• İntihar

İntihar

  • 270,00 TL
  • 189,00 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Durkheim, bir sosyal bilimler klasiği olan İntihar’da, “bilinçli ölüm” dediği kendini öldürme eyleminin nedenlerini, türlerini ve gerçekleşme biçimlerini tartışıyor. İntihar deyince ilk akla gelen kasıtlı “kendini öldürme” vakaları dışında, Durkheim, kendini öldürme maksadıyla yapılmasa dahi, açık bir ölüm ihtimali barındıran ve ölümle sonuçlanan her eylemi intihar olarak değerlendiriyor; bireysel, dinsel ya da siyasal hırslarla girişilen ölümcül eylemleri intiharın farklı türleri olarak yorumluyor. İntiharı bir delilik hali ya da akıl hastalığının ürünü olarak gören birçok çağdaşının aksine, Durkheim toplumsal nedenlere, aile, dinî inanç, siyasal ve ekonomik koşullar gibi faktörlere odaklanıyor. İntihar vakalarında tarihsel olarak görülen artışta modern zamanların etkisine işaret ederken, yeni sosyal ve ekonomik dünyada giderek yalnızlaşan bireylerde “hayattan kopma” ve “kendinden vazgeçme” eğiliminin korkutucu boyutlara geldiğini söyleyerek önemli uyarılarda bulunuyor. Durkheim, bir bilim insanı hassasiyetiyle, yaşadığı dönemde yazılmış ve uzaktan ya da yakından intihar meselesiyle bağıntılı olan her çalışmayı titizlikle tartışıyor ve bu tartışmaları kapsamlı istatistiklerle destekliyor. İntihar’ın yüz yılı aşkın bir süredir okunan bir sosyal bilimler klasiği haline gelmesinin nedeni de budur kuşkusuz.

Felsefe ölüme sürükler, sosyoloji ise intihara.” Jean Baudrillard


  • Yazar: Émile Durkheim
  • Kitabın Başlığı: İntihar
  • Orijinal Başlık: Le suicide
  • Çeviren: Özcan Doğan [Fransızca]
  • Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
  • Kapak Tasarımı: Harun Ak
  • Kapak Resmi: Vincent van Gogh, Buğday Tarlası ve Kargalar, 1890.
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 290; Sosyoloji Dizisi - 43
  • Basım Bilgileri: 2. Basım: Ocak 2024 (1. Basım: Ocak 2021)
  • Sayfa Sayısı: 507
  • ISBN: 978-625-7030-44-1
  • Boyutları: 13,5 x 21
 
 
Önsöz 
 
Giriş
 
I. Nesnel bir tanımla araştırma konusunun belirlenmesi. İntihara dair nesnel bir tanım. Bu tanım keyfî dışlamaları ve yanıltıcı yakınlaşmaları engeller. Hayvan intiharlarını dışarıda tu­tuyoruz. Bu tanım intiharın olağan davranış biçimleriyle iliş­kilerini ortaya koyar
 
II. Bireysel intihar ile kolektif olgu olarak intihar arasındaki fark. Toplumsal intihar oranı; bu oranın tanımlanması. Bu oranın sürekliliği ve öznitelikleri genel ölüm oranından ileridedir. 
     Toplumsal intihar oranı sui generis bir olgudur; elimizdeki çalışmanın konusu budur. Eserin bölümleri
 
Genel bibliyografya
 
Birinci Kitap 
Toplum-Dışı Etkenler
 
Birinci Bölüm 
İntihar ve Psikopatik Durumlar
 
Toplumsal intihar oranlarını etkileyebilen başlıca toplum-dışı etkenler: Yeteri düzeyde genel bireysel eğilimler; fiziksel ortama bağlı durumlar.
 
I. İntiharı salt bir delilik neticesi olarak gören teori. Bunu gösteren iki yöntem: 1. İntihar sui generis bir monomanidir; 2. İntihar başka yerde görülmeyen bir delilik sendromudur
 
II. İntihar bir monomani midir? Monomanilerin varlığı artık kabul edilmemektedir. Bu hipotezle tezat oluşturan klinik ve psikolojik nedenler
 
III. İntihar deliliğin spesifik bir evresi midir? Akıl hastalığına dayalı tüm intiharların dört türe indirgenmesi. Bu çerçevenin dışında kalan bilinçli intiharlar
 
IV. İntihar, deliliğin bir ürünü olmadığı durumlarda, sıkı sıkıya nevrasteniye mi bağlıdır? Nevrasteni hastalarının intihar eden kişiler arasındaki en yaygın psikolojik tip olduğuna inanmak için nedenler. Bu bireysel durumun intihar oranları üzerindeki etkisinin belirlenmesi. Bu etkinin belirlenmesi için başvurulan yöntem: İntihar oranlarının tıpkı delilik oranları gibi değişkenlik gösterip göstermediğinin araştırılması. İntihar ve deliliğin cinsiyet, inanç, yaş, ülke ve uygarlık düzeyine göre değişkenlik gösterme biçimleri arasında hiçbir bağıntı yoktur. Bu bağıntısızlığı açıklayan şey: Nevrasteninin barındırdığı etkilerin belirsizliği
 
V. Alkolizm oranıyla daha doğrusal bağıntılar var mıdır? Coğrafi dağılım itibarıyla, alkolizm suçlarının, alkolizm kaynaklı deliliklerin ve alkol tüketiminin karşılaştırılması. Bu karşılaştırmada ortaya çıkan olumsuz sonuçlar
 
İkinci Bölüm 
İntihar ve Normal Psikolojik Durumlar 
Irk ve Kalıtım
 
I. Irkı tanımlama zorunluluğu. Irk yalnızca kalıtımsal bir tip ola­rak tanımlanabilir, fakat bu durumda ırk kelimesi belirsiz bir anlam kazanır. Bu yüzden çok ihtiyatlı olma ihtiyacı vardır
 
II. Morselli’nin belirlediği üç büyük ırk. Slavlar, Kelt-Romalılar ve Germen uluslarında intihar eğilimi çok büyük değişkenlik gösterir. Almanlarda genel olarak yoğun bir intihar eğilimi vardır, fakat Almanya dışında bu eğilim zayıflamaktadır. 
     İntihar ile boy uzunluğu arasındaki sözde ilişki: Bir tesadüfün sonuçları
 
III. Irk yalnızca temelde kalıtımsal olması koşuluyla bir intihar faktörü olabilir; kalıtımın lehine olan kanıtların yetersizliği: 1. Kalıtıma atfedilebilen vakaların sıklığının bilinmemesi; 2. Başka bir açıklama imkânı; deliliğin ve taklidin etkisi. Özel kalıtımı teorisiyle çelişen nedenler: 1. İntihar neden kadınlara daha az “aktarılıyor”? 2. İntiharın yaşa göre gelişim biçimi bu varsayımla örtüşmemektedir
 
Üçüncü Bölüm 
İntihar ve Çevresel Faktörler
 
I. İklimin hiçbir etkisi yoktur
 
II. Sıcaklık. İntiharlardaki mevsimsel değişimler; intiharların genellik düzeyi. İtalyan ekolünün bunları sıcaklıkla açıklaması
 
III. Bu teorinin temelinde yer alan tartışmalı intihar düşüncesi. Olguların incelenmesi: Anormal sıcakların ya da soğukların etkisi hiçbir şeyi kanıtlamamaktadır; intihar oranı ile mevsimsel ya da aylık sıcaklıklar arasında bir bağıntı yoktur; sıcak iklimdeki ülkelerin birçoğunda intiharlar azdır.
     İlk sıcakların olumsuz bir etki yarattığını savunan varsayım. Bu varsayım; 1. Yükseliş ve düşüş dönemlerinde intihar eğrisinde görülen düzenli seyirler; 2. Aynı etkiyi yaratabilecek olan ilk soğukların tehlikesiz olmasıyla çelişmektedir
 
IV. Değişkenlikleri yaratan nedenlerin doğası. İntihardaki aylık değişkenlikler ile günlük sürelerin uzunluğundaki değişkenlikler arasında tam bir paralellik vardır; intiharların özellikle gündüz vaktinde gerçekleşmesi bu paralelliği doğrulamaktadır. Bu paralelliğin nedeni: Gündüz vakti süresince toplumsal hayatın tam faal olması. Toplumsal faaliyetin maksimum düzeyde olduğu gün ve saatlerde intiharın maksimum düzeyde olması bu açıklamayı doğrulamaktadır. Bu açıklama intihardaki mevsimsel değişkenlikleri anlaşılır kılıyor; diğer destekleyici kanıtlar. 
     İntihardaki aylık değişkenlikler toplumsal nedenlere dayanmaktadır
 
Dördüncü Bölüm  
Taklit
 
Taklit bir bireysel psikoloji olgusudur. Taklidin toplumsal intihar oranı üzerinde bir etkisinin olup olmadığını araştırmak önemli ve yararlıdır. 
 
I. Taklit ve onunla karıştırılan diğer birçok olgu arasındaki farklar. Taklidin tanımı
 
II. İntiharın bireyden bireye “bulaşarak” yayıldığı vakalar; bulaşma olguları ile salgınlar arasında yapılan ayırım. Taklidin intihar oranı üzerindeki muhtemel etkisi sorunu çözülmemiştir
 
III. Taklidin etkisi intiharların coğrafi dağılımı üzerinden incelenmelidir. Bu etkinin kabul edilmesi için gereken kriterler. Burada geliştirilen yöntemin bölgeler bazında Fransa’daki intihar haritasına uygulanması; Seine-et-Marne’daki komünler bazında intihar haritasına uygulanması; genel olarak Avrupa haritasına uygulanması. Coğrafi dağılımda taklidin varlığına işaret eden hiçbir görünür iz yoktur. 
     Araştırma konusu: İntiharlar gazete okuyanların sayısıyla birlikte artıyor mu? Bunun tersini düşünmeye yönelten nedenler
 
IV. Taklidin intihar oranı üzerinde dikkate değer bir etkisinin olmamasının nedeni: Taklit müstakil bir faktör değildir ve başka faktörlerin etkisini arttırmaktan öteye geçmez. 
     Bu tartışmanın pratik sonucu: Açık yargılamaların engellenmesine yer yoktur.  
     Teorik sonuç: Taklit zannedildiği gibi bir toplumsal etkiye sahip değildir
 
İkinci Kitap 
Toplumsal Nedenler ve Toplumsal Türler
 
Birinci Bölüm 
Yöntem
 
I. İntihar türlerini morfolojik olarak sınıflandırmanın ve ardından bu türlerin nedenlerine odaklanmanın önemi; böyle bir sınıflandırma mümkün değildir. Uygulanabilecek tek yöntem intiharları nedenlerine göre sınıflandırmaktır. Bu yöntemin sosyolojik bir inceleme için en uygun yöntem olmasının nedeni
 
II. İntiharların nedenleri nasıl ortaya konulabilir? İntiharların varsayılan nedenlerine dair istatistiklerin verdiği bilgiler şüphe barındırmaktadır ve gerçek nedenleri ortaya koyamamaktadır. İntihar oranlarının çeşitli toplumsal faktörlere göre nasıl değişkenlik gösterdiğini araştırmak bu noktada izlenebilecek tek etkili yöntemdir
 
İkinci Bölüm 
Bencil İntihar
 
I. İntihar ve dinler. Protestanlıktan kaynaklanan genel artış/kötüleşme; Katoliklerin ve özellikle Yahudilerin intihar karşısındaki bağışıklığı
 
II. Katoliklerin bağışıklığı Protestan ülkelerde azınlıkta olmalarından değil, Katolik Kilisedeki güçlü entegrasyon nedeniyle dinsel bireyciliğin daha sınırlı olmasından ileri gelir. Bu açıklamanın Yahudilere uyarlanması
 
III. Bu açıklamanın doğrulanması: 1. İngiltere’nin diğer Protestan ülkelere kıyasla sahip olduğu göreceli bağışıklık Anglikan Kilisesindeki entegrasyonun güçlü olmasından ileri gelir. 2. Dinsel bireycilik bilgiye ulaşma arzusu gibi değişkenlik gösterir; ya da a) Bilme arzusu Protestan toplumlarda Katolik toplumlara kıyasla daha belirgindir; b) Bilme arzusu, dinsel bireycilikteki belli bir artışa denk düştüğünde, intihar gibi değişkenlik gösterir. Yahudilerin bu noktada bir istisna olması kaideyi bozmamaktadır
 
IV. Bu bölümden elde edilen sonuçlar: 1. Bilim, intiharlardaki artışın gösterdiği olumsuz tabloya bir çare olabilir, ama onun nedeni değildir. 2. Dinî bir topluluğun kişiyi intihardan korumasının nedeni onun güçlü bir biçimde entegre olmuş bir topluluk olmasıdır
 
Üçüncü Bölüm 
Bencil İntihar (devamı)
 
I. Evlilerin genel olarak intihara karşı bağışıklığı (Bertillon’un hesaplamalarıyla). Bertillon’un izlediği yöntemin sorunları. Yaşın ve medeni halin etkisini birbirinden tümüyle ayırmak gerekir. Bu ayırımı gösteren tablolar. Buradan çıkan yasalar
 
II. Bu yasaların açıklanması. Evlilerin koruma katsayısı evlilik seçilimine dayanmaz. Kanıtlar: 1. A priori nedenler; 2. olgulara dayalı nedenler: a) Farklı yaş gruplarında katsayıların değişkenliği; b) Kadın ve erkeğin eşitsiz bağışıklık düzeyi. 
     Bu bağışıklık evlilikten mi yoksa aileden mi ileri geliyor? İlk varsayıma karşıt nedenler: 1. Durağan evlenme oranı ile intiharın seyri arasındaki zıtlık; 2. Çocuksuz evli erkeklerin düşük bağışıklık düzeyi; 3. Çocuksuz evli kadınların durumundaki kötüleşme
 
III. Çocuksuz evli erkeklerin düşük bağışıklık düzeyi evlilik seçiliminden mi kaynaklanıyor? Çocuksuz evli kadınların durumundaki kötüleşmenin sunduğu karşıt kanıtlar. Çocuksuz dul erkeklerdeki katsayının kısmi değişmezliği evlilik seçilimine başvurmaksızın nasıl açıklanabilir? Dulluğa dair genel bir teori
 
IV. Önceki bölümlerde elde edilen sonuçlara dair özet. Evli erkek ve kadınların bağışıklığı neredeyse tümüyle ailenin etkisine dayanır. Bağışıklık düzeyi ailenin yoğunluğuyla, yani entegrasyon düzeyiyle birlikte artar
 
V. İntihar ve siyasal, ulusal krizler. Kriz zamanlarında intiharlardaki gerileme gerçek ve geneldir. Bu gerileme, krizlerde sosyal grupların daha güçlü bir biçimde entegre olmasından kaynaklanır
 
VI. Bu bölümden çıkan genel sonuç. İntihar ile sosyal grupların [tür ayırımı olmaksızın] entegrasyon düzeyi arasındaki bağıntı. Bu bağıntının nedenleri; toplum neden ve hangi koşullarda birey için zorunludur? Birey toplumdan yoksun kaldığında intihar nasıl gelişir? Bu açıklamaya dair doğrulayıcı kanıtlar. Bencil intiharın yapısı
 
Dördüncü Bölüm 
Özgeci İntihar
 
I. Geri kalmış toplumlarda intihar; bu intiharın ayırt edici özellikleri (bencil intihara karşıt özellikler). Zorunlu özgeci intiharın yapısı. Bu intihar türünün diğer biçimleri
 
II. Avrupa’daki ordularda intihar; askerlik hizmetinden kaynaklanan intihar artışının genellik düzeyi. Bu artış bekârlıktan ve alkolizmden bağımsızdır. Bu artışın nedeni askerlikten hazzedilmemesi değildir. Kanıtlar: 1. İntiharlardaki yükseliş askerlik hizmetinin süresiyle birlikte artar; 2. Gönüllü askerlerde ve tekrar askerlik yapanlarda daha fazladır; 3. Rütbesiz askerlere kıyasla subay ve astsubaylarda daha fazladır. İntiharlardaki artış askerlik zihniyetinden ve onun barındırdığı özgecilikten kaynaklanır. Doğrulayıcı kanıtlar: 1. Toplumdaki bencil intihar eğilimi ne denli azsa, özgeci intiharlardaki artış o denli fazladır; 2. Elit birliklerde maksimum düzeye ulaşır; 3. Bencil intihar arttıkça özgeci intihar azalır
 
III. Elde edilen sonuçlar izlenen yöntemi destekliyor
 
Beşinci Bölüm 
Anomik İntihar
 
I. İntiharlar ekonomik krizlerle birlikte artar. Bu artış, gelişim krizlerinde varlığını korur: Prusya ve İtalya örnekleri. Uluslararası fuarlar. İntihar ve zenginlik
 
II. İntihar ve zenginlik arasındaki bağıntının açıklanması. İnsan ancak ihtiyaçları ve imkânları birbiriyle uyumluysa yaşayabilir; ihtiyaçların sınırlandırılması. İhtiyaçları toplum sınırlandırır; bu yatıştırıcı ve hafifletici etki nasıl işler? Krizler bunu nasıl engeller? Bunun neticesinde ortaya çıkan düzensizlik, anomi, intiharlar. İntihar ve zenginlik arasındaki bağıntılar bu durumu doğrular
 
III. Anomi ekonomi dünyasında halihazırda kronik düzeydedir. Anomiden kaynaklanan intiharlar. Anomik intiharın yapısı
 
IV. Evlilik anomisinden kaynaklanan intiharlar. Dulluk. Boşanma. Boşanmalar ve intiharlar arasındaki paralellik. Bu paralellik, evli kadınlar ve erkekler üzerinde zıt etkiler yaratan belli bir evlilik yapısından kaynaklanır; destekleyici kanıtlar. Bu evlilik yapısı neye dayanıyor? Boşanmaların evlilik disiplininde yarattığı zayıflama erkeklerin intihar eğilimini arttırır, kadınların intihar eğilimini azaltır. Bu zıtlığın nedenleri. Buna dair açıklamayı destekleyen kanıtlar. 
     Bu bölümde ortaya çıkan evlilik tanımı
 
Altıncı Bölüm 
Farklı İntihar Türlerinin Bireysel Biçimleri
 
Önceki bölümlerde yapılan etiyolojik sınıflandırmayı morfolojik bir sınıflandırmayla tamamlamanın yararı ve imkânlılığı
 
I. Üç intihar türünün bireylerdeki tezahürleriyle sergiledikleri temel biçimler. Temel biçimlerin birleşmesinden doğan karma biçimler
 
II. Bu sınıflandırmaya, intihar etmek için seçilen araçları ekle­mek gerekir mi? Bu tercih toplumsal nedenlere bağlıdır. Ancak bu nedenler intiharın oluşumunda belirleyici olan neden­lerden bağımsızdır. Bu yüzden mevcut araştırmaya dâhil edilmemektedirler.    
     Farklı intihar türlerini gösteren genel tablo
 
Üçüncü Kitap 
Toplumsal Olgu Olarak İntihar
 
Birinci Bölüm 
İntiharın Toplumsal Unsurları
 
I. Önceki bölümlerde anlatılanlardan çıkan sonuçlar. İntihar oranı ile çevresel veya biyolojik olgular arasında bağıntı yoktur. Toplumsal olgularla kurulan bağıntılar. İntihar oranı toplumun ortak eğilimine denk düşer
 
II. İntihar oranının değişmezliği ve bireysel niteliği başka bir şekilde açıklanamaz. Quételet’nin bunu açıklamak için başvurduğu teori: Ortalama insan. İtiraz: İstatistiksel verilerin sergilediği düzenlilik ortalamanın dışındaki olgularda da mev­cuttur. Kolektif bir güç ya da güçlerin varlığını kabul etmek zorunludur; toplumsal intihar oranı bu güç ya da güçlerin yo­ğunluğunu ifade eder
 
III. Kolektif güçten ne anlamamız gerekiyor: Bireyin dışında ve ondan üstün bir gerçeklik. Bu düşünceye karşı yapılan itirazların sunulması ve incelenmesi: 
     1. Toplumsal bir olgunun yalnızca bireyler-arası geleneklerle aktarılabileceğini savunan itiraz. İtiraza cevap: İntihar oranı bu yolla aktarılamaz.
     2. Bireyin toplumun bütün gerçekliğini oluşturduğunu savunan itiraz. İtiraza cevap: a) Bireyin dışındaki maddi şeyler nasıl toplumsal olgulara dönüşür ve bu itibarla sui generis bir rol oynar; b) Bu şekilde nesnelleşmeyen toplumsal olgular tüm bireysel bilinçleri aşar. Bu toplumsal olguların temeli, toplum olarak bir araya gelen bireysel bilinçlerden oluşan bir toplamdır. Bu düşüncenin ontolojik bir yanı yoktur
 
IV. Bu düşüncelerin intihar olgusuna uyarlanması
 
İkinci Bölüm 
İntihar ve Diğer Toplumsal Olgular Arasındaki İlişkiler
 
İntiharın ahlâki ya da ahlâk-dışı olgular arasında sınıflandırılmasının gerekip gerekmediğini belirlemek için yöntem
 
I. İntiharla ilgili olarak, farklı toplumlarda geçerli olan hukuki veya ahlâki tutumların tarihsel sunumu. İntihar yasağının, gerileme ve çöküş dönemleri dışında, gelişerek devam etmesi. Bu yasağın nedenleri; bu yasak modern toplumların yapısında hiç olmadığı kadar yer etmiştir
 
II. İntiharın diğer ahlâk-dışı davranış biçimleriyle ilişkisi. İntihar ve mülkiyete karşı saldırılar; hiçbir bağıntı yoktur. İntihar ve cinayet; ikisinin tek bir organik-psişik duruma dayandığını, fakat zıt toplumsal koşullara bağlı olduğunu savunan teori
 
III. Önermenin ilk bölümünün tartışılması. Cinsiyet, yaş veya hava sıcaklığı intihar ve cinayet üzerinde aynı etkiyi yaratmaz
 
IV. İkinci bölümün tartışılması. Zıtlıkların doğrulanamadığı vakalar. Zıtlıkların doğrulandığı ve sayıları daha fazla olan vakalar. Görünür zıtlıkların açıklanması: Farklı intihar türleri; bazılarının cinayetle herhangi bir bağıntısı yoktur, bazıları aynı toplumsal koşullara dayanır. Bu intihar türlerinin yapısı; birincilerin sayısı neden ikincilerden daha fazladır.      
     Buraya kadar söylenenler bencillik ve özgecilik arasındaki tarihsel bağıntılar sorununu nasıl aydınlatıyor
 
Üçüncü Bölüm 
Pratik Sonuçlar 
 
I. Pratik sorunların çözümü, intiharın mevcut durumunu normal ya da anormal olarak görmemize göre değişir. İntiharın ahlâk-dışı yapısına rağmen böyle bir soru sorulabilir mi? Ilımlı bir intihar oranının varlığının marazi bir şey olmadığına inanmak için nedenler. Avrupa toplumlarındaki mevcut intihar oranının patolojik bir duruma işaret ettiğine inanmak için nedenler
 
II. İntihar sorununa karşı önerilen çözümler: 1. Baskıcı tedbirler; hangileri uygulanabilir? Neden yalnızca sınırlı bir etkileri olabilir? 2. Eğitim. Eğitim toplumun maneviyatını geliştiremez, çünkü onun bir yansımasından ibarettir. İntihara yol açan nedenlerin bizzat kendisine bakmak zorunludur; mevcut durumuyla herhangi bir anormallik sergilemeyen özgeci intihar göz ardı edilebilir.   
     Bencil intihara karşı çareler: Bireyi çevreleyen grupları güçlendirmek. Bu rol için en uygunları hangileridir? Bireyden çok uzak kalan siyasal toplum; yalnızca fikir özgürlüğünü elinden alarak bireyi sosyalleştiren dinî topluluk; salt evli çifte indirgenme eğilimi olan aile; bunlar bu rol için uygun değildir. Evli intiharları bekâr intiharlarıyla aynı gelişimi gösterir
 
III. Meslek grupları. Neden bu işlevi yalnızca meslek grupları yerine getirebilir? Bu amaçla nasıl bir dönüşüm geçirmelidirler? Meslek grupları nasıl bir manevi ortam yaratabilirler? Anomik intiharı nasıl dizginleyebilirler? Evlilik anomisi vakaları. Bu sorundaki çatışkılar: Cinsiyetler arasındaki zıtlıklar. Başvurulabilecek çareler
 
IV. Sonuç. İntiharın mevcut durumu manevi bir yoksunluğun işaretidir. Toplumdaki manevi duyarlılıktan ne anlamalıyız? Önerilen değişim bütün tarihsel evrimimizin bir gereğidir. Birey ile devlet arasındaki tüm aracı toplumsal grupların ortadan kalkması; bunları yeniden inşa etme ihtiyacı. Mesleklerdeki merkezsizleşme ile alansal/teritoryal merkezsizleşme arasındaki zıtlık; meslekî merkezsizleşme nasıl toplumsal organizasyonun zorunlu temeli olabilir?  
     İntihar sorununun önemi; bu sorun günümüzdeki büyük pratik sorunlarla kol kola gitmektedir
 
Dizin 

Önsöz

 

Sosyoloji bir süredir deyim yerindeyse moda olmuş durumda. Henüz on küsur yıl öncesine kadar çok az bilinen ve neredeyse küçümsenen sosyoloji sözcüğü bugün yaygın olarak kullanılıyor. Sosyolojiyle ilgilenenlerin sayısı giderek artıyor ve toplum nezdinde bu yeni bilime karşı olumlu bir önyargı var. Sosyolojiden çok şey bekleniyor. Ancak itiraf etmek gerekir ki, elde edilen sonuçlar yayımlanan çalışmaların miktarıyla ya da çalışmalardan beklenen kazanımlarla tam olarak örtüşmüyor. Bir bilimin ilerlediğini, ele aldığı sorunların zamanla değişmesinden anlarız. Henüz bilinmeyen yasalar keşfedildiğinde ya da en azından, yeni keşfedilen olgular henüz kesin bir çözüm getirmeseler bile soru sorma biçimlerini değiştirdiklerinde, o bilimin ilerlediğini söyleriz. Ancak, ne yazık ki sosyoloji böyle bir manzara sunmuyor ve bunun çok iyi bir nedeni var: Sosyoloji genel olarak sınırları belli net sorular sormamaktadır. Henüz olguları inşa etme aşamasını ve felsefi sentezler evresini geçememiştir. Toplumsal alanın sınırlı bir kesimini aydınlatmayı görev edinmek yerine, akla gelebilecek tüm soruların hiçbiri kesin olarak incelenmeden– gözden geçirildiği parlak genellemeleri tercih etmektedir. Bu yöntem, her türlü konuya dair küçük aydınlatmalarla insanların merakını gidermeye imkân veriyor; fakat herhangi bir nesnel sonuca ulaşması mümkün değildir. Alabildiğine karmaşık bir hakikate ait yasalar kısa incelemelerle ve şipşak sezgilerle keşfedilemez. Her şeyden evvel, hem çok kapsamlı hem de çok aceleci olduklarından, genellemeler için herhangi bir kanıt söz konusu olamaz. Yapılabilen tek şey, yeri geldiğinde, ileri sürülen bir varsayımı destekleyen elverişli birtakım örnekler vermektir; fakat bir konuyu örneklerle renklendirmek onu kanıtlamak değildir. Ayrıca, birbirinden çok farklı şeyleri ele alıyorsanız, hiçbiri için yeterli olmazsınız ve elinizde rastgele elde edilen bilgilerden başka bir şey yoktur; üstelik bunları eleştirmek için gerekli imkânlara da sahip değilsinizdir. Bu yüzden katıksız sosyoloji kitapları, yalnızca net sorularla uğraşmayı ilke edinen biri için hiçbir şekilde kullanışlı değildir; zira bu kitapların çoğunun spesifik bir araştırma alanı yoktur ve üstelik geçerli bilgilerden yoksundurlar. 

Sosyolojinin geleceğine inananlar bu gidişata bir son vermekte kararlı olmalıdır. Eğer böyle giderse, sosyoloji yeniden saygınlığını bir çırpıda yitirebilir ki yalnızca aklın düşmanları bundan keyif duyabilir. Zira insan aklının bir anlığına bile olsa hakikatin bu yanını yitirmesi (ki kendisine şimdiye kadar sadece o direnebilmiştir ve üstelik hırsla çekiştirilen de yalnızca odur) onun için kötü bir başarısızlık olur. Elde edilen sonuçların belirsizliği cesaret kırıcı olmamalıdır. Bu vazgeçmek için değil, ancak yeni gayretler için bir sebep olabilir. Henüz yeni doğmuş bir bilimin yolunu şaşırmaya, deneyip yanılmaya, yeniden denemeye hakkı vardır, yeter ki hatalarını ve eksiklerini bilsin ve tekrarlanmalarına mani olsun. Dolayısıyla sosyoloji hedeflerinden ve tutkularından vazgeçmemelidir; öte yandan, kendisinden beklenenleri karşılamak istiyorsa, özgün bir felsefî edebiyat girişimi olmaktan kurtulmalıdır. Sosyolog, toplumsal olgular üzerine metafizik düşüncelerle kendini oyalamak yerine, net bir biçimde sınırları belirlenen, deyim yerindeyse parmakla gösterilebilen, nerede başlayıp nerede bittiği belli olan olguları araştırmalı ve kendini tümüyle buna vakfetmelidir. Yardımcı disiplinleri, tarihi, etnografiyi, istatistik bilimini özenle soruşturmalıdır ki bunlar olmadan sosyoloji hiçbir şey yapamaz. Korkması gereken bir şey varsa o da ulaştığı bilgilerin incelediği meseleyle her şeye rağmen asla tam olarak örtüşmemesidir; zira netleştirmek için ne kadar özen gösterse de, araştırdığı mesele öyle zengin ve renklidir ki, asla kestirilemeyen bitmez tükenmez hazineler barındırır. Fakat bu önemli değildir. Eğer sosyolog bu yöntemle hareket ederse, ulaştığı olgular yetersiz ve geliştirdiği formüller sınırlı olsa bile, en azından yararlı bir çalışma yapmış olacaktır ve o çalışma gelecekte devam edecektir. Nitekim, nesnel bir temeli olan düşünceler birebir onları geliştiren kişiye bağlı olmazlar. Kişilerüstü bir niteliğe sahiplerdir ve bu sayede başkaları onları yeniden ele alır, takip eder, ilerletir; bu nesnel düşünceler kişiden kişiye aktarılırlar. Böylelikle bilimsel araştırmada devamlılık sağlanır ve bu devamlılık başarının en temel şartıdır. 

İşte okumak üzere olduğunuz çalışma bu anlayışla tasarlan­mıştır. Bu kitabın konusu olarak, bilimsel kariyerimiz esnasında inceleme fırsatı bulduğumuz farklı meseleler arasından intiharı seçmemizin sebebi, daha kolay çözümlenebilen konular sınırlı olduğu için intiharı özellikle elverişli bir örnek olarak görmemizdir; bu konunun sınırlarını çizmek için bir ön çalışma gerekli olmuştur. Öte yandan, bunun bir telafisi olarak, konu üzerinde bu şekilde yoğunlaştığımızda, tüm diğer diyalektik argümanlardan daha iyi bir şekilde sosyolojinin mümkün olduğunu kanıtlayan gerçek yasalar bulmayı başarırız. Kanıtladığımızı umduğumuz yasaları elinizdeki bu çalışmada bulacaksınız. Kuşkusuz, yanılgıya düştüğümüz yerler ve yaptığımız çıkarımlarda gözlemlerin sınırlarını aştığımız anlar olmuştur. Fakat en azından her önermeyi kanıtlarıyla sunmaya çalıştık ki bu kanıtları mümkün olduğunca arttırmaya gayret ettik. Özellikle yorumlanan olaylarda neyin bilgi neyin yorum olduğunu her seferinde bilhassa ayırt etmeye özen gösterdik. Böylece okurlar kendilerine sunulan açıklamalarda nelerin bir temele dayanıp dayanmadığını takdir etme imkânı bulacaktır ve hiçbir şey ulaştıkları yargıları zedelemeyecektir.  

Öte yandan, araştırmayı bu şekilde sınırlandırmak suretiyle, bütünsel değerlendirmelerden ve genel geçer görüşlerden tümüyle uzak durmak gerekmez. Bilakis evlilik, dulluk, aile, din gibi kurumları ilgilendiren belli sayıda önermeler ortaya koyduğumuza inanıyoruz ki bu önermeler, eğer yanılmıyorsak, bu kurumların veya koşulların doğası hakkında moralistlerin sıradan teorilerine kıyasla çok daha öğreticidir. Hattâ bizim çalışmamız, Avrupa toplumlarının halihazırda mustarip olduğu umumi rahatsızlığın nedenlerine ve onu hafifletebilecek çarelere dair birtakım bilgiler sunacaktır. Genel bir durumun sadece genellemelere başvurularak açıklanabileceğine inanmamak gerekir. Genel bir durum belirli nedenlere dayanıyor olabilir ve en az onlar kadar belirli olup onları ifade eden tezahürler üzerinden incelenmezlerse, o nedenlere nüfuz edilemez. Mevcut durumu itibarıyla intihar, mustarip olduğumuz kolektif rahatsızlığın bizzat tezahürü olan olgulardan biridir; bu yüzden intihar söz konusu kolektif rahatsızlığı anlamamıza yardımcı olacaktır.  

Son olarak okurlar, bu çalışma boyunca, somut ve uygulamalı bir biçimde, başka bir çalışmamızda özel olarak ortaya koyup incelediğimiz temel metodoloji sorunlarını bulacaktır. Elimizdeki çalışma bu sorunlardan birine çok önemli bir katkıda bulunmaktadır ki bunu derhal okurun dikkatine sunmak durumundayız. 

Sosyolojik metodoloji, bizim uyguladığımız biçimiyle, şu temel ilke üzerine kuruludur: Toplumsal olguların birer şey olarak, yani bireyi aşan gerçeklikler olarak incelenmesi gerekir. Bunun kadar eleştirilen başka bir ilkemiz yoktur; ama bundan daha temel bir ilkemiz de yoktur. Zira sosyolojinin bir bilim olarak mümkün olabilmesi için, her şeyden evvel bir nesnesinin olması ve bu nesnenin sadece ona özgü olması gerekir. Sosyolojinin başka bilimlerin tasarrufunda olmayan bir realiteyi bilmesi gerekir. Ancak, bireysel bilinçler dışında hiçbir gerçeklik yoksa, sosyoloji kendine ait bir materyal bulamadığı için silinip gider. Bu durumda gözlemlenebilecek tek şey bireyin zihinsel durumlarıdır, zira başka bir şey mevcut değildir ve bireyin zihinsel durumlarıyla ilgilenmek de psikolojinin işidir. Bu bakış açısına göre, sözgelimi evlilikte, ailede ya da dinde karşımıza çıkan bütün maddi hususlar bireysel ihtiyaçlardan ibarettir ve bu ihtiyaçlara söz konusu kurumların, yani evlilik, aile ve dinin cevap vermesi gerekir; ebeveyn sevgisi, aile sevgisi, cinsel eğilim ya da dinsel içgüdü denilen şey vesaire. Kurumların kendisine gelince, çok çeşitli ve çok karmaşık tarihsel formlarıyla birlikte önemsiz ve göz ardı edilebilir hale gelirler. Bireyin doğasına özgü genel niteliklerin yüzeysel ve sıradan birer ifadesi olarak görülen bu kurumlar bireyin doğasının yalnızca bir veçhesidir ve özel bir inceleme gerektirmezler. Kuşkusuz, yeri geldiğinde, insanlıktaki bu ezeli ve ebedi duyguların tarihin farklı dönemlerinde hangi suretlerde nasıl tezahür ettiğini araştırmak ilginç olurdu; fakat bütün bu yüzeysel tezahürler yetersiz olduğundan, bunlara fazla önem vermemek gerekir. Hattâ bazı açılardan, onlara anlamlarını kazandıran ve zamanla yapısını bozdukları özgün kaynağın nereden geldiğini daha iyi anlamak için, söz konusu tezahürleri dışarıda tutmak yerinde olur. Bu yöntemle, bilimi bireyin psikolojik yapısının üzerine kurarak onu daha sağlam temeller üzerinde inşa ­etmek bahanesiyle, bilim yegâne hedefinden uzaklaştırılmakta­dır. Toplum olmadığında sosyoloji diye bir bilimin olamayacağı ve yalnızca bireylerin olduğu yerde toplumların var olamayacağı göz­den kaçırılmaktadır. Üstelik bu anlayış, sosyolojide muğlâk genellemelerin el üstünde tutulmasının sebeplerinden biridir. Toplumsal yaşamın somut biçimlerine yüzeysel ve eğreti bir var oluş atfediliyorsa, onları incelemek nasıl mümkün olabilir ki? 

Bütün bunlara karşın, bu kitabın her sayfasında, bireyi aşan ahlâki ve manevi bir gerçekliğin ona hükmettiği izlenimini edinmemek çok zordur, diye düşünüyoruz: Kolektif gerçeklik. Her toplumun kendine özgü bir intihar oranına sahip olduğunu, bu oranın genel ölüm oranına kıyasla daha stabil olduğunu, her bir topluma özgü artış katsayısına göre değişim gösterdiğini, günün, ayın veya yılın farklı anlarında geçirdiği değişimlerin toplumsal yaşamın ritmini taklit ettiğini ­gördüğümüzde; evliliğin, boşanmanın, ailenin, dinin, ordunun vesairenin intihar oranını belirli yasalara göre (ki bazıları sayısal olarak da gösterilebilir) etkilediğini saptadığımızda, yukarıda bahsettiği­miz durumları ve kurumları hiçbir vasfı ve etkisi olmayan birtakım ideolojik düzenlemeler olarak görmekten vazgeçeriz. Bunların gerçek, canlı ve etkin birer güç olduklarını görürüz ki bu güçler bireylere hükmetme biçimleriyle onlardan bağımsız olduklarını bizzat gösterirler; birey bu güçleri yaratan kompozisyona bir öge olarak dâhil olmakla birlikte, bu güçler belli bir şekle ve işleve büründükleri ölçüde bireye hükmederler. Bu koşullarda, sosyolojinin nasıl bir bilim olabileceğini ve olması gerektiğini daha iyi anlarız; zira karşısında bulduğu gerçeklikler, psikolojinin ya da biyolojinin incelediği gerçeklikler kadar net, kesin ve dirençlidir.

Son olarak, burada iki eski öğrencimize, Bordeaux Yüksek Okulu’ndan Sayın Ferrand’a ve felsefe derecesi sahibi Sayın Marcel Mauss’a bize yaptıkları özverili yardımlar ve verdikleri hizmetler için teşekkürlerimizi sunarak minnettarlık borcumuzu ödemek isteriz. Bu kitapta yer alan tüm haritaları hazır­layan kişi Sayın Ferrand’dır. İleride önemini daha iyi takdir ede­ceğimiz XXI ve XXII numaralı tabloları oluşturmak için ge­rekli bilgileri toplamamız Sayın Marcel Mauss sayesinde müm­kün olmuştur. Bu amaçla yaş, cinsiyet, medeni hal, çocuklu ya da çocuksuz olma durumlarını ayrı ayrı belirlemek üzere, intihar eden yaklaşık 26.000 kişiye ait dosyaların incelenmesi ge­rekmiştir; bu önemli çalışmayı Sayın Mauss tek başına yapmıştır. 

Söz konusu tablolar Adalet Bakanlığı’nın elinde bulunan ama yıllık raporlarda yer almayan belgelerin yardımıyla hazırlanmıştır. Bu belgeler, adli istatistik hizmetleri yöneticisi olan Sayın Tarde’ın yüksek hoşgörüsü sayesinde hizmetimize sunulmuştur; kendisine gönül borcumuzu ifade etmek isteriz.  

 

 

Émile Durkheim

Fransız sosyolog. 1858 yılında Fransa’nın küçük bir kenti olan Épinal’de bir Yahudi Hahambaşı’nın oğlu olarak dünyaya geldi. 1879 yılında Fransa’nın seçkin eğitim kurumlarından École Normale Supérieur’e girdi. 1882 yılında buradan mezun oldu. Çeşitli Fransız liselerinde öğretmenlik yaptı, 1887 yılında Bordeaux Üniversitesi’ne görevli olarak atandı. Pozitivizm ekolünde yetişen Durkheim, sosyolojinin “kesin bir bilim” olarak inşa edilmesi için çalışmıştır. Sosyal olguları “kendine özgü” birer “şey” olarak değerlendiren Durkheim, toplumu tek tek bireyleri içine alan fakat bireysel değişkenlikleri aşan kendine özgü bir bütün olarak görmüştür. “Sosyal olay,” “kolektif bilinç” ve “kolektif temsil” gibi önemli kavramlar oluşturarak kendi sosyoloji anlayışını inşa etmiştir. Sosyolojinin yanında antropoloji ve teoloji alanında da çalışmalar yapmıştır. Marcel Mauss, Claude Lévi-Strauss, Pierre Bourdieu gibi farklı kuşaklardan sosyologları doğrudan etkilemiştir. Başlıca eserleri: İntihar (1897), Toplumsal İş Bölümü (1893), Sosyolojik Yöntemin Kuralları (1895), Dinî Yaşamın İlkel Biçimleri (1912). Émile Durkheim 1917 yılında Paris’te yaşamını yitirmiştir.

Özcan Doğan

Çevirmen, redaktör, yazar. 1981 yılında doğdu. Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Notos, Birikim, Birgün Pazar, Özgür Edebiyat, Öykü Gazetesi ve başka platformlarda öykü, eleştiri ve yazıları yayımlandı. Çevirdiği kitaplardan bazıları şunlardır: Alexis de Tocqueville, Amerika’da Demokrasi I-II; Marcel Mauss, Sosyoloji ve Antropoloji; Jacqueline Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni; France Farago, Sanat; Serge Gruzinski, Orada Saat Kaç?; Pierre Hadot, Plotinos ya da Bakışın Saflığı (Doğu Batı Yayınları). Özcan Doğan’ın Bay How Ne Yapmalı?; Bunun Konumuzla Bir İlgisi Yok ve Kendime İyi Geceler adlı üç öykü kitabı, Yeryüzünden Sesler ve Ayakları Pürdikkat Refakatçi Haydutlar adlı iki romanı var.