Doğu Batı Sayı 109: Türkiye'de Siyasal Hayat - I
- 150,00 TL
-
112,50 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
- Genel Yayın Yönetmeni: Taşkın Takış
- Onursal Kurucuları: Halil İnalcık, Şerif Mardin
- Yayın Kurulu: Oğuz Adanır, Ali Akay, Özcan Doğan, Kurtuluş Kayalı, Cansu Özge Özmen, Armağan Öztürk, Özgür Taburoğlu, Aytaç Yıldız
- Dergi Başlığı: Türkiye'de Siyasal Hayat - I
- Dönem: Mayıs, Haziran, Temmuz 2024 [Yıl 27, Sayı: 109]
- Basım Bilgisi: 2000 Adet / 1. Basım: Mart 2024
- Sayfa Sayısı: 255
- ISSN: 1303-7242
- Barkod: 9771303721091
- Boyutları: 16,5 x 24 cm
TÜRKİYE’DE SİYASAL HAYAT - I
Armağan Öztürk
Türkiye’de
Siyasi Kültürün Epistemolojik Çerçevesi
Ali Yaşar Sarıbay
Siyasal
Hayatın Ontolojisi: Toplumun Kurumlandırılması
Fatih Demirci
Türk
Anayasa Geleneğinde Bir Eksiklik Olarak Anayasacılık
E. Fuat Keyman
Çoklu
Küresel Kriz, İkinci Yüzyılında Türkiye ve Sivil Toplum
Menderes Çınar
100.
Yılında Cumhuriyet: Yeniden Kazanılması Gereken Bir Gelecek Projesi
Nurettin Kalkan
Rekabetçi
Otoriter Rejimlerde Muhalefetin Koordinasyon Problemi: 14 Mayıs 2023 Türkiye
Milletvekili Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Örneği
Yunus Şahbaz
Türkiye’de
Splinter Partiler (1960-1980)
Mete Kaan Kaynar
“Kabine”den “Kabile”ye, “Başbakanlık”tan “Reistokrasi”ye
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi
Fahri Bakırcı
Demokrasi-Siyasal
Partiler İlişkisi ve Türkiye’deki Mevcut Durum Üzerine
İsmet Parlak
Popülizm-Milliyetçilik
Ekseninde ‘Değer’siz Kimlik Siyaseti: Erdoğan’ın Seçim Konuşmalarında Öteki
Yavuz Çobanoğlu
İslâmcılık
ve Cinsellik: 100. Yılda Türk Politik Kültüründeki Bir Zihniyet ve Ahlâk
Problemine Giriş
Yavuz Yıldırım
Türkiye’de
Toplumsal Hareketler ve Siyasal Fırsat Yapısı: İslâmcı Hareketin İktidardaki
Dönüşümü
Türkiye’de Siyasal Hayat
Türk siyasi hayatı siyasal modernleşmenin gölgesinde şekillendi.
Siyasete etki eden tüm aktörler modernleşmenin itici güç olduğu bir konjonktür
içinde konum aldı. Bu genel tespitin ışığında tarihe daha nüanslı bir şekilde
baktığımızda ise karşımıza bir dizi sistemik unsur çıkıyor: Öncelikle üretilen
siyaset(lerin) tarihsel sosyolojik anlamda bazı yapısal kısıtlar içinde hareket
ettiğini söyleyebiliriz.
Devlet aygıtının fazlasıyla güçlü, sivil toplumun ise zayıf olduğu
Asyatik toplum modeli ilk önemli ayrıntıya karşılık gelmektedir. Bu zemin
içerisinde kamusal alan demokratik kültüre istikrar kazandıracak kadar
genişleyemedi hiçbir zaman. Dahası sivil aktörler demokratik kültürü tam
anlamıyla içselleştiremediler. İslâmcısından Kemalistine, liberalinden
muhafazakârına, sosyalistinden milliyetçisine bu ülkenin farklı ideolojik
formlarının takipçilerinde çoğunlukçu bakış hep baskın konumda oldu. Farklı
olana tahammül etmeme, görüş ve tezleri sadece ait olduğu mahalledeki yankı
odalarında dillendirme ve ötekine karşı mahkûm edici bakış demokratik müzakere
yollarını en baştan itibaren tıkadı.
Bu antidemokratik üst yapıyla sınıfsal pozisyonlar arasındaki
ilişki de sorunsallaştırılabilir. Patrimonyal siyasete atıfla zengin/sözde
burjuva sınıfıyla devlet aygıtı arasındaki ilişki bağımlılık temelinde
şekillendi. Burjuvazinin, düşünsel özerkliği, sivil toplumu ve demokratik
kültürü destekleyen bir özne gibi davranmaması, yani kamusal alana etki eden
politik angajmanlardan özenle kaçınması devlet-toplum ilişkisindeki
dengesizliği güçlendirmiştir. Tabii burjuvazinin bir iç çeşitliliğe sahip
olduğu, en azından İslâmi ve seküler kesimlerin sözde burjuva sınıfı içinde
ayrı kompartımanlar şeklinde hareket ettiği doğrudur. Ancak bu durum sözde
burjuvazinin göreli zayıflığı argümanında bir değişikliğe yol açacak nitelikte
kapsamlı sonuçları beraberinde getirmemektedir.
Devletin sınıflar üstü konumu köylü ve işçi sınıfları bakımından
da tartışmaya açılabilir. Türkiye’de tarım nüfusu oldukça geç bir tarihte
tasfiye olmuştur. Modernleşme tecrübemiz iki yüz yılı aşmış olmasına rağmen
geniş köylü kitlenin kentli nüfusunun gerisinde kaldığı yıllar 1980’lere
karşılık gelmektedir. Tarım toplumu koşullarının çok uzun bir süre sosyolojik
vasatı temsil etmesi ekonomik ve siyasi modernleşmemizi oldukça olumsuz
etkilemiştir. Tarım kapitalistleşmediğinden ülke kalkınma için ihtiyaç duyduğu
sermayeyi dışarıda aramış, bu sermaye eksikliği durumu da ekonomi dolayımıyla
toplumsal hayatı istikrarsızlaştırmıştır. Osmanlı-Türkiye ekonomisi istisnai
dönemler hariç dışarıya sattığından daha fazlasını alan, döviz kıtlığı
nedeniyle ödemeler dengesi açığı veren, işsizliği ve fiyat artışını makul
seviyelere indirmekte zorluk çeken bir ülke görünümü sergilemiştir. Ekonomik
krizlerin siyasi krizleri tetiklediği, kırılgan demokrasinin ya askerî darbeler
ya da seçilmiş hükümetler yoluyla otoriterleştiği yıllar Türk siyasi tarihini
özetlemektedir.
Bu noktada bürokrasi-köylülük ilişkisine dair bir hatırlatmada
bulunmak gerekli. Türkiye’de bürokrasi tarımın tasfiyesini geciktiren bir
strateji izlemiştir. Aşar vergisinin kaldırılması, Köy Enstitüleri girişimi ve
tarımsal ürünlere uygulanan yüksek düzey sübvansiyonlar geniş köylü kitlenin
kırsal alanı terk etmesini geciktirmiştir. Sözde burjuvaziye karşı köylüyü
koruyan bürokratik siyasetin Kemalizmin hem sağ hem de sol versiyonlarında
oldukça etkili olduğu söylenebilir. Kırsal kesimdeki nüfus fazlalığının
siyasete en önemli etkisi ise muhafazakârlık olmuştur. Kentleşme, vatandaşlık
bilinci, ekonomik ve siyasal modernleşme aşamaları olgunlaşmadan herkesin seçme
ve seçilme hakkına sahip olması Türk demokrasisini vatandaşlık haklarını
zamanla genişleten gelişmiş burjuva demokrasilerinden ayıran en önemli
toplumsal etmendir. Sağ partilerin siyasetteki hegemonik konumu önemli ölçüde
bu köylülük-muhafazakârlık ilişkisiyle yakından ilgilidir.
Türk siyasetini belirleyen yapısal faktörler meselesinde son
olarak dış konjonktüre değinilebilir. 1923-1945 arası ulus devlet inşa dönemi
hariç tutulursa Türk siyasi hayatı hemen her dönem uluslararası siyasetin
etkisine açık bir seyir izlemiştir. Ülkedeki politik hayat kapitalist-liberal
dünya düzeni ve bu düzendeki kompozisyon değişikliklerine fazlasıyla
duyarlıdır. Bu bağlamda Batı dünyasında demokrasi momentinin gerilemesiyle
Türkiye’nin otoriterleşmesi süreci arasında yapısal bir devamlılık olduğu
söylenebilir.
Siyasi hayata damgasını vuran yakın dönem gelişmeler bakımından
ise iki başlık ön plana çıkmaktadır: Öncelikle kriz meselesine değinebiliriz.
Türkiye toplumu son on yılda gittikçe derinleşen bir krizle birlikte yaşamak
zorunda kalmıştır. Toplumsal yozlaşma, gündelik yaşamda anomi, giderek daha
fazla sayıda insanın beklenti ve alışkanlıklarının altında bir hayata razı
olması ve devlet aygıtı içerisinde güç müdahalesi, deneyimlediğimiz kriz
halinin başlıca göstergelerine karşılık gelmektedir.
İkinci mesele Türk demokrasisindeki irtifa kaybıyla ilgilidir.
Türkiye’de demokrasinin seviyesi temel hak ve özgürlüklerin siyasal sistem
içerisinde öncelikli bir alan olmaktan çıkması ve bloklar halinde kutuplaşmanın
müzakere zeminini ortadan kaldırması gibi nedenlerle sürekli bir şekilde
gerilemektedir. Bu süreç içerisinde siyasi kriz devlet krizi şeklinde yeni bir
boyut kazanmış ve çatışmacı zemin aynı anda hem sivil toplum hem de siyasi
toplumu kapsayacak ölçüde genişlemiştir. Tüm çatışmaların kristalize olduğu bir
zeminde, Erdoğan rejiminin otoriter popülizme doğru istikrar kazanması,
sistemin muhaliflerinin ise seçim ittifakları yoluyla karşı tarihsel blok
inşasına katkı sunması yakın dönem Türk siyasi hayatının özeti niteliğindedir.
Bu genel çerçeve dışında ayrıca yazı ve yazarlarımıza
değinebiliriz. Türkiye’de Siyasal Hayat I-II sayılarının ilk makalesi
Armağan Öztürk tarafından kaleme alındı. Siyasi kültürün epistemolojik
çerçevesine ışık tutmaya çalışan Öztürk Türkiye siyasetindeki uzun dönem
eğilimleri ve başlıca aktörleri ortak bir kavram seti içerisinde
kavramlaştırmayı amaçlamaktadır.
Bir sonraki makalemiz Ali Yaşar Sarıbay’a ait. Sarıbay Türkiye’nin
modernleşme serüvenini bir dünyaya açılma veya dünyasallaşma süreci olarak
tanımlamaktadır. İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş bu değişimin mahiyetini
farklılaştırmış ama yönünü sabit kılmıştır. Sarıbay, makalesinde Cornelius
Castoriadis’in teorik çerçevesine dayanarak ulus devletin kurumsallaşma
sürecini analiz etmeye çalışmaktadır.
Türk Anayasa Geleneğinde Bir Eksiklik Olarak Anayasacılık adlı çalışmasında
Fatih Demirci’nin ortaya koyduğu temel tez ise Türk siyasal hayatının hukuki
çerçevesini çizen anayasaların iktidarı sınırlamaktan çok olağanüstü dönemlerde
devleti güçlendirmeyi amaçlayan bir bakış açısını yansıttığı yönündedir. Bu
hatırlatma bağlamında Türkiye’de anayasalar anayasacılık hareketi tarafından
yönlendirilen metinler olmaktan uzak bir içeriğe sahip, sadece biçimsel anlamda
anayasa standartlarını taşıyan, gerçekte ise anayasal ruhtan uzak belgelere
karşılık gelmektedir.
E. Fuat Keyman’ın metni Türkiye’deki demokrasi eksikliği sorununu
parantez içine alarak sivil toplum kavramını yeniden tartışmayı amaçlıyor.
Yazara göre bir çoklu küresel kriz çağında yaşıyoruz. Belirsiz, güvensiz,
kutuplaşma derecesi çok yüksek bir dönemden geçiyoruz. Gerek yaşadığımız
küreselleşen dünya gerekse Türkiye, belirsizlik ve güvensizlik içinde endişe ya
da korku toplumuna dönüşmüş durumda. Bu vasat karşısında sivil toplumu yeninden
canlandırma ve kamusal alanda etkili aktörlere dönüştürme çabası daha da önemli
hale geliyor. Yazarın önerisi sivil düşünce kuruluşları, kent-mahalle
konseyleri ve diğer sivil inisiyatiflerini içine alan yeni bir kamusallığın
teorik inşasıyla ilgili.
Menderes Çınar kaleme aldığı makalede cumhuriyetin demokratik
potansiyelini tartışmaya açıyor. Yazara göre Türk demokrasisi çatışmaları
iyileştirme ve eşit yurttaşlık siyasetine alan açma gibi hususlar bakımından
kırılgan bir içeriğe sahip. Bu tarihsel-yapısal bagajı dikkate almak kaydıyla
kusurlu demokrasiyi teslim olduğu aşırı sağ otoriterlikten kurtarmak ise
politik bir ihtiyaç olarak önümüzde durmakta.
Siyasi hayatı ampirik bir zeminde tahlil eden iki metin okuyacağız
peş peşe: Öncelikle Nurettin Kalkan tarafından kaleme alınan Rekabetçi
Otoriter Rejimlerde Muhalefetin Koordinasyon Problemi adlı makale Mayıs
2023 seçimlerinin muhalefet açısından büyük bir yenilgiyle sonuçlanmasını
ittifak siyasetindeki kurgu ve koordinasyon sorunu bakımından ele almakta.
Yazara göre ittifak formülasyonu en baştan itibaren yanlış dizayn edildi.
Ayrıca partiler arasında verimli işbirliği iklimi bir türlü tesis edilemedi.
Yunus Şahbaz ise Türkiye’de siyasi parti-seçim sistemi ilişkisini inceledi.
Yazara göre Türk parti sistemi ve Türk siyasal hayatında göz ardı edilmemesi
gereken ana unsurlardan birisi splinter partilerdir. Sartori’nin
terminolojisine atıfla “şantajcı” parti gibi davranan splinter partiler
konjonktürel koşulların da etkisiyle partiler arası siyaseti güçlü bir şekilde
etkileyebilmektedir. Şahbaz, 1960-1980 döneminde etkili olmuş iki splinter
partiyi, Yani Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Demokratik Parti’yi ayrıntılı bir
şekilde ele alıyor. Çalışma ortaya konulan çerçevenin 2018 sonrası parti
bölünmeleri açısından da işlevsel olduğunu gösteren bir dizi ayrıntıya sahip.
Bir sonraki çalışma Mete Kaan Kaynar’a ait. Cumhurbaşkanlığı
hükümet sisteminin inşa sürecini siyasi tarih zemininde tartışmaya açan yazara
göre kabine-başbakanlığın kabile-reise evrildiği metaforik bir kırılmayı
deneyimlemekte Türk siyaseti. Türkiye’de demokrasi-siyasi parti ilişkisini ele
alan Fahri Bakırcı ise demokratik iç işleyişe sahip olmayan siyasi partilerin
biat kültürünü yeniden ürettiğini ileri sürmekte. Yazara göre siyasi partiler
bağımlılık ilişkisini kurumsallaştırdıkça demokratik kültürden daha da
uzaklaşıyoruz. Rejimin Neo-Patrimonyal Sultanizme sürüklenmesiyle siyasi
partilerdeki bu demokrasi eksikliği sorunu arasında ise yakın bir bağ var.
Mevcut Siyasi Partiler Kanununun lider sultasına dayalı siyasi parti düzeninin
yapısal dayanaklarından biri olarak iş gördüğü tespiti çalışmanın üzerinde
durduğu bir diğer hususa karşılık gelmekte.
Popülizm-Milliyetçilik Ekseninde Kimlik Siyaseti: Erdoğan’ın Seçim
Konuşmalarında Öteki adlı makale İsmet Parlak’a ait. Yazar 14-28 Mayıs seçim sürecinin
iktidar partisi özelinde söylemsel analizini yapıyor. Parlak’a göre Erdoğan
seçmeni ikna etmek için değer ve kimlik temelli bir dil kullanmış durumda.
Parlak’ın çalışmasını din-siyaset ilişkisi üzerine iki önemli metin takip
etmekte.
İlk çalışma Yavuz Çobanoğlu’na ait. Yazar geleneksel toplum düzeni
ve İslâm dinindeki cinsellik normlarını sosyolojik bir dikkatle ele alıyor.
Çobanoğlu’na göre İslâmcı zihniyet dünyasının cinsellik söylemi hem tavır hem
de eylemler düzeyinde bir hayli sorunlu. Bir diğer çalışma Yavuz Yıldırım
tarafından kaleme alındı. İslâmcı hareketin siyasetle ve devletle kurduğu
ilişkiyi parantez içine alan makale Türkiye siyasetindeki dönüşümü toplumsal
hareket perspektifi içinden okumalarla temellendirmeye çalışmakta. Yıldırım’a
göre İslâmcı hareket, hareket olma özelliğini yitirerek devleti korumayı esas
alan bir kuruma dönüşmüş durumda.
Bir sonra gelen II. Ciltteki ilk çalışmamız Bir İdeoloji Olarak
Atatürkçülük adını taşıyor. Makalenin yazarı Armağan Öztürk’e
göre Atatürkçülük seyrek bir ideoloji. Bu ideolojinin cumhuriyetçilik, laiklik
ve milliyetçilik gibi siyasi yönelim ve düzenlemelerle yoğun bir ilişkisi var.
Metin, Kemalizme yönelik eleştiriler ve Post-Kemalizm koşullarında ortaya çıkan
son durumu tahlil eden bir dizi tespitle sona eriyor.
Sayımızda CHP’yi tartışmaya açan iki makale ve bir de röportaj yer
almakta. Seren Selvin Korkmaz tarafından kaleme alınan Cumhuriyet Halk
Partisi ve İttifaklar Siyaseti adlı çalışma 2023 seçim sürecindeki ittifak
stratejisini tartışmaya açmakta. CHP’nin ittifak stratejisi karar alma
mekanizmalarındaki aktör değişiklikleri ve ülkedeki yapısal, kurumsal
faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan, deneyimlenerek geliştirilen bir siyasi
yöntemdir. Öte yandan ittifak stratejisinin kendisi de zamanla partinin
kimliğinde ve siyaset yapma tarzında bir değişikliğe sebep olmuştur. Yazara
göre ana muhalefet partisi farklı ideolojileri bir arada tutan uzlaştırıcı,
arabulucu bir moderatör parti rolüne bürünerek hem ittifakların başat aktörü
olmuş hem de denge siyasetinin sınırlarını deneyimlemiştir.
Behlül Özkan’ın Kılıçdaroğlu’nun CHP Liderliği Dönemi
üzerine yaptığı analiz işbirlikçilik kavramını ön plana çıkarıyor. Çalışmanın
temel savı; AKP’nin çok da başarılı olmayan yönetsel performansına rağmen
iktidarda kalabilmesinin bir nedeninin Kılıçdaroğlu’nun iktidarla girdiği
işbirlikçi ilişki olduğudur. Direniş, boykot, sine-i millete dönmek ve benzeri
mücadele yolları yerine Kılıçdaroğlu, devlet ve bürokrasiyle temas halinde
kalarak iktidarın kendisine devredileceği varsayımı üzerine muhalefeti inşa
etti. Ana muhalefet liderinin iktidar bloğuyla eklemlenme düzeyindeki bu
çarpıklık seçim yenilgisiyle sonuçlanan politik eylemlilik halinin en büyük
zaafı olarak yakın dönem siyasi tarihimize damga vurdu.
CHP Parti Meclisi üyesi Ali Haydar Fırat’la Türkiye’de
Muhalefet, CHP ve Demokrasi üzerine yaptığımız röportaj Halk Partisi’nin
genel seçimde aldığı ağır yenilgiyi, Kılıçdaroğlu’nun liderlik performansını,
Halk Partisi’ndeki ideoloji ve örgüt sorununu ve ayrıca yeni dönemi masaya
yatırıyor.
Vahap Coşkun’un makalesiyle birlikte odak noktamız Kürt hareketine
doğru kayıyor. HEP’ten DEM’e Kürt siyasetinde adı öne çıkmış partileri analiz
eden Coşkun 2015 sonrası süreçte ciddi bir kırılma yaşandığını iddia etmekte.
Kürt hareketi öncülüğünde kurulan partiler göreli bir şekilde toplumdaki
popülerliklerini yitirmekte. Bu dramatik dönüşümü sadece siyasi iktidarla Kürt
hareketi arasındaki gerilimli ilişki üzerinden açıklamak ise imkânsız. PKK ile
arasına mesafe koymayan, Türk sosyalistlerine fazlasıyla geniş bir politik
manevra alanı açan ve son olarak yeni kuşak seçmenlerin beklentileri okumakta
güçlük çeken Kürt hareketi siyasal gücünü yavaş yavaş yitiriyor.
Ses Partisi Genel Başkanı Ayhan Bilgen’le yapılan röportaj ise
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde muhalefet sorununu kendisine referans
alıyor. Kürt hareketinin bugünkü durumu, siyasi partilerde parti içi demokrasi
eksikliği meselesi ve yaklaşan yerel seçimler Bilgen tarafından vurgulanan
diğer konu başlıklarına karşılık gelmekte.
“Türkiye’de Siyasal Hayat” konulu sayılarımızın son yazıları barış
fikri, şiddet, şiddeti meşrulaştıran söylemler, askerî darbeler ve merkez-çevre
gibi konu başlıklarına ayrılmış durumda. Simten Coşar tarafından kaleme alınan 100
Yıllık Cumhuriyet için Barışa Bakmak adlı makale Türkiye’de Cumhuriyet
tarihi boyunca gündeme gelen barış talepleri ve barış tanımlarını tartışmaya
açıyor. Kopuş ve süreklilikleri feminist bir perspektiften ele alan yazar barış
talebinin politikleşme sürecindeki dönemsel dinamikleri okuyucunun dikkatine
sunuyor.
Yazısında Türk siyasal hayatında şiddetin rolünü ele alan Gülbeyaz
Karakuş ise siyasi kimlikler ve ideolojilerin meşrulaştırıcı işlevine dikkat
çekmekte. Siyasi konumlanmada, mutlak haklılık ve “öteki”nin mutlak haksızlığı
anlayışı, her ne kadar şiddete “karşı olunsa da” bir şekilde şiddeti ve şiddet
faillerini karşıtı üzerinden aklamaktadır. Bir sonraki makalemiz Cengiz Sunay
tarafından kaleme alındı. 27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a kadar çeşitli darbe
girişimlerini tahlil eden yazara göre Silahlı Kuvvetler içinde bir darbe
geleneği olsa da ortaya konulan gerekçeler ve organizasyon şeması bakımından
darbe girişimlerin siyasi niteliği bir hayli çoğulcudur. Bu bağlamda her yeni
olayda kendini tekrar eden tek bir tip darbe tarihinden bahsetmek oldukça
güçtür. Hilmi Demir, Gülenist Kültte Hıncın Teo-Politiği adını taşıyan makale
dinî bir cemaatin kült bir yapıya doğru radikalleşme sürecini
sorunsallaştırıyor. Yazara göre kült yapılar ötekine karşı şeytanlaştırıcı bir
dil kullandıkları için hıncın toplumsallaşmasına ve siyasal kutuplaşmaya hizmet
ediyor. II. cildin son çalışması ise Oğuz Adanır’a ait. Yazar, Şerif Mardin ve
Sabri Ülgener referanslarıyla Türkiye’deki merkez-taşra gerilimini analiz
etmeye çalışıyor. Adanır’ın metninde dinin toplumsal hayattaki yeri ve güncel
siyaset üzerine yorumlar önemli ara başlıklar olarak dikkat çekmekte.
Doğu
Batı