Doğu Batı Sayı 56: Psikanaliz Dersleri
- 150,00 TL
-
112,50 TL
- Stok Durumu: Stokta Yok
Nur Vergin
Kişisel Tarih ve Kimlik İnşası: Nasıl Türk Olunur?
Hakan Kızıltan
Narsisizm ya da Ruhsallığın Ontolojisi
Raşit Tükel
Anksiyete, Savunmalar ve Nesne İlişkileri: Freud ve Melanie Klein’ın Çalışmalarına Bir Bakış
Erich Fromm
Nevrozun Bireysel ve Toplumsal Kökeni
Nilüfer Erdem
İlk Sahne: Gerçek mi, Düşlem mi?
Özge Soysal
Bilmemek ve Dile Getirmek Arasında: Psikanalizin Bilinçdışı Öznesi
Saffet Murat Tura
Totem ve Yabancı
Ecem Zaimoğlu
Rüya: Göğe Yükselen Merdiven
Halûk Sunat
‘Yaratıcı Sanatsal Edim’ ve ‘Yüceltme’nin Psikanalitik Bağlamda Sorgulanışı
Melis Tanık
Frida Kahlo: Aynadan Tuale Aktarılan Sessiz Çığlık
Bella Habip
Özgürlük Arayışına Adanmış Psikanalitik Bir Yaşam Donald Woods Winnicott (1896-1971): Düşüncesi ve Pratiği
Nilgün Tutal
Bu Epigraflı Bir Yazı Olacak
Zafer Çeler
Julia Kristeva ve İçimizdeki Yabancı
Talat Parman
Psikanaliz Nerdedir? Psikanalizin Bir Güçlüğü Olarak “Uygulamalı Psikanaliz”
Tevfika İkiz
Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz?
Coşkun Taştan
Türkiye’ye Erken Giren Psikanaliz Neden Geç Kurumlaştı?
Zeynep Özen Barkot
İzleyici-Özne Sorunu Bağlamında Lacan Sonrası Psikanalitik Film Kuramı
Petru Golban
Modern Tiyatroda Antik Miti Diriltme Aracı Olarak Psikanaliz
İTİRAF HEPİMİZE İYİ GELİR
André
Malraux, bir din adamına “Elli yıldır bu meslektesin, söyle bakalım insanlık
hakkında şimdiye kadar ne öğrendin?” diye sorar. Karşısındaki cevap verir. “Öncelikle, insanlar
düşünebildiğinizden çok daha mutsuz…ve sonra şöyle bir gerçek var ki, yetişkin
insan diye bir şey yok.”
İtiraflar,
bir din adamıyla psikiyatrı ortak noktada buluşturur. Mabette korku ve tevazuyla
fısıldanan bir yakarış divana uzanmış nikbin bir ruhun şikâyetlerinde dile
gelir.
Bütün
mutsuzluklar tek tek itiraf edilmeye başlandığında, insanın “büyük kayıp”larını
aramaya çıkmış imgesiyle karşılaşırız. İnsan, yas tutar bir halde, “büyük kayıp”larını
aramaya koyulmuş bir varlığı anımsatır. O neyi kaybetmiştir de kendini bir
“arayış” içinde hisseder, sürekli yurdunu özler? Bu arayış geleceğe doğru bir huzur
ve sükûna erme gayreti mi, yoksa geriye dönük derin bir eksikliğin ifadesi
midir, bilinmez. Ancak tüm arayışlarda, kayıp bir cennet, kusursuz bir an, yitirilmiş
bir çocukluk vardır. Pek tabii, kaybedileni bulmak adına hangi güzergâhtan
geçilirse geçilsin, hangi yol seçilirse seçilsin tek başına tüm yanıtlar tam bir
yüzleşme olmadan eksik kalacaktır.
Psikanaliz,
insanın neyi kaybettiğine ilişkin geniş bir yorumlamadır. Uygulanan yöntem içerisinde
çocukluktaki ilk kırılmalar, ilk kopuş anları büyük bir önem taşır. Çünkü, kişi
ile dünya arasında kapanmayacak “mesafe”nin izleri bu çağlarda belirir. Yaşamda
karşılaşılan derin travmalar, aslında ilk travmaya bir geri dönüştür. Freud’un
çalışmalarında görüldüğü üzere sürekli başlangıca döneriz. Sözgelimi, aşk ve
sevgi çocukluğun en mutlu anını yeniden yaratma isteği değil midir? Çocukluğun
“unutulmuş” bazı anları ve hatırlanmak istenmeyen sahneleri yaşamın ileriki safhalarını
her bakımdan belirleyebilecek bir kudrete sahiptir. İlk algılar, korku ve kaygının
istem dışı buyur edilişi, olumlu-olumsuz kişilik özellikleri, geçmişte yıldızların
parladığı ve söndüğü anlara benzetilebilir. Pascal’ın deyişiyle küçücük bir
noktanın sonsuzluk üzerinde hâkimiyet kurmasını çağrıştırır bu durum. Ya da benliğimiz
sonsuzlukta göremediğimiz karanlık bir noktaya hapsolmuş vaziyettedir. Belki
de, umutsuzluk ve sıkça tekrar edilegelen yaşamın tekdüzeliği bir ölçüde ruhun
sabit bir noktaya saplanıp kalmasından ileri gelir. Çünkü tekrar hissi yaratan
şeyler ruhun yöneldiği, kendine ‘ideal’ kıldığı, vazgeçilmez bulduğu sabiteleri
oluşturmaktadır. Gelecek mefhumu her türlü değişime fırsat tanırken, hiçbir
şeyin aşılamayıp da çocuklukta açılan bir yaranın bütün yaşam boyunca “kendini
ifade etmek” istemesi, esasen acının ve hayâl kırıklığının ısrarla nerede olduğunun
gösterilmeye çalışılması ne hüzünlüdür! Bu yönüyle, bütün ‘yetişkin’ler,
geçmişte dağılan sevgi parçalarını, rengârenk oyun taşlarını benliklerinin
aynalarında kendince bir araya getirmeye çalışan çocuklara benzerler.
Psikanalizin
uğraşısı insandaki bilinçdışını keşfetmeye yönelik bir çabadır. Divandaki
hastanın bazen basitçe geçiştirdiği, söylemek istemediği ya da tam olarak ifade
edemediği şeyler, hiç adım atılmamış, hiç izi sürülmemiş ya da hiç
dokunulmamış bir dünyanın kapılarını ardına kadar aralar. İtiraflar,
anlatılar, serbest çağrışımlar, anılar, imge ve rüyalar psikanalistin ruh
arşivinden topladığı malzemelerdir. İnsan ruhunun arşivlerinde gezindikçe, orada
bilinmedik ne melankoliler yatmakta, ne fobiler ne nevrozlar uyumakta, ne
histeriler kahkaha atmakta, ne şizofreniler birbiriyle dans etmektedir! Kaygı
ülkesinin karanlıklarına indikçe kendi adasında yaşayan milyonlarca Robinson
görülür. Dehlizlerde keşfe çıkan psikanalist, gerçeğe ayna tutmak adına
çözümlemelerini hep başka bir evrene yansıtır. Muhtemeldir ki, bilinçdışında
gezinen, yaşamımıza ortak olan ikinci bir kişi daha vardır. Kimdir, bu meçhul varlık? Binbir Gece Masalları’ndaki
acımasız cellât mı, yoksa Kafkaesk öykülerden süzülüp gelen bir karakter mi?…Müdahale
eden, kesintiye uğratan, yasaklar üreten, acımasız sorgulamalara girişen, yargılayan,
kuşku tohumları eken ve dahası ağır bir yorgunluk hissi veren…Kendimizi
tanımadığımız anlarda, örneğin hiç beklenmeyecek bir davranış sergilediğimizde
bu kişi bize çok yakın, dış dünyayı olduğu gibi kabul edip onayladığımızda, yani
ideal mutluluk anlarında çok uzağımızdadır.
Evet, itiraf hepimize bir nebze olsun iyi
gelir. Sağaltıcı bir merhem yerine geçer. Ruhumuza dokunur, yaraları öper ve okşar.
Kendimizle ve başka varlıklarla yeniden hasbihâl imkânı sağlar. Benliğin karanlık
duvarlarındaki pencereleri açar. Ve hiç umulmadık anlarda, “yaşama sevinci”
tekrar geri döner, anksiyete suları bir müddet durgunluk kazanır.
Taşkın Takış