Romanda Anlam Arkeolojisi
- 350,00 TL
-
245,00 TL
- Stok Durumu: Stokta var
- 24 Saatte Kargoda
Edebiyatın en kitleselleşmiş türü olan roman, derinliklerinde insan zihninin ürettiği fikirlerin kırık dökük kalıntılarını taşır. Yüzeyde, öyküye dayalı dilsel-duygusal eğlencenin altında, yüzyıllarca geriye giden bir tarih vardır. Bu kitap roman türünü örneklendirebilecek kimi klasik yapıtlarla daha yakın tarihli kurgulardaki bu tarihsel devamlılığı vurgulamayı amaçlıyor. Bir kurgusal yapı bir arada sunulan mekanik parçalar yığını değil, okuma edimiyle yaşamaya başlayan bir dünya, bir kozmos olarak karşımıza çıkar. Gerçeklikle sıkı bağları olan bu dünyanın biçimi ne olursa olsun ruhunu yaratan şey anlamlardır. Bu kitapta başlangıcından günümüze farklı dönemleri temsil eden romanlardaki bu gömülmüş anlamların nasıl belirlenebileceğine ilişkin bir yöntem öneriliyor. Bir yandan Rabelais, Voltaire, Rousseau, Hugo, Balzac, Sartre ve Echenoz çizgisinde bir roman tarihi taslağı çizilirken, diğer yandan bu yazarların romanlarındaki derinliklerde ne gibi kalıntıların bulunup çıkarılabileceği sorgulanıyor. Her roman kendi evrenini yaratıyor, ama sanki kalıcı olması buna bağlıymış gibi, bütün anlamlarını farklı derinliklere gömüyor. Sırf okur uğraşsın, uğraşırken de biraz olsun hayatın bulanık ve sıkıcı gerçekliğinden uzaklaşsın diye…
- Yazar: Mehmet Emin Özcan
- Kitabın Başlığı: Romanda Anlam Arkeolojisi: Tarih, Kuram, Karşılaştırmalı Çözümleme
- Yayına Hazırlayanlar: Taşkın Takış, Ufuk Coşkun
- Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 443; Edebiyat Dizisi - 95
- Basım Bilgileri: 1. Basım: Şubat 2025
- Sayfa Sayısı: 485
- ISBN: 978-625-6194-09-0
- Boyutları: 13,5 x 21
Önsöz
I. Başlangıçlar
Rabelais, Da Vinci, Doré: Gargantua’nın
Mona Lisa Olarak Portresi
Modernliğin Israrı,
Zaman ile Sanallık: Don Quijote
Clèves Prensesi, Psikoloji ile
Toplumsallık Arasında: İhlal ile Erdem
II. Aydınlanma Yüzyılı
Voltaire’de Roman ile Masal
Romanda Teknik Kırılma:
Mektup-Roman
Rousseau’da Roman: Julie
ya da Yeni Héloïse
Choderlos de
Laclos: “Yazı ile Söz Arasında Tehlikeli İlişkiler”
III. Romanın Altın Çağı
Bir Katedral Olarak
Anlatı: Notre-Dame de Paris, Evrenin Simyası
Davud ile Golyat:
Victor Hugo’nun Deniz İşçileri
“Flaubert: Madame Bovary
Biziz”
Yaşayan Balzac
Kahramanları: Eugénie Grandet
Balzac, Goriot Baba: Toplum ile Birey
Stendhal, Kırmızı ve
Siyah: Siyaset ile Teoloji
“Deniz, Deniz, Hep
Yeniden, Yeniden!” Émile Zola, Yaşama Sevinci
IV. Son Dönem
Düşünceler Romanı: Sartre, Bulantı,
El’de Olmayan
Serüvenler Romanı:
Michel Tournier, Cuma ya da Oyun Olarak Anlatı
Kimlikler Romanı: Afrikalı
Leo, Kimlikler Masalı, 1986
Hafızalar Romanı:
Patrick Modiano, Dora Bruder: Hafıza, Tarih, Unutuş
Bitmeyen Savaş:
Philippe Claudel, Gri Ruhlar: Zaman ile Hafıza
Perspektif Çalışmaları:
Jean Echenoz’un Göl ’ünde Paris
Postglobal
Kapital’in Halleri: Echenoz’un Casus’u
Sonsöz
Kaynakça
Dizin
Önsöz
Özgür ruhlu, değişken bir edebiyat türü olarak roman kesin
tanımlamalara sığmaz. Uzun bir geçmişe sahip olsa da doğuşu ile gelişim anları
kolay belirlenemeyen roman türü tarih içinde birçok kez parlayıp yükselir,
birçok kez de diğer türlerin gölgesinde kalır. Edebiyat türleri
tarihsel-toplumsal bağlam içinde evrim geçirirken biçimlerin içeriği değil,
aksine içeriğin biçimleri belirlediği kabul gören bir gözlemdir. Bu olgunun
diğer türlerden daha çok roman için geçerli olduğu açıktır. Kesin bir
tanımlamaya sığmayan romanın gelişimi boyunca tekil bir anlatım biçimi ile
tekil bir düşlemi birleştirdiğini, içeriğin yeniliğine biçimin ayrıksılığını
eklediğini söyleyebiliriz en fazla. Aristoteles Poetika’da türleri “anlatısal”/“dramatik” türler,
“üst”/“ast” türler olarak sınıflandırır. Böylece dört tür belirler: tragedya, dramatik/üst, destan anlatısal/üst, komedya dramatik/ast, parodi anlatısal/ast türlerdir. İlk üç türü uzun uzun ele
alan Aristoteles sonuncu türe hiç değinmez. “Parodi” olarak belirleyip
hiç önem vermediği bu tür zamanla yerleşecek, Ortaçağ’da “roman” adıyla yaygınlaşacak, özellikle 19. yüzyılla
birlikte diğer türlerin önüne geçecektir. Dolayısıyla “parodi” (parodia) sözcüğünün anlamı, romanın “genetiğine”
dair önemli ipuçları verebilir: parodi, ciddi bir yapıta komik tarzda öykünme anlamını taşır; parodi, roman tarihi bağlamında ele alındığında, gerçekliğin
biçimini bozan, insanın gülünç, “grotesk” niteliğini vurgulayan anlatı olarak
tanımlanır. Bu tanım ilginç biçimde tarih boyunca romanın hiç kaybetmediği, hep
içinde taşıdığı temel nitelik olmuştur. Bu bakımdan Rabelais’den başlamak üzere bu
kitapta inceleyeceğimiz bütün romanlardaki ortak yapısal özelliğin “ironi”
terimiyle sıkı bir bağlantıya sahip “parodi” olduğunu söyleyebiliriz.
Pierre-Daniel Huet romanın doğuşuna dair ilk
yapıtlardan biri olan Traité de l’origine des romans (Romanların
Kökenine Dair, 1711) adlı incelemesinde romanı “Doğululara özgü masal
anlatıları” olarak tanımlar. Huet, Honoré d’Urfé’nin Astrée’sini de ilk roman örneği sayar. Etiemble, Grimal, Fusillo, Bahtin gibi eleştirmenler romanı diğer türlerin bir karışımı
olarak görürler. Bugün de geçerli bir gözlemdir bu, çünkü Don Quijote’den beri romanın özgül
niteliği, bu tür “karışımlara” izin vermesidir.
Roman, Doğu masalları ile parodinin harmanlanması
gibi görülse de adından başlamak üzere Avrupa’ya özgü bir edebiyat türüdür. Bu
nedenle Georg Lukács, destan ile roman ayırımını yaparken Avrupa edebiyatını
temel alır. Roman “tanrısız dünyanın destanı”dır; günümüzde de bu niteliğini
korur, çünkü roman kahramanı “tutarsız bir dünyada tanrı olmayı” hedefler. Lukács’ın tanımında roman, “kahraman” olgusuyla belirlenir: Bu
düşüncenin roman türünün genel özelliği olduğunu söyleyebiliriz. İlk
örneklerinden başlayıp 20. yüzyıla gelinceye kadar romanların kahramanlarının
adlarını taşımaları sık görülen bir olgudur.
Bahtin’e göre roman diğer türlere alışamamış, dahası onların
bütünlüklerini bozmayı hedeflemiştir. Bunun ilk nedeni romanın çeşitli
dillerin, çeşitli anlatım biçimlerinin oluşturduğu bir “mikrokozmos” kurması,
“çoksesli” bir yapı olmasıdır; ikinci neden, uzam ile zamanı özel bir yapı
halinde birleştirmesidir, üçüncüsü ise, diğer türlerle karşılaştırıldığında
gerçeklikle temasının daha yoğun olmasıdır. Bununla birlikte romanın anlattığı öykü her zaman kurgusal olduğundan gerçeklikle ilişkisi
belirsizdir. Tarih içinde uzun süre “uydurulmuş öykü” olarak tanımlanmış roman ile gerçeklik arasındaki bu ilişki
okur üzerindeki etkilere de bağlı kaldığından kesinlik içermez. Bahtin gibi Barthes da bu konuya değinir: Roman dille oluşturulan
bir gerçekliktir.
Kurgu olarak roman, bir çerçeve öykü ile küme halinde birine bağlanan diğer öyküleri bir araya
getirir. Böylece tıpkı başkişi ile ikincil kişiler gibi ana öykü ile yan öykülerden ya da “birincil öykü” ile “ikincil öykülerden” söz edilebilir. Bu temel yapı “Yeni Roman”la birlikte değişime uğramış olsa da günümüz romanında
hâlâ geçerliliğini korur. Romanın gerçeklik ile kurgu ilişkilerini etkileyen bu
yapısı işlediği konular ele alındığında anlaşılır hale gelir. İlk roman
örneklerinin temel konusu aşktır; ikinci sırayı, genel anlamıyla “serüven”
alır. Bu iki temanın zaman içinde sayısız ayrıntıyla, farklı ağırlıklarla
tarihsel, toplumsal, psikolojik, ekonomik üstyapılarla birleştiğini, böylece
roman türünün temel yapılarını günümüze aktardığını söyleyebiliriz.
Destansı-tarihsel anlatı geleneğinin bir uzantısı olarak roman özellikle modern
dönemden sonra oldukça gelişip zenginleşerek “yaşamı temsil etme” anlamındaki “mimesis”in yaygın bir ifade tarzı halini alır.
Roman türüne ilişkin çok sayıda kuramın
olduğuna kuşku yok. Ancak her romanın “tekil” niteliğiyle var olabildiğini
düşündüğümüzde, dışarıdan, el yordamıyla yapılacak kuramsal tanımlamalardan çok
doğrudan yapıtın kendisine dönmek, romanı uzaktan izlemek yerine içine girip
ayrıntıları arasına dalmak daha verimli görünüyor. Biz bu çalışmada dört döneme
ayırdığımız roman tarihini, her dönemin tarihsel-toplumsal-kültürel
özelliklerini temsil edebileceğini düşündüğümüz romanların çözümlemesiyle ele
alacağız. Roman tarihinde kuşkusuz kaçınılmaz bir dönüm noktasına işaret eden Don Quijote dışında ele aldığımız
bütün romanlar Fransız edebiyatından. Roman türünün çok çeşitli ifade araçlarını
özgürce kullandığını, gerçeklikle bağını bu yolla kurduğunu düşünürsek bu
çözümlemelerin karşılaştırmalı bir bakışı içerdiğini söyleyebiliriz. Öte yandan
ele aldığımız romanlarda anlatım ile anlam boyutlarının birbirinden ayrılmaz
bir bütün olduğu görüşünü benimsiyoruz. “Parça” terimini hem anlatımsal hem de
anlamsal nitelikli ayrıntıları belirtmek, “bütün” terimini de bu ayrıntıların
bağlandığı “anlam eksenlerini” ifade etmek için kullanıyoruz. Kurgusal metinde
bu iki boyutun birbiri içine geçmiş olduğunu, dolayısıyla bunları bağımsız
olarak, ayrı ayrı ele almanın metni “yoksullaştırma” tehlikesi içerdiğini
düşünüyoruz. Çıkış noktamız şu: Bir kurgusal yapı bir arada sunulan mekanik
parçalar yığını değil, okuma edimiyle yaşamaya başlayan bir dünya, bir kozmos
olarak karşımıza çıkar. Gerçeklikle sıkı bağları olan bu dünyanın biçimi ne
olursa olsun ruhunu yaratan şey anlamlardır. Böyle bir önerme bize yazarın
yarattığı dünyayı bütünsel olarak kavrayabilmenin, ancak biçimsel çözümleme ile
anlamsal derinliklerin bir araya getirilmesiyle gerçekleşebileceğini gösterir.
“Anlam arkeolojisi” terimini bu iki çözümleme boyutunu içeren, bütünsel anlama
ulaşmayı sağlayacak bir yöntemin eğretilemesi olarak kullanıyoruz. Bu yöntemin
parça terimini içeren bölümüne “otopsi” adını veriyoruz. Arkeolojide olduğu
gibi toprak altından özenle çıkarılan bu parçaları ikinci çözümlemede
birleştirip anlatının derinlerindeki yapı ile anlamlarını oluşturuyoruz.
“Bütün” terimi de bu ikinci aşamayı karşılıyor. İkinci aşama kurguda yaratılan
dünyanın tarihsel-toplumsal, felsefi varlığını açıklamayı hedefliyor. Kısaca
anlatı olarak romana yaklaşımımız birçok kuramsal yaklaşımı bir araya
getiriyor. Bunu yaparken çıkış noktamız, bir romanın kurduğu dünyanın bir
başkasına benzememesi, dolayısıyla tek kuramla açıklanabilecek metin
bütüncelerinin son derece sınırlı olması. Özellikle anlatım-anlam bakımlarından
zengin olarak nitelediğimiz romanların tek yönlü bir bakışla kavranamayacağını
düşünüyoruz.
Dört bölüme ayırdığımız çalışmanın ilk bölümünde
romanın doğuşu ile ilk örneklerini, Aydınlanma Yüzyılı başlığını taşıyan ikinci
bölümde romanın evrimini ele alıyoruz; üçüncü bölüm romanın en etkili edebiyat
türü haline geldiği 19. yüzyıla ait örnekleri içeriyor. Dördüncü bölümde 20.
yüzyıl ile son dönem romanlarından seçtiklerimizi farklı karşılaştırma
gereçleriyle birlikte işliyoruz.
Mehmet Emin Özcan
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi. Fransız
Edebiyatı, karşılaştırmalı edebiyat, kültür tarihi, Türk edebiyatı alanlarında
çalışmaları bulunmaktadır. Jean-Paul Sartre, Melih Cevdet Anday, Milan Kundera,
Victor Hugo, Jean Echenoz, Emile Zola, Michel Tournier, Amin Maalouf, Rabelais,
François Villon, Charles Baudelaire, Orhan Pamuk, Robert Musil, Jean-Philippe
Toussaint, Michel de Ghelderode, Jean Cocteau, Blaise Cendrars, Gérard de
Nerval, Jean Starobinski, Nathalie Sarraute gibi yazarlarla şairlerin yapıtlarına
ilişkin yazıları çeşitli dergilerde yayımlanmıştır. Ayrıca Balzac, Mircea
Eliade, François Hartog, Marcel Gauchet, Philippe Borgeaud, Hugo Pratt,
Marguerite Duras, Pierre Boulle, Pierre Nora, Jean-Marie Guéhenno, Jean-Pierre
Vernant, Jean Bottéro, Jean Echenoz’un yapıtlarını dilimize kazandırmıştır.