Bir Çin aile yuvası minyatür bir gökyüzüdür diyor, kitabın yazarı Ku Hung-Ming.
Çin uygarlığı, Çin edebiyatı ve Çin kadını yazar için başka bir duyarlılığa ve düşünüş tarzına pencere açıyor.
Ming, tüm kitap boyunca Avrupalılara halkının, kültürünün, uygarlığının birikimlerini anlatmaya çalışıyor. Bu çağrı zaman zaman tepkisel bir tona bürünse de herkesin tek bir dünyaya ayak bastığı günümüzde, toplumların esasen birbirinden çok farklı zihniyetlere sahip olduğunu haber veriyor Ku Hung-Ming.
Çinliler bireyi, aileyi, toplumu, ataları bir bütün halinde düşünür. Kişi ahlâki özelliklerini işlemek, geliştirmek ve bunları anne babasından başlamak üzere toplumun diğer tüm üyeleriyle uyumlu kılmakla yükümlüdür. Herkes yerini, konumunu, görevlerini bildiğinde doğadaki ahenk gibi bir ahenk, dirlik, düzenlik insanlar arasına da gelip yerleşir. Bunu sağlayacak en önemli enstrümanlar ise müzik ve törenler bilgisidir; yani ritm ve sembollere dayalı bağlılık ritüelleri. Belki de bu yüzden Konfüçyüs’ün ahlâk yasası Avrupalı insanın dine bakış açısından tamamen farklıydı.
20. yüzyılın başında Batı kurumlarında eğitim gören çok dilli ve kültürlü Çinli aydın Ku Hung-Ming, derinden bağlı olduğu geleneksel Çin kültürü ile Batı uygarlığını karşılaştırırken zihniyet dünyamıza pek de uzak olmayan bir çelişkiyi anımsatmaktadır.
- Yazar: Ku Hung-Ming
- Kitabın Başlığı: Çin Halkının Zihniyeti
- Orijinal Başlık: L’esprit du peuple chinois
- Çeviren: Hanife Güven [Fransızca]
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 90; Antropoloji - Kültürel Çalışmalar - 5
- Basım Bilgileri: 2. Basım / Haziran 2020 [1. Basım / Ekim 2013]
- Sayfa Sayısı: 165
- ISBN: 978-975-8717-96-5
- Kapak Resmi: Giuseppe Castiglione, Lady Hoja’nın portresi.
- Boyutları: 13,5 x 21
Çevirenin Önsözü
Guglielmo Ferrero’nun Önsözü
Yazarın Önsözü
Giriş: İyi Yurttaşlık
Dini
I. Çin Halkının Zihniyeti
II. Çin Kadını
III. Çin Dili
IV. Çin’deki İngilizler ya da John
Smith’ler
V. Bir Büyük, Sinolog!
VI. Çince Alanındaki Çalışmalar
Ek: Aşağı
Tabakalara Tapınma ya da Savaş ve Çıkış Yolu
Çevirenin Önsözü
Qing Hanedanı’nın en önemli yazar ve düşünürlerinden biri sayılan
Ku Hung-Ming’in (1857-1928) yaşamı ile ilgili bilgiler birkaç makaleyi
geçmemektedir. Çinli bir baba ve Portekizli bir annenin oğlu olduğu, İngiliz
hâkimiyeti altında bulunan Malezya’nın kuzeyinde Penang adasında doğduğu ve 10
yaşında iken, babasının çalıştığı kauçuk işletmesinin İngiliz sahibi tarafından
İskoçya’ya götürüldüğü bilinmektedir. Burada Ku Edinburgh Üniversitesi’nde
edebiyat (1873-1877) okur, daha sonra Leipzig Üniversitesi’nde İnşaat
Mühendisliği ve Paris’te hukuk öğrenimi görür. Eğitimini tamamladıktan sonra
Malezya’ya döner, bir süre Singapur’da kaldıktan sonra, 1885’ten itibaren Çin’e
yerleşir, yirmi yıl kadar son Qing Hanedanı’nın (1644-1912) önemli siyasi
liderlerinden biri olan Zhang Zhidong’a (1837-1909) danışmanlık yapar. Pekin
Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan yazar bir süre Japonya’da da
yaşamıştır. Ku Hung-Ming Çince, İngilizce, Fransızca, Almanca dillerini
biliyor, İtalyanca, eski Yunanca, Latince, Malayca ve Japoncayı da anlıyordu.
Konfüçyüs’ün eserlerinin İngilizceye çevrilmesinde ve tanıtılmasında önemli rol
oynamıştır.
Kendini Doğu’nun, Batı’nın, Kuzey’in ve
Güney’in insanı ya da Avrupalılaştırılmış bir Çinli olarak tanımlayan Ku
Hung-Ming yıkılışına tanık olduğu hanedana derinden bağlı, demokratik rejimlere
karşı ise son derece kuşkucuydu. Demokratik yönetimlerin niteliksiz bir sayısal
çoğunluğun kuklasına dönüşebileceğine ilişkin ciddi kaygılar taşıyor ve bunu
içtenlikle dile getiriyordu. Bu düşünceleri Ku’nun köhne düşünceleri savunan
bir ‘gerici’ye indirgenmesinde ve uzun yıllar boyunca unut(tur)ulmasında etkili
olur. Hanedan yıkıldıktan on yıl sonra bile kesmediği at kuyruğu saçı,
geleneksel şapkası, giysileri ve “eksantrik” kişiliği de bunda rol oynamıştır.
Son yıllarda hakkında akademik yayınlar yapıldığı görülmektedir.
Eseri daha iyi anlamak için yazıldığı tarihsel
bağlamdan kısaca bahsetmekte yarar var: Çin uygarlığı 19. yüzyılın ikinci
yarısında, Qing Hanedanı’nın son zamanlarında, bir yandan siyasal ve ekonomik
açıdan gerilerken, öte yandan geleneksel tarım toplumu özelliğini yitirmeye
başlamıştı. Bu arada Batı kültürü özellikle İngilizler tarafından kurulan çok
sayıda temsilcilik ve misyonerler aracılığıyla, yavaş yavaş Çin toplumuna nüfuz
etmekteydi. Batı’nın sömürgeci tahakkümüne, yabancılara ve Hıristiyanlara karşı
daha ziyade aydınlar nezdinde bir tepki olarak kalan ve halk tarafından pek
destek görmeyen 1899-1901 arasındaki Boxerler ya da Boksörler ayaklanması (The Boxer
Rebellion) Sekiz Devlet İttifakı ile geçici de olsa bastırılmış ve Çin’e
çok pahalıya mâl olmuştu. 1911’de Xinhai Devrimi adı verilen ayaklanma sonucu,
King hanedanı ve Çin İmparatorluğu Bertolucci’nin filmine atfen söylersek çocuk
yaştaki “Son İmparator” Puyi’nin (1906-1967) 12 Şubat 1912’de tahttan
çekilmesiyle fiilen sona ermiş ve yerini Çin Cumhuriyetine bırakmıştı.
20. yüzyılın başlarında bir yandan Rus-Japon
Savaşı’ndan galip çıkan Japonya’nın, öte yandan nüfus yoğunluğu ve ekonomisiyle
giderek güçlenen Çin’in Avrupa’da yarattığı kaygılar, Batı dillerine “sarı
felaket” (le Péril Jaune - the Yellow Péril) gibi bir kavramı katmış,
ancak bu vesileyle Avrupalılar, en azından belirli bir aydın kesim, Batı’nın
sömürgeci hükümranlığı nedeniyle Asyalıların maruz kaldığı “beyaz felaket”i
sorgulama fırsatı bulmuştu. 20. yüzyıla yarı feodal bir yarı sömürge devlet
olarak, Batı’nın bu ülkeye yönelik ayırımcı benzetmesiyle söyleyecek olursak l’homme
malade de l’Asie: Asya’nın Hasta Adamı olarak girmiş olan Çin, 1911
Xinhai Devrimi, Çin Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı, Mao Zedong’cu komünistler
ile Chiang Kai Shek (Çan Kay Şek) yönetimindeki milliyetçiler arasındaki iç
savaş ve nihayet 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması gibi tarihsel
aşamalardan geçerek 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, ekonomi, ticaret, sanayi ve
uluslararası ilişkiler gibi farklı alanlarda varlığını en belirgin şekilde
hissettiren Asya ülkelerinden biri olmuş durumda. Fakat ülkemizde Çin’in
kültürü hakkında büyük bir bilgi boşluğu var. Bu da modern edebiyatçı ve
düşünürlerinin eserlerinin yeteri kadar dilimize kazandırılmamış olmasından
ileri geliyor.
Ku Hung-Ming bu kitabı 1915’te modern
Avrupa’nın büyük krizlerinden olan I. Dünya Savaşı esnasında The Spirit of
the Chinese People adıyla İngilizce kaleme alır. Çin ve dünya tarihinin
böylesine çalkantılı bir dönemecinde yayımlanan bu çalışmada, Çin uygarlığı ve
halkı belki de ilk kez bir şarkiyatçının (Orientalist) değil bir
Çinlinin bakış açısından, içerden anlatılır. Öte yandan Batı dünyası, Batı’daki
siyasal gelişmeler ve I. Dünya Savaşı Çinli bir aydının gözüyle dışardan
değerlendirilir. Kitap 1927’de P. Rival tarafından L’esprit du peuple
chinois adıyla Fransızcaya çevrilerek İtalyan tarihçi, gazeteci, yazar
Guglielmo Ferrero’nun önsözüyle yayımlanır.
Bu çevirimizde öncelikle P. Rival tarafından
yapılan Fransızca metni temel aldık, ancak az da olsa mantıksal bütünlüğe
ters düşen bazı ifadelerle ve belirgin tarih yanlışlarıyla karşılaşınca
İngilizce özgün metne de sistematik olarak başvurma gereği duyduk. Yazarın sık
sık kullandığı yinelemelere onun biçemine saygı göstermek maksadıyla büyük
ölçüde sadık kaldık. Gönderme ve alıntıların çoğu özgün dillerde (İngilizce,
Almanca, Latince, Fransızca vb.) yapılmış olsa da bunları da Türkçeye çevirmeyi
uygun bulduk. Kültürel, zamansal ve mekânsal uzaklığı göz önüne aldığımızda
yazarın kullandığı nükteli dili ve örtük anlatımları daha iyi aktarabilmek için
dipnotlar ekledik.
Kökenleri Doğu’da olsa da yüzünü hep Batı’ya
çevirmiş olan Türklerin çeviri alanında da Batılı yapıtları ön planda tuttuğu
bir gerçektir. Bu çevirimizle, günümüz dünyasının geleceğini etkilemekte olan
en eski Doğu uygarlıklarından birinin değerler sisteminin tanıtılmasına katkıda
bulunmayı umuyoruz. Batı kurumlarında eğitim almış çok dilli, çok kültürlü bir
Çinli aydının, derinden bağlı olduğu geleneksel Çin kültürüne ve Batı
Uygarlığına bakışını anlamak açısından önemli bir yapıt olan Çin Halkının
Zihniyeti kitabı 20. yüzyılın başlarında yazılmış olmasına rağmen,
günümüzde halen güncelliğini korumaktadır.
Hanife Güven
Guglielmo
Ferrero’nun Önsözü
Ku Hung‑Ming bir “Eski‑Çinli”dir, yani bir gelenekçidir, monarşist
ve Konfüçyüsçü Eski Çin’e bağlılığını sürdüren bir Batı ve Batı uygarlığı
düşmanıdır. Ama bu Eski-Çinli nefret ettiği şeyi tanımaktadır; Avrupa’da
yaşamış, tarihiyle, edebiyatıyla ve en önemli dilleriyle haşır neşir olmuştur.
Bu kitaba eski Çin uygarlığı ve Batı uygarlığı arasında eşsiz bir
karşılaştırmalı çalışma niteliği kazandıran da budur.
Okurun gözünden kaçmayacaktır, böylesine
bilgili bir Çinlinin bile, Batı konusundaki bilgisi birtakım eksiklikler ve
yetersizlikler gösterir. Ku Hung‑Ming tarihimizden söz ederken, zaman zaman,
onu aşırı derecede basite indirger; örneğin, Otuz Yıl Savaşları ile Avrupa’nın
kendisine pahalıya mâl olan rahiplerden kurtulmak istediğini; Dünya Savaşıyla,
bugün kendisine, dünkü rahiplerden çok daha pahalıya mâl olan askerlerden
kurtulmak istediğini söyler. Zaman zaman, Avrupa uygarlığının bazı elverişsiz
yanlarını soyutlar, onların daha büyük kötülüklerin düzelticisi olduğunu unutup
mutlak bir atmosferde eritir; örneğin, dünya savaşının ve onu izleyen
bunalımların nedeni olarak aşağı tabakaya tapınmayı gösterir.
Bu çekici ama biraz da kapalı deyimle, Çinli
yazar, kamuoyunun hükümetler üzerindeki etki gücünü ve onun değişken
eğilimlerini kasteder. Ama ileri sürdüğü sakıncalar doğru olsa da, bu
görünmeyen gücün etkisiz hale getirilmesinden doğacak sakıncalar çok daha büyük
olabilir. Batılı hükümetlerin o kadar çok parası, o kadar çok askeri, son
derece güçlü o kadar çok eylem aracı var ki, kamuoyunun bu kontrolü olmasa,
hepsi çabucak Neron misali korkunç hezeyanlara kapılabilir.
Ama baştan sona kitapta öylesine aydınlık bir
düşünce derinliği, öylesine açık bir ifade sadeliği var ki, bu küçük kusurları
örtüyor. Uyuşmazlıklarımızın ve çelişkilerimizin uçurumu şu cümleden daha derin
bir şekilde ifade edilebilir mi? “Avrupa yüreğini tatmin eden, ama kafasını
tatmin etmeyen bir dine, ve kafasını tatmin eden, ama yüreğini tatmin etmeyen
bir felsefeye sahiptir”. Tüm uygarlıkların, hattâ en parlaklarının bile
kusurları vardır; işte bu kusurlar kendileriyle durmadan mücadele edip karşı
çıkmayanları geriletir ve uzun vadede yok eder; o halde bunların iyi bilinmesi
gerekir... Ama kendi iç dünyasına kapanmış bir uygarlık farklı modellerle
karşılaştırılmak suretiyle aydınlatılmazsa, basit bir içe bakışla kusurlarını
fark edemez.
Bu çalışma, özellikle, büyük sanayi ve
demokrasinin niceliğe dayalı uygarlığının zafer kazandığı iki kıta olan Avrupa
ve Amerika için gerekli görünüyor. Ku Hung‑Ming haklı olarak bu uygarlığı
bunaltan ve rahatsız eden şeyin doğanın temel unsurları ile çelişkili güçler
arasındaki korkunç uyuşmazlık olduğunu söylüyor. İnsan ruhunun şimdiye kadar
tasarladığı belki de en cömert arzu, insanlığın, maddi ve manevi açıdan
sınırsız bir şekilde iyileştirilmesidir; gücün kötüye kullanılması, kudret
sarhoşluğu, makineleşmenin getirdiği mucizelerin gururu, zenginliğe duyulan
açlık, başını alıp giden bencillik çılgınlığı bizi bir kargaşa ve başıboşluğa
itmekte, her yerde kabalığı, şiddet ve adaletsizlik duygularını
cesaretlendirip yaygınlaştırmaktadır.
Avrupa ve Amerika’nın geleceği, her iki kıtanın
giriştiği bu İyilik ile Kötülük arasındaki trajik mücadelenin sonucuna
bağlıdır. Çin’de yitip gitmek üzere olan niteliğe dayalı eski bir uygarlıktan
alınacak örnek ve dersler, İyilik güçlerini, günümüzde daha da zor olan
görevlerinde desteklemeye yarayabilir. Bu nedenle, derin ve aydınlatıcı bu
küçük kitabı okumayı öneriyorum. Kitap, ruhunun derinliklerinde Avrupa ve
Amerikalıları barbar kabul eden ama eleştirel aklı, kendi ülkesinde yaşanan
talihsizliklere karşı da fazlaca bilenmiş olan bir Çinli tarafından
yazılmıştır. Ama bilhassa bu nedenle, pohpohtan fazlaca hoşlanan, ancak zaman
zaman güçlü bir manevi desteğe ihtiyaç duyan çağımız için yararlı olacaktır.
Floransa, 15 Şubat 1927
Ku Hung-Ming (1857-1928)
Son Qing Hanedanı’nın (1644-1912) önemli yazar ve düşünürlerinden olan Ku Hung-Ming, Çinli bir baba ve Portekizli bir annenin oğlu olarak Malezya’da dünyaya gelmiş, Edinburgh Üniversitesi’nde Edebiyat, Leipzig Üniversitesi’nde İnşaat, Paris’te Hukuk eğitimi almıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra önce Malezya’ya, daha sonra da Çin’e yerleşmiş, İmparatorluğun çökmesinden sonra bir süre Japonya’da yaşamıştır. Konfüçyüs’ün eserlerinin İngilizceye çevrilmesinde ve tanıtılmasında önemli bir görev üstlenmiştir.
Hanife Güven
Hopa’da doğdu. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi (1974). Bir süre Fransızca öğretmenliği yaptı. Daha sonra İzmir Yüksek Öğretmen Okulu’nda ve Buca Eğitim Fakültesi’nde (1981-2020) öğretim üyesi olarak çalıştı. Yabancı Dil Öğretimi alanında doktora yaptı. Fransızca öğretimi tarihi, öğretmen eğitimi, seyahatnameler ve çeviri alanında araştırmalar ve incelemelerde bulundu. İtalya Lecce (Salento) Üniversitesi ve Belçika’da Brüksel Hür Üniversitesi’nde (ULB) Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi.