Doğu Batı Sayı 54: Osmanlılar - IV
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Halil İnalcık
Osmanlı Padişahı
Lale Uluç
On Altıncı Yüzyılda Osmanlı-Safevî Kültürel İlişkileri Çerçevesinde Nakkaşhânenin Önemi
Bedri Gencer
Osmanlı İslâm Yorumu
Ahmet Özcan
Popüler Tarihçilik ve Osmanlı Tarihine İlgisi Üzerine Bazı Tespitler
Nalan Soyarık Şentürk
Vatandaşlığın İmparatorluk Kökleri: Osmanlı’ya Bakmak
İsmet Parlak
Osmanlı’nın Tebaasından Cumhuriyet’in Yurttaşına Giden Yol
Şerife Yorulmaz
Osmanlı İmparatorluğu’nda Ruhsatsız Okullaşma: 19.Yüzyılda Açılan Gayrimüslim ve Yabancı Okullar Üzerine Bir Değerlendirme
Cansu Özge Özmen Pushkin
Osmanlı İmparatorluğu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika Üzerine 19. Yüzyılda Yayımlanan Amerikan Seyâhatnameleri
İlyas Söğütlü
Jön Türk Düşüncesinde Modernlik ve Modernleşme
Cem Orhan
Avrupa-Merkezcilik Çıkmazını Aşmak: Tim Jacoby’nın Sosyal İktidar ve Türk Devleti Çalışması Üzerine Bir İnceleme
OSMANLILAR
“Bizans, Türk, İran ve İslâm gelenekleriyle beslenen ve yenilikçi kapasitesinden güç alan Osmanlı İmparatorluğu Ortaçağ’dan Yeniçağ’a geçişin mükemmel bir örneği olarak karşımıza çıkar. Bu ikili yapı, Hıristiyanlık açısından bakıldığında Müslüman olan, fakat geleneklere dayanan kanunuyla Arap topraklarındaki klasik Müslümanlıktan ayrılan Osmanlı kültürünü de nitelendirmektedir. Osmanlı’nın göçebe ve kabile kültürünün hâkim olduğu Orta Asya steplerinden yavaş yavaş göç ettikleri dikkate alındığı takdirde bu yaşam biçiminin tamamen Türk kültürüne ait olmadığı anlaşılır. Osmanlı İmparatorluğu ne sadece bir ortaçağ devleti ne de tamamen bir modern çağ devletidir.” *
Doğu
Batı dergisinin Osmanlılar özel sayısı dört cildi kapsıyor. Konunun genişliğinden
dolayı ciltlerimizde belli bir kronoloji takip edilmedi. Bunun yerine, bazı
dönemler ve başlıklar seçilerek Osmanlı tarihiyle ilgili bir “zihniyet okuması”
yapılmaya çalışıldı. Osmanlı tarihi incelenirken nasıl bir yaklaşım
geliştirilmesi gerektiği metodolojik sorun olarak ciddiyetini hâlâ
korumaktadır. Bu noktada İnalcık’ın giriş yazısında yapmış olduğu
tespitler kayda değerdir: “Tarihî süreç başlıca şu temel cepheleriyle ele
alınmalıdır. İlk olarak, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu ve yabancı
güçler arasında kurulan değişen denge, sonra imparatorluk içinde hükümdarın
değişen siyasî otoritesi sorunu ve bunun imparatorluk içindeki öteki kuvvetler
karşısında denge durumu ve nihayet devletin askerî, malî ve toplumsal
kurumlarının dayandığı toprak tasarrufu ve işlenmesi sisteminin geçirdiği
aşamalar açısından incelemek gerektiğine inanıyoruz.”
Osmanlı
tarihi, sağlıklı bir biçimde bugüne taşınabildiği takdirdedir ki ancak
toplumsal, kültürel ve siyasî meseleler belli bir açıklığa kavuşabilsin. Son
yıllarda ülkemizde Osmanlı ile ilgili yayınlar artmış olmakla birlikte
temelde iki yaklaşımın sabit kaldığı görülecektir. İlki, savunma psikolojisiyle
yola çıkan muhafazakâr tarihçilik anlayışıdır. Bu anlayış çerçevesinde Osmanlı
tarihi her düzeyde hikâyeleştirilip idealize edilmektedir. Öncelikle, tarihi
genel olaylardan ayırarak modern ulus devlet anlayışıyla imparatorluklar
çağını değerlendirmek ne derece gerçeğe yakın durmaktadır? “Soru ve cevaplar”
silsilesi halinde bir takım “hazırcevaplar” üretme kolaylığı tarihi ahlâki
anekdotlar yığınına çevirecektir. Örneğin,
Osmanlı, aşiretten bir imparatorluk düzeyine nasıl yükseldi? Osmanlı,
bir İslâm devleti miydi, yoksa bir Türk devleti mi? Kardeş katli meselesi,
harem hayatı, Fâtih, Abdülhamid ve Vahdettin hakkında bilinmeyen gerçekler vb.
birçok soru etrafında tarih neredeyse karikatürleştirilmektedir. İdealleştirilmiş
bir Osmanlı anlayışı, Batılı tarihçilerin önyargılarından ve çokça eleştirilen
oryantalist tutumdan hiç de bağımsız değildir. Nasıl ki, oryantalizmde Doğu’ya
dair, emperyal öznenin arzuladığı gerçeklerden uzak bir takım imgeler inşa
edilmişse, kendi içimizde de ürettiğimiz, bugünkü kimlik meseleleriyle
doğrudan alâkalı, zihnimizde yaşayan yarı hayalî bir Osmanlı coğrafyası
vardır.
Popüler
bir “Osmanlı (!)” imgesinin geniş kitleler tarafınca benimsenmesinde,
elbette, Cumhuriyet’in sağlıklı bir tarih bilinci geliştirememesi önemli bir
nedendir. Bu noktada tarihe “eleştirel” gözle bakılması gerektiğini iddia eden
ideolojik sol yaklaşımlar da mercek altına alınmalıdır. Aslında bu tavır, eleştirellik
ve tarafsızlık değil, tarihle bugün arasına bir “mesafe” koyma isteğidir. Tanzimat’taki
seçkin aydın tavrının en iyi gözlemleneceği alan, tarihe ‘arkaik’ bir olaylar
dizisiymiş gibi bakan, onu kendinden uzak gören ve geçmişi hep mahkûm etmek
isteyen yabani ve naif entelektüel tutumlarda aranmalıdır.
Yalnızca,
bu iki tutuma bakıldığında bile, tek bir Osmanlı’nın değil birçok Osmanlı’nın
var olduğu söylenebilir. Cumhuriyet’in çeşitli dönemlerinde, Osmanlı’nın nasıl
ele alındığı üzerine yapılacak bir araştırmada, birbirinden farklı Osmanlı
portreleri ortaya çıkacaktır. Osmanlı ile ilgili yapılan araştırmalar,
metodolojik bir birikim çerçevesinde gelişmeyip, neredeyse onar yıllık dilimler
halinde birbirinden ayrılmış, tekil uzmanlık çalışmalarına bölünmüş, bazen
Batılı tarihçilerin desteğiyle ivme kazanan, bazen de güncel siyasî
tartışmaların ilgi doğurduğu bir alan haline gelmiştir.
Sonuç
olarak her türden tarihsel bilinç eksikliği, gelecekte herhangi özgün bir dil,
düşünce, kültür ve sanat anlayışı yaratamamanın ve Türkiye’de sosyal bilimlerin
uzun bir dönem daha zayıf kalmasının en önemli nedenleri arasında
sayılmalıdır.
Taşkın Takış