgeçten geçirilmesi olarak görmekten
geçer. Weber, yalnızca bu geleneği ebedileştiren ya da “pozitivizm” karşısında
bu geleneği savunan bir düşünür değildi. Ayrıca, terimin tutarlı anlamıyla bir
“pozitivist” olduğu da söylenemez. Tersine, aşağıda göstermeyi umduğum gibi,
Weber aynı anda hem bir nedenselci (causalist) hem de usta bir yorumlamacıydı
(interpretationist); devraldığı metodolojik mirası aynı anda hem yeniledi
hem de dönüştürdü.
Elinizdeki çalışmada bir yandan Weber’i yukarıda tarif etmeye
çalıştığım çizgiler çerçevesinde kendi düşünsel alanına “yerleştirme”ye
çalışırken, öbür yandan görüşlerini, insan bilimlerinin metodolojisi konusunda
yazılmış olan belli birtakım çağdaş
metinler ışığında rasyonel bir tarzda yeniden inşa etmeye girişiyorum:
Bugünlerde nedensellik ve rasyonel yorumlama konusunda ortaya atılan önemli
açıklamalara yer veriyorum. Geçmişin metinleri ve inanç sistemleri yeniden
inşa edilirken çağdaş rasyonel düşünce modellerinin birer “ideal tip” olarak
kullanılmasını bizzat Weber açıkça tavsiye ediyordu. Bunun gibi, bugünün
bakışına ve sorunlarına ağırlık veren “şimdici” (presentist) taktikler ile
titiz yorumun “geçmiş-odaklı” (past-minded) ya da “bağlamsalcı” amacı arasında
herhangi bir çatışma olduğu kanaatinde değildi –benim için de öyle. Burada sunduğum
denemeyi, ortaya atılan metodla ilişkili sorular üstüne kendi düşünümlerini
geliştirmeleri konusunda okurlarımın işe yarar bulacaklarını umuyorum.
Son olarak Weber’in metodolojik
teorileri ile karşılaştırmacı bir tarihçi ve sosyal bilimci (social scientist)
olarak kaleme aldığı tözsel eserleri arasındaki ilişkiye değinmek istiyorum.
İlke olarak, Weber’in teorilerinin, analitik uygulamalarından ayrı alındığı
takdirde bihakkın anlaşılamayacağını teslim etmeliyim. Kendi düşünsel alanıyla
kurduğu eleştirel ilişki bile metodolojik sorunlarca olduğu kadar tözsel
toplumsal ve kültürel mülâhazalarca biçimlendirilmişti. Buna rağmen,
elinizdeki deneme, bile isteye metodolojisiyle sınırlı tutuldu. Weber üstüne
ileride yapacağım çalışmalarda bu yapay sınırların ötesine geçebilmeyi umuyorum.
O vakte kadar yalnızca, Weber’in tözsel çalışmalarında sağladığı başarıların
tamamen metodolojik programına yaslandığını ileri sürmekle yetiniyorum.
Fritz Ringer (1934-2006)
1934’te Almanya’da doğdu. 1947’da ABD’ye göç etti. Harvard, Indiana, Boston, Pittsburgh gibi üniversitelerde dersler verdi. Alman ve Avrupa entelektüelleri üzerinde önemli çalışmalar yaptı. The Decline of the German Mandarins The German Academic Community, 1890-1933 başlıklı ilk kitabı 1969 yılında yayımlandı ve birçok dile çevrildi. Ringer, bilhassa 19. yüzyılda Alman tarihsel okulunun sosyal bilimlerdeki geniş etkisini derinlemesine inceledi. Ringer, 2006 yılında Amerika’da öldü. Fritz Ringer’in diğer yapıtlarından bazıları şunlardır: Education and Society in Modern Europe (1979); The Rise of the Modern Educational System, ed. with D. Müller ve B. Simon (1987); Fields of Knowledge: French Academic Culture in Comparative Perspective (1992).