Doğu Batı Sayı 58: Türk Muhafazakârlığının Eleştirisi
- 180,00 TL
-
135,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Süleyman Seyfi Öğün
Lümpen Muhafazakârlık Üzerine
Nazım İrem
Türk Muhafazakâr Modernleşmesinin Sınırları: Kültürcü Özgünlük ve Eksik Liberalizm
Rasim Özgür Dönmez
Adalet ve Kalkınma Partisi: İslâmcılıktan Post Kemalist Bir Anlatıya Doğru
Fırat Mollaer
Klasik Muhafazakârlıktan Tekno-Muhafazakârlığa: Tanım Sorunları, Temeller ve Değişmeler
Haluk Efekan
Muhafazakârlığın Hermenötiği
Aytül Tamer
Muhayyel Komünizm: Türk Sağının Anti-Komünizm Propagandası
İpek Göçmen
Muhafazakârlık, Neoliberalizm ve Sosyal Politika: Türkiye’de Din Temelli Sosyal Yardım Organizasyonları
Hasan Ufuk Aktaşlı
Türk Muhafazakârlığı ve Kemalizm: Diyalektik Bir İlişki
İlyas Söğütlü
Tarihsel ve Toplumsal Bağlamı İçinde Kemalizm, Aydınlanma, Muhafazakârlık İlişkisi Üzerine Bir Derkenar
Aytaç Yıldız
Kuruluş Sürecinde Cumhuriyet Muhafazakârlığı: Peyami Safa’nın Kemalizm Yorumu
Necmettin Doğan
Türk Muhafazakârlığının Devlet Algısı: Nurettin Topçu Örneği
Özgür Akyol
Sabahattin Zaim’de Muhafazakârlık Düşüncesi
Ahmet Özcan
Muhafazakâr Tarihçiliğin Popüler Yüzü: “İnanmıyorum Bana Öğretilen Tarihe!”
“HİRA DAĞI KADAR MÜSLÜMAN TANRI DAĞI KADAR TÜRK…”
Harabîsin harabâti
değilsin
Gözün mazidedir
âti değilsin
Ziya Gökalp
Ne harabî ne
harabâtiyim
Kökü mazide olan
âtiyim
Yahya Kemâl
Muhafazakârlık her şeyden önce
bir “hissiyat” biçimine bağlıdır. Bu düşünceyi geniş bir hassasiyetler
çatışması içinde tanımlamak, onu belli bir “duyuş”, “tavır” ve “tepki” kalıpları
içinde okumak mümkündür. Belki de bu yüzden başka ideolojilerle kıyaslanamayacak
bir belirsizliği ve soyutluğu barındırır. Muhafazakâr düşünce ancak “tepki”sini
dile getirdiğinde, “derin hissiyatı”nı ifade ettiğinde yüzeye çıkabilir ve her
yöne doğru temayül kazanabilir. Gaye, her defasında köklere inebilmektir; gelenek,
kültür, tarih ve geçmiş zaman algısı etrafında bütünlüklü yapı ve kurumlar
inşa edebilmektir. Geçmişteki her şey canlılığını ve tazeliğini hâlâ korumaktadır.
Bugünün ıstırabını ancak altın harflerle yazılmış bir mazinin şefkatli
kollarında dindirebiliriz. Dünya görüşünü adeta bir koza gibi örmek isteyen bu ahlâkî
hassasiyetler lügatinin karşılaşılabileceği en uğursuz kelime “inkılâp”tır ve
bu müthiş tedirgin edici kelime her türlü ucubeliği çağrıştırır. İnkılâplar, yani
aslî değerlere sırtını dönmüş bütün yenilikler, hafızaları donuklaştıran bir tahribat
yaratmıştır. Muhafazakârlığın ele aldığı meselelerde geçmişin muazzam gölgesi
daima üstümüzdedir. Huşu, saygı, azâmet ve ihtişam… Ezelî, kutsal ve hiç
dokunulmamış bir saha açılır önümüze. Âdeta ölüler, dirileri yönetmektedir. Toplum
vicdanına doğrudan nüfuz eden, toplumu harekete geçirebilen dört başı mamur
aksülameller yaratmak muhafazakâr siyasetin söylemini oluşturur. Ve motivasyon
düzeyi son derece yüksek bu söylem içerisinde gerçekler speküle edilmeye,
olgular değiştirilmeye son derece müsaittir.
“Gericilik buysa ben bir mürteciyim!” sözü Türk
siyasal hayatında muhafazakârların iftihar edebilecekleri bir söz olmuştur… Türkiye’de
dönem dönem geniş çapta ihya ve inşa hareketine girişmek büyük dava adamlarının
misyonuydu: Kendini, tarihini, dinini ve milletini tanıyan nesiller yaratabilmek…
Gelgelelim, muhafaza etmeye yönelik bu tutum Batı modernleşmesinde dinî, estetik,
kültürel ve tarihsel üslûbunu yakalarken Türk
muhafazakârlığının “koruma” algısı herhangi bir restorasyon bilincine erişememiştir. Muhafazakâr duyuşa sahip olan
grup ve cemâatler arasında bugüne dek “kökü mazide olan bir âti” tavrı gelişmemiştir.
Daha çok bahse konu olan gözü mazide olmayan bir “şimdi”dir. Maddi ve modern
reflekslerle donanmış “şimdi” üzerinde hâkimiyet sürebilme isteğidir. Muhafazakâr
topluluklar, “Kemalizm” ve “Resmî ideoloji” karşısında tepkisini ortaya
koyarken kendi kapalı dünyalarını, tek yanlılıklarını sorgulayabilmiş
değillerdir. Kısa yoldan bütün günahlar Türk modernleşmesinin sakat ve çarpık
gelişimine yüklenmiştir. Bu paradoks en çok şu örneğe benzetilebilir: Birbirine
benzeyen binlerce Atatürk heykelinin karşısına gene aynı biçimsizlikte Camiler
inşa etmek… Elbette örnekler çoğaltılabilir. Sonuçta, muhafazakârlık Kemalizmi
eleştirdiği ölçüde en çok ona benzeyen bir yapı olup çıkmıştır. Türk
muhafazakârları uzun süre “jakoben”, “toplum mühendisleri”nden yakınmışlardır
ama 1950’lerden itibaren sağ cenahtaki mühendis-teknokrat zihniyet derme çatma
bir şehirleşme ve yaşam kültürünü ortaya koymuştur. Gelenekten ve kültürden
tevarüs edilenlerle değil de, Batı’dan öğrenilenler ölçüsünde siyasî ve ekonomik
gelişmelere intibak edilmiştir. Pozitivizm, muhafazakâr aydınlar tarafından
eleştirilmişse bile bu felsefenin başarılı uygulayıcıları gene muhafazakârlar
olmuştur. Böylelikle otoriteyi besleyen, evrenselliğin karşısında sert cemaatçi
bir yapılanmayı tercih eden, liberal ekonomiye eklemlenme çabasındaki bir
oluşum, hiçbir zaman büyük harflerle yazılmış bir medeniyet projesinin devamı
olarak görülemez.
Uzun
yıllar “Hira dağı kadar Müslüman Tanrı dağı kadar Türk”
diye yankılanan bir ses bugün kutsalla bağlarını yitirmiş ve modern dünyanın alışılmış,
bilinen sıradan tepkilerini vermektedir. Türk muhafazakârları artık mağdur ve
muhalif kimliklerinden sıyrılıp, siyasetin ve mevki yarışının kurallarını iyice
kavramış, bir kurt masalını çağrıştıran tonlamalara yakın, “muhafaza” etmekten
çok bir “değişim”
hikâyesi yazdıklarını iddia etmektedirler.
Taşkın Takış