• Aile Sosyolojisi

Aile Sosyolojisi

  • 250,00 TL
  • 175,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Aile kavramı toplumların hızlı, derin ve sarsıcı değişiminden bağımsız düşünülemez. Üretim ve tüketim ilişkilerinin yoğunlaştığı her alanda aileler o korunaklı kabuklarında barınamazlar artık, onlar da bu travmatik sürecin bir parçasıdırlar. Toplumdaki ilişkilerin irrasyonel bir seviyeye taşınması, ekonomik, sosyal dengesizlikler ve psikolojik uçurumlar günümüzde geleneksel “mutlu” aile yapılarından çok farklı “mutsuz” bir aile tablosunu ortaya koymaktadır. Türkiye’de son yıllarda ailelerin, yani her bir aileye mensup bireylerin yaşadığı zorluklar elbette gözden ırak tutulamaz. Aile kurma konusunda ideal ve ahlâki buyrultuların ötesinde yaşanan gerçekler şiddetin ve boşanmaların arttığını, yeniden evliliklerin çoğaldığını, evlilik dışı birlikteliklerin normal karşılandığını söylemektedir. Çocuk yapma konusunda eşler tereddüt göstermekte ve çocuklardaki eksiklik ve yaralar anne ve babalarından mutlak bir iz taşımaktadır.

Aile Sosyolojisi kitabı öncelikle kuramsal bir çalışmadır. Bu sahada Türkiye’de eksikliği hissedilen önemli bir boşluğu kapatmaktadır. Modern toplumlardan verilen örneklerin yanısıra ailenin evrimi ve geleceği, geleneksel aile, çekirdek aile, feodal aile, eklemli aile gibi farklı aile tiplerini çözümlemektedir. Zamana, mekâna ve koşullara göre eşlerin rol ve statüleri de değişmekte, akrabalık bağları her halükârda belirleyici olmakta, ebeveyn ve çocuklar arasında zamanla yepyeni ilişkiler ve davranış kalıpları ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle kitap, ailenin birey ve toplum arasında nasıl en önemli bir unsur olduğunu birçok yönüyle açığa çıkarmaktadır. 


  • Yazar: Önal Sayın
  • Kitabın Başlığı: Aile Sosyolojisi
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 255; Sosyoloji Dizisi - 40
  • Basım Bilgileri: 1. Basım / Şubat 2020
  • Sayfa Sayısı: 391
  • ISBN: 978-625-7030-07-6
  • Kapak Resmi: Egon Schiele, Kutsal Aile, 1913.
  • Boyutları: 13,5 x 21

Önsöz


I. Bölüm: Aile Tarihine Genel Bir Bakış

Aile Tarihi

Ailenin Tanımı

Aile Türleri

Aile Yapısında Meydana Gelen Değişmeler


II. Bölüm: Aile ve Eğitim

Baskı Altında Aile Eğitimi

Stil Çeşitliliği ve Pedagojik Yöntemler

Okul Karşısında Aileler

Krizde Olan Aile Eğitimi

Boşanma ve Aile Eğitimi

Elverişsiz Aileler ve Okuldaki Tahakküm

Aile Eğitimi, Medya ve Akran Grubu İçinde Toplumsallaşma


III. Bölüm: Ailenin Geleceğine Dair Görüşler

Ailenin Yok Olacağını İleri Süren İşlevselci Sosyologlar

Ailenin Varlığını Sürdüreceğini İleri Süren İşlevselci Sosyologlar

Aileye Alternatif Kurumlar


IV. Bölüm: Yöntem ve Kuram

Aile İncelemelerinde Kullanılan Yöntemler

Kavramsal Çerçeveler

Aile Çözümlemeleriyle İlgili Kuramlar

Yeni Araştırma Yöntemlerinin Kullanılışı


V. Bölüm: Akrabalık

İlkel Topluluklarda Aile

Evlenme Yasakları

Eş Edinme Olanakları

Eş Sayısına Göre Evlenme Biçimleri

Aile ve Akrabalık

Akrabalığın İşlevleri

Toplumsal Değişme ve Akrabalık

Sanayileşme ve Akrabalık

Sarsılan Bir Akrabalık Modeli

Yeni Aile Oluşumlarının Sessiz Devrimi

Ortak Akrabalık ve Sınırları

Yerlerin Belirsizliği

Eklemli Ailelerde Kardeşliğin İki Kutbu

Eşcinsel Ailenin Sorunu

Tek Cinsiyetli Soy Zincirine Doğru

Çoğul Ebeveynliğin Meydan Okuması

Ebeveynlik

Çoğaltılan Soylar

Akrabalık, Toplumla Bütünleşme ve Karşılıklı Yardım Ağı

Soyla Yeni Bir İlişki

Akrabalığın Gizlenmiş Ekonomisi

Yaşam Evresi Boyunca İki Çetin Zaman


VI. Bölüm: Çift Yaşamı

Çift Yaşamının Devrimi

Eşler Arasındaki Etkileşim

Evlilikle İlgili Başarının Öngörüsü


VII. Bölüm: Ailede Çocuğun Yeri

Modernleşme, Aile ve Doğurganlık

Ebeveyn ile Çocuklar Arasındaki İlişkiler

 

VIII. Bölüm: Ergen ve Ergin

Ergen

Ergin

Anne ve Kız Arasındaki İlişkiler


IX. Bölüm: Aile, Toplumsal Kontrol ve Değişim

Aile ve Toplumsal Kontrol

Toplumsal Değişme ve Aile

Toplumun Yeniden Üretilmesi

Devlet ve Aile


X. Bölüm: Türkiye’de Aile Yapısı

Bölgelere Göre Aile Yapısı

Geleneksel ve Geçiş Dönemi Toplumlarında Aile


Kaynakça

Dizin

 

 

Önsöz

 

Toplumsal alanı anlamak ve açıklamak için nereden başlamak gerekir? Bu soruya yanıt vermeye imkân sağlayacak üç temel unsur akla gelir: Birey, aile ve toplum. Bu üç unsur özünde iç içe geçmiş bir biçimde bulunan birbirlerinden ayrılmaz ve soyutlanmaz bütünün parçalarıdır. Toplumsal olan bu üç unsur arasındaki etkileşimlerden kaynaklanan olay ve olgulardır. Toplumsal olay ve olgular çözümlenirken hangi unsura öncelik vermek akla ve mantığa daha uygun olur? Bireye öncelik verildiği düşünülürse toplumsal olanı anlamanın her zaman mümkün olmayacağı kolayca anlaşılır. Birey tek başına toplumsal alanı oluşturamaz, çünkü toplumsal niteliğin ortaya çıkması için en az iki bireyin bir araya gelmesi, yani eylem, karşı eylem ve etkileşimin gerçekleşmesi gerekir. Önce toplumdan başlanmak istenirse toplumsal alanın başlangıç çizgisinin nereden başladığını ve nerede bittiğini kestirmek kolay olmayabilir. Günümüzde küreselleşen dünyada bu işin çok daha zor olacağı kolayca anlaşılabilir. Bu durumda önceliğin verilmesi konusunda tek alternatif olarak elde aile unsuru kalıyor. Pratik olarak toplumsal olanı inceleme konusunda aileyi ele almak  yerinde olacaktır.

Tarihin başlangıcından günümüze dek ve yeryüzünde insanların birlikte yaşadığı her yerde toplumsal bir birim olan aileyle karşılaşılıyor. Hem ilkel topluluklarda hem postmodern toplumlarda aile toplumsal yapının temel unsurunu oluşturur. Bu kısa açıklamalardan sonra toplumsal olay ve olguların çözümlenmesinde aile grup veya kurumunu temel unsur olarak ele almanın isabetli bir yol olacağı görülmektedir. İşte Aile Sosyolojisi kitabı dile getirilen akıl yürütmelerin sonucunda vücut buldu. Bu kitapta ailenin birçok boyutu ele alınıp incelendi. Buradaki amaç, ülkemizde aile konusunda yapılmış araştırmalarda saptanabilecek eksikliklere bir nebze olsun ışık tutmaktı.

Aile kurumunu anlamak ve açıklamak için işe aile tarihinden başlamak gerekiyordu. Ailenin tarihi nerdeyse insanlık tarihi kadar eskilere dayanmaktadır. Tarih öncesi dönemlerde ailenin oluşmaya başladığını söylemek abartılı bir iddia olmasa gerek. İnsan, varlığını belki de bu aile oluşumlarına borçludur. İnsan dünyaya geldiğinde canlılar içinde en âciz varlıktır. Bu varlığın hayatta kalması başta ana baba olmak üzere çevresinde yaşayan insanlara bağlıdır. İşte bu nedenle ailenin insanlık tarihi kadar eski olduğu mantıksal olarak iddia edilebilir. Tarih öncesi dönemlerde genellikle anaerkil bir aile yapısının hüküm sürdüğü savunulmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde anaerkil dönemde cinsiyete dayalı bir iş bölümü de ortaya çıkmıştır: Kadın toplayıcılık, erkek de avcılık yapacaktı. Sonraki evrelerde ataerkil aile yapıları tarih sahnesinde baş göstermeye başlamıştı.

Aile tarihiyle ilgili bu kısa açıklamalardan sonra, bilimsel çalışmalarda zorunluluk arz ettiği üzere ailenin genel bir tanımı yapıldı. Tarih boyunca sürekli değişerek gelen, yeryüzünün çeşitli bölgelerinde hem biçim hem de yapı olarak farklılıklar gösteren ailenin tanımını yapmak o kadar kolay olmadı. Toplumsal evrenin en küçük birimi olarak ortaya çıkan aile ne maddenin en küçük parçası olan atoma ne de canlıları oluşturan en küçük unsur denen hücreye benzemektedir. Ailenin insanlar tarafından hayata geçirilmiş bir inşa olduğu ileri sürülüyor. Toplumsal evrim ve değişimlere paralel olarak insanlar ihtiyaçlarına uygun olarak aileyi hem biçim hem de yapı olarak dönüştürüp değişime uğratmışlardır. Bu kitapta bütün bu açıklamaları akıldan çıkarmamak koşuluyla, sadece temel özellikler dikkate alınarak çok genel bir aile tanımı yapılmaya çalışılmıştır. Tarih boyunca büyük değişimlere uğrayan toplumlara paralel olarak ailelerde de köklü yapısal dönüşümler söz konusudur. Acaba daima değişimlere uğrayan aile, varlığını sürdürmeye devam edebilecek midir? Aile sosyolojisiyle ilgilenen sosyologların büyük bir bölümü bu soruya yanıt bulmaya çalışmıştır. Her sosyolog bu soruya yanıt verirken çeşitli kuramsal temellere dayanarak kanıtlar aramıştır. Sosyologların bir bölümü aileyi yaratan koşulların ortadan kalkmasıyla birlikte ailenin de yok olacağını iddia eder. Diğer bir bölümü ise aile toplumun belirli işlevlerini yerine getirdiği sürece var olmaya devam edecek, aksi takdirde yok olmaya mahkûm olacaktır iddiasında bulunmuştur. Ailenin yok olacağını savunan bu iki grup sosyoloğun ileri sürdüğü koşullar belki de henüz gerçekleşmediği için aile varlığını sürdürmeye devam etmektedir (!) Yakın geçmişte ailenin yerini tutmak için alternatif kurumlar önerilmiş ve bazen de hayata geçirilmiştir. Fakat bu alternatif kurumlar başarılı olmamış ve dağılmıştır.

Aile incelemeleri temelsiz söz söyleme anlamına gelmez, tam tersine ciddi bilimsel kuramları ve alan araştırmalarını gerektirir. Bu konudaki incelemelerde aileyi birey ve toplum bağlamındaki bir bütün içinde ele almak gerektiğini akıldan çıkarmamalıyız. Ailenin bilimsel bir yolla çözümlenmesi her şeyden önce belirli bir kuramın veya kavramsal çerçevenin seçilmesine bağlıdır. Kuram somut gerçekler olarak olay ve olgulardan hareketle zihinde oluşturulan soyut bir model biçiminde görülebilir. Yapılacak incelemelere uygun düşecek şekilde seçilen kuramlar aracılığıyla aile mefhumu, a priori zihinde oluşturulmalı ve üzerinde düşünülmelidir. Kuramın saptanmasından sonraki ikinci adım yöntem ve araştırma tekniklerinin belirlenmesidir. Üçüncü adım ise konuyla ilgili sahalara giderek alan araştırması yapmaktır. Dördüncü adıma gelince, bu aşamada aileyle ilgili olay ve olgulardan hareketle elde edilmiş verileri gerektiği bir biçimde kuram içine yerleştirerek çözümlemeler yapılır. Beşinci adım kuram ve alan araştırmalarına dayanan bu incelemenin rapor haline getirilmesidir. Görüldüğü üzere aileyle ilgili bir konuda sosyolojik araştırma yapmak oldukça meşakkatlidir. Kitapta aile incelemeleri çerçevesinde ele alınmış kuramlar, kavramsal çerçeveler, alanda gerçekleştirilmiş uygulamalı araştırmalar konularında yeterince bilgi verilmiştir.              

Bir ailenin oluşumunda en önemli etkenin evlenme olduğu bilinmektedir. Her toplumda kimin kiminle evleneceği belirli normlara bağlanmıştır. Tarih öncesi dönemlerden günümüze dek evlenme yasaklarıyla karşılaşılmıştır. Bugüne dek etnolog ve antropologların yaptıkları araştırmalarda evlenme yasağının olmadığı hiçbir insan topluluğuna rastlanmadı. Evlilik kurumu kadın ve erkek ilişkilerini düzenleyerek toplumsal yaşamın düzenli ve istikrarlı olmasını sağladı. Bununla birlikte günümüzde birçok gelişmiş ülkede kimi bireylerin evlenmenin toplumsal bir baskı olduğunu ve bireysel özgürlükleri sınırladığını ileri sürerek evlilik dışı birlikte yaşam tarzlarını tercih ettiğini de unutmamak gerekir.

Aile kurumunu cemaate veya topluma bağlayan bağların akrabalıktan geçtiği bilinmektedir. Geleneksel toplumlarda çok yaygın ve yoğun bir biçimde görülen akrabalık bağları, kimi sosyal bilimcinin iddiasının aksine, günümüzde de tüm dünyada önemini yitirmemiştir. Bununla birlikte gelişmiş toplumlarda akrabalık bağlarının sınırları daralmıştır: Akrabalık sınırları bazen büyük ebeveynler, ana babalar ve çocukların ötesine geçmemektedir.

Ulus-devlet sınırlarını zorlayan, toplumlarda büyük ve hızlı değişimlere yol açan küreselleşme aileyi de radikal bir biçimde etkiledi. Küreselleşme bireyselliği, özellikle de bireysel özgürlükleri alabildiğine tetiklemektedir. Bu açıdan konu irdelendiğinde bireylerin toplumları zorladıkları, aynı şekilde aile yaşamının çerçevelerini sarstıkları ve hattâ yıktıkları görülmektedir: Boşanmaların çok hızlı bir biçimde artışı, yeniden evlenmelerin yaygınlaşması, evlilik dışı birlikte yaşamların dikkate değer yükselişi, alternatif evliliklerin baş göstermesi, çocuk yapma konusunda eşlerin tereddüt etmeleri gibi toplumsal hadiseler görmezlikten gelinebilir mi? Aileyi de içine alan bu toplumsal değişimlerin arka planında küresel ekonomilerin rüzgârları yatmaktadır. Küresel boyuttaki nedenlerin de devreye girdiği günümüzde aile konusunda araştırma yapmak isteyen sosyologlar klasik şemalardan hareket edip değişmediğini zannettikleri toplumsal yapılara takılıp kalırlarsa toplumsal gerçeğin üstünü kalın bir tabakayla örtmüş olacaklardır. Toplumsal değişim insanın izleyemeyeceği bir hızda devam ederken birey, aile ve toplum yaşamında da devrim niteliğinde gelişimlerin gerçekleştiğini unutmamak gerekir.

Ataerkilliğin çöküşü beraberinde bir yandan cinsiyetler arasındaki eşitlik sorununu gündeme getirirken diğer yandan kadın cinayetlerine de yol açmaktadır. Hiçbir toplumsal devrim ne bireyler ne de toplumlar tarafından kolayca hazmedilebilmiştir. Devrim süreçlerinin izleri aile içinde eşler arasındaki ilişkiler gözlenerek kolayca saptanabilir. Eskiden eşler arasındaki ilişkileri toplum, cemaat, akrabalık ve komşuluk grupları içindeki normlar düzenliyordu. Kuşaklar boyunca bu normlar evli çiftler arasındaki ilişkilerde rehberlik görevi üstlendiler. Günümüzde ve özellikle gelişmiş toplumlarda çiftler arasındaki ilişkilerin bireysel iradelere bağlı olduğu tespit ediliyor. Çift yaşamının devamlılığı eşler arasındaki ilişkilerde her eşin karar, tavır, yaklaşım, anlayış vb. konularda diğerine saygı duymasına bağlıdır. Çift yaşamında normların etki derecesini araştırmak ilginç olacaktır.

Aile içinde çocuk, ergen ve erginliğin sınırlarının belirlenmesi aile içi etkileşimlerin çözümlenmesinde kaçınılmaz görünmektedir. Geleneksel toplumlarda bu sınırlar çok muğlâk kalır. Hattâ çocuğun kendi dünyası bile yoktur. Çocuk büyüklerin dünyasını paylaşır. Aynı şekilde çocuk ergenliğini yaşamadan evlendirilip yetişkinlerin sorumluluğunu omuzlamak zorundadır. Buna karşılık modern toplumlardaki çekirdek aile içinde çocuk, ailenin merkezinde yer alır ve âdeta bir prens veya prenses muamelesi görür: Çocuk dünyaya geldiğinde ona özel bir oda hazırlanır; çocuk için her türlü fedakârlık yapılır. Postmodern toplumlardaki ailelerde ise çocuk eski değerini yitirmiştir. Ana babalar çocukla fazla ilgilenmezler. Hattâ bazı aileler çocuk yapmayı düşünmez. Ergenlik modern toplumlarda anlam kazanmıştır. Bu arada ergenlik yaşı gittikçe yükselmektedir. Öğrenimine devam eden ileri yaştaki bazı çocuklar ergenlikten kurtulamamakta ve ana babalarına yönelik şımarık ergenler gibi davranmayı sürdürmektedirler. Günümüzde evlilik yaşının yükselmesi nedeniyle yetişkin çocuklar bir süre daha bekârlık yaşamlarını uzatmaktadırlar. Kısaca sözünü ettiğimiz ana baba, çocuklar, ergenler ve erginler arasındaki ilişkilerin kökten değiştiğini görüyoruz. Bu nedenle bugünkü durumu saptamak için aile araştırmalarında bu konulara ayrıntılı bir biçimde yer verilmelidir.

Ailenin başta devlet olmak üzere diğer kurumlarla olan ilişkilerinden de söz etmek gerekir. Bu konuyu ele alanlar özellikle aile ve devlet arasındaki karşılıklı bağıntıyı mercek altına almalıdır. Farklı ideolojik temellere dayansalar bile devletlerin hiçbiri aile kurumundan vazgeçemez. Devletin egemen değerlerini üyelerine aktarmak için başvurduğu kaynakların başında aile gelir. Her modern devlet kendisini ailenin koruyucusu olarak tanımlar. Bu konuda sunmuş olduğu hizmetlere karşılık devlet aileden kendi değer ve kurallarına uyum sağlayabilecek ve benimseyebilecek üyelerinin yetiştirilmesini talep eder.

Aile üyelerini toplumsallaştırırken en büyük destekçisi eğitim kurumlarıdır. Toplumsallaştırma aracı olan aile ve eğitim kurumları bu alanda başarılı olmak için eşgüdüm halinde hareket etmeli ve sürekli temas içinde olmalıdır. Toplumların gelişmesinde, bilindiği üzere, en önemli etken insandır. Bu nedenle aile ve eğitim kurumu kültürlü, bilgili ve bilinçli vatandaşlar yetiştirmeyi temel ilke edinmelidir. İlk toplumsallaşma aracı olan aile bebeklik safhasından başlayarak çocuklarını eğitmek ve sağlıklı kişiler haline gelmelerini sağlamakla mükelleftir. Aileye yönelik araştırmalarda bu konuda ailelerin durumları ve eksiklikleri saptanabilir. Böylece toplumun gelişmesinde var olan ailelerin ne ölçüde etkin olabildikleri ortaya konabilir.

Türkiye’deki aileye ilişkin araştırmaların yetersiz olduğu görülmektedir. Bu nedenle ülke çapında yeterli ve doyurucu araştırmaların yapılması için ilgili bakanlıkların destekleriyle belirli üniversitelerin bu işe soyunması gerekir.

Kitabın son bölümlerinde Zonguldak ilinde yer alan, taş kömürü madenlerinde çalışan, maden işçilerine yönelik yapılmış mütevazı iki aile araştırmasından söz edilmektedir. Eski tarihli bu araştırma çok sınırlı olduğundan genellemelere imkân sağlamayan iki örnek olay incelemesi düzeyinde kalmıştır. Bununla birlikte sınırlı imkânlarla yapılmış bu tür araştırma sonuçları yerel, bölgesel çaptaki aile konularında aydınlatıcı olabilir. Ayrıca bu iki araştırmanın yanında, Türkiye çapında yapılmış “Türkiye’de Aile Yapısı” alan çalışmasına da değiniliyor.

Günümüzde ABD, Avrupa birliği ülkelerinde, Rusya’da aileyle ilgili sürekli araştırmalar yapılmaktadır. Böylece bu ülkelerde aile konusunda yeni kuramlar, yöntemler ve araştırma teknikleri elde edilmektedir. Neden bu ülkelerde aileyle ilgili araştırmalar daima gündemdedir? Bu sorunun yanıtı olukça basit: Geleceğe doğru ilerleyen bireyin ailenin ve toplumun önünü aydınlatmak için... Devlet ve ailenin birer inşa olduğu düşünüldüğünde bu kurumların daha gelişmiş ve faal olmalarını sağlamak için yeni yapılanmalara gidilebilir. Güncel verilere her zaman ihtiyaç vardır. Bu verileri sağlamak için de aile konusunda alan araştırmaları destek görmekte ve teşvik edilmektedir. Toplumsal alanda gerçekleştirilen aile araştırmalarından elde edilen bilgiler ışığında veri bankaları oluşturulmaktadır. Birbirini izleyen evrelerde, örneğin her beş yılda bir veya daha sık aralıklarla, “boylamsal ­nitelikli” denilen aile araştırmalarının yapılması tavsiye edilmektedir. “Boylamsal nitelikli” araştırmalar belirli zaman aralıklarında, aynı ailelerden oluşan bir grup insanla gerçekleştirilmektedir. Böylece bu ailelerin zaman içindeki eğilimlerini elde etme imkânı doğmaktadır. Son yıllarda bir adım daha ileri gidilerek bu araştırmalardan çıkan sonuçlardan çeşitli toplumsal reçeteler hazırlandığı görülmektedir: Okul, aile ve iş yaşamında bireylere nasıl başarılı olabilecekleri konusunda, bu toplumsal reçetelerin ışığında tavsiyelerde bulunulmaktadır. Toplumsal yaşam, özellikle aile ya­şamı kendi haline bırakılabilecek bir konu olarak görülmemelidir. İnsan ve ailenin mahremiyetine saygı duyulması ve müdahale edilmemesi konusunda herkes hemfikirdir. Bununla birlikte aşılamayan toplumsal sorunların çözümünde bilimlerin insanlığa hizmeti de ­engellenmemelidir.

 

Önal Sayın

Önal Sayın

01.01.1947 yılında Muş’ta doğdu. İlkokulu Bitlis ve Van’ın Başkale ilçesinde, ortaokulu Başkale’de, Liseyi Zonguldak’ta okudu. Lisans öğrenimini Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Felsefe Bölümü, Sosyoloji Kürsüsünde gördü. Üniversite öğrenimi sırasında, Millî Eğitim Bakanlığı’nın Sosyoloji Kürsüsüne tahsis ettiği bursu kazandı. Üniversiteden mezun olduktan sonra bir yıl Amasya Lisesi’nde Felsefe grubu öğretmenliği görevinde bulundu. 1970 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nın yurtdışı doktora öğrenimi sınavını kazandı. Doktora eğitimini görmek için Fransa’ya gitti. 1975 yılında eğitimini başarıyla tamamlayıp yurda döndü. Bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda görev yaptı. 1977 yılında, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi, Davranış Bilimleri Bölümü için açılan asistanlık sınavını kazandı ve göreve başladı. Tüm akademik yaşamını bu üniversitede sürdürdü. 1982’de doçent, 1990 yılında da profesörlük unvanlarını kazandı.