• Ahlâk

Ahlâk

  • 265,00 TL
  • 185,50 TL


  • Stok Durumu: Stokta var
  • 24 Saatte Kargoda

Hilmi Ziya Ülken kapsamlı bir değerlendirme ile ahlâk kuramlarının açıklamasını ve eleştirisini yapar. Eski Yunan’daki sofistik tartışmalardan Kant’ın görev ahlâkına, Stoacı ataraxia’dan Darwin’in evrimsel ahlâk anlayışına, Epikuros’un yanlış algılanan haz düşüncesinden Scheler’in değerler etiğine vb. ahlâk konusunda etkili olmuş düşünürlerin görüşleri ele alınırken ahlâk felsefesinde iki temel konu ortaya çıkıyor: Ahlâki hareket, ahlâki fail. Ahlâk ilkelerine, içeriklerine, türlerine göre ve bir dünya görüşü olarak ya da ahlâki failin doğa karşısındaki zihinsel davranışına göre ayırımlarda bulunuluyor. Ahlâki seçme ve tercihler ile iradi faaliyet ve değer yargılarının kökenlerine dair analizler yapılırken, burada daima diyalektik, özellikle de natüralist diyalektik göz önüne alınır.

Ahlâki tecrübede ahlâkın dinle ilgisinin, bütün mistik ahlâklarının yanısıra formalist, epistemolojik, fenomenolojik ve bilimci ahlâk teorilerinin de imkânlarını ve yetersizliklerini değerlendiren Ülken, bir yandan da felsefi bir disiplin olarak Ahlâk’ın sistematik olarak ele alınışı ve öğretimi konusunda özgün bir yaklaşım sergiliyor:

“Kant’a göre ahlâkın hareket noktası iyi niyettir. Dünyada var olabilen şeyler arasında iyi niyet kadar iyi bir şey yoktur diyor. O, tamamıyla kendiliğindendir; ve her türlü ahlâk hareketlerinin prensibidir. İyi niyette başarı gaye değildir, insan başarmış veya başarmamış, yalnız iyi niyet sahibi olması ahlâklılık için yeter: Saadet, para, sağlık, itidal, cesaret vb.’den hiçbiri iyi niyetsiz ahlâkın temeli olamaz. Bütün bunlar ahlâki oldukları kadar gayri ahlâki de olabilirler. En iyi adamda olduğu kadar en kötü adamda da bulunabilir.”


  • Yazar: Hilmi Ziya Ülken
  • Kitabın Başlığı: Ahlâk
  • Yayına Hazırlayan: Gülseren Ülken
  • Kapak Tasarımı: Mr. Z & Z
  • Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 138; Felsefe Dizisi - 43
  • Basım Bilgileri: 4. Basım: Kasım 2022 (1. Basım: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1946)
  • Sayfa Sayısı: 349
  • ISBN: 978-605-9328-03-6
  • Boyutları: 15,5 x 23,5

Önsöz


Ahlâkın Konusu

Ahlâki Kesinlik

Metafizik Ahlâklar

Metafizik Ahlâkların Tenkidi

Mistik Ahlâkların Tenkidi Yahut Ahlâkın Dinle İlgisi

Formalist Ahlâk Teorilerinin Yetersizliği

Epistemolojik Ahlâk Teorilerinin Yetersizliği

Fenomenolojik Ahlâk Teorilerinin Yetersizliği

Bilimci Ahlâk Teorilerinin Yetersizliği

Normatif Bir Ahlâkın Kurulma Zorunluluğu - I

Normatif Bir Ahlâkın Kurulma Zorunluluğu - II

Normatif Bir Ahlâkın Kurulma Zorunluluğu - III

Ahlâki İdeallik Prensibinin Muhtevası Yahut Maddî Kaideleri - I

Ahlâki İdeallik Prensibinin Muhtevası - II

Ahlâki Fail Olarak Kişilik

Ahlâkın Hedefi Olması Bakımından Kişilik (Vazife)

Ahlâki Fiilin Gelişmesi

Ahlâki Tatmin

Yaptırımcılık

Ahlâki Davranışın Metodu

Ahlâki Değer ve Hüküm

Ahlâk Tipleri


Kaynakça

Dizin

Önsöz

 

Bir Ahlâk kitabı yazmak tasavvuru uzun zamandan beri zihnimi meşgul ediyordu. Bununla beraber, teorik ahlâkın dayanması lâzım gelen felsefi esaslar hakkındaki düşüncelerimi anlatmak fırsatını bulamadan böyle bir teşebbüse girmenin doğurabileceği güçlükleri ve mahzurları da göz önüne almıyor değildim. Nitekim daha on altı yıl önce gene ahlâka dair bir küçük kitap yazdığım zaman aynı mahzurlar karşısında bulunuyordum. Orada, hiç değilse böyle bir ahlâk taslağına temel olabilecek felsefi düşünceler üzerinden çok acele olarak geçmeye kalkışmıştım. Şimdi ise doğrudan doğruya ahlâk dersinin maddeleri içerisine kendimi bağlı gördüğüm için bu tarzda bir geniş kadro ile işe girmeyi aklıma getirmedim. Vakıa bu kitap, önceden hazırlanmış ve sırf bir eser olmak üzere yazılmış olmaktan çok uzaktır. 1944-1945 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde verdiğim ahlâk dersine ait notların basılması ­suretiyle vücuda gelmiştir. Bundan dolayı gerek meseleleri sıralayış tarzı, gerek ifadesi bakımından didaktik olmak endişesi birçok noktaları lüzumundan fazla uzatmaya ve bazı kısımları da –tersine olarak– kısa kesmeye beni mecbur etti. Meselâ ders zaruretleriyle ahlâk teorilerinin izah ve tenkidine ait olan fasıllara fazlaca yer ayırdım. Eğer doğrudan doğruya bir kitap yazmış olsaydım ihtimal ki bu teorilere daha umumi olarak bakar ve onlardan ne dereceye kadar ayrıldığımı asıl meseleleri tetkike girişirken söylerdim.

Bu kitapta hâkim olan fikir bir cihetten ahlâki metot olması bakımından diyalektiğin inkişafı, diğer cihetten ahlâki fiilin yaşanmış ve tecrübe edilmiş bir fiil olması bakımından muhtevasının inkişafı idi. Hegel’de başlayan idealist diyalektik zamanımızda İtalyan filozofu Benedetto Croce ve Fransız filozofları Hamelin, Le Senne ile gelişmekte olduğu gibi, Marx ve Engels’te başlayan natüralist diyalektik zamanımızda G. Sorel, P. Naville gibi mütefekkirlerle gelişmekte ve ahlâk problemlerine tatbik edilmektedir. Esasen natüralist diyalektik istikametinde olmamızla beraber, idealistlerin araştırmalarında da bazı hakikatlere temas ettiklerini ve insani gerçeğin dramına ait safhaları yanlış tabirler içinde ifade ettiklerini göz önüne almak lâzım gelirdi. Bundan dolayı kendilerini kapalı bilinç fanusuna hapsetmiş olan bu filozofların eserlerinde doğru şeyler aramayı esaslı iş edindim. Baldwin’in, Royce’un, Renouvier’nin eserleri de bu hususta ötekilerden geri kalmaz. Nitekim bu derslerin birçok yerlerindeki misallerimi, ahlâk fiilinin diyalektik inkişafına ait bazı müşahedelerimi onlara borçluyum.

Diğer cihetten, ahlâki fiilin yaşanmış ve tecrübe edilmiş bir fiil olması, ahlâkın action’dan çıkarılması yolunda hiç değilse Fransız mütefekkirleri arasında önderlik eden Frédéric Rauh ile onun yolunda ilerlemekte olan Gurvitch’in araştırmalarını ihmal etmemek lâzımdır. Rauh’da en değerli olan cihet “ahlâki tecrübe”nin ehemmiyetini göstermesi ise, en zayıf olan cihet de böyle bir tecrübenin gayet vazıh bir felsefi görüşe dayanması lâzım geldiğini fark etmemesidir. Rauh bu hususta âdeta büsbütün yeni bir yol bulmuş olmanın heyecanı içinde yaşayan, fakat bu yolun kendisini nereye kadar götüreceğini bilmeyen bir insan vaziyetinde idi. Gurvitch kendi selefinin bu eksiğini sezmiş olacak ki, ahlâka dair eserlerinde onu yeni felsefe cereyanları içerisine karıştırmaya ve devrin hâkim temayüllerine bağlamaya çalışmaktadır. Gurvitch’e göre bu temayül olsa olsa, son yüzyıl içinde James, Bergson ve Husserl tarafından ayrı ayrı şekillerde ifade edilmiş olan “doğrudan doğruya ve yaşanmışı kavrama”dan, mefhumculuk ve unsurculuktan kaçmadan başka bir şey değildir. Bu mânâda Rauh’nun dayanması lâzım gelen felsefi temelin realist bir intuition felsefesi olması, fakat bu felsefi sezgiciliğin de aynı zamanda zihnî felsefeye düşman olan hisçi veya iradeci istikamette bulunması lâzım geliyordu. Gurvitch’in istediği şey, bu suretle “ahlâki tecrübe”yi tam bir hürriyetçiliğe kadar götürmekti. O, yolu üzerinde belki Max Scheler gibi sezgici ve hisçi filozofları bulacak, fakat onlarla da kanaat etmeyerek tam bir hürriyet metafiziğine kadar gitmek isteyecekti.

Fakat ahlâk tecrübesinin gerçekten böyle bir temele dayanıp dayanamayacağı şüphe götürür bir noktadır. Bilimsel tecrübe bizi mutlak olarak başıboş bırakmayan bazı şartlara, bazı zaruretlere bağlı olduğu gibi ahlâki tecrübe de tam bir bağımsızlık, mutlak bir hürlük içinde elde edilemez. O ancak bizimle karşı karşıya gelen ve bizi kendilerini aşmaya mecbur eden bazı hal ve şartlar mecmuuna ait bir tecrübe olabilir. Böyle bir tecrübede eğer seçme imkânımız varsa, bu ancak tabii muayyenlikler üzerinde yürümemizi temine yarayan bir ışıktan ibarettir. Nitekim bu seçme imkânı da bizzat bu tabii inkişaf vetiresinin bir lâhzası veya mahsulünden başka bir şey değildir. İnsanın kişilik olarak böyle bir tecrübeyi yapma gücünü nasıl kazandığı meselesi de bizzat bu tecrübenin hedefi olan içtimai gerçek kadar tabii bir vetire halinde görülebilir. Kısacası, ahlâki tecrübenin temeli olan hürriyet bizzat tabii bir inkişaf vetiresinin bir lâhzasıdır. Yani biz ahlâki hedef olan cemiyeti olduğu kadar ahlâki fail olan insanı da aynı diyalektik tekâmül içerisinde mütalâa edebiliriz. Böyle bir görüş bizi mutlak, sınırsız bir hürriyet metafiziğinden uzaklaştırdığı kadar, bizzat ahlâki aksiyon’un neticelerinden ibaret olan hükümlere, mefhumlara bağlanmaktan, yani sırf zihinci bir felsefeden de uzaklaştıracaktır.

Şu halde, ahlâki tecrübe diyalektik bir tecrübedir. Fakat bu tabii ve realist diyalektik içtimai ve ruhsal gerçek üzerinde attığı adımlarını nasıl ve neyle ölçecektir?

Bunu bize ne Hegelci diyalektiğin sırf ve mefhumcu metodu, hattâ ne de Marx’ın maddeci diyalektiğinin daha somut ve realist olan metodu vermeye elverişlidir. Birincilerde mefhumlar içerisine hapsedilmiş olduğumuz için böyle bir ölçüyü aramaya zaten imkân yoktur. Fakat ikincilerde bir bilim adamının olduğu kadar bir ahlâkçının, bir sanatkârın ahlâki veya bediî tecrübe içinde nasıl davranacağı üzerinde düşünmüş değillerdir. Şu halde her şeyden önce bizi bu yolda aydınlatabilecek rehberler aramalıyız.

Ahlâki davranışta insan ya kendini tam bir hürlük içinde görür; yahut tam bir muayyenlik ve zaruret içinde bulur. Her iki görüş de vakalara uygun değildir. Çünkü insan geleceğe ait olan vakalar karşısında bulunduğu zaman daima bir ihtimaliyet kadrosu kuruyor. Onları gerçekleştirme hususundaki davranışı ancak ihtimaliyet kadrosuna göre kuvvet kazanabiliyor. Bilimsel davranışımızın tayininde olduğu gibi ahlâki davranışımızın tayininde de bu tarzda gittikçe certitude’e doğru yükselmek, fakat hiçbir zaman mutlak bir kesinlik halini almamak üzere ilerleyen birtakım ihtimaliyet kadrolarından geçiyoruz. Ahlâki tecrübede her diyalektik inkişaf daha dar bir ihtimaliyet kadrosundan daha geniş bir ihtimaliyet kadrosuna geçmekten başka bir şey değil gibi görünüyor. Eğer bu böyle ise, o halde ahlâk diyalektiğinin esaslarını yeni mantıkçılarda ve ihtimalcilerde aramalıdır ki, bu sahada ilk defa Cournot ve yakın zamanlarda da Reichenbach ve Dupréel bana rehberlik etti.

Bu ders kitabında bütün bu meseleleri kâfi derecede derinleştirme imkânını bulamadım. Ancak birçok mevzular üzerinden geçerken, bu noktaları daima göz önünde bulundurdum. Nitekim gene burada esaslarını anlatmaya çalıştığım bir şahsiyet nazariyesinin izahı için de Pierre Janet’nin ve behaviorismin bazı araştırmalarından istifade ettim.

Dinle ahlâkın münasebeti meselesinde J.-M. Guyau’nun delillerinden, İlkçağ ahlâklarıyla Hıristiyanlığın mukayesesinde Fouillée’den, haz ve elemin tahlilinde Pradines’ten, ahlâki fiilde seçme ve hatanın sahalarına ait tetkiklerde Le Senne’den ve daha yeni mütefekkirlerden olan Grenier, Nabert ve Jankélévitch’ten, ahlâk tiplerinin tetkiki ve sırf bazı umumi yaklaştırmalar bakımından Polin’den faydalandım. Fakat bütün bu müracaatlar veya tetkikler beni bu muhtelif meslekler arasında uzlaşma aramaya götürmedi. Nerede kendi fikrimi teyit edecek bir delil buldumsa aldım, nerede onu aydınlatacak bir misal gördümse bunu kendi hesabıma kullandım. Fakat bütün bunlarda hedefim daima ahlâki tecrübeyi natüralist diyalektiğe göre tetkik etmekten ibaretti.

29. IV. 1946

H. Z. Ülken


Hilmi Ziya Ülken

İstanbul’da, 1901 yılında doğdu. Babası Mehmet Ziya Ülken kimyager ­doktordu. Anne tarafı Kazan’ın tanınmış müderrislerinden Kerim Hazret’e uzanır. İlk bilgileri aile dostu İbn-ül Emin Mahmut Kemal Bey’in sohbetlerinden alır. Hilmi Ziya, ilk öğrenimini “Tefeyyüz” mektebinde; orta öğrenimini İstanbul Sultanî’sinde tamamladı. Gençlik yıllarında ateşli bir Anadoluculuk taraftarıdır. 1919’da Reşat Kayı ile Anadolu Dergisi’ni çıkarır. Anadolu’nun Bugünkü Vazifeleri birçok eseri arasında ilkidir. 1921’de Mülkiye Mektebi’nden mezun oldu. Ardından İstanbul Edebiyat Fakültesi Beşeri Coğrafya Kürsüsü asistanlığına tayin edildi. Diğer bölümlerin derslerini takip ederek felsefe bölümünden ahlâk-sosyoloji ve felsefe tarihi sertifikaları aldı. Çeşitli liselerde tarih, felsefe, psikoloji ve coğrafya dersleri verdi. Umumi İçtimaiyyat ve Türk Tefekkür Tarihi kitaplarıyla ilgi çeken Ülken, 1933 yılında Berlin Üniversitesi Devlet Kütüphanesi’ne gönderildi. Türkiye’ye dönüşünden hemen sonra, Edebiyat Fakültesi Türk Tefekkür Tarihi doçentliğine atandı, 1936’da İçtimaî Doktrinler Tarihî öğretim üyesi oldu. 1940’da Von Aster’in isteğiyle Felsefe Profesörlüğüne, 1944’de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Sanat Tarihi Profesörlüğüne getirildi. 1957’de Ordinaryüs Profesör oldu. Yaşamının her safhası doymak bilmeyen bir iştihayla kitap ve kütüphanelerin arasında geçti. Yüzlerce makale yazdı, kitaplar hazırladı, çeviriler yaptı. Fransızca ve Türkçe kitap eleştirileri kaleme aldı. Dergiler yayımladı. Sabahattin Eyuboğlu ve Celalettin Ezine ile uzun zaman beraber çıkardıkları hümanist karakterdeki İnsan dergisi entelektüel kesimde ses getirdi. Hemen hemen ilgi göstermediği alan yoktu. Başta İslâm felsefesi, Türk tefekkür tarihi, doktrinler tarihi, sosyoloji, sistematik felsefe, bilim felsefesi, mantık, sanat, estetik derslerini okuttu, binlerce öğrenci yetiştirdi. Tüm bunların yanında o, tekdüze bir akademisyen profilinin dışındaydı. Sanatçı duyarlılığıyla Posta Yolu, Şeytanla Konuşmalar, Yarım Adam adlı romanlarını yazdı. Şiirle ilgilendi. Resimler çizdi. 1918-1920’lerde kara kalem; 1940-1945 yılları arasında yağlı boya ve 1967-1970 yıllarında kompozisyon çalışmaları yaptı. Hat sanatıyla uğraştı ve müzik bilgisi son derece genişti. Hilmi Ziya Ülken, 5 Haziran 1974’de yaşamını yitirmiştir.

İndirimli Setler

Hilmi Ziya Ülken Dizisi

İndirimli Fiyat: 1.624,14 TL 1.804,60 TL

Kazanç: 180,46 TL

Mevcut Seçenekler: