• Transandantal İdealizm Sistemi

Transandantal İdealizm Sistemi

  • 190,00 TL
  • 133,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Felsefe tarihi anlatılarında uzunca bir dönem Fichte ve Hegel arasındaki bir geçiş filozofu olarak anılan, buna bağlı olarak felsefesi de çoğunlukla Fichte’ninkine benzerliği ya da Hegel’inkinden eksikliği üzerinden değerlendirilip yorumlanmış olan Schelling, son yıllarda özellikle tüm dünyada iklim krizi ve ekoloji politikaları tartışmalarının yoğunluk kazanmasının yanısıra yeni materyalizm ve yeni realizm akımlarının da kayda değer yankı uyandırmasıyla birlikte dikkatleri üzerine çekmiş, kıyaslamaya dayanan okumanın manipüle edici etkisinden arındırılıp kendi başına ele alındığında felsefesinin çağdaş dünya gündemi için yeni bir düşünsel imkânı saklı tuttuğu fark edilmiştir. İnsan ile doğa, düşünce ile madde, logos ile mitos, kavram ile sezgi arasındaki ilişkileri tekrar gözden geçirmek kaçınılmaz bir hal aldığında, düşünürler kendilerini ister istemez Schelling felsefesinde bulmuşlardır. Schelling’i bu anlamda çağının önüne taşıyan, Kant’la birlikte kemikleşmeye başlamış olan rasyonalizm, kendinin zemini olan akıl veya kavramsal düşünmede tamamlanabilecek akıl sistemi fikrinde en başından açtığı çatlaktır. İşte bilinçsizi, sezgiyi ve sanatı felsefenin çıkmazına anahtar olarak sunan Schelling’in, Doğa Felsefesi’nin ardından kronolojik anlamda ikinci büyük eseri olan 1800 tarihli Transandantal İdealizm Sistemi, ben’im diyebilmesiyle tam kendini bulmuşken, bu kez de doğasından ayrı düşmüş olan benin, sonu sanat deneyimine çıkan tamamlanma, kendiyle bir ve bütün olma sürecidir; özbilincin tarihidir.


  • Yazar: Friedrich Wilhelm Joseph Schelling
  • Kitabın Başlığı: Transandantal İdealizm Sistemi
  • Almanca Özgün Metin: System des transzendentalen Idealismus
  • Almancadan Çeviren: Merve Ertene
  • Yayına Hazırlayanlar: Taşkın Takış - Ufuk Coşkun
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 352; Felsefe- 92
  • Basım Bilgileri: 1. Basım: Haziran 2022
  • Sayfa Sayısı: 330
  • ISBN: 978-625-8123-07-4
  • Boyutları: 13,5 x 21
  • Kapak Resmi: Caspar David Friedrich, "Frau vor der untergehenden Sonne", 1818.

Çevirmen Önsözü


Önsöz

İçindekiler


Giriş

§ 1. Transandantal Felsefe Kavramı

§ 2. Sonuçlar

§ 3. Transandantal Felsefenin Ön Tasnifi

§ 4. Transandantal Felsefenin Organı


Birinci Ana Kısım
Transandantal İdealizmin Prensibi Üzerine

Birinci Kısım: Bilginin En Üst Prensibinin Zorunluluğu ve Yapısı Üzerine

İkinci Kısım: Prensibin Kendisinin Dedüksiyonu


İkinci Ana Kısım
Transandantal İdealizmin Genel Dedüksiyonu


Üçüncü Ana Kısım
Transandantal İdealizmin Temel İlkeleri Uyarınca Teorik Felsefe Sistemi

I. Özbilinç Ediminde İçerilen Mutlak Sentezin Dedüksiyonu

II. Mutlak Sentezin Orta Terimlerinin Dedüksiyonu

     İlk Çağ: Kökensel Duyumsamadan Üretici Sezgiye

     İkinci Çağ: Üretici Sezgiden Refleksiyona

     Üçüncü Çağ: Refleksiyondan İstencin Mutlak Edimine


Dördüncü Ana Kısım
Transandantal İdealizmin Temel İlkeleri Uyarınca Pratik Felsefe Sistemi


Beşinci Ana Kısım
Transandantal İdealizmin Temel İlkeleri Uyarınca Teleolojinin Esasları


Altıncı Ana Kısım
Felsefenin Evrensel Bir Organının Dedüksiyonu ya da Transandantal İdealizmin Temel İlkeleri Uyarınca
Sanat Felsefesinin Esasları

§ 1. Genel Olarak Sanat-Ürününün Dedüksiyonu

§ 2. Sanat Ürününün Karakteri

§ 3. Sonuçlar [Sanatın Tüm Felsefe Sistemiyle İlişkisi]

Tüm Sistem Üzerine Genel Değerlendirme


Dizin

Önsöz

 

Yalnızca gündelik yaşamda değil, bilimlerin büyük kısmında egemen olan bakışı bütünüyle değiştiren hattâ tersyüz eden bir sistemin, prensiplerini en kesin şekilde kanıtlamış olsa dahi, kanıtlarının açıklığını hissetmeye ya da gerçekten idrak etmeye muktedir olanlar nezdinde bile daimi bir itiraz ile karşılaşmasının nedeni ancak tekil problemlerin çokluğundan soyutlanabilmedeki yeteneksizlik olabilir ki bu çokluğu, böylesi değişmiş bir bakışla, faal imgelem, deneyimin tüm zenginliğinden ansızın yaratır ve bunun sonucunda yargının dikkati dağılır ve rahatı bozulur. Kanıtların gücü yadsınamaz, bu prensiplerin yerine konulacak kesin ve apaçık olanın da ne olduğu bilinmiyordur ama bunların doğuracağı öngörülen muazzam diye aksettirilen sonuçlardan korkulur ve bu prensiplerin uygulamalarında kaçınılmaz olarak karşılaşılacak tüm zorlukları çözmek konusunda ümitsizliğe düşülür. Fakat felsefi soruşturmalara herhangi bir şekilde ilgi duyan birinden bu soyutlamayı yapabilir olması ve prensiplerin en yüksek genellikte –ki bu, tekilin tümüyle ortadan kaybolduğu ve eğer bir de en yüksek düzeyiyse, tüm mümkün meselelerin çözümünün de muhakkak peşinen içerildiği bir genelliktir–, nasıl kavranacağını bilmesi haklı olarak talep edilebilir ve bu sebeple sistemin ilk ku­ruluşunda tekile doğru inen tüm soruşturmaların bir ­kenara koyulması ve yalnızca ilk önce olanın, zaruri olanın, yani prensiplerin açığa çıkarılması ve şüphesiz kılınması doğaldır. Hattâ böylesi bir sistem, hakikatinin en sağlam mihenk taşını bu sayede bulur ve bu mihenk taşı, sadece öncesinde çözümsüz olan problemleri kolaylıkla çözmekle kalmaz, o zamana dek düşünülmemiş, tümüyle yeni problemler üretir ve doğru kabul edilenlerde yaşanan genel sarsıntının sonucu olarak yeni bir tür hakikat ortaya çıkar. İşte bu tam da transandantal idealizmin karakteristiğidir; o bir kere kabul edildi mi, tüm bilgiyi adeta en baştan üretmeyi ve uzun süredir kati hakikat olarak geçerli kabul edileni yeniden sınava tâbi tutmayı ve onun bu sınavı vermesini ya da en azından buradan tamamen yeni bir tarz ve formda doğmasını zorunlu kılar.

İşte bu eserin amacı tam da budur; transandantal idealizmi aslında olması gereken haline yükseltmek, yani tüm bilginin sistemine dönüştürmek, yani sistemi yalnızca genel olarak değil, fiilen kanıtlamak, diğer bir deyişle sistemin prensiplerinin, bilginin temel nesnelerine ilişkin, ya daha önce ortaya çıkarılmış ama çözülmemiş ya da ilk kez sistem sayesinde mümkün hale gelip meydana çıkmış tüm mümkün problemlere gerçekten ulaşması yoluyla kanıtlamaktır. Öyleyse bu yazının, daha sistemin ilk esaslarında tökezleyen ve tüm bilginin ilk prensiplerinin ne gerektirdiğini anlamakta yeterli olmadıklarından ya da önyargıdan ya da başka herhangi bir sebepten dolayı bunun ötesine geçemeyen ama her şeye rağmen felsefi meselelerde hüküm vermeye cüret eden pek çoklarının daha önce ilgisini çekmemiş ya da dile getirmedikleri sorulara ve konulara değinmek zorunda olduğu açıktır. Ayrıca, bu soruşturma, haliyle, sistemin ilk ilkelerine yeniden dönse de, yine bu kategorideki insanlar için mevcut yazıdan umulacak pek az şey vardır, zira ne Wissenschaftslehre’nin yaratıcısının yazılarında ne de mevcut yazarın yazılarında temel soruşturmalar bakımından uzun zamandır söylenmemiş bir şey bulunmaz, fakat yalnızca bu incelemede sunum, belli hususlar bakımından öncesine nazaran daha açık ve net olmayı başarmıştır ama bu bile anlayıştaki temel bir eksikliği hiçbir şekilde telafi edemez. Öte yandan yazarın, idealizmi tüm kapsamıyla sunma amacına erişmeyi denemiş olmasına vasıta olan, yazarın felsefenin her parçasını tek bir süreklilikte ve tüm felsefeyi her neyse o olarak, yani özbilincin sürüp giden tarihi olarak öne sürmüş olmasıdır ki böylesi bir tarih için deneyimde ortaya konan şey ancak adeta bir anıt ya da bir vesika olarak hizmet eder. Bu tarihi, titiz ve bütünlüklü bir şekilde tasarlamak için, esasen önemli olan, sadece bu tarihin tekil dönemlerini ve bu dönemlerden de tekrar tekil momentleri ayırmak değil, bunları aynı zamanda bu araştırmada kullanılan yöntem sayesinde hiçbir zorunlu adımın ihmal edilmediğinden emin olunacak bir sırayla sunmak ve böylelikle bütüne, zamanın dokunamayacağı ve sonraki süreçlerde de üzerine her şeyin uygulanmak zorunda olduğu adeta değişmez bir iskelet olarak ayakta kalan içsel bir bağlam vermekti. Bu bağlam aslında sezgilerin her aşamada gelişim gösteren dizisidir ve ben, bu dizi boyunca kendini bilincin en yüksek potansına [Potenz] dek yükseltir. Yazarı bu bağlamın sunumuna özel bir ihtimam göstermeye asıl itense, doğanın zekâ [Intelligenz] ile paralelliğidir; yazar bu paralelliğe çoktandır yönelmiştir ve bu paralelliği tek başına ne transandantal felsefe ne de doğa felsefesi tam anlamıyla sunabilir; bu sunum ancak bu iki bilimin beraberliğiyle mümkündür ki bu iki bilim tam da bu sebepten birbirine hep karşıt olmak zorundadır ve asla birliğe gelemez. Öyleyse, yazarın buraya dek yalnızca ileri sürmüş olduğu bu iki bilimin tıpatıp aynı gerçekliğinin teorik bakımdan kati kanıtı, transandantal felsefede ve özellikle transandantal felsefenin mevcut eserin içeriğini oluşturan sunumunda aranmalıdır; bu sebeple de bu eser yazarın doğa felsefesi üzerine yazılarının zorunlu tümleyicisi olarak görülmelidir. Bu eserle birlikte açığa kavuşacak olan şudur: Bende bulunan aynı sezgi potansları belli bir sınıra kadar doğada da gösterilebilir ve bu sınır teorik ve pratik felsefenin sınırının ta kendisi olduğundan, salt teorik bakış için nesnelin ya da öznelin birincil kılınması eş geçerliktedir, zira bu yalnızca (bu değerlendirmede sesi hiç çıkmayan) pratik felsefenin karar verebileceği bir konudur; o halde idealizmin de saf teorik bir temeli yoktur ve yalnızca teorik apaçıklık kabul edildiği sürece, temeli de tıpkı kanıtları gibi baştan aşağı teorik olan doğa bilimlerinin muktedir olduğu apaçıklığa, idealizm sahip olamayacaktır. Doğa felsefesi ile tanışık olan okuyucular bu açıklamalardan, yazarın bu bilimi transandantal felsefenin karşısına koymasının ve ondan tamamen ayırmasının nedeninin konunun derininde yattığı sonucuna varabilirler. Tabii bunun yanısıra tüm girişimimiz sadece doğayı açıklamak olsaydı asla idealizme sürüklenmemiş olurduk.

Mevcut eserde, doğanın asli nesnelerinden, esas anlamda madde ve onun genel işlevlerinden, organizmadan vs. yapılan dedüksiyonlara gelirsek, aynı şekilde idealist olmakla birlikte bu sebepten (pek çokları bu ikisini eşanlamlı görse de) teleolojik olmayan, idealizmde, başka herhangi bir sistemde olabildiği kadar tatmin edici olamayan çıkarsamalar vardır. O halde örneğin, maddenin şu ya da bu belirlenimlere sahip olmasının ya da zekânın, eylemelerini dış dünya üzerinde organizmayla dolayımlanmış olarak sezmesinin, özgürlüğün ya da pratik amaçların yararı için önemli olduğunu kanıtlasam, bu kanıt yine de zekânın tam da bu yarar için gerekli olanı, nasıl ve hangi mekanizmayla sezdiği sorusunu benim için cevapsız bırakır. Oysa idealistin belirli dışsal şeylerin varoluşu için öne sürdüğü tüm kanıtlar, bizzat sezginin kökensel mekanizmasından, yani nesnenin edimsel olarak kuruluşuyla elde edilmiş olmak zorundadır. Kanıtlar idealist olduğundan, bunların salt teleolojik ifadesi, hakiki bilgiyi tek adım ileri götürmez, çünkü bilindiği üzere bir nesnenin teleolojik açıklaması bana onun gerçek kökenine dair neredeyse hiçbir şey öğretemez.

Bir transandantal idealizm sisteminin kendisinde, pratik felsefenin hakikatleri ancak aracı ögeler olarak ortaya çıkabilir ve aslında pratik felsefeden sisteme mâl olacak olan, yalnızca ondaki nesnel olandır. Bu nesnel olan, en geniş anlamıyla tarihtir ve tarih, bir idealizm sisteminde tıpkı birinci dereceden nesnel olan gibi, yani doğa gibi transandantal olarak çıkarsanmayı [deduziert] gerektirir. Tarihin bu dedüksiyonunun doğrudan ortaya çıkardığı kanıt, eylemenin özneli ile nesneli arasındaki uyumun nihai zemini olarak görmemiz gerekenin, aslında, mutlak bir özdeşlik olarak düşünülmek zorunda olduğudur. Ancak bu mutlak özdeşliği tözsel ya da kişisel bir varlık olarak düşünmek hiçbir şekilde onu saf bir soyutlamada ortaya koymaktan daha iyi olmayacaktır ki zaten bu, idealizme ancak yanlış anlamaların en kabasıyla yamanabilecek bir fikirdir.

Teleolojinin temel ilkeleri söz konusu olduğunda, okuyucu, hiç şüphesiz kendiliğinden, bu prensiplerin, doğada mekanizmanın ereksellikle birarada var olmasını anlaşılabilir şekilde açıklamanın tek yoluna işaret ettiğini fark edecektir. Nihayetinde bütünü tamamlayan sanat felsefesine ilişkin önermeler sebebiyle yazar, bu konuya özel ilgi duyanlardan, kendi başına ele alındığında ucu bucağı olmayan tüm bu soruşturmanın, burada yalnızca felsefe sistemi ile ilişkisi bakımından yürütüldüğünü ve dolayısıyla bu muazzam konunun pek çok yönünün en baştan incelemenin dışında bırakılmak zorunda olduğunu göz önünde bulundurmalarını istirham eder.

Son olarak yazar, transandantal idealizmin mümkün olduğunca genel olarak okunabilir ve anlaşılabilir bir sunumunu ortaya koymanın onun için tamamlayıcı ikincil bir amaç haline geldiğini fark etmiş ve bunu, seçtiği metot sayesinde belli bir ölçüde başarabildiğine, sistem üzerine gerçekleştirilen konferansla birlikte çifte deneyimle kani olmuştur.

Bu kısa önsöz, yazarla aynı noktada durup onunla aynı problemlere çözüm arayanlar arasında bu çalışmaya ilgi uyandırmak için, talimat ve malumata istekli olanları ise cezbetmek için, öte yandan ne ilkinin farkında olanlar ne de diğerine gerçekten isteği olanları en başından korkutup kaçırmak için yeterlidir; böylelikle bu önsöz nihai amacına ulaşmış olur.

 

Jena, Mart Sonu, 1800

 

 

 

Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling (1775-1854)

Ünlü Alman filozof. Kant sonrası Alman İdealizminin önde gelen tem­sil­cilerin­den­dir. Doğu dilleri profesörü olan Lutherci bir papazın oğludur. On beş yaşında Tü­bin­gen’deki ilahiyat okuluna kabul edildi. O dönemde Tübingen’de öğrenim gö­ren genç­ler Fransız Devrimi’nin etkisindeydiler ve felsefeye yöneliyorlardı. Schelling, baş­langıçta Kant, Fichte ve Spinoza’nın felsefelerinden etkilenmişse de, sonrasında kendisi doğaya dayanan bir felsefi akım geliştirdi. Schelling’in ku­ramı “mutlakçılık” olarak adlandırılır. 1795 yılında Über die Möglichkeit einer Form der Philosophie überhaupt (Genel Bir Felsefenin Biçimi ve Olanağı Üze­rine) ve hemen ardından yayım­ladığı Vom Ich als Prinzip der Philosophie (Fel­sefenin İlkesi olarak Ben Üzerine) adlı eserlerinde ele aldığı temel kavram “mut­lak”tır. 1798’de Jena Üniversitesi’nde pro­fesörlüğe getirildi, sonraki yıllarda doğa felsefesi üzerine birçok eser yayımladı. System des transzendentalen Ide­alismus (Transandandal İdealizm Sistemi, 1800) adlı başyapıtında geliştirdiği do­ğa kavramını “ben”i hareket noktası alan Fichte’nin fel­sefesiyle birleştirmeye çalıştı. 1841’de Berlin Üniversitesi’nde verdiği derslerin takipçileri arasında Fri­edrich Engels, Søren Kierkegaard, Jacob Burckhardt ve Mihail Bakunin de yer almaktaydı. Schelling’in felsefi görüşlerinin özgünlüğü, yakın dö­nemlerde, mut­lak akla dayalı felsefi sistemlerin karşısında olan Varoluşçuluk ve fel­sefi ant­ropoloji gibi yaklaşımların gelişmesiyle bağlantılı olarak yeniden değer kazanmıştır.

Merve Ertene

1985 yılında İstanbul’da doğdu. Lisans ve yüksek lisansını ODTÜ Felsefe Bölümünde tamamladı. 2011 yılında Sakarya Üniversitesi Felsefe Bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yapmaya, 2013 yılında da aynı bölümde doktora eğitimine başladı. 2019 yılında “Aisthesis’ten Estetiğe: ­Schelling’in Tersine Değerlemiş Mimesis’i” başlıklı teziyle doktora eğitimini tamamladı.  Halen aynı bölümde araştırma görevlisidir. Alman İdealizmi üzerine çalışmaları bulunmaktadır.