• İmparatorluk Tasavvurları

İmparatorluk Tasavvurları

  • 380,00 TL
  • 266,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

İmparatorluk Tasavvurları tarihin en can alıcı meselelerini doğrudan günümüze taşıyan bir eserdir. İmparatorlukların farklı tarihsel gelişimlerini ortak bir zeminde düşünmemizi sağlayan senteze dayalı ve son derece kapsamlı bir çalışmadır. Krishan Kumar en temelde şu soruları sorar: İmparatorluklar nasıl idare edilir? İmparatorluğu idare edenler, fethettikleri halkları nasıl bu kadar uzun süre ve başarıyla bir arada tutabildiler? Emperyal düşüncenin kültürel ve dinsel farklılığa bakışı neydi? Bu, kurucu halkların kendi kimliklerine yönelik de bir soruydu. Ulusal farklılıkların üzerinde bir imparatorluk kimliği ve aidiyetinin yaratılması, bütün imparatorlukların temel gayesiydi. İlhamını Roma’dan alan bütün halkların imparatorluk vatandaşları haline getirilmesi hayali, nihayetinde başarısızlığa uğrasa da, buradaki beş imparatorluğun içinden geçmek zorunda kaldıkları büyük tarihsel bir imtihandır.

Ulus-devletlerden farklı olarak imparatorluk iddiası evrensel bir iddiadır. İster din, ister medeniyet, ister bir siyasi ideoloji olsun, kendi halklarını evrensel bir misyon etrafında örgütleyebilmişlerdir. Dolayısıyla bu imparatorluk misyonu ve anlatısının kaybı, birçok ulus-devletin tarihinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Miadını doldurduğu söylenen imparatorluğun, halkların kolektif kimliklerindeki yeri nedir? İmparatorluklar gerçekten öldü mü yoksa yeni yaşam biçimleri mi kazanıyor? Göç krizi, küreselleşme, yükselen popülizm gibi güncel olguları anlamakta imparatorluklar faydalı tarihsel araçlar olabilir mi? İmparatorlukların yükseliş ve çöküşlerinden çıkarılacak olumlu dersler var mıdır? Osmanlı Devleti’nin de dâhil olduğu Avrupa’nın beş büyük imparatorluğunun karşılaştırıldığı bu devasa çalışma, bu sorulardan hareketle, günümüzün en yakıcı meselelerine de değiniyor.


  • Yazar: Krishan Kumar
  • Kitabın Başlığı: İmparatorluk Tasavvurları, Beş Emperyal Devlet Dünyayı Nasıl Şekillendirdi?
  • İngilizce Metin: Visions of Empire, How Five Imperial Regimes Shaped the World
  • Çeviren: Ö. Çağatay Balkaya [İngilizce]
  • Yayına Hazırlayanlar: Taşkın Takış, Ufuk Coşkun
  • Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 416; Tarih Dizisi - 58
  • Basım Bilgileri: Ocak 2024
  • Sayfa Sayısı: 735
  • ISBN: 978-625-8123-76-0
  • Boyutları: 13,5 x 21
  • Kapak Resmi: Napoléon Bonaparte portresi, Alexandre Benoît Jean Dufay, Casanova. 1809.

Yazarın Önsözü

1. İMPARATORLUK FİKRİ

İmparatorluğun Yeniden Keşfi

“Ebedi İmparatorluk”: Roma ve Emperyal Fikir

İmparatorluk, Emperyalizm, Kolonyalizm

Ulus İmparatorluğa Karşı

İmparatorluk Olarak Uluslar

İmparatorluk Olarak Uluslar: “Emperyal Milliyetçilik”

İmparatorluk ve Ulus: Devam Eden Çelişkiler ve Gerilimler

2. ROMA İMPARATORLUĞU İmparatorlukların Atası

Roma’nın Mirası

Roma Misyonu: İskender, Kozmopolitanizm ve Dünyayı Medenileştirmek

Roma: Vatandaşlık, Irk ve Millet Roma: Evrensel Din

3. OSMANLI İMPARATORLUĞU 

Yabancı İmparatorluk

Bir Avrupa İmparatorluğu

Müslümanlar ve Hıristiyanlar

Osmanlılar ve Romalılar

Osmanlılar ve Türkler

Müslümanlar ve Gayrimüslimler

Gerileme mi Değişim mi? İmparatorluğun Dönüşümü

Osmanlılardan Türklere

Sonuç Olarak – Bir Müslüman İmparatorluğu mu?

Tanzimat, Osmanlıcılık ve Türkçülük

Koza

4. HABSBURG İMPARATORLUĞU 

Geçmişe Dönüp Bakıldığında Habsburg İmparatorluğu

İspanya Habsburgları ve İspanya İmparatorluğu

İspanya ve Avusturya Habsburgları

Avusturya Habsburglarının Yükselişi

Habsburg İmparatorluğu Neydi?

19. Yüzyılda Ulus ve Kimlik

Avusturya Fikri

Gerileme mi Çöküş mü?

5. RUSYA VE SOVYET İMPARATORLUKLARI

İki İmparatorluğun Hikâyesi

Rusya İmparatorluğu’nun Teşekkülü

Sınırları Olmayan İmparatorluk

“Kendi Kendini Sömürgeleştiren Bir Ülke”

Emperyal Devlet ve Halkları

Müslümanlar ve Yahudiler

“Ruslaşma” ve Rus Milliyetçiliği

İmparatorlukta Ruslar ve Rusluk

Slavofiller ve Batılılaşmacılar

Emperyal Milliyetçilik: Ulus ve İmparatorluk

Sovyetler Birliği: İmparatorluğun Dönüşü

Milliyetler ve Sovyetler Birliği’nde Ulusal Sorun

Ruslar: İmparatorluğun Kurbanları mı?

6. BRİTANYA İMPARATORLUĞU 

Denizaşırı ve Karaaşırı İmparatorluklar

Dünyanın En Büyük İmparatorluğu: Ne Kadar “Özgün”?

Parçaların İmparatorluğu

“Daha Büyük Britanya” [Greater Britain] ve Dominyonları

Britanya İmparatorluğu’nda Hindistan

Britanya İmparatorluğu’nda Roma

İmparatorluğu Tartışmak: Gerileme ve Çöküş?

Bir “Üçüncü Britanya İmparatorluğu”

II. Dünya Savaşı: “İmparatorluğun Doruk Noktası”

İmparatorluğun Sonu –Yoksa İmparatorluğun Başka Araçlarla Devamı mı?


7. FRANSA İMPARATORLUĞU 
“Emperyal Ulus-Devlet”

Bir Ulus Olarak İmparatorluk [Empire as Nation]

Fransa’nın İmparatorlukları

Fransız Napoléon İmparatorluğu

İkinci Denizaşırı İmparatorluk

Bir Güç ve İtibar İmparatorluğu

Medeniyet, Asimilasyon, Cemiyetçilik

İmparatorluk Cezayiri

Büyük Fransa: Doruk Noktası

Terk Edişin Istırabı


Sonsöz: İmparatorlukların Ardından Uluslar


Kaynakça

Dizin

Yazarın Önsözü

 

Bugün imparatorluk çalışmaları 20. yüzyılın başından beri hiç olmadığı kadar yaygınlık kazandı. Bunun nedeni tam olarak belli değil. 1960’larda büyük Avrupa imparatorluklarının çöküşünü takiben neredeyse imparatorluk geçmişine sahip tüm ülkelerde emperyal tecrübelere kafa yormaya bariz bir ilgisizlik vardı. İmparatorluk görmezden gelindi ve bir yana bırakıldı. Münhasıran Batı Avrupa’da yeni bir Avrupa birliğinin inşası, Üçüncü Dünya’yı süpüren antiemperyalizm dalgası, sâbık kolonilerle ilişkilerde emperyal geçmişin üzerinde fazla durmamanın yeğ tutulması gibi başka meseleler vardı. Akademisyenler imparatorluk üzerine yazıp çizmeye devam edebilirler fakat öğrencileri genellikle başka şeyler üzerine çalışmayı tercih ederler. Benim de Cambridge’te, St. John Koleji’ndeki hocam da meşhur imparatorluk araştırmacısı Ronald Robinson olmasına rağmen, imparatorluk üzerine tek bir ders bile seçmemiştim. Burada ben de genel temayüle uyarak geçmişteki emperyal başarı ve tecrübeleri gözden geçirmeye pek alâka göstermemiştim.

Soğuk Savaş da bir imparatorluğun –Amerika– diğeriyle, Sovyetler Birliği’yle mücadelesi olarak görülebilir ve bazıları meseleyi tamamen bu şekilde tasvir etmeye çalışmışlardır. Fakat bu yarışı tahlil etmenin genellikle daha tatmin edici görünen –ideolojik ve uygarlıkla ilintili– başka yolları vardı. Her halükârda Avrupa imparatorluklarının çöküşünü takiben elliden fazla yeni ülkenin ortaya çıkışı, imparatorluk yerine ulus-devletin geleceğin temsilî formu olduğuna delalet ediyor gibiydi. 1991’de “Son imparatorluk” olan Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve yerine bir dizi bağımsız ardıl devletin kurulması da bunun anlamlı bir tasdikiydi.

İmparatorluğa dönük taze ilginin –birinci bölümde etraflıca tartışıldı– kuşkusuz pek çok nedeni vardır. Bunlardan biri Avrupa imparatorluklarının bugün nostaljik olmasa bile, görece soğukkanlı bir incelemenin konusu olabilecek kadar geride kalmış olmasıdır. Fakat daha önemlisi, bu durum çoğu kişinin ulus-devletin gelecekteki en iyi ve tek form olduğuna artık inanmıyor oluşunun bir göstergesi olabilir. Küresel gerilimler –özellikle 11 Eylül 2001’deki New York ve Washington saldırıları sonrası– ulusların birlikte hareket ederek hayata geçireceği küresel çözümler talep ediyor gibi görünüyor. Uluslararası terörizm kökenleri ve sonuçlarıyla hiçbir ulusal sınır tanımıyor. Küreselleşmenin kendisi ulus-ötesi fikir ve düzenlemelere –ekonomik, teknolojik ve kültürel– ihtiyaç duyuyor. Çokuluslu kuruluşlar –Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, NATO, Avrupa Birliği, bizzat Birleşmiş Milletler– çoğu çevresel tehditlere eğilen “küresel sivil toplumun” diğer failleri gibi yeni taleplerle karşı karşıya kaldılar. Çokkültürlü toplumlar da küresel çaptaki göç hareketlerinin sonucunda homojen ulus-devlet idealine karşı direniş gösterdiler.

Elbette imparatorluklar, en azından klasik biçimlerindeki haliyle, çözüm olarak görülmüyorlar. Gene de imparatorluklar, nihayetinde geniş ölçekli, çokuluslu, çokkültürlü yapılardır. Bize öğretecekleri bir şeyler olamaz mı? Onlar üzerinde çalışmak bize geniş coğrafyalar üzerindeki farklılık ve çeşitliliklerin nasıl idare edileceği konusunda bir şeyler gösterebilir mi? İmparatorlukların hataları ve günahlarına  (ki ulus-devletlerden aşağı kalır yanı yoktur) karşı katiyen kör olmayan bir dizi düşünür de buna inanır. Hiç olmazsa imparatorlukları çalışmak bizi en geniş anlamda düşünmeye zorlar. Nihayetinde imparatorluklar en başından beri dünya tarihinin bir parçası, belki de asli parçasıdır. Genellikle çok uzun süre ayakta kalmışlar, yaşamları binyıllar olmasa bile, yüzyıllarca sürmüştür. Onları çalışmanın bize bazı dersler vermemesi tuhaf olurdu. Bu derslerden biri nasıl olup da bu kadar farklı kökenlerden insanların aynı siyasi uzamı doldurdukları, her zaman eşit koşullarda olmasa bile, nasıl birbirlerine ayak uydurabildikleridir. Kuvvet şüphesiz hikâyenin bir parçasıdır ama tek parçası olamaz.

Bu kitabın doğrudan doğruya pedagojik amaçları yok. Ama temel kaygısı tam anlamıyla imparatorlukların nasıl yönetildiğini, özellikle yönetenlerin imparatorluk dediğimiz bu geniş, sürekli büyüyen ve çokkültürlü girişimi nasıl ele aldıklarını göstermektir. Başka bir deyişle amaç, emperyal yönetimin mekanizmalarını ayrıntılı tashih etmek yerine emperyal yönetimlerin düşünüş biçimleri ve bir dereceye kadar politikalarında hâkim olan ideolojiyi analiz etmektir. Bunları ne derece gerçekleştirilebildikleri ve ne derece kasıtlı hareket ettikleri bir imparatorluktan diğerine değişiklik gösterir ve hâlâ canlı bir akademik tartışma konusu olmayı sürdürmektedir. Fakat imparatorluk fikirleri ne emperyal yönetimlerden bağımsızdır ne de daha az idealist bir biçimde başka çıkar ve dürtüleri gizleyen basit bir sis perdesine indirgenebilir. İmparatorluklar tarihi boyunca bu fikirler, yönetenlerin kendi imparatorluklarında neyi neden yapıyor olduklarını ifade eden emperyal misyona bir şekil verdiler. Bu olmadan imparatorlukların nasıl bu kadar uzun süre ayakta kalabildiklerini anlamak zordur. Haklılaştırma ve meşrulaştırma, kuvvet ve hileye başvurmak kadar yönetimin bir parçasıdır.

İmparatorluk fikri ve Roma’nın bu fikrin oluşumundaki devasa rolünü ele alan bir bölümden sonra Osmanlı, Habsburg, Rusya, İngiltere ve Fransız imparatorlukları tartışılıyor. İsimlerin sıralanışı yalnızca kronolojik değil ideolojik bir gelişime de delalet ediyor. İlk sıradakiler, yönetenlerinin kim olduklarını söylemenin bile zor olduğu hanedan imparatorluklarıdır; en azından kendilerine bir isim vermemeleri anlamında. “Türkler” ve “Avusturyalılar”a başvurmak Osmanlı ve Habsburg İmparatorluğu tecrübelerini anlamakta hayli yanıltıcı olabilir. Çarlık ve Sovyet imparatorluklarına “Ruslar” demek daha makuldür çünkü büyük ölçüde Ruslar tarafından kurulmuşlardır. Bununla beraber ilkinde “Romanov” hanedanlığıyla özdeşleşen ulusal ve etnik unvan ikincisinde tamamen ortadan kalkmıştır. Britanya ve Fransa örneklerindeyse ulus fikri kesin bir biçimde tebarüz eder: Her ne kadar yönetenlerinin İngiliz mi Britanyalı mı olduğuna dair olağan bir kafa karışıklığı olsa da Britanya İmparatorluğu Britonlar tarafından kurulmuştur. Fransız İmparatorluğu ise bir ulus tarafından kurulan imparatorluğun, “emperyal ulus-devletin” en bariz örneğidir. Esasen imparatorlukları, temelde belirgin şekilde Fransızdı.

Yani incelenen imparatorluklar arasında münhasıran “ulus olma” derecelerine dayanan kayda değer farklılıklar mevcuttur. İmparatorluklar, ulusun varlığının en zayıf olduğu Osmanlı ve Habsburglardan, orta derecedeki Rusya/Sovyet imparatorluklarına, oradan da ulusallık unsurunun geniş yer tuttuğu Britanya ve Fransa’ya kadar büyük bir çeşitlilik arz eder. Bu vurgunun Britanya’dan ziyade Fransa’da daha güçlü olduğu akılda tutulmalıdır. Bu farklılıkların aşina olduğumuz karasal (Osmanlı, Habsburg ve Rusya) ile denizaşırı (Britanya ve Fransa) imparaorluklar ayırımıyla örtüştüğü ve bu durumun ulusallığın bu imparatorluklardaki görece gücünün bir sebebi olduğu muhakkaktır. (bkz. 1. ve 6. bölümler). Fakat hem Fransa hem de İngilitere/Britanya’nın denizaşırı imparatorluklardan evvel kara imparatorlukları –“altıgen” [hexagon] Birleşik Krallık– kurdukları unutulmamalıdır. Dahası Habsburglar, hanedanlarının iki kolu vasıtasıyla, kara (Avusturya) ile denizaşırı (İspanya) İmparatorluklar arasında rabıta kurmuşlardır –ve her şeyin daha girift bir hale geldiği İspanya örneğinde, Fransa ve Britanya gibi hem kara hem de denizaşırı imparatorlukları birbirine bağlamıştır. Kara ve denizaşırı imparatorluklar ayırımı önemli olmakla birlikte bunu çok da abartmamak gerekir. Ele aldığımız örneklerde, bu ikisi arasında genellikle ciddi derecede örtüşme de mevcuttur.

Dahası, farklılıkları ne olursa olsun, ele alınan imparatorluklar arasında aynı derecede çarpıcı benzerlikler de vardır. Bunların en önemlisi, ulus olma dereceleri ne kadar yüksek olursa olsun, tam da imparatorluğun doğası gereği, bütün yöneticilerin az ya da çok kendi ulusal kimliklerini bastırmaya mecbur olmalarıdır. Aksini yapmak bütün emperyal girişimi tehlikeye sokar. İmparatorluktan ulusa doğru bir evrimi ya da en azından ulus olmaya doğru tedricî bir gelişimi (ki bu imparatorluğun çöküşü ve dağılması anlamındaki geleneksel yorumdan oldukça farklıdır) görüyor olsak bile bu, imparatorlukları devasa ölçekli uluslar olarak görmekle aynı anlama gelmez. Fransa gibi en “ulusal” imparatorluklar bile evrenselliklerini vurgulamak için oldukça çaba sarf etmişlerdir. Fransa’nın Aydınlanma ve Fransız Devrimi’nin evrensel mesajının âdeta taşıyıcısı olduğu herkesçe aşikârdır.

Birinci bölümde tartışıldığı gibi, imparatorluklar ve ulus-devletler bazı benzerlikler taşımakla beraber tamamen farklı ilkelere dayanan ayrı mevcudiyetlerdir. İmparatorluklar söz konusu olduğunda yalnızca halkların değil, belki ondan daha fazla, yönetenlerin milliyetçiliğini teşhis etmek önem kazanır. Yönetenlerin kendi ulusal kimliklerini vurguladıkları an, Türk, Avusturyalı, Rus, İngiliz ya da Fransız fark etmeksizin, imparatorluklar gerilemeye başlamıştır. İmparatorluğun paradoksu, daha önce hiç varolmamış ulusları yaratmasına rağmen onları amansızca ezmek zorunda kalmasıdır. Ulusal ilke emperyal ilkeyi nakzeder. Sovyetler Birliği, beşinci bölümde gösterildiği üzere bu paradoksu yansıtan en iyi örnektir.

Materyal ve metot hakkında son birkaç söz daha. Bu kitap birçok araştırmacı, sosyolog, siyaset kuramcısı ve özellikle tarihçiden yararlanılan bir sentez çalışmasıdır. Ama aynı zamanda özgün bir şeye giriştiğini düşünüyorum. Bunu da farklı ideoloji ve aidiyetler arasındaki –özellikle imparatorluk içindeki konumları üzerinden kendilerini nasıl tanımladıkları anlamında yönetici elitlerin aidiyetleri– ortak nitelikleri ortaya çıkarmak amacıyla her nev’iden birçok imparatorluğu karşılaştırarak yapıyor. Bu anlamda, imparatorlukların “aşağıdakinden” ziyade “tepedeki” manzarasını sunuyor. Kitabın konusu impatatorluk halklarından ziyade düşünürlerin ve yönetici elitlerin genel görünüm ve tavırlarıdır. Bu zamana kadar, münhasıran son dönem çalışmalarının, imparatatorluk halklarına yoğun ilgi gösterirken, yöneticilere, onların kendi imparatorlukları hakkında ne düşündükleri ve onun ihtiyaçlarına nasıl yanıt verdikleri gibi sorulara yeterince eğilmediği kanaatindeyim. Tamamen belli bir “imparatorluk mantığı” olmasa bile, en azından Avrupa imparatorlukları örneğinde şaşırtıcı derecede benzer yanıtların ortaya çıktığı müşterek sorun ve zorluklar vardır.

Bununla beraber, sözgelimi Jane Burbank ve Frederick Cooper’ın göz alıcı çalışması Empire in World History’den farklı olarak, gerektiğinde mukayaseler yapsam da her imparatorluğu ayrı ayrı ele almayı amaçlarıma daha uygun buldum. Bu kısmen hem her imparatorluğun kendi selefleri kadar rakiplerinin de (ve bütün bir Roma tecrübesinin) farkında olduğunu göstermek için hepsini kronolojik bir sırayla ele almamdan kaynaklanıyor. Çoğu kişinin devrimci geleneğin kökenlerini Fransız Devrimi’ne dayandırması gibi bir imparatorluk geleneği ve emperyal veraset kavramının da olduğu söylenebilir. Her imparatorluk biriciklik ve evrensellik iddasıyla imparatorluk meşalesini elinde tuttuğuna inanır. Kendilerini emperyal geleneğin yalnızca sonuncu değil aynı zamanda tek hakiki koruyucusu olarak ilân etseler bile, her imparatorluğun dünya üzerinde hak talep ederken kullandığı ortak fikirler, hatıralar ve tecrübeler manzumesini ihtiva eden Avrupalı bir “imparatorluk repertuarı” olduğunu söyleyebiliriz.

Kitapta yer alan imparatorluklar olan Osmanlı, Habsburg, Rusya, Britanya ve Fransa imparatorluklarını, bir anlamda rastgele, kendi zevklerim ve ilgi alanlarım kadar malûmatımın genişliğine göre seçtim. Diğer Avrupa imparatorlukları içinden Portekiz ve Hollanda imparatorlukları hakkında da yazmak isterdim. Avrupalı olmayan Çin, Hindistan ve İslâm imparatorluklarını da tartışmaya dâhil etmek muhtemelen farklılıkları ortaya koymak açısından çok daha yardımcı olurdu. Buna ilaveten tabii ki bir-çok kadim imparatorluk da çalışmayı oldukça zenginleştirebilirdi. Peki, Aztekler, İnkalar ve bugünün “Amerikan imparatorluğu” gibi Yeni Dünya’nın diğer imparatorluklarına ne demeli? Bağlamı, tarihsel ve coğrafi olarak bu denli genişletmenin yaratacağı bazı kavramsal sorunlar vardır ve kaçırılan fırsatlara üzülsek de her halükârda bir yerde sınır çekmek zorunda kalırız. En azından seçmiş olduğum örnekler genişlik, güç ve nüfuz açısından en önemli modern imparatorlukları temsil etmektedirler ve imparatorlukların dünyadaki konumunu ele alan her çalışmaya dâhil edilirler.

Son bir husus daha. İmparatorluklara karşı fazla mı hoşgörülüyüm? Belki. Ama imparatorlukları karanlık ve zalim taraflarıyla tasvir ederek amansızca yerden yere vuran sayısız çalışma vardır. Ben meselenin farklı bir yanına ışık tutmayı denedim. İmparatorlukların, modern devletlerin de karşılaştığı, farklılık ve çeşitlilikle nasıl başa çıkılacağı gibi en çetin sorunlarda kendine has bazı çözüm yolları olduğunu göstermeye çalıştım. Bunun onların asli gayesi olup olmadığı ya da imparatorlukların kuruluşunun ardında pek çok sebebin yatıyor olması konumuz değil. Mesele şu ki, imparatorlukları idare ederken, yönetenler devletlerini çabucak çözülme tehdidiyle karşı karşıya getiren pek çok sorunla yüzleşirler. Çarpıcı bulduğum nokta imparatorlukların hataları ve ara sıra karşılaşılan zalimliklerinden ziyade takdire şayan başarılarıdır. Ulus-devletler bu başarıları yakalayabilselerdi talihli sayılabilirlerdi.

Krishan Kumar

1942 yılında Hint asıllı bir ailenin çocuğu olarak Trinidad ve Tobago’da doğdu. Dokuz yaşından sonra Londra’da yaşamış, Lisans eğitimini Cambridge Üniversitesi St. John’s College’ta bitirdikten sonra yükseköğrenimini London School of Economics’te tamamlamıştır. Virginia Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde profesördür. Harvard, Bristol, École des Hautes Études en Sciences Sociales gibi üniversitelerde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Princeton Üniversitesi’nin İleri Çalışmalar Enstitüsü’nün bir üyesidir. İmparatorluklar, milliyetçilik, ulusal kimlikler ve tarihsel sosyoloji gibi alanlarla ilgilenen Kumar’ın eserlerinden bazıları şunlardır: The Sociology of Industrial and Post-Industrial Society [Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları: Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma, çev. Mehmet Küçük, Dost Kitabevi, 1999], Utopia and Anti-Utopia in Modern Times [Modern Zamanlarda Ütopya ve Karş??topya, ?ev. Ali Galip, Kalkedon Yay?nlar?, 2006],?ıütopya, çev. Ali Galip, Kalkedon Yayınları, 2006], The Rise of Modern Society; From Post-Industrial to Post-Modern SocietyRevolutionary Ideas and Ideals ve The Making of English National Identity.

Ö. Çağatay Balkaya

Liseyi Sakarya Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesi’nde tamamladı. 2019 yılında Ulusal Tanpınar Yarışması’nı kazandı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü’nü “Honourable Poor: Hesitant Moral Economy of French Jacobins” teziyle tamamladı. Çeşitli dergilerde çeviri ve yazıları yayımlandı.