Aile kavramı toplumların hızlı, derin ve sarsıcı değişiminden bağımsız düşünülemez. Üretim ve tüketim ilişkilerinin yoğunlaştığı her alanda aileler o korunaklı kabuklarında barınamazlar artık, onlar da bu travmatik sürecin bir parçasıdırlar. Toplumdaki ilişkilerin irrasyonel bir seviyeye taşınması, ekonomik, sosyal dengesizlikler ve psikolojik uçurumlar günümüzde geleneksel “mutlu” aile yapılarından çok farklı “mutsuz” bir aile tablosunu ortaya koymaktadır. Türkiye’de son yıllarda ailelerin, yani her bir aileye mensup bireylerin yaşadığı zorluklar elbette gözden ırak tutulamaz. Aile kurma konusunda ideal ve ahlâki buyrultuların ötesinde yaşanan gerçekler şiddetin ve boşanmaların arttığını, yeniden evliliklerin çoğaldığını, evlilik dışı birlikteliklerin normal karşılandığını söylemektedir. Çocuk yapma konusunda eşler tereddüt göstermekte ve çocuklardaki eksiklik ve yaralar anne ve babalarından mutlak bir iz taşımaktadır.
Aile Sosyolojisi kitabı öncelikle kuramsal bir çalışmadır. Bu sahada Türkiye’de eksikliği hissedilen önemli bir boşluğu kapatmaktadır. Modern toplumlardan verilen örneklerin yanısıra ailenin evrimi ve geleceği, geleneksel aile, çekirdek aile, feodal aile, eklemli aile gibi farklı aile tiplerini çözümlemektedir. Zamana, mekâna ve koşullara göre eşlerin rol ve statüleri de değişmekte, akrabalık bağları her halükârda belirleyici olmakta, ebeveyn ve çocuklar arasında zamanla yepyeni ilişkiler ve davranış kalıpları ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle kitap, ailenin birey ve toplum arasında nasıl en önemli bir unsur olduğunu birçok yönüyle açığa çıkarmaktadır.
- Yazar: Önal Sayın
- Kitabın Başlığı: Aile Sosyolojisi
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 255; Sosyoloji Dizisi - 40
- Basım Bilgileri: 1. Basım / Şubat 2020
- Sayfa Sayısı: 391
- ISBN: 978-625-7030-07-6
- Kapak Resmi: Egon Schiele, Kutsal Aile, 1913.
- Boyutları: 13,5 x 21
Önsöz
I. Bölüm: Aile Tarihine Genel Bir Bakış
Aile Tarihi
Ailenin Tanımı
Aile Türleri
Aile Yapısında Meydana
Gelen Değişmeler
II. Bölüm: Aile ve Eğitim
Baskı Altında Aile Eğitimi
Stil Çeşitliliği ve
Pedagojik Yöntemler
Okul Karşısında Aileler
Krizde Olan Aile Eğitimi
Boşanma ve Aile Eğitimi
Elverişsiz Aileler ve
Okuldaki Tahakküm
Aile Eğitimi, Medya ve Akran
Grubu İçinde Toplumsallaşma
III. Bölüm: Ailenin Geleceğine Dair Görüşler
Ailenin Yok Olacağını İleri
Süren İşlevselci Sosyologlar
Ailenin Varlığını
Sürdüreceğini İleri Süren İşlevselci Sosyologlar
Aileye Alternatif Kurumlar
IV. Bölüm: Yöntem ve Kuram
Aile İncelemelerinde
Kullanılan Yöntemler
Kavramsal Çerçeveler
Aile Çözümlemeleriyle
İlgili Kuramlar
Yeni Araştırma
Yöntemlerinin Kullanılışı
V. Bölüm: Akrabalık
İlkel Topluluklarda Aile
Evlenme Yasakları
Eş Edinme Olanakları
Eş Sayısına Göre Evlenme
Biçimleri
Aile ve Akrabalık
Akrabalığın İşlevleri
Toplumsal Değişme ve
Akrabalık
Sanayileşme ve Akrabalık
Sarsılan Bir Akrabalık
Modeli
Yeni Aile Oluşumlarının
Sessiz Devrimi
Ortak Akrabalık ve
Sınırları
Yerlerin Belirsizliği
Eklemli Ailelerde
Kardeşliğin İki Kutbu
Eşcinsel Ailenin Sorunu
Tek Cinsiyetli Soy
Zincirine Doğru
Çoğul Ebeveynliğin Meydan
Okuması
Ebeveynlik
Çoğaltılan Soylar
Akrabalık, Toplumla Bütünleşme
ve Karşılıklı Yardım Ağı
Soyla Yeni Bir İlişki
Akrabalığın Gizlenmiş
Ekonomisi
Yaşam Evresi Boyunca İki
Çetin Zaman
VI. Bölüm: Çift Yaşamı
Çift Yaşamının Devrimi
Eşler Arasındaki Etkileşim
Evlilikle İlgili Başarının
Öngörüsü
VII. Bölüm: Ailede Çocuğun Yeri
Modernleşme, Aile ve
Doğurganlık
Ebeveyn ile Çocuklar
Arasındaki İlişkiler
VIII. Bölüm: Ergen ve
Ergin
Ergen
Ergin
Anne ve Kız Arasındaki
İlişkiler
IX. Bölüm: Aile, Toplumsal Kontrol ve Değişim
Aile ve Toplumsal Kontrol
Toplumsal Değişme ve Aile
Toplumun Yeniden
Üretilmesi
Devlet ve Aile
X. Bölüm: Türkiye’de Aile Yapısı
Bölgelere Göre Aile Yapısı
Geleneksel ve Geçiş Dönemi
Toplumlarında Aile
Kaynakça
Dizin
Önsöz
Toplumsal alanı anlamak ve açıklamak için
nereden başlamak gerekir? Bu soruya yanıt vermeye imkân sağlayacak üç temel
unsur akla gelir: Birey, aile ve toplum. Bu üç unsur özünde iç içe geçmiş bir
biçimde bulunan birbirlerinden ayrılmaz ve soyutlanmaz bütünün parçalarıdır.
Toplumsal olan bu üç unsur arasındaki etkileşimlerden kaynaklanan olay ve
olgulardır. Toplumsal olay ve olgular çözümlenirken hangi unsura öncelik vermek
akla ve mantığa daha uygun olur? Bireye öncelik verildiği düşünülürse toplumsal
olanı anlamanın her zaman mümkün olmayacağı kolayca anlaşılır. Birey tek başına
toplumsal alanı oluşturamaz, çünkü toplumsal niteliğin ortaya çıkması için en
az iki bireyin bir araya gelmesi, yani eylem, karşı eylem ve etkileşimin gerçekleşmesi
gerekir. Önce toplumdan başlanmak istenirse toplumsal alanın başlangıç
çizgisinin nereden başladığını ve nerede bittiğini kestirmek kolay olmayabilir.
Günümüzde küreselleşen dünyada bu işin çok daha zor olacağı kolayca
anlaşılabilir. Bu durumda önceliğin verilmesi konusunda tek alternatif olarak
elde aile unsuru kalıyor. Pratik olarak toplumsal olanı inceleme konusunda
aileyi ele almak yerinde olacaktır.
Tarihin başlangıcından günümüze dek ve
yeryüzünde insanların birlikte yaşadığı her yerde toplumsal bir birim olan
aileyle karşılaşılıyor. Hem ilkel topluluklarda hem postmodern toplumlarda aile
toplumsal yapının temel unsurunu oluşturur. Bu kısa açıklamalardan sonra
toplumsal olay ve olguların çözümlenmesinde aile grup veya kurumunu temel unsur
olarak ele almanın isabetli bir yol olacağı görülmektedir. İşte Aile
Sosyolojisi kitabı dile getirilen akıl yürütmelerin sonucunda vücut buldu.
Bu kitapta ailenin birçok boyutu ele alınıp incelendi. Buradaki amaç, ülkemizde
aile konusunda yapılmış araştırmalarda saptanabilecek eksikliklere bir nebze
olsun ışık tutmaktı.
Aile kurumunu anlamak ve açıklamak için işe
aile tarihinden başlamak gerekiyordu. Ailenin tarihi nerdeyse insanlık tarihi
kadar eskilere dayanmaktadır. Tarih öncesi dönemlerde ailenin oluşmaya
başladığını söylemek abartılı bir iddia olmasa gerek. İnsan, varlığını belki de
bu aile oluşumlarına borçludur. İnsan dünyaya geldiğinde canlılar içinde en
âciz varlıktır. Bu varlığın hayatta kalması başta ana baba olmak üzere
çevresinde yaşayan insanlara bağlıdır. İşte bu nedenle ailenin insanlık tarihi
kadar eski olduğu mantıksal olarak iddia edilebilir. Tarih öncesi dönemlerde
genellikle anaerkil bir aile yapısının hüküm sürdüğü savunulmaktadır. Bu
anlayış çerçevesinde anaerkil dönemde cinsiyete dayalı bir iş bölümü de ortaya
çıkmıştır: Kadın toplayıcılık, erkek de avcılık yapacaktı. Sonraki evrelerde
ataerkil aile yapıları tarih sahnesinde baş göstermeye başlamıştı.
Aile tarihiyle ilgili bu kısa açıklamalardan
sonra, bilimsel çalışmalarda zorunluluk arz ettiği üzere ailenin genel bir
tanımı yapıldı. Tarih boyunca sürekli değişerek gelen, yeryüzünün çeşitli
bölgelerinde hem biçim hem de yapı olarak farklılıklar gösteren ailenin
tanımını yapmak o kadar kolay olmadı. Toplumsal evrenin en küçük birimi olarak
ortaya çıkan aile ne maddenin en küçük parçası olan atoma ne de canlıları
oluşturan en küçük unsur denen hücreye benzemektedir. Ailenin insanlar
tarafından hayata geçirilmiş bir inşa olduğu ileri sürülüyor. Toplumsal evrim
ve değişimlere paralel olarak insanlar ihtiyaçlarına uygun olarak aileyi hem
biçim hem de yapı olarak dönüştürüp değişime uğratmışlardır. Bu kitapta bütün
bu açıklamaları akıldan çıkarmamak koşuluyla, sadece temel özellikler dikkate
alınarak çok genel bir aile tanımı yapılmaya çalışılmıştır. Tarih boyunca büyük
değişimlere uğrayan toplumlara paralel olarak ailelerde de köklü yapısal
dönüşümler söz konusudur. Acaba daima değişimlere uğrayan aile, varlığını
sürdürmeye devam edebilecek midir? Aile sosyolojisiyle ilgilenen sosyologların büyük
bir bölümü bu soruya yanıt bulmaya çalışmıştır. Her sosyolog bu soruya yanıt
verirken çeşitli kuramsal temellere dayanarak kanıtlar aramıştır. Sosyologların
bir bölümü aileyi yaratan koşulların ortadan kalkmasıyla birlikte ailenin de
yok olacağını iddia eder. Diğer bir bölümü ise aile toplumun belirli
işlevlerini yerine getirdiği sürece var olmaya devam edecek, aksi takdirde yok
olmaya mahkûm olacaktır iddiasında bulunmuştur. Ailenin yok olacağını savunan
bu iki grup sosyoloğun ileri sürdüğü koşullar belki de henüz gerçekleşmediği
için aile varlığını sürdürmeye devam etmektedir (!) Yakın geçmişte ailenin
yerini tutmak için alternatif kurumlar önerilmiş ve bazen de hayata
geçirilmiştir. Fakat bu alternatif kurumlar başarılı olmamış ve dağılmıştır.
Aile incelemeleri temelsiz söz söyleme anlamına
gelmez, tam tersine ciddi bilimsel kuramları ve alan araştırmalarını
gerektirir. Bu konudaki incelemelerde aileyi birey ve toplum bağlamındaki bir
bütün içinde ele almak gerektiğini akıldan çıkarmamalıyız. Ailenin bilimsel bir
yolla çözümlenmesi her şeyden önce belirli bir kuramın veya kavramsal
çerçevenin seçilmesine bağlıdır. Kuram somut gerçekler olarak olay ve
olgulardan hareketle zihinde oluşturulan soyut bir model biçiminde görülebilir.
Yapılacak incelemelere uygun düşecek şekilde seçilen kuramlar aracılığıyla aile
mefhumu, a priori zihinde oluşturulmalı ve üzerinde düşünülmelidir.
Kuramın saptanmasından sonraki ikinci adım yöntem ve araştırma tekniklerinin
belirlenmesidir. Üçüncü adım ise konuyla ilgili sahalara giderek alan
araştırması yapmaktır. Dördüncü adıma gelince, bu aşamada aileyle ilgili olay
ve olgulardan hareketle elde edilmiş verileri gerektiği bir biçimde kuram içine
yerleştirerek çözümlemeler yapılır. Beşinci adım kuram ve alan araştırmalarına dayanan
bu incelemenin rapor haline getirilmesidir. Görüldüğü üzere aileyle ilgili bir
konuda sosyolojik araştırma yapmak oldukça meşakkatlidir. Kitapta aile
incelemeleri çerçevesinde ele alınmış kuramlar, kavramsal çerçeveler, alanda
gerçekleştirilmiş uygulamalı araştırmalar konularında yeterince bilgi
verilmiştir.
Bir ailenin oluşumunda en önemli etkenin
evlenme olduğu bilinmektedir. Her toplumda kimin kiminle evleneceği belirli
normlara bağlanmıştır. Tarih öncesi dönemlerden günümüze dek evlenme yasaklarıyla
karşılaşılmıştır. Bugüne dek etnolog ve antropologların yaptıkları
araştırmalarda evlenme yasağının olmadığı hiçbir insan topluluğuna rastlanmadı.
Evlilik kurumu kadın ve erkek ilişkilerini düzenleyerek toplumsal yaşamın
düzenli ve istikrarlı olmasını sağladı. Bununla birlikte günümüzde birçok
gelişmiş ülkede kimi bireylerin evlenmenin toplumsal bir baskı olduğunu ve
bireysel özgürlükleri sınırladığını ileri sürerek evlilik dışı birlikte yaşam
tarzlarını tercih ettiğini de unutmamak gerekir.
Aile kurumunu cemaate veya topluma bağlayan
bağların akrabalıktan geçtiği bilinmektedir. Geleneksel toplumlarda çok yaygın
ve yoğun bir biçimde görülen akrabalık bağları, kimi sosyal bilimcinin
iddiasının aksine, günümüzde de tüm dünyada önemini yitirmemiştir. Bununla
birlikte gelişmiş toplumlarda akrabalık bağlarının sınırları daralmıştır:
Akrabalık sınırları bazen büyük ebeveynler, ana babalar ve çocukların ötesine
geçmemektedir.
Ulus-devlet sınırlarını zorlayan, toplumlarda
büyük ve hızlı değişimlere yol açan küreselleşme aileyi de radikal bir biçimde
etkiledi. Küreselleşme bireyselliği, özellikle de bireysel özgürlükleri
alabildiğine tetiklemektedir. Bu açıdan konu irdelendiğinde bireylerin
toplumları zorladıkları, aynı şekilde aile yaşamının çerçevelerini sarstıkları
ve hattâ yıktıkları görülmektedir: Boşanmaların çok hızlı bir biçimde artışı,
yeniden evlenmelerin yaygınlaşması, evlilik dışı birlikte yaşamların dikkate
değer yükselişi, alternatif evliliklerin baş göstermesi, çocuk yapma konusunda
eşlerin tereddüt etmeleri gibi toplumsal hadiseler görmezlikten gelinebilir mi?
Aileyi de içine alan bu toplumsal değişimlerin arka planında küresel
ekonomilerin rüzgârları yatmaktadır. Küresel boyuttaki nedenlerin de devreye
girdiği günümüzde aile konusunda araştırma yapmak isteyen sosyologlar klasik
şemalardan hareket edip değişmediğini zannettikleri toplumsal yapılara takılıp
kalırlarsa toplumsal gerçeğin üstünü kalın bir tabakayla örtmüş olacaklardır.
Toplumsal değişim insanın izleyemeyeceği bir hızda devam ederken birey, aile ve
toplum yaşamında da devrim niteliğinde gelişimlerin gerçekleştiğini unutmamak
gerekir.
Ataerkilliğin çöküşü beraberinde bir yandan
cinsiyetler arasındaki eşitlik sorununu gündeme getirirken diğer yandan kadın
cinayetlerine de yol açmaktadır. Hiçbir toplumsal devrim ne bireyler ne de
toplumlar tarafından kolayca hazmedilebilmiştir. Devrim süreçlerinin izleri
aile içinde eşler arasındaki ilişkiler gözlenerek kolayca saptanabilir. Eskiden
eşler arasındaki ilişkileri toplum, cemaat, akrabalık ve komşuluk grupları
içindeki normlar düzenliyordu. Kuşaklar boyunca bu normlar evli çiftler
arasındaki ilişkilerde rehberlik görevi üstlendiler. Günümüzde ve özellikle
gelişmiş toplumlarda çiftler arasındaki ilişkilerin bireysel iradelere bağlı
olduğu tespit ediliyor. Çift yaşamının devamlılığı eşler arasındaki ilişkilerde
her eşin karar, tavır, yaklaşım, anlayış vb. konularda diğerine saygı duymasına
bağlıdır. Çift yaşamında normların etki derecesini araştırmak ilginç olacaktır.
Aile içinde çocuk, ergen ve erginliğin
sınırlarının belirlenmesi aile içi etkileşimlerin çözümlenmesinde kaçınılmaz
görünmektedir. Geleneksel toplumlarda bu sınırlar çok muğlâk kalır. Hattâ
çocuğun kendi dünyası bile yoktur. Çocuk büyüklerin dünyasını paylaşır. Aynı
şekilde çocuk ergenliğini yaşamadan evlendirilip yetişkinlerin sorumluluğunu
omuzlamak zorundadır. Buna karşılık modern toplumlardaki çekirdek aile içinde
çocuk, ailenin merkezinde yer alır ve âdeta bir prens veya prenses muamelesi
görür: Çocuk dünyaya geldiğinde ona özel bir oda hazırlanır; çocuk için her
türlü fedakârlık yapılır. Postmodern toplumlardaki ailelerde ise çocuk eski
değerini yitirmiştir. Ana babalar çocukla fazla ilgilenmezler. Hattâ bazı
aileler çocuk yapmayı düşünmez. Ergenlik modern toplumlarda anlam kazanmıştır.
Bu arada ergenlik yaşı gittikçe yükselmektedir. Öğrenimine devam eden ileri
yaştaki bazı çocuklar ergenlikten kurtulamamakta ve ana babalarına yönelik
şımarık ergenler gibi davranmayı sürdürmektedirler. Günümüzde evlilik yaşının
yükselmesi nedeniyle yetişkin çocuklar bir süre daha bekârlık yaşamlarını
uzatmaktadırlar. Kısaca sözünü ettiğimiz ana baba, çocuklar, ergenler ve
erginler arasındaki ilişkilerin kökten değiştiğini görüyoruz. Bu nedenle
bugünkü durumu saptamak için aile araştırmalarında bu konulara ayrıntılı bir
biçimde yer verilmelidir.
Ailenin başta devlet olmak üzere diğer
kurumlarla olan ilişkilerinden de söz etmek gerekir. Bu konuyu ele alanlar
özellikle aile ve devlet arasındaki karşılıklı bağıntıyı mercek altına
almalıdır. Farklı ideolojik temellere dayansalar bile devletlerin hiçbiri aile
kurumundan vazgeçemez. Devletin egemen değerlerini üyelerine aktarmak için
başvurduğu kaynakların başında aile gelir. Her modern devlet kendisini ailenin
koruyucusu olarak tanımlar. Bu konuda sunmuş olduğu hizmetlere karşılık devlet
aileden kendi değer ve kurallarına uyum sağlayabilecek ve benimseyebilecek
üyelerinin yetiştirilmesini talep eder.
Aile üyelerini toplumsallaştırırken en büyük
destekçisi eğitim kurumlarıdır. Toplumsallaştırma aracı olan aile ve eğitim
kurumları bu alanda başarılı olmak için eşgüdüm halinde hareket etmeli ve
sürekli temas içinde olmalıdır. Toplumların gelişmesinde, bilindiği üzere, en
önemli etken insandır. Bu nedenle aile ve eğitim kurumu kültürlü, bilgili ve
bilinçli vatandaşlar yetiştirmeyi temel ilke edinmelidir. İlk toplumsallaşma
aracı olan aile bebeklik safhasından başlayarak çocuklarını eğitmek ve sağlıklı
kişiler haline gelmelerini sağlamakla mükelleftir. Aileye yönelik
araştırmalarda bu konuda ailelerin durumları ve eksiklikleri saptanabilir.
Böylece toplumun gelişmesinde var olan ailelerin ne ölçüde etkin olabildikleri
ortaya konabilir.
Türkiye’deki aileye ilişkin araştırmaların
yetersiz olduğu görülmektedir. Bu nedenle ülke çapında yeterli ve doyurucu
araştırmaların yapılması için ilgili bakanlıkların destekleriyle belirli
üniversitelerin bu işe soyunması gerekir.
Kitabın son bölümlerinde Zonguldak ilinde yer
alan, taş kömürü madenlerinde çalışan, maden işçilerine yönelik yapılmış
mütevazı iki aile araştırmasından söz edilmektedir. Eski tarihli bu araştırma
çok sınırlı olduğundan genellemelere imkân sağlamayan iki örnek olay incelemesi
düzeyinde kalmıştır. Bununla birlikte sınırlı imkânlarla yapılmış bu tür
araştırma sonuçları yerel, bölgesel çaptaki aile konularında aydınlatıcı
olabilir. Ayrıca bu iki araştırmanın yanında, Türkiye çapında yapılmış
“Türkiye’de Aile Yapısı” alan çalışmasına da değiniliyor.
Günümüzde ABD, Avrupa birliği ülkelerinde,
Rusya’da aileyle ilgili sürekli araştırmalar yapılmaktadır. Böylece bu ülkelerde
aile konusunda yeni kuramlar, yöntemler ve araştırma teknikleri elde
edilmektedir. Neden bu ülkelerde aileyle ilgili araştırmalar daima gündemdedir?
Bu sorunun yanıtı olukça basit: Geleceğe doğru ilerleyen bireyin ailenin ve
toplumun önünü aydınlatmak için... Devlet ve ailenin birer inşa olduğu
düşünüldüğünde bu kurumların daha gelişmiş ve faal olmalarını sağlamak için
yeni yapılanmalara gidilebilir. Güncel verilere her zaman ihtiyaç vardır. Bu
verileri sağlamak için de aile konusunda alan araştırmaları destek görmekte ve
teşvik edilmektedir. Toplumsal alanda gerçekleştirilen aile araştırmalarından
elde edilen bilgiler ışığında veri bankaları oluşturulmaktadır. Birbirini
izleyen evrelerde, örneğin her beş yılda bir veya daha sık aralıklarla, “boylamsal
nitelikli” denilen aile araştırmalarının yapılması tavsiye edilmektedir.
“Boylamsal nitelikli” araştırmalar belirli zaman aralıklarında, aynı ailelerden
oluşan bir grup insanla gerçekleştirilmektedir. Böylece bu ailelerin zaman
içindeki eğilimlerini elde etme imkânı doğmaktadır. Son yıllarda bir adım daha
ileri gidilerek bu araştırmalardan çıkan sonuçlardan çeşitli toplumsal
reçeteler hazırlandığı görülmektedir: Okul, aile ve iş yaşamında bireylere
nasıl başarılı olabilecekleri konusunda, bu toplumsal reçetelerin ışığında
tavsiyelerde bulunulmaktadır. Toplumsal yaşam, özellikle aile yaşamı kendi
haline bırakılabilecek bir konu olarak görülmemelidir. İnsan ve ailenin
mahremiyetine saygı duyulması ve müdahale edilmemesi konusunda herkes
hemfikirdir. Bununla birlikte aşılamayan toplumsal sorunların çözümünde
bilimlerin insanlığa hizmeti de engellenmemelidir.
Önal
Sayın
Önal Sayın
01.01.1947 yılında Muş’ta doğdu. İlkokulu Bitlis ve Van’ın Başkale ilçesinde, ortaokulu Başkale’de, Liseyi Zonguldak’ta okudu. Lisans öğrenimini Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Felsefe Bölümü, Sosyoloji Kürsüsünde gördü. Üniversite öğrenimi sırasında, Millî Eğitim Bakanlığı’nın Sosyoloji Kürsüsüne tahsis ettiği bursu kazandı. Üniversiteden mezun olduktan sonra bir yıl Amasya Lisesi’nde Felsefe grubu öğretmenliği görevinde bulundu. 1970 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nın yurtdışı doktora öğrenimi sınavını kazandı. Doktora eğitimini görmek için Fransa’ya gitti. 1975 yılında eğitimini başarıyla tamamlayıp yurda döndü. Bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda görev yaptı. 1977 yılında, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi, Davranış Bilimleri Bölümü için açılan asistanlık sınavını kazandı ve göreve başladı. Tüm akademik yaşamını bu üniversitede sürdürdü. 1982’de doçent, 1990 yılında da profesörlük unvanlarını kazandı.