Doğu Batı Sayı 93: Varoluşçuluk - II
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
- Genel Yayın Yönetmeni: Taşkın Takış
- Onur Kurucuları: Halil İnalcık, Şerif Mardin
- Yayın Kurulu: Oğuz Adanır, Ali Akay, Simten Coşar, Özcan Doğan, Kurtuluş Kayalı, Armağan Öztürk, Özgür Taburoğlu, Ali Utku, Aytaç Yıldız
- Dergi Başlığı: Varoluşçuluk - II
- Dönem: Mayıs, Haziran, Temmuz 2020 [Yıl 23, Sayı: 93]
- Basım Bilgisi: 2000 Adet / 1. Basım Temmuz 2020
- Sayfa Sayısı: 254
- ISSN: 1303-7242
- Barkod: 9771303724931
- Ön ve Arka Kapak Resmi: Albert Camus, Paris, 1957 (Fotoğraf: Loomis Dean).
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Boyutları: 16 x 24
VAROLUŞÇULUK - II
Taşkın Takış
Kendini Aldatmak Proust ve Sartre’da Varolma Deneyimleri
Kemal Bakır
Nikolay A. Berdyaev ve Varoluşsal Felsefi Antropoloji
Ali Osman Gündoğan
Camus, Varoluşçuluk ve Felsefe
Hüseyin Aydoğdu
Dünyanın Teninden Politik Bedene: Merleau-Ponty’nin Politik Ontolojisi
Cansu Özge Özmen
Nascituri Te Salutant
Osman Fırat Baş
Witold Gombrowicz’in Varoluşçuluk Eleştirisi
Hasret Ertürk
Camus’de Ölüm ve İntihar
Mustafa Turan
Bütüncül Bir Filozof Olarak Paul Tillich’in Din Felsefesi ve Varoluşçu
Tanrı Anlayışı veya Modern Dönemde Ölen Tanrı’yı Aramak
Hazel E. Barnes
Sartre’ın Ontolojisi: Varlığın Açığa Çıkarılması ve Varlığa Anlam
Verilmesi
M. Hanifi Macit
Varoluş Felsefesi, Jean-Paul Sartre ve Tarih Üzerine
Metin Bal
“İyi Bir Kimse Nasıl Olunur?” Sorusuna Sartre’ın Hümanist Ateist
Varoluşçu Şeytan ve Yüce Tanrı Oyunu
Bağlamında Felsefi Bir Cevap Girişimi
Mehmet Türkan
Sartre’da Özgürlüğün Temeli Olarak Varoluşsal Ontoloji
YERYÜZÜNE HİÇLİĞİ GETİREN İNSAN
Varoluşçuluktan bütünlüklü ve yetkin anlamda söz edebilmek hiçbir
zaman mümkün olmadı. Ünlü temsilcilerinin bugün tekil düzeyde karşılık görmesi
ve hâlâ okunuyor olmalarına karşılık akımın etkisinin sürdüğünü iddia etmek de
güçtür. Gelgelelim varoluşçuluk, düşünce tarihinin en ilginç güzergâhlarından
biri olması sebebiyle her zaman dikkatleri üzerinde toplamayı başarmıştır.
Koşulları itibarıyla varoluşçuluk sağlıklı bir ortamda büyüyüp
gelişmedi ve anlam yüklü bir dünyayı teneffüs etme şansına sahip olmadı. Doğal
olarak saf ve steril kavramlarla burada tutarlı bir tablo sergilemekten ziyade
özellikle çağın hastalık ve bunalımlarının –tıpkı dünyanın halihazırda yaşadığı
salgın felaketi ve bunun yarattığı olumsuz koşullar gibi– bu tür bir düşünce
üzerinde ne tarz etkiler bıraktığına bakmak daha uygun olacaktır.
Varoluşçuluk (egzistansiyalizm) bir izm ile tanımlanma
tuhaflığını üzerinde taşımıştır ama o felsefi bir sistem kurma çabasında
olmadı. Bilakis felsefi sistemlerin saçmalığını daha en baştan dile getirdi.
İnsanın dünyayla kurduğu ilişki tarzında temel bir boşluk ve zayıflık gördü. Bu
durum insanı her türlü kategori ve nesnelliğin dışında tutmayı zorunlu
kılacaktı. Mutlak ve eksiksiz bir bilginin peşinden koşturmak yerine bir “hata
felsefesi”nden yola çıkmak varoluşçuluğun özgün taraflarından biri olmuştur.
Hata yapan, günahının bilincinde olan, kırılgan bir benliğe sahip, bir zırha
bürünmeyen ve hiçbir yere ait olmayan köksüz bir insan tipi ele alınmıştır.
Karşımızda sıradan bir birey bulunmaktadır. Aynı zamanda o,
“dünyaya fırlatılmışlığı”, “yeryüzüne hiçliği getirmesi”, tek başınalığı,
çaresizliği, çevresinde olup bitenlere karşı sürekli bir bulantı duyma hali ve
tatminsizliğiyle yepyeni bir kahramandır. Bir Godard filminde (Vivre sa vie)
canlandırıldığı üzere bir fahişenin içtenlikli konuşması toplumun sahte
değerlerinden, örneğin dünya tasavvuruna ilişkin her türlü bilgi avcılığına
soyunmuş birinden çok daha fazla dürüstlük taşımaktadır. Nana “Bence yaptığımız
her şey bizim sorumluluğumuzda. Özgürüz. Elimi kaldırıyorum. - Ben sorumluyum.
Başımı çeviriyorum. - Ben sorumluyum. Mutsuzum. - Ben sorumluyum. Sigara
içiyorum. - Ben sorumluyum, Gözlerimi kapıyorum. - Ben sorumluyum. Bazen
sorumluluğumu unutsam da, hayat bu! Kaçışı yok bunun. Sonuçta her şey neyse
odur. Mesaj mesajdır. Tabak tabaktır. Adam adamdır. Ve hayat hayattır” derken
varoluşçuluğun gösterişsiz bir tarifini sunmaktadır.
İlk bakışta “varoluş” sözcüğü olumlu bir çağrışıma gebedir.
Kendini var etme, ortaya koyma, var olmak (exister) gibi insana dair
üstün edimler belirir. Varoluşun özden önceye alınması bireye kendini
hatırlama, kendi üzerinde düşünme, bir seçimde bulunma, sorumluluk üstlenme
gibi imkânlar tanır. Ancak var olmanın koşulu olumsuzlamaktan geçer. Yalnızca
her şeyi olumsuzlayarak var olabilirsiniz. Bu diyalektik sürecin de insanı
kuşkuculuk, bireycilik, kötümserlik vb. ruh hallerine sürüklemesi, hiçliğe
itmesi kaçınılmazdır.
Varoluşçuluğun farklı renk ve tonlara bürünmesi, varoluşçu
düşünürlerin özgün bakış açılarını yorumlamayı gerekli kılar. Kierkegaard’da
birey, Husserl’de anlam, Heidegger’de varlık, Sartre’da özgürlük ve hiçlik,
Camus’de saçma ve yabancılaşma konuları öne çıkmaktadır. Varoluşçu düşünürler
birbirlerinden kopuk adalara, daha doğrusu bir adalar topluluğuna
benzetilebilir. Heidegger’de insan varoluşu merkeze tam olarak yerleşmez, daha
çok dünyayı mesken tutmuş Dasein’ın bir yan kuvveti gibi çalışır.
Kierkegaard’ın bireyi kaygı ve yoğun ironik göndermelerle varoluş sancısını
duyumsar. Kierkegaard’ı izleyen Gabriel Marcel ise “varlığın gizemi” üzerinde
duracaktır. Jaspers varlık felsefesinden hareketle felsefi antropolojinin önünü
açmıştır. Husserl insan bilincinin “derin yapıları”nı kazıyarak Kant’tan
sonraki klasik idealizm anlayışına yeni bir boyut katacaktır. Akımı temsil eden
düşünürlerin –her ne kadar kendileri varoluşçu bir tanımdan sakınsalar da–
zamanın ruhuna yönelik eleştirileri ve temel karşı çıkışları onları ortak bir
varoluşçuluk potasında toplayacaktır.
Bunun ötesinde, varoluşçuluğun felsefeyi sokağa taşıdığı tespiti
yerinde bir saptamadır. Belki de felsefe tarihinde hiçbir akım varoluşçuluk
kadar popülerleşmemiş, halka inememiştir. Hareketin ortaya çıkış şartlarının ve
düşünce tarzının akademik dünyadan farklı bir gelişim göstermesi bunda etkili
olmuştur. Felsefe okumaya başlayan lise öğrencisinden daha geniş gruplara
varıncaya değin, özgürlük, intihar, ölüm, kaygı, hiçlik, saçma, bulantı vb.
temalar hemen her kesimin ilgisini çekmiş, zihinlerde bu kavramlar varoluşçu
düşünürlerin yapıtlarıyla özdeş kılınmıştır. Felsefi tezlerin edebiyat,
özellikle roman aracılığıyla işlenmesi ve kalabalıkların felsefi meselelere
dâhil edilmesi bu akımı neredeyse bir moda haline getirmiştir. Gelinen nokta
açısından bakıldığında ise varoluşçuluğun en güçlü olduğu taraflar aynı zamanda
onun en zayıf yanlarıdır. İnsan yenildiği ölçüde bilinç kazanmıştır.
Taşkın Takış