Varlık ve Oluş
- 195,00 TL
-
136,50 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- Ücretsiz Kargo
- 24 Saatte Kargoda
Varlık ve Oluş adlı yapıt derin bir arayışın ürünü, bir yönüyle Türk düşüncesinde yaratıcı bir düşüncenin evrimi sayılır. Kitap çağdaş felsefenin krizlerini ve tereddütlerini aşama aşama dile getirir. Ontolojik meseleler gündeme geldiği andan itibaren varlığın değişken, çok boyutlu yapısı insanda sürekli bir gerilim yaratır. Çevremizde seyrettiğimiz yüzlerce çelişkinin insanda tek başına kendini aşma çabası uyandırması gibi bir sonuç çıkar ortaya. Bu kadim çatışma felsefenin bütün dalış ve uyanışlarında görülebileceği gibi bizzat doğanın kendisinde de vardır.
Varlık ve Oluş, Türkiye'deki düşünsel serüveni yakından takip eden ve bizzat bu serüvene ortak olan birinin Batı düşüncesindeki çağdaş tartışmaların hiç de uzağında yer almadığını kanıtlar. Zikredilen kaynaklardan ve 1930'lu yıllardan itibaren günü gününe takip edilen isimlerden bu açıkça görülür.
Hilmi Ziya Ülken daima yerli bir düşünür kimliğiyle evrensel soruların peşinde olmuştur:
Görüşümüz sonlu âlemlerin kriz halinden ritimlerle kurtulmak üzere her birinin kendi oluşunda açıldığı ve sonlu varlıkların sonsuz varlığa açık evrimleri olduğu düşüncesine vardı, a) Eğer âlem tam bir düzen halinde olsaydı hiçbir değişme, ıstırap olmazdı, b) Âlemde ideal bir düzene doğru bütün halinde bir yöneliş olsaydı çirkinlik, hastalık, ıstırap yalnız eksiklikten ibaret olurdu. Menfi değerlerin ve değerlerdeki çift kutupluluk önünde seçme iradesinin anlamı kalmazdı, c) Âlemde mutlak bir mekanizm olsaydı hiçbir düzelme ve değerlendirme olmaz, her yetkinleşme "mutlu bir tesadüf" veya "kör irade" ile açıklanırdı, d) Alemde zıt kuvvetlerin çatışması olsaydı, bu çatışmadan doğan neticelerin şuur, hayat, hürriyet gibi üstün dereceler olmasına imkân olamazdı. .. Fatal olarak gerektirilmiş zıt kuvvetlerden doğan netice de gerektirilmiş olurdu. Bu alternatiflerin imkânsızlığı önünde varlıkların çokluğuna, aralarındaki akıldışı uçurumların doldurulması imkânsızlığına, her varlığın ayrı oluşu ve ayrı evrimini göz önüne alma zaruretine, fakat sonlu varlıklar arasında organlaşma, düzenleyici güç bakımından dereceler olduğu, bu derecelerin varlıklarda hiyerarşi aramaya ve böylece maddeden düşünce ve inanca kadar varlık derecelerinde düzenleyici gücün ve hürriyetin yükseldiği, sonlu varlıkların yalnız insan düşüncesi ve hürlüğünde sonsuz varlığa açık bir oluş halinde bulunduğu kanaatine vardık.
- Yazar: Hilmi Ziya Ülken
- Kitabın Başlığı: Varlık ve Oluş
- Yayına Hazırlayan: Gülseren Ülken
- Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 107; Felsefe Dizisi - 31
- Basım Bilgileri: 3. Basım: Kasım 2022 (1. Basım: Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları, 1968)
- Sayfa Sayısı: 600
- ISBN: 978-605-5063-14-6
- Boyutları: 15,5 x 23,5
- Kapak Resmi: "Hilmi Ziya Ülken"
Önsöz
Kitabın Tarihi ve
Maksadı
Bir İşaret
Giriş
Felsefede İlk Olgu
Araştırması
Varlığın Çift
Manzarası
Derinliğine
Felsefe
Dyade ve Dyadoloji
Felsefede Doktrin
ve Problemler
Yaşama ve Bilme
İki Ayrı Bilim
Görüşü Doğru mudur? (Anlama ve Açıklama)
I. Felsefenin Ortak Tarafları ve Devam Eden Felsefi Hakikat
Felsefi Düşünce
Nasıl Başlamalı ve Yürümelidir?
Felsefenin Metodu
Akıldır
Felsefe Aklı Aşan
Problemleri İçine Alır
Felsefenin Temeli
Akıl Değil Varlıktır
Mantık Kuralları
ve Gerçeğe Tatbik İmkânları
Soyut Varlık ve
Somut Varlık
Somut Varlık
Mertebeleri
Belirsizlikten
Belirliliğe ve Sınırlılığa Geçiş
Değişme Fikrinin
Doğuşu
II. Varlık Fikri ve Varlıklar
Hakikat, Gerçek ve
Düşünce Varlık Probleminden Çıkar
Varlık, Sınırlılık
ve Sınırsızlık
Varlık Kelimesinin
Anlamları
Varlık ve Varoluş
Varlık, Öz, Sıfat
ve Tavırları
III. Sistemlerin Hastalıkları ve Felsefenin İnsan Merkezine Göre Kurulmadan
Kurtulması Zarureti
Felsefe ve Bilim
İdeolojilerde ve
Bilimde Peşin Hükümler
Davranış Şartları
Cüret Felsefeleri
(Antropomorfizm)
Cüret Felsefeleri
(Mekanizm)
Ürkeklik
Felsefeleri: Şüphecilik ve Sınırlayıcılık
Davranış Şartları
ile Tecrübe Arasında Uygunluk
IV. Varlık Konusunda Dikotomilerin Çözülmesi
Varlık-Yokluk
Dikotomisi
Varlık-Oluş
Güçten Fiile Geçme
(Tohumdan Açılma)
Gerçek-Görünüş
Varlık-İdeal
(Varolmak-Mecbur Olmak)
Gerçek-Mümkün
(Varlık-İmkân)
Dikotomileri Çözme
Metodu
V. Varlıkta Kriz ve Ritm
Sınırsızlık ve
Sonlu Varlıklar
Madde ve Enerji
Madde ve Enerjide
Değişme ve Ritm
Canlı Varlığı
Maddeye İrca Teşebbüsleri ve Ayrı Vasıfları
Canlının Temel Vasıfları
Bitki Derecesinde
Canlı Varlık
Hayvan Derecesinde
Canlı Varlık
İnsanın Ayırıcı
Vasıfları
İnsanda İki Ritim
Ruh ve Beden
Bütünü Olarak İnsan
Ruh ve Beden Zıtlığı
ve Tamamlayıcılığı
İnsanda Bedenleşme
ve Ruhlaşma
Gerilme Ritmi
Olarak İnsan
Gevşeme ve Genişleme
Ritmi Olarak İnsan
VI. Bilinç Fenomenolojisi - I
Kasıtlı Fiil
Olarak Bilinç
Fenomenolojinin
Tatbik Alanları
Âlemde Varolmak
(Hayatî Varlık)
Sosyal Bilinç
Sosyal Bilinç
Krizi
Zamansal Varlık
Zaman Dışı Bilinç
İki Türlü Zamansız
Bilinç: Öz Halinde - Fiil Halinde
İlk Müphemlikteki
Zamansız Bilinç
VII. Bilinç Fenomenolojisi - II
Bilinç Fiili Nasıl
Bir İlişkidir?
Bilinç Fiilinin Zıt
ve Tamamlayıcı Vasıfları
Mantık Öncesi veya
Mistik Tecrübe
Epijektif Bilinç
Projektif Bilinç
Projektif
Bilinçten Objektif Bilince Geçiş
Objektif Bilinç
Objenin Kurulması
Subjektif Bilinç
ve Süjeleşme
Hafıza ve Hayal
Gücünün Kurulması
Transjektif Bilinç
(Değer Bilinci)
VIII. Varlık ve İmkân
Varlık ve İmkân
Enerji Halinde
Varlık
Enerjiden Enerjiye
Çevrilme
Maddenin Evrimi
(Sabitlik ve Değişme)
Sonsuz Varlıktan
Sonlulara Geçiş
Yeni Kozmolojiler
(Maddenin Evrimi)
Canlı Varlığın Vasıflarına
Ait Açıklamalar
Canlı Varlığın Evrimi
Evrim Teorileri
Evrim Olgusu ve
Manzaraları
İnsanın Doğuşu
İnsanda İç Yüzü ve
Dış Yüzü
Evrimin Türlü
Yorumlanışı
IX. Zaman ve Özgürlük
Zamansız Varlık
(Soyut Olarak Varlık)
Varlıksız Zaman
Varoluş Zamanı ve
Varoluş Filozofları
Varoluş Filozoflarının
Ortak Tarafları
Özgürlük Fikrinin
Gelişmesi
Varoluş
Felsefesinde Özgürlük Fikri: Merleau-Ponty ve Sartre
Özgürlük ve İradî
Fiil
Tesadüf, Gaye ve
Özgürlük
X. Düşüncenin Antinomileri (Evet ve Hayır)
Ortak Duyuda
Problematik
Bilimde
Problematik
Fizikten ve Canlılar
İlminden Doğan Problematik
İnsan
Bilimlerinden Doğan Problematik
Felsefeden Doğan
Problematik
Bir-Çok Antinomisi
Tecrübe-Akıl
(Realizm-İdealizm) Antinomisi
Dogmatizm-Septisizm,
Mekanik-Organik, Bütün-Fert
İçkinlik-Aşkınlık,
Öz-Varoluş Antinomileri
Determinizm-İndeterminizm
Teori-Pratik
XI. Antinomileri Çözme Yolları ve Hakikat
Taraf Tutma
Uzlaştırma
Sonsuza İrca (Tanrı
Kriteri)
Transandantal
Hakikat
Diyalektik Hakikat
İki Karşıt Hakikat
Fenomenolojik İrca
Pragmatizm
Şüphecilik ve İhtimalcilik
Yeis Durumu
Mistik Hakikat
Dyade Kriteri ve
Dyadoloji
Notlar
Not: 1
Not: 2
Not: 3
Dizin
Teknik Terimler Dizini
Önsöz
Bu kitabı okuyanlar bir bakımdan doğa bilimleri verilerine
dayanan bir evrim teorisi, bir bakımdan ontolojik felsefe ile karşılaşacaklardır.
Aslında, bu iki cepheyi tamamen ayırmak kabil değildir. Natüralizmi ve tarihsel
araştırmayı parantez içine alarak fenomenleri öz’ler halinde görsek bile, bu
fenomenlerin onlarla ilişkisini hesaba katmadan geri kalamayız. Öz olarak alınan
her fenomen zaman ve mekân şartları içinde görüldükçe, aynı zamanda empirik
veri veya tarihî bir vaka olarak tetkik edilebilecektir. Fakat fenomenlerin öz
olarak görülmediği, geçen yüzyıldaki duruma dönülünce en basit verilere
indirmeden ibaret natüralizmin veya historisizmin buhranına düşülecektir.
Bu eski ircacı görüş tamamen ortadan
kalkmış değildir. Bugün de natüralizm ve historisizmin “bilimsel açıklama” adına
büyük bir başarı olduğu zannını uyandıran gayretlere rastlanıyor. Vakıa,
matematik ilişkilerin hangi tarihî ve sosyal şartlar içinde doğduğunu aramanın
faydasız olduğu söylenemez. Fakat bu, onların zaman üstü geçerliğini öz olarak
görmeye mâni olmamalıdır. Natüralizm ve historisizmin en sert şekli olarak
Marksizmin açıklamaları gösterilebilir. Halbuki hiçbir ciddi Marksist bilim
adamı, üçgen kavramı hangi şartlarda doğmuş olursa olsun, onu değişmez olarak
görmeden vazgeçmez. Aksi halde, kendi bilimsel çalışmasını inkâr etme durumuna
düşer. Bu yüzdendir ki, ihtilâlci felsefe dahi fenomenoloji ile karşılaşmakta
ve hesaplaşmaktadır.
Bu kitabın baskısı tam bitmişti ki
Étienne Souriau’nun L’instauration
philosophique’ini okuduk.
Souriau bu eserinde felsefe sistemlerinin sayısız çatışmaları üstünde ortak bir
vasfın, bir Arkitektonikin bulunduğu fikrini savunuyor. Öyle görünüyor ki o bu
iddiayı Lambert’e borçludur. Hattâ Kant’ın
arkitektonik fikrini Lambert’den aldığını söylüyor (s. 109). Biz ise bu
kitapta, başka yollardan geçmek üzere, bütün doktrin çatışmalarına rağmen
felsefenin ilerleyen ortak bir temele dayandığını, bundan dolayı mantıkta,
ontolojide, aksiyolojide insan düşüncesinin bel kemiğini teşkil ettiğini ileri
sürdük. Ancak Souriau, derinliğine bakınca felsefenin gelişmesinde yalnız
merhale değil, temel olan Platon ve Kant’ı bu arkitektonik görüşü ile lüzumsuz yere
sarsmaya, felsefe ile sanatı birbirine karıştırmaya çalışıyor ki, bu noktada
ona hak vermeye asla imkân yoktur (s. 66-75).
Günümüz felsefesinde çok sözü geçen
Varoluş fikrinin farklı köklerden geldiğini, bir yandan öz olarak fenomenlerin
incelenmesine dayandığını, bir yandan aşırı bir subjektivizm içinde yalnız
tabiî verilerin değil, genellikle özlerin inkârına vardığını göz önüne alacak
olursak, tek bir Varoluş felsefesi olamayacağı anlaşılır. Onları birleştiren nokta,
olsa olsa, natüralizme ve tarihî görüşe karşı vaziyet almaları, bir insan
felsefesinden hareket etmeleridir. Fakat fenomenolojik metodu kullanan bir
felsefe, bu neticelerden bazılarına katılsa bile, insanı merkez haline koyan (antroposentrik) görüşe düşmeyebilir; varlık dereceleri arasındaki öz
farklarını ararken, bu arayışta ileri giderek yalnız “insan için” bir felsefe
yapmayabilir; varlık derecelerine ait araştırmada sonsuzun düşünülemezliği ve
bilinemezliği önündeki kendi sınırlılığını hesaba katabilir; bütün
gayretlerimizin, bir farenin açtığı delik kadar sınırlı olduğunu bilerek sistem
kurabilir. Maddeci veya ruhçu, herhangi bir felsefe, içinde bulunduğu bu durumu
unutmadıkça aynı noktada birleşecektir. Sonsuz varlığın birliği bütün yolların
birleştiği son nokta olacaktır.
Bu kitabın tamamlanmasında beni daima
teşvik eden eşim –Tabiiye öğretmeni– Hatice Ülken’e, düzeltmeler ve indeksin
hazırlanmasında yardımını esirgemeyen asistanım Muhsin Balakbabalar’a ve Ankara
Üniversitesi Basımevi’ne teşekkürü borç bilirim.
Hilmi Ziya ÜLKEN
31 Temmuz 1968
Kitabın Tarihi ve Maksadı
Her kitabın bir yazılış tarihi vardır. Bu kitabınki oldukça
uzun olduğu için, birkaç satırla ondan bahsetmek istiyoruz. İlk planı 1933’te
Berlin’de düşünülmüştü. Bu plan Aşk Ahlâkı ve İnsani Vatanperverlik’teki fikirlerin geliştirilmesinden meydana gelmişti. O
zaman Spinozacı görüş planın temelini teşkil ediyordu. Fakat bu görüş plüralist
bir âlem izahında kullanılıyordu. Hareket noktası bilgi teorisi idi. Bilginin
ve doğru’nun açıklanmasında “ihtiras”ın yaratıcı rolü üzerinde durulduğu için,
psikolojizm hâkimdi. (Bu fikirlerin kökleri Umumi Ruhiyat’ta –1928–, Cemiyet
ve Marazî Şuur’da –1930–
başlamıştır.) Fakat 1934’ten sonra psikolojizmin felsefede yetersizliği kanaati
bizi bu planı değiştirmeye götürdü. Fenomenoloji ve ihtimaliyetçi felsefe ile
temas –ki birincisi daha İnsanî Vatanperverlik’te başlamıştı– yeni
ufuklar açtı.
Temel fikirlerdeki değişiklik kitabın
yazılışını uzun zaman geciktirmeye mecbur etti. 1934-1935’te verdiğimiz “Tarih Felsefesi Dersleri” bu yeni istikamette ilk adımdı. Onu henüz neşretmedik. On
yıl yazarı felsefe dışında dersler vermeye zorlayan kadro sıkıntıları ve bu on
yıl içinde yaptığımız başka konulardaki yayınlar bu kitabı ve onunla ilgili çalışmaları
tamamlamayı imkânsız hale getirdi. 1946-50 arasında Profesör Von Aster’in verdiği
imkânla İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde okuttuğumuz bilgi teorisi, değerler
teorisi ve mantık tarihi derslerinde çalışmalarımızı tespit ettik ve teksir
notu ile yayımladık. Bu yıllarda Hegelci görüşten tamamen uzaklaşmış, Platon’a dönmüş ve Schelling’e yakın bir hareket noktası bulmuş bulunuyorduk. 1950’den
sonra kendimizi sosyoloji öğretimine vermemiz bu derslerin yayımlanmasını güçleştirdi.
Ancak 1956’dan sonra Ankara Üniversitesi’nde tekrar bu konuyu ele alabildik.
1948 Amsterdam Milletlerarası Felsefe Kongresi’nde “Varlıkların iki yüzü” adlı
tebliğle ilk özetini verdik. 1957-1959’da Ankara İlâhiyat Fakültesi’nde Felsefeye Giriş (2 cilt) adlı eserde öğretim ihtiyaçlarına göre genel
felsefe bilgisi içinde fikirlerimizi kısmen ifade ettik. Bilgi ve Değer
adlı kitapta (1965) ontolojik görüşe bağlı olarak 1946’dan beri verilmiş
dersleri neşrettik.
Bu kitabı yazmaya 1960’ta başladığımız
halde, yazılış tarzını elverişli bulmadığımız için 1962’de yarım bıraktık ve bu
konuda yeniden çalışmaya girerek 1966’da katî şeklini vermeye kalktık. Bu
eserin bir parçası sayılabilecek olan Eğitim Felsefesi’nin 1967’de neşri
kitabın ancak 1968 baharında tamamlanmasına neden oldu.
* * *
Bu kitapta bugünkü fiziğin hararetli çalışmalarında ulaştığı
ve devamlı yenileşmelere rağmen, klasik Fiziği temelinden sarsmış olan tamamlayıcılık
fikri başlangıç noktası olarak alınmıştır. L. de Broglie’nin dediği gibi, fizik dışında tehlikeli
extrapolation’lara doğru götürülmüş olan bu fikrin mantığımızı yıkacak bir
karakteri olmadığı, çelişenlerin değil, yalnız farklılıklar ve karşıtların
tamamlayıcılığı olabileceği noktasında ısrar ederek, madde biliminin kendi
konusunda olduğu gibi başka bilimlerde de, bilim ve felsefe arasında başarılı
karşılaştırmalar yapılacağı sonucuna varılmıştır. Bu başlangıç noktasını Platon’un Dyade fikri ve onu devam ettiren görüşlerle uzlaştırmak,
böylece fikir tarihinin temel geleneği ile bilimin bugünkü durumu arasında
ortak noktaları meydana çıkarmak mümkün olmaktadır. Üçüncü dayanak Husserl’in önderliğinde gelişen fenomenolojinin süje-obje zıt ve
tamamlayıcı bütünlüğüdür ki, burada ontolojik Dyade fikrinin bilgi alanındaki
bir manzarası olarak alınmıştır.
Fenomenolojiden ontolojiye geçecek
yerde ontolojiden başlamak ve bir varlık derecesi diye alınan Bilinç
Fenomenolojisine geçmenin daha elverişli olduğu ve fenomenoloji başlangıç
olarak alınırsa süje-obje’nin içinden çıkılmaz bulanıklığına, bizim tuttuğumuz
yolda, düşülmeyeceği sonucuna vardık. Bulanıklık (ambiguïté) bir kısım varoluş filozoflarında olduğu gibi çözülmez bir
bilinç buhranı değil, varlık derecelerinden her birinin (ve bilinç derecesinin)
başlangıç hali, aşılmak suretiyle varlıklardan her birinde ritimleri meydana
getiren ilk kriz hali olduğunu gördük. Bundan dolayı da ne Schelling’in ilk bütünlüğe dönüş demek olan Özdeşlik felsefesine, ne
Hegel’in çelişkilerin sentezi ile Oluş’u boşlukta bırakan ve Varlığı
ortadan kaldıran felsefesine katıldık. Zaten ontolojik görüşte her iki açıklamanın
yeri yoktur. Varlıklarda ilk bulanıklık çözüldükçe ortaya çıkan ritimlerin
gerçekler düzenini meydana getirdiği kanaatine vardık. Bilinç Fenomenolojisinde
objeleşme ve süjeleşme şeklindeki mukadder ayrılığın asla birleşmeyeceği ve
birbirini tamamlayan bu iki karşıt ritmin sentezini aramanın boşluğunu
gösterdik. Bununla beraber değer bilincinde insanın yaratıcı çabasının varlıklara
katılan yeni ve üstün bir düzeni, değerler sferini meydana getirdiği ve
diyalektiğin varlıklarda değil, yalnız değer yaratışında işlediği, her değer
yaratışının süje (kişi) ile aşkın obje arasında bilinç muhtevası yardımıyla bir
sentez olduğu, öyleyse diyalektiğin bilgide değil, değerlerde rolü olduğu, bu
bakımdan diyalektikçi filozofların varlık sorusuna cevap vermedikleri halde,
felsefelerine değer felsefesi gözüyle bakıldığı zaman anlam kazanacağı sonucuna
vardık.
Görüşümüz sonlu âlemlerin kriz
halinden ritimlerle kurtulmak üzere her birinin kendi oluşunda açıldığı ve
sonlu varlıkların sonsuz varlığa açık evrimleri olduğu düşüncesine vardı. A) Eğer
âlem tam bir düzen halinde olsaydı hiçbir değişme, ıstırap olmazdı. B) Âlemde
ideal bir düzene doğru bütün halinde bir yöneliş olsaydı çirkinlik, hastalık, ıstırap
yalnız eksiklikten ibaret olurdu. Menfi değerlerin ve değerlerdeki çift
kutupluluk önünde seçme iradesinin anlamı kalmazdı. C) Âlemde mutlak bir
mekanizm olsaydı hiçbir düzelme ve değerlendirme olmaz, her yetkinleşme “mutlu
bir tesadüf” veya “kör irade” ile açıklanırdı. D) Âlemde zıt kuvvetlerin çatışması
olsaydı, bu çatışmadan doğan neticelerin bilinç, hayat, özgürlük gibi üstün
dereceler olmasına imkân olamazdı. Fatal olarak gerektirilmiş zıt kuvvetlerden
doğan netice de gerektirilmiş olurdu. Bu alternatiflerin imkânsızlığı önünde
varlıkların çokluğuna, aralarındaki akıldışı uçurumların doldurulması imkânsızlığına,
her varlığın ayrı oluşu ve ayrı evrimini göz önüne alma zorunluluğuna, fakat
sonlu varlıklar arasında organlaşma, düzenleyici güç bakımından dereceler olduğu,
bu derecelerin varlıklarda hiyerarşi aramaya ve böylece maddeden düşünce ve
inanca kadar varlık derecelerinde düzenleyici gücün ve özgürlüğün yükseldiği,
sonlu varlıkların yalnız insan düşüncesi ve özgürlüğünde sonsuz varlığa açık
bir oluş halinde bulunduğu kanaatine vardık.
1 Mayıs 1968
Hilmi Ziya Ülken
Hilmi Ziya Ülken
İstanbul’da, 1901 yılında doğdu. Babası Mehmet Ziya Ülken kimyager doktordu. Anne tarafı Kazan’ın tanınmış müderrislerinden Kerim Hazret’e uzanır. İlk bilgileri aile dostu İbn-ül Emin Mahmut Kemal Bey’in sohbetlerinden alır. İlköğrenimini “Tefeyyüz” mektebinde; ortaöğrenimini İstanbul Sultanîsi’nde tamamladı. Gençlik yıllarında ateşli bir Anadoluculuk taraftarıdır. 1919’da Reşat Kayı ile Anadolu dergisini çıkarır. Anadolu’nun Bugünkü Vazifeleri birçok eseri arasında ilkidir. 1921’de Mülkiye Mektebi’nden mezun oldu. Ardından İstanbul Edebiyat Fakültesi Beşeri Coğrafya Kürsüsü asistanlığına tayin edildi. Diğer bölümlerin derslerini takip ederek felsefe bölümünden ahlâk sosyoloji ve felsefe tarihi sertifikaları aldı. Çeşitli liselerde tarih, felsefe, psikoloji ve coğrafya dersleri verdi. Umumi İçtimaiyyat ve Türk Tefekkür Tarihi kitaplarıyla ilgi çeken Ülken, 1933 yılında Berlin Üniversitesi Devlet Kütüphanesi’ne gönderildi. Türkiye’ye dönüşünden hemen sonra, Edebiyat Fakültesi Türk Tefekkür Tarihi doçentliğine atandı, 1936’da İçtimaî Doktrinler Tarihi öğretim üyesi oldu. 1940’ta von Aster’in isteğiyle felsefe profesörlüğüne, 1944’te İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Sanat Tarihi profesörlüğüne getirildi. 1957’de ordinaryüs profesör oldu. Yaşamının her safhası doymak bilmeyen bir iştihayla kitap ve kütüphaneler arasında geçti. Yüzlerce makale yazdı, kitaplar hazırladı, çeviriler yaptı. Fransızca ve Türkçe kitap eleştirileri kaleme aldı. Dergiler yayımladı. Sabahattin Eyüboğlu ve Celalettin Ezine ile uzun zaman beraber çıkardıkları hümanist karakterdeki İnsan dergisi entelektüel kesimde ses getirdi. Hemen hemen ilgi göstermediği alan yoktu. Başta İslâm felsefesi, Türk tefekkür tarihi, doktrinler tarihi, sosyoloji, sistematik felsefe, bilim felsefesi, mantık, sanat ve estetik derslerini okuttu, binlerce öğrenci yetiştirdi. Tüm bunların yanında o, tekdüze bir akademisyen profilinin dışındaydı. Sanatçı duyarlılığıyla Posta Yolu, Şeytanla Konuşmalar, Yarım Adam adlı romanlarını yazdı. Şiirle ilgilendi. Resimler çizdi. 1918-1920’lerde kara kalem; 1940-1945 yılları arasında yağlı boya ve 1967-1970 yıllarında kompozisyon çalışmaları yaptı. Hat sanatıyla uğraştı ve müzik bilgisi son derece genişti. Hilmi Ziya Ülken, 5 Haziran 1974’te yaşamını yitirmiştir.