Sosyolojiye Giriş Dersleri
- 180,00 TL
-
126,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Sosyolojiye giriş niteliğindeki bu kitap, doğuşundan itibaren bu disiplinin genel bir resmini sunmaktadır. Bilimlerin “prens”i olan sosyoloji hangi tarihsel koşullar içinde ortaya çıkmıştır? Sosyolojinin tanımı, gelişimi ve “kurucu babalar”ın temel yaklaşımları nelerdir? Başlangıcından günümüze miras kalan ana temalar nasıl ele alınabilir? Kitabın yanıt aradığı bu sorular, uzun sosyolojik tecrübenin yöntembilimsel ilkeler üzerinden ortaya koyulmasını da sağlayan sorulardır.
Zaten, toplum incelemelerinde gündeme gelen meselelerin kanaatler düzeyinde değil de bilimsel düzeyde ele alınması ve tartışılması ancak bu tür bir bakış açısıyla mümkündür. Sosyolog olmanın ayırt edici yönü, topluma dair gözlemlerin olabildiğince nesnel bir çerçevede ele alınması, olguların ve olayların kavramsal bir bütünlük içerisinde çözümlenmesidir. Durkheim’dan Bourdieu’ye kadar uzanan bu gelenek, arada pek çok farklı patikalar olsa da, bu anayoldan esas itibariyle ayrılmamıştır.
Sosyolojik yöntem, sosyolojik gelenekler, metodolojik bireycilik, holizm, kültür, toplumsal kontrol, toplumsal tabakalaşma, siyasal iktidar ve kamuoyu gibi başlıklar bu kitapta el alınan ana temalar arasında yer almaktadır. Kitabın yazarı Philippe Riutort, sosyolojinin klasik kitaplarını yorumlarken, aynı zamanda öğrencilere gelecekte nasıl bir sosyolog olmaları gerektiği konusunda da ışık tutmaktadır.
- Yazar: Philippe Riutort
- Kitabın Başlığı: Sosyolojiye Giriş Dersleri
- Orijinal Başlık: Premières leçons de sociologie
- Çeviren: Ertuğrul Cenk Gürcan [Fransızca]
- Yayına Hazırlayan: Ufuk Coşkun
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 167; Tarih Dizisi - 21
- Basım Bilgileri: 2. Basım / Eylül 2019 [1. Basım / Eylül 2017]
- Sayfa Sayısı: 141
- ISBN: 978-975-2410-73-2
- Kapak Üst Resmi: Wassily Kandinsky, Murnau Burggraben Sokağı, 1908.
- Kapak Alt Resmi: Wassily Kandinsky, Ludwigskirche, Münih, 1908.
- Boyutları: 13,5 x 21
Önsöz
Bölüm 1: Sosyoloji Nedir?
Kısım 1: Sosyolojik
Yaklaşım: Nasıl Sosyolog Olunur?
Sosyolojinin 19. Yüzyılda Ortaya Çıkışı
Sosyoloji ve Bilimsel Yaklaşım
Sosyoloji ve Nesnellik
Kısım 2: Sosyoloji ve
Yöntemleri: İyi Bir Yöntem Nedir?
Nicel Yöntemler
Nitel Yöntemler
Kısım 3: Sosyolojik
Gelenekler: Büyük Akımlara İlişkin Bir Değerlendirme
Metodolojik Bireycilik
Holizm
Bireycilik / Holizm Zıtlığını Aşmak (mı)?
Bölüm 2: Sosyolojinin Bazı Ana Temaları
Kısım 1: Kültür: Bizi
Hareket Ettiren Şeyi Anlamak
Kültürü Tanımlamak
Tek Bir Kültür mü, Kültürler mi?
Kısım 2: Toplumsallaşma: Toplum
Halinde Yaşamayı Öğrenmek
Toplumsallaşma Süreci
Toplumsallaşma Teorileri
Kısım 3: Toplumsal
Kontrol, Normlar ve Sapma: Kurala Riayet mi, Kuralı İhlâl mi?
Toplumsal Kontrol
Sapma
Kısım 4: Toplumsal
Tabakalaşma: Toplum ve Bölünmeleri
Muhtelif Tabakalaşma Tipleri
Toplumsal Sınıflar ve Sosyoloji
Kısım 5: Siyasal İktidar: Toplum
ve Siyasal
Siyasal İktidarın Oluşumları
Siyasal Alanın Mantıkları
Kısım 6: Kamuoyu: Toplum
Ne Düşünüyor?
Kamuoyunun Dönüşümleri
Kamuoyu ve Fikir “Yapıcılar”
Temel Kaynakça
Dizin
Önsöz
Sosyoloji nedir? Bilimsel bir disiplin mi; yoksa topluma, toplumun
eğilimlerine ve geleceğine dair kâhince bir söylem mi? Sosyologların kendi
aralarında bile, disiplinlerinin tanımı konusunda daima fikir birliği olduğu
söylenemez; çünkü Raymond Aron’un nükteli ifadesiyle, sosyologlar arasında
varlığını sürdüren tek uzlaşma, sosyolojiyi tanımlamanın kolay olmadığıdır. Bu
durum, diğer tüm disiplenler kadar sosyolojiyi de tehdit eden ‘parçalanma’ ve
‘içe kapanma’ tehlikelerinin altını çizmekle birlikte, şunu da
unutturmamalıdır: Sosyoloji, 19. yüzyılın sonundan itibaren üniversite
programlarında yer almış, ve o zamandan beri, bireylerin toplumdaki
davranışlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayan bir dizi perspektif üretmiştir.
Sosyoloji, tamamen ona ait olacak bir inceleme
konusuyla pek tanımlanamaz; bununla birlikte, Fransız sosyoloji ekolünün
kurucusu Émile Durkheim’ın ünlü formülüyle söyleyecek olursak, sosyoloji
toplumsal olguların incelenmesine adanmış bir bilim olarak düşünülebilir.
“Toplumsal” olan, yani bireyin toplumdaki yaşamına dokunan hiçbir şey, a priori olarak sosyoloğa yabancı değildir: Sosyolog, aile
ilişkileri kadar sporu da, siyasal yaşam kadar kültürel pratikleri ya da boş
zaman faaliyetlerini... de inceleyebilir.
Öyleyse, sosyoloğu komşularından, yani
psikologdan, iktisatçıdan ya da tarihçiden ayıran şey nedir? Bu soru,
sosyolojinin bilimsel bir disiplin olarak tanınmak için uğraştığı 19. yüzyılın
sonunda temel bir öneme sahip olmuşsa da, kuşkusuz günümüzde daha az mesele
içermektedir. ‘Sınır’ tartışmaları çoğu kez verimsizdir ve bilgilerin
yayılmasını geciktirir: Tarihçi gibi, sosyolog da bugünü kavramak için geçmişe
eğilebilir; psikolog gibi, sosyolog da bireysel ve kolektif temsillerle ilgilenir;
iktisatçı gibi, sosyolog da, bireylerin ve grupların maddi ve simgesel malları
ve hizmetleri nasıl mübadele ettikleriyle ilgilenir. Gene de, sosyolog onlardan
ayırt edilmelidir. Çünkü tarihçinin aksine, geçmişe dönük araştırma sosyoloğun
birincil kaygısını oluşturmaz; sosyolog, psikologdan daha fazla olmak üzere, bireyi
toplumsal bağlamına yerleştirme kaygısı taşır; ve gene sosyolog, iktisatçıyı meşgul
eden üretim ve paylaşım mekanizmalarından çok, bireyler arasında tesis edilen
toplumsal ilişkilerle ilgilenir.
Öyleyse, sosyoloğun alanı nedir? Bu alan asla
sosyoloğa hemen verilmiş değildir; diğer disiplinlerle temasla, tedricen inşa
edilen bir alandır bu: Sosyolog, evrensel “yasalar” formüle etme arayışından
artık vazgeçmiş olsa da, kendine ait metodolojik ilkelerin yardımıyla,
“toplumsal gerçekliğin” titiz bir gözlemine dayanan bilgiler üretmeye çalışır.
Örneğin, filozoftan farklı olarak önermelerini geçerli kılabilecek ampirik bir
materyalle, ancak bu tür bir materyalle desteklenen bir teori oluşturabilir.
Araştırmasına değer yargılarını dâhil etmekten de sakınmalı ve inceleme
konusunu, toplumsal dünyaya ilişkin bazı görme biçimlerinden kurtularak inşa
etmeye özen göstermelidir; kendilerini akla doğal bir biçimde dayatan bu görme
biçimleri çoğu zaman yanıltıcıdır.
Sosyolojinin beşerî bilimler arasında yerini
alabilmesi, bir dizi ilkeye saygı gösterilmesini gerektirir: Bireyin, eylemine
atfettiği anlamı kavramak için Max Weber’in dilediği gibi bir anlamacı sosyoloji icra etmek,
toplumsal olguların şeyler gibi ele alınmasını öğütleyen Durkheimcı
nesneleştirmeyi dışlamaz. ‘Teori’ ile ‘ampirik gözlem’ arasındaki, ‘yakınlık’
(bir araştırma yürütmekte olan sosyolog, “inceleme konusuyla birlikte yaşamaya
başlayabilir”) ile ‘mesafe’ (aktörlerin söylemini yeniden üretmekle yetinen bir
analiz, sosyolojik bir analiz değildir) arasındaki bu gidiş-geliş, sosyolojik
yaklaşımın ayrılmaz bir parçasıdır: Bu girişimin zorluğu, Norbert Elias’ın kaleme aldığı bir eserin başlığıyla söyleyecek olursak,
çalışmada hem angajman hem de mesafe ortaya koymaktır; ve bu da, sosyoloğu,
inceleme konusuna bakışına hususi bir özen göstermeye iter. Bu bakış asla
tamamen “dışsal” değildir; çünkü sosyoloğun kendisi de toplumsal bir varlıktır
(ve bunu asla unutmamalıdır!).
Sosyolojinin rolü nihayetinde neden ibarettir?
İnsanları toplumda hareket ettiren şeyin daha iyi anlaşılmasını sağlamak… Değer
verdiğimiz inançların hatalı ya da en azından şarta bağlı olduklarını
gösterdiğinde, bazen şaşırtmak… Ve toplumu daha insani kılmak… –Neden olmasın?;
zira, bir kez daha Durkheim’a atıfta bulunacak olursak, eğer sosyoloji hiçbir toplumsal
faydaya sahip olmasaydı, en ufak bir zahmete bile değmezdi.
Ama madem böyle düşünmüyoruz, öyleyse iyi
okumalar!
Philippe Riutort
Fransa’da üniversite ve lise düzeyinde çeşitli eğitim kurumlarında görev yapan ve akademik çalışmalarda bulunan yazar, özellikle siyaset bilimi, sosyoloji ve gazetecilik alanında birçok eser kaleme almış ve dersler yürütmüştür. Halen, Paris’teki Lycée Henri IV’te görevini sürdürmektedir. Eserlerinden bazıları: Précis de sociologie, PUF (2004, ikinci baskı: 2010); Sociologie de la communication politique, La Découverte (2007).