• Doğu Batı Sayı 25: Modernliğin Gölgesinde: Gelenek

Doğu Batı Sayı 25: Modernliğin Gölgesinde: Gelenek

  • 150,00 TL
  • 112,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda
  • Genel Yayın Yönetmeni: Taşkın Takış
  • Onur Kurucuları: Halil İnalcık, Şerif Mardin
  • Yayın Kurulu: Oğuz Adanır, Ali Akay, Simten Coşar, Özcan Doğan, Kurtuluş Kayalı, Armağan Öztürk, Özgür Taburoğlu, Ali Utku, Aytaç Yıldız
  • Dergi Başlığı: Modernliğin Gölgesinde: Gelenek
  • Dönem: Kasım, Aralık, Ocak 2003-04 [Yıl 7, Sayı: 25] 
  • Basım Bilgileri: 3. Basım / Kasım 2019 [1. Basım / Kasım 2003]
  • Sayfa Sayısı: 280
  • ISSN: 1303-7242
  • Barkod: 9771303724252
  • Kapak Tasarımı: 3tasarım
  • Boyutları: 16 x 24


GELENEK VE TÜRK MODERNLEŞMESİ

Halis Çetin

Gelenek ve Değişim Arasında Kriz: Türk Modernleşmesi

 

Ekmeleddin İhsanoğlu

Modern Türkiye ve Osmanlı Mirası

 

Çiler Dursun

Türk-İslâm Sentezi İdeolojisi ve Öznesi

 

Funda Gençoğlu Onbaşı

‘Geleneksel’ ve ‘Modern’: Sınırlar ve Geçirgenlikler Üzerine…

 

GELENEK NEDİR?

Edward Shils

Gelenek

 

GELENEK VE KÜLTÜR

Necdet Subaşı

Kültürel Mirasın Çeşitliliği ve Seçicilik Sorunu

 

GELENEK VE MUHAFAZAKÂRLIK

Bengül Güngörmez

Muhafazakârlığın Sosyolog Havarisi: Robert Nisbet

 

GELENEK VE DİN

Mehmet Vural

Gelenek ve Dinlerin Aşkın Birliği

 

GELENEK VE RUSYA ÖRNEĞİ

Ömer Göksel İşyar

Gelenekçi Rus Klâsik Avrasyacı Düşüncesinin Gelişimi ve Temel İlkeleri

 

NIETZSCHE

Ian Almond

Nietzsche’nin İslâm ile Barışı: Düşmanımın Düşmanı, Dostumdur

 

Ali Utku

Deleuze’ün Nietzsche’si “Seyyar Savaş Makinesini Yeniden Örgütlemek”

 

SİNEMA

Aslı Daldal

Gerçekçi Geleneğin İzinde: Kracauer, “Basit Anlatı” ve Nuri Bilge Ceylan Sineması

“HAYATI GERİYE DÖNEREK ANLAR İLERİYE DÖNEREK YAŞARIZ”

 

 

Derginin bu sayısı “modernliğin gölgesinde” üst başlığını taşıyor. Aynı başlık “modernliğin gölgesi altında kaybolan gelenek” şeklinde de telaffuz edilebilir. Modernliğin gölgesinde şeklinde anılmaya layık görülen gelenek, sosyal bilimlerde şimdiye kadar kötü bir şöhretin sahibi olarak yer edinmiş, en ılımlı yazarlardan en aşırı uçlara varıncaya dek, bir dizi sert eleştirinin muhatabı olmuştur. “Gelenek”, “geleneksel”, “gelenekçilik” gibi tarihin arkaizmine yerleştirilen sözlerin çağrışımları olumsuz, öneri ve tasarımları geçersiz sayılmıştır. Küçük bir azınlığın dışında kimse bu tür sıfatlarla anılmayı istemez. “Geleneksel bir düşünür” denildiğinde, zikredilen filozof, daha şimdiden evrenimizin uzağında bir yerde yaşamaktadır. Geleneksel sanatın duyarlılıkları önünde hafif bir saygıyla eğilmeyi yeğleriz, klasik değerleri yüceltir, geçmiş zamanı bütün güzelliklerin başlangıç noktası olarak varsayarız. Gene de geleneksel, tinsel bütünleşme, birçok açıdan belirli bir zayıflığa hapsedilmektedir.

İdeolojik merkezlerin belirleyicilik güçlerine göre gelenek, toplum ve siyaset üzerinde kontrol edici bir mekanizma olarak yorumlanır. O, verimsiz ve ölü bir toprağın parçasıdır. Geçmişin muğlâk adımları, katı ritüeller, statik değerler, hantal kurumlar, onun sırtında taşıdığı ağır metaforlar zinciridir. Gelecek adına hiçbir şey vaat etmeyen, paslanmış bu zincirin halkalarına tutunmanın ne anlamı var? Öyleyse sadece yenilik cevheri bu meşhum kavramın biricik düşmanı, panzehiri olabilir.

Belki de bu yüzden bizleri boğan orijinallikler denizinde yüzüyor gibiyiz: “Toplum ilerlemeli, değerler değişmeli düşünceler yenilenmelidir!” Ancak ne geleceğe dair ciddiye alınabilir tasarımları, ne de geçmişle ilişkin herhangi bir kaygısı olanlar bu iradeyi çoğu zaman cılız kavramlaştırma düzeyinde dile getirmektedir.

Öncelikle, gelenek ve modernlik arasında keskin sınırların olmadığını belirtmeliyiz. İngiliz diplomasi geleneği, Alman hermeneutik geleneği veya Fransız sembolik geleneklerinden söz edildiğinde kimin, hangi dönemde, geleneği mi yoksa modernliği mi temsil ettiği tartışmaya açık bir sorudur. Avrupa’da bir dönemin en moda akımları olarak kabul edilen varoluşçu ve nihilist akımlar bile, Hıristiyan ilahiyatının ve kilise azizlerinin ince esprilerini ana metinlerden anlayabilecek temel okuma-yazma bilgisini gerekli kılıyordu.

Modernlik genellikle geçmişten bütün bağların koparılması anlamına gelmediği gibi tarihin en güçlü modern sesleri en güçlü geleneklerden doğmuştur. Her iki kavram arasındaki geçişler, yorumlama ve eleştiri süreci bir diğerinin önemini vazgeçilmez kılmaktadır. Aydınlanma düşünürlerinin toplum projelerinde yer alan ve daha sonraları radikal bir ilerleme hayranlığının ‘motto’larına dönüşen “gerici-ilerici” gibi ayrımlar, pozitivistlerin kulağına hoş gelse de, pozitivist ilim anlayışını sürdürenler çalışma yöntemlerinde bu tür yapay sınıflandırmalara pek itibar etmemişlerdir.

Gelenek çoğunlukla din ve muhafazakârlığın tamamlayıcısı, kutsal fiilî destekleyicisi rolündedir. Ancak muhafazakâr ve dinî söylemlerin toplumsal değişmelere büyük reaksiyon gösterdiği anlarda ise o kolaylıkla günah keçisi olarak takdim edilmiştir. Neden günah keçisi? Çünkü geleneğe aitmiş gibi gösterilen birçok sorun (baskı, otorite, adalet anlayışı vb.) ileri düzeydeki toplumları başka zor denklemlerle meşgul etmiştir: Geçmişin kendi kabuğu içerisinde huzurla yaşayan eğitimsiz insan, bugünün eğitimli fakat psikiyatri kliniklerinin daimi müşterisi haline gelmiştir. Tabii bu denklemi yalın bir geçmiş-gelecek kıyaslamasını içinde kurmamak gerekir.

Türk modernleşmesine bakıldığında ise, geleneğin tarihi hem kısa hem de çok uzundur. Gelenek yalnızca geçmişte olup biten bir süreç olmadığına göre o doğal sınırlarına ancak sonraki kuşakların geçmişe ilişkin rasyonel ve dengeli tezleriyle kavuşabilir.

Türkiye’de geleneğin tarihi kısadır: Çünkü geleneğin “şanlı ve uzun mâzi”sini canlandıran epik tiyatro tarihçilerimizin monologları fazlasıyla “sıkıcı”dır. Diğer taraftan, matbaanın gecikmesi, harem hayatı, kardeş katli gibi bizdeki tarihin masalsı ve hikâyeleştirici yönleriyle meşgul olanlar da diğerlerinden daha az makul görünmemektedir.

 Türkiye’de geleneğin tarihi uzundur. Çünkü gelenek, sadece muhafazakâr gelenekçilerin alanına hapsedilemeyeceği gibi, gelecekte bizleri bu topluma ait gerçeklerle tanıştıracak olanlar, geçmiş zamanın büyüleyici makinesinde üretilen nostaljik mirası, “Doğulu” veya “Batılı” herhangi bir komplekse kapılmadan kendi gündemlerine taşıyacaklardır.

 

Taşkın Takış