Batı Felsefesi Tarihi, felsefeye yeni başlayanlar için yazılmış bir kitap değildir; üstelik bu tarz el kitaplarının faydalı olabileceği şüphelidir. Kapitalist kültür “doksan dakikada felsefe” mantığıyla felsefe tarihinin anlaşılacağı iyimserliğini yaratır. Oysa felsefeyi öncelikle “aklın kurnazlık”larından uzak tutmak gerekir.
Tubbs, ‘standart’ felsefe tarihi kitaplarından farklı bir yaklaşım geliştirir. Basit ansiklopedik bilgileri aktarmanın ötesinde zorlu bir terminolojinin içine dalar. Tubbs, Batı felsefesinin yanılgıya dayanan tarihini Sokrates ve Platon’dan başlatıyor; ancak bu filozofların düşünceleri ister istemez Sokrates öncesine de değinmeyi gerekli kılıyor. Tubbs’a göre, Aristoteles ve sonraki dönem Yunan felsefesiyle süren öykünün en önemli dönemeçlerinden birisi, İslâm ve Hıristiyan dünyasının dinsel etkiler altındaki felsefelerinin yönelimlerini belirleyen Plotinos’tur. Plotinos’un ve diğer Yeni Platoncu filozofların Ortaçağ Hıristiyan, İslâm ve Yahudi felsefeleri üzerindeki etkilerini yanılgı kültürünün öyküsündeki en çarpıcı görünümler olarak düşünen Tubbs, modern dönem ve günümüz felsefesini de aynı yanılgı kültürünün içine alıyor. Descartes, Spinoza, Leibniz ve Locke ile süren öykü, Kant, Hegel ve Marx üzerinden Adorno, Habermas, Kierkegaard, Nietzsche, Heidegger ve Derrida’ya kadar uzanıyor. Batı felsefesi tarihini usun gerçekliği düşünürken yanılgılara düşme, yanlış tanıma olarak okuduğunu söyleyen Tubbs, Batı felsefesinin öyküsü boyunca Tanrı ve insan, yaşam ve ölüm ilişkilerini bu yanılgı kültürünün kurucu ögeleri olarak belirliyor.
- Yazar: Nigel Tubss
- Kitabın Başlığı: Batı Felsefesi Tarihi
- İngilizce Özgün Metin: History of Western Philosophy
- Çeviren: Doğan Barış Kılınç [İngilizce]
- Yayına Hazırlayan: Taşkın Takış
- Kapak Tasarımı: Harun Ak
- Dizi Bilgisi: Doğu Batı Yayınları - 380; Tarih Dizisi - 53
- Basım Bilgileri: 1. Basım: Ağustos 2017
- Sayfa Sayısı: 287
- ISBN: 978-975-2410-69-5
- Boyutları: 14 x 21
- Kapak Resmi: Pierre-Paul Prud’hon, "Sanat, Servet, Zevk ve Felsefe", 1800.
Sunuş
Çevirenin Notu
Önsöz
Teşekkür
Giriş
Sonuç
İlk İlkeler
Tanıma Değil, Anımsama
Felsefenin Üç
İlişkisi
Batı Felsefesi Tarihinin Sonu
I. Kısım: Antik Zihin
1. Başlangıcı Adlandırmak
Sokrates
Platon
Aristoteles
II. Kısım: Yanılgı Kültürleri
2. Helenistik Felsefe ve İskenderiye Felsefesi
Stoacılık
Epikürosçuluk
Kuşkuculuk
Doğa ve Zihin
İskenderiye Felsefesi
İskenderiyeli Philon
Plotinos
Proklos
3. Ortaçağ Hıristiyan Felsefesi
Aquinas
Duns Scotus
4. Ortaçağ İslâm ve Yahudi Felsefesi
Farabi
İbn-i Sina
Gazali
İbn Rüşd
Maimonides
5. Rasyonalist Felsefe
Descartes
Spinoza
Leibniz
Locke
III. Kısım: Modern Felsefi Eğitim
6. Modern Zihin
Kant
Hegel
Marx
Adorno ve Habermas
Kierkegaard
Nietzsche
Heidegger
Derrida
7. Batı Felsefesinin Mevcut Tarihi
Anımsamanın Zamanı
Ek
Hegel’in Tarih Felsefesi
Başlangıcı Anımsamak
Antik Özgürlük
Roma Özgürlüğü
Hıristiyan Özgürlük
Barbar Eğitimi
Ortaçağ Özgürlüğü
Tinsel Özgürlük
Özgürlüğün Eğitimi
Kaynakça
Dizin
SUNUŞ
Felsefe tarihinin nasıl yazılması gerektiği başlı başına felsefi
bir sorundur. Konunun güçlüklerinin farkında olarak işe koyulan her dürüst
düşünür yazacaklarının ancak ‘bir’ felsefe tarihi olduğunu söyleyerek okurunu uyarmalıdır. Çünkü
tarihin herhangi bir kesitine ya da alanına yönelik araştırmalarında ve
yorumlarında yazarlar öznellik tehlikesiyle karşı karşıyadır. Doğrusu her felsefe öğrencisi bir tarih rehberine, bir ya da daha çok felsefe tarihi metnine gerek duyacaktır. Felsefe tarihini okura
sunmaktaki amaç, ilgilendiği metinlerdeki konuların, sorunların, çözüm
yöntemlerinin hangi kaynaklardan beslenerek elindeki metne ulaştığını
anlayabilmesini sağlamak, onun yolunu aydınlatmaktır. Felsefe metinleri kendi
başlarına, kendi iç tutarlılıklarıyla anlaşılabilseler de, tartışılan
düşüncelerin soy ağacını çıkararak hangi etkilerle oluştuklarını gösterebilmek
gerekir. Elbette bu etkiler yalnızca felsefeden gelmemektedir, sanatın, bilimin
ve siyasetin felsefi olarak nitelediğimiz düşünce üzerindeki etkileri de (hattâ
belki de düşünürün bireysel özellikleri de) aynı ölçüde dikkate alınmalıdır.
Gene de, alışık olduğumuz felsefe tarihi yazımı daha çok düşüncelerin birbiri üzerindeki
etkilerini ele alır. Bu da kaçınılmaz olsa gerek, çünkü sayısı belirsiz
etkileri çözümlemek için insanüstü bir güç gerekecektir.
O halde, felsefe tarihleri hem dönem hem de coğrafya bakımından
sınırlandırılmak zorundadır. Örneğin, hiçbir kullanışlı felsefe tarihi kitabı tüm dünya düşüncesinin tarihini anlatmaz.
Doğu ve Batı felsefe tarihleri neredeyse zorunlu olarak ayrı ele alınır; belki farklı
kültür ve coğrafyaların düşünce gelenekleri arasındaki bağlantıları kurmak için
özel tarihler yazılabilir, fakat gene de Batı felsefesinin tarihi Doğu felsefesininkiyle (doğrusu bir Doğu
felsefesi olduğu bile yadsınmaktadır, felsefenin Batı’ya özgü bir düşünce biçimi olduğu öne sürülmektedir) yan yana
ele alınmaz. Batı felsefesi tarihinin yazımını düşünecek olursak, onu hangi
dönemden başlattığı ya da hangi dönemlere ya da düşünürlere ağırlık verdiği, hattâ
hangilerini hangi ağırlıkta metnine aldığı bile tarihçiye diğerlerinden farklı
bir tarih yazma olanağı vermektedir. Böylece her felsefe tarihi özgül olacaktır. Örneğin, bir felsefe tarihçisi felsefenin konularından kimilerini öne
çıkardığında, diyelim varlık ya da bilgiye ilişkin sorunları ve çözüm
denemelerini ele aldığında bir kısım konuya ya hiç değinmeyecek ya da bunları
ister istemez gölgede bırakacaktır. Ancak, bu yönüyle felsefe tarihi yazımı yaratıcı bir girişimdir de: Düşünce tarihini
belli bir açıdan görmek, onun bir öyküsünü yazmak başlı başına felsefi bir
etkinliktir. Öte yandan, felsefe tarihi yazımı öznel ögeler içerse de, hiç kuşku yok ki
nesnelliği göz ardı edemez. Söz konusu yaratıcılığın olanağı en çok felsefe tarihindeki başat sorunsal(lar)ın seçiminde yatmaktadır.
Nigel Tubbs’ın Batı Felsefesi Tarihi böyle farklı bir okumanın ürünü;
Tubbs Batı felsefesinin öyküsünü “yanılgıya dair bir inceleme” olarak
görüyor. “Yalın, kendine-yeterli ve değişmez” olarak tasarlanan bir gerçeklik
kavramının karşısına insanın sınırlı yetkinliğini kabul eden bir bilgi
arayışını yerleştiriyor. Doğrusu bu yaklaşım düşüncenin değerinin düşürülmesi anlamına
gelmemektedir; tersine, gerçekliği böylesine yüceltmenin kendisi insanca bir
tasarımdır; öyleyse, yanılgı varsayımına dayalı bu girişimde düşüncenin
yöneldiği nesneyi ulaşılmaz kılarak kendisini aşma çabası olarak
görülebilecektir. Çünkü, “yalın, kendine-yeterli ve değişmez” bir gerçeklik
verilmemiştir; onun yaratıcısı kuşkusuz gene insandır.
Tubbs gerçeklik ile düşünce arasında kurduğu
karşıtlığı anımsama kavramını kullanarak ele alıyor; buna göre, tarih dediğimiz
ortak bellek tıpkı kişinin kendi geçmişini anımsayarak kurguladığı yaşamöyküsü
gibi bütünlüklü ve anlamlı bir birikim olarak anlaşılacaktır. Tubbs’a göre,
anımsama Batı düşüncesi tarihinin başından beri çelişkilere götürmektedir;
kendinde gerçekliği düşünmek, özellikle sonsuza bağlanımın çelişkisine düşmekle
başarısızlığa mahkûm olmuştur. Gerçeklikle kurulabilecek olanaklı üç felsefi
ilişki biçiminden özellikle metafizik ilişkiyi ele alacağını söyleyen Tubbs,
“doğal evrenin yasalarıyla ilişki” ve “toplumsal ilişki” üzerinde yalnızca metafizikle bağıntıları
bakımından duruyor. Böylece, felsefe tarihini yanılgı çerçevesinin içinde konu ve kavramsal
gereçler bakımdan bir kez daha sınırlandırıyor, bu yolla yalın ve açık bir
anlatının olanaklarını arıyor.
Tubbs Batı felsefesinin yanılgıya dayanan tarihini Sokrates ve Platon’dan başlatıyor; ancak bu filozofların düşünceleri ister
istemez Sokrates öncesine de değinmeyi gerekli kılıyor. Tubbs’a göre, Aristoteles ve sonraki dönem Yunan felsefesiyle süren öykünün en
önemli dönemeçlerinden birisi, İslâm ve Hıristiyan dünyasının dinsel etkiler
altındaki felsefelerinin yönelimlerini belirleyen Plotinos’tur. Plotinos’un ve diğer Yeni Platoncu filozofların Ortaçağ
Hıristiyan, İslâm ve Yahudi felsefeleri üzerindeki etkilerini yanılgı
kültürünün öyküsündeki en çarpıcı görünümler olarak düşünen Tubbs, modern dönem
ve günümüz felsefesini de aynı yanılgı kültürünün içine alıyor. Descartes, Spinoza, Leibniz ve Locke ile süren öykü, Kant, Hegel ve Marx üzerinden Adorno, Habermas, Kierkegaard, Nietzsche, Heidegger ve Derrida’ya kadar uzanıyor. Batı felsefesi tarihini usun gerçekliği düşünürken yanılgılara
düşme, yanlış tanıma olarak okuduğunu söyleyen Tubbs, Batı felsefesinin öyküsü boyunca Tanrı ve insan, yaşam ve ölüm ilişkilerini bu yanılgı kültürünün kurucu ögeleri olarak
belirliyor.
Batı felsefesi tarihini özgün bir bakış açısından izleyerek
anlatan Tubbs’ın yapıtının Türkçe okur için oldukça yararlı bir kaynak olduğunu
düşünüyorum. Tubbs’ın Hegelci tarih anlayışını yanılgı kavramına dayanarak
bugüne taşıdığı bu ilginç tarihyazımı denemesi, özellikle Yeni Platonculuğun Batı felsefesi üzerindeki etkilerine dikkat çekmesi bakımından
önemlidir. Eskiçağ’dan bugüne uzanan gerçekliğin ele geçirilmesi uğraşının
aslında bir yanılgı kültürü yarattığını, düşüncenin kendi tasarımı olan
“gerçeklik” karşısındaki çaresizliğini felsefe tarihi okumalarımızın yardımıyla sezinlemiş olsak bile, bu
trajik durumu Tubbs’ın rehberliğiyle çok daha somut olarak görebiliyoruz.
Değerli meslektaşım ve dostum Doğan Barış Kılınç’ı akıcı ve yalın bir dille
sunduğu bu çeviri için kutluyorum.
Prof. Dr. Halil Turan/Ankara
ÇEVİRENİN NOTU
Felsefe tarihi bir otobiyografi olabilir mi? Değişik zamanlarda ve
koşullarda yaşamış filozofların geliştirdiği ilgisiz, farklı ve hattâ karşıt
görüşleri tek bir özneye ait ürünler olarak görmek mümkün mü? Hâlihazırda belli
kişilere “filozof” dediğimizde ve yaptıkları işi “felsefe” olarak adlandırdığımızda örtük olarak böyle bir olanağı
ifade etmiş oluyoruz. Kuşkusuz bunu yaparken amaçladığımız şey, Marx’ın kızacağı üzere, tüm zengin içeriğiyle gerçekliği düşünce
adı altında özerk ve bağımsız kıldığımız gayrişahsi bir öznenin yüklemi
durumuna getirmek değil. Fakat kurumların, ilkelerin ve genel olarak düşüncenin
bireyleri aştığı da bir gerçek. Bundan yaklaşık 2.500 yıl önce hayatını
kaybetmiş olan Elealı Zenon artık yok, ama onun düşünceleri felsefe tarihi öğrencisi için ve onunla aynı veya benzer
problemleri dert edinen bireyler için kalıcılığını hâlâ koruyor. Bu çerçevede
eğer felsefe tarihinin tek bir öznesinden söz edecek olursak, bu tarih
içerisinde ortaya konmuş olan düşünceler çeşitliliği bir ve aynı düşüncenin
farklı zaman ve koşullarda aldığı değişik şekiller olarak görünecektir. Böylece
değişik felsefeler düşüncenin gelişigüzel davrandığı, eksik bıraktığı veya
sonradan yanlış olduğuna karar verdiği düşüncelerden ibaret olacaktır.
Peki, özne statüsündeki bu düşünce neyi
düşünmektedir, kendisine nesne olan şey nedir? Düşüncenin bilmek istediği şey
gerçektir ve felsefe tarihi içinde o bu gerçeği kimi zaman bir öge, bir neden,
bir ilke, Tanrı, mutlak, vb olarak bulmaya çalışır. Ama başka bir önemli soru
daha bulunmaktadır: Düşünce gerçeği bilebilir mi? Platon’un Menon diyaloğunda belirtildiği üzere, eğer bir
şeyi bilmiyorsak, onu bildiğimiz zaman onu bilmiş olduğumuzu nereden bileceğiz?
Diğer bir deyişle, bilmemize olanak tanıyan ölçüt nedir? Düşünce böylece felsefe tarihinde kimi zaman kendinden emin bir şekilde gerçeği
bildiğini sanacak, ama hemen ardından esas gerçeğin bu bulduğu şeyden başka bir
şey olduğu düşüncesine savrulacaktır. Bu geçişler esnasında kendinden
eminliğini kaybedip bazen boşluğa düşecek ve gerçeği bir türlü ele
geçiremeyeceği sonucuna ulaşacak, bazen de gerçek diye bir şey olmadığı
aşırılığına dek sürüklenebilecektir. Düşünce böylece kendisini belirsizlik,
kuşku ve çelişki içerisinde görmekte ve her görkemli girişiminden sonra yanılmış
olduğu sonucuna varmaktadır.
Dolayısıyla, felsefe tarihi açısından, hakikate nasıl ulaşacağımız sorusu
hakikatin ne olduğu sorusu kadar hayati bir soru haline gelmektedir. Bu süreçte
işe önyargısız ya da varsayımsız başlamış gibi görünen düşüncenin kendi
gerçekliğiyle yüzleşmesi gerekecektir. Nigel Tubbs Batı Felsefesi Tarihi’nde düşüncenin kimi örtük
varsayımlarla işe başladığını ileri sürerek bu varsayımları sarih kılmaya
çalışıyor. Düşünce her defasında yanılmış olduğu sonucuna varır, çünkü gerçek
karşısında kendisini hâlihazırda yanılgı olarak koyutlamaktadır. İçinde
hiçbir canlılık belirtisi olmayan bir su birikintisinde balık tutamamaktan
yakınma durumudur söz konusu olan. Örneğin kendisini yaratılmış varlık olarak,
gerçeği de yaratıcının kendisi olarak koyutlayan düşünce şekli bu
muazzam gerçeklik karşısında yanılgı olmaktan nasıl kurtulabilir ki? Tubbs felsefe tarihine temel oluşturan ya da onun ‘olanaklılık
koşullarını’ sağlayan bu düşünce mantığının izini sürerek bunu bir koyutlayıcı
mantık olarak ifade eder ve ona göre bu mantık en gelişkin formunu ‘Yeni Platoncu mantık’ olarak adlandırdığı ‘çelişmezlik’,
‘neden-etki’ ve ‘sonsuza bağlanımın saçmalığı’ ilkelerinde bulmaktadır. Bu
ilkeler düşüncenin gerçeğe ulaşamayacağını garantiler.
Bu durumda felsefe tarihi göz alıcı girişimlere sahne olmuş olsa da içinden
hiç kimsenin geçmek istemeyeceği bir mezarlığa dönüşecektir ve felsefenin
kendisi de beyhude bir çabadan ibaret olacaktır. Tubbs hakikate ulaşamamayı
daha en baştan garantileyen bu mantığı bir kültür yanılgısı olarak
görür; buna göre, çelişkiden muaf tutulan gerçek karşısında çelişkiye düşmek
düşüncenin kaderidir. Bununla birlikte, yazar bu kültür yanılgısına eşlik eden
bir yanılgı kültürünü de gündeme getirmektedir: Düşünce kuşkuları,
açmazları, çelişkileri yoluyla gerçek hakkında bir şeyler öğrenmektedir. Bu da
bir şeyin ne olmadığını bilerek onu bilmeyi sağlayan olumsuz bir eğitimin yolunu
açmaktadır.
Gelgelelim düşüncenin serüveni bu koyutlama mantığı içerisinde dönüp durmaktan ibaret değildir.
Artık anımsanmayan varsayımlara dayanan koyutlama mantığının yanısıra bir de geçmişine dönüp baktığında
gerçeği ve aslında kendisini yanlış tanımalarının bir tarihini anımsayan bir aporetik mantık söz konusudur. Tubbs’ın “modern zihin”
olarak adlandırdığı düşünme şekline özgü olan bu mantık, zeminsiz olduğunu
bilen ve böylece de kendisine kendi zeminini veren düşüncenin mantığıdır.
Gerçeği bir yana, düşünceyi de başka bir yana koyup sonra da birleşmelerini
bekleyen koyutlama mantığının karşısında, aporetik mantık düşüncenin kendine nesne olarak kendisini almasına
olanak tanımaktadır. Düşünce böylece kendisini düşünmektedir ki bu, kelimenin
tam anlamında, bir otobiyografi olarak felsefe tarihini mümkün kılar. Bilindiği üzere, Hegel zaten böyle bir eğilimdedir. Nigel Tubbs da bize Batı felsefesi tarihini düşüncenin kendisi hakkındaki eğitiminin
bir tarihi olarak sunarak modern zihni kavramak açısından önemli bir girişimde
bulunuyor.
* * *
Sunuş yazısını kaleme alma zahmetine katlanan hocam Prof. Dr.
Halil Turan’a, çevirinin son halini gözden geçirip değerlendirme ve önerilerini
esirgemeyen Prof. Dr. Doğan Göçmen’e ve Doç. Dr. Eyüp Ali Kılıçaslan’a ve
sabrından ötürü Doğu Batı Yayınları genel yayın yönetmeni Taşkın Takış’a teşekkür
borçluyum. Son olarak, çeviri süresince Defne Devrim’den çaldığım zamanın sırtıma
bir an önce alıp yere indirmem gereken ağır bir yük bindirdiğinin farkında
olduğumu da belirtmem gerek.
Doğan Barış Kılınç
Diyarbakır/Mayıs 2017
ÖNSÖZ
Yayıneviyle bir Batı Felsefesi Tarihi yazma konusunda anlaştığımız zaman,
sanırım onlar birinci sınıftaki üniversite öğrencilerine uygun bir giriş metni
umuyorlardı. Fakat böyle bir kitap ancak Batı felsefesi tarihine dair yazılmış başka girişlere bir giriş
olurdu özünde. Bunları daha da indirgeyip özetlemeye çalışır, aynı tarihsel
ayrıntıyı ve farklı dönemlerle farklı yazarların aynı kısaltılmış
versiyonlarını tekrarlayıp dururdu. Buna karşılık ben, Batı felsefesi tarihine farklı türde bir Giriş, yani bu tarihe
dair farklı bir düşünme biçimine giriş kaleme aldım.
Batı felsefesi tarihinin Batı düşüncesinin bir otobiyografisi, tıpkı çocuğun yetişkin insan
tarafından anımsanması gibi, onun kendi gelişiminin bir anımsanışı olduğu
fikrini sunuyorum –yeniden sunuyorum demek belki burada daha doğru olacaktır.
O, bu gelişime dönüp baktığında, kendisini farklı zamanlarda farklı şekillerde
yanlış anlamasına dayanan türlü yanılgılara düştüğünü görür. Fakat, bildiğimiz
üzere, yaşamlarımızdaki bu yanılgıların geliştirici bir yanı vardır. Bizi
olduğumuz şey yaparlar. Yetişkin kişi çok gerilerde kalmış ve üstesinden
gelinmiş bir şey gibi kaçamaz bu gelişimden, zira bu şimdi bile yapıldığı zaman
anımsanabilecek başka bir yanılgıdır sadece. Öyleyse tersine, kişi kendi
otobiyografisini inceledikçe kim olduğunu o kadar çok öğrenecektir.
İşin içyüzünü sonradan anlamaktan ileri gelen
bir avantaj da değildir bu sadece. Bu sonradan anlama, kişinin şeyleri aslında
nasıl farklı bir şekilde yapmış olabileceğini görebilmesini akla getirir. Ama
anımsamanın esas amacı bu değildir. Anımsanan şey, şeylerin ne şekilde olmuş
olabileceğini görmek değil, aslında onların ne şekilde olduğunu daha açık bir
şekilde anlamaktır.
Otobiyografi geçmiş zamanı anımsamakla kalmaz,
araştırmacıyı, yazarı şimdiki zamanda eğitir de. Ve belki de en şaşırtıcı
olanı; anımsama araştırmacıya insanın yedisinde neyse yetmişinde de o olduğunu
öğrenme yolunu açtığı zaman, yazar da öğrenmenin yaşamını yaşıyorcasına
kendisine açılır. Bu açıklık gelecek kavramıdır. Araştırmanın başlayabilmesi
için bir önkoşul olarak araştırmacının halihazırda var olması gerekir. Ama
bunun ardından öğrenir ki, araştırmacının araştırma için bir önkoşul olması,
kaçınılmaz da olsa, aynı zamanda yanılsamaya dayanmaktadır. Burada,
araştırmacının araştırmaya öncel olduğu fikri kendi eğitsel ağırlığı altında
kalır. O, yaşamını anımsarken kendisinin bu öğrenme içinde ve bu öğrenmeden hareketle
oluştuğunu öğrenmektedir. Ulaştığı sonuç gerçekte sadece öğrenen ve
yeniden-öğrenen biri olduğudur. Yeni bir hakikattir bu –kendisini öğrenme
yoluyla bir öğrenen olarak öğrenenin hakikati– ve felsefe eğitiminin teori ve pratiğinin yeni bir belirtisidir.
Aşağıda sunmakta olduğum otobiyografi, Batı düşüncesine dair Delphi Tapınağı’ndaki ‘Kendini Bil’ şiarını
takip etmeyi deneyen bir otobiyografidir. Bu düşünce kendisine farklı şekillerde
–özgürlük olarak, doğa olarak ve mantık olarak– mevcuttur, ama bunlar hep
birlikte otobiyografi çalışmasını oluşturan tek bir eğitsel ilişkidir.
Özgürlük, doğa ve mantık kendi hakikatlerinin öğrenme olduğunu öğrenirler.
Zeminini bütün bir Batı felsefesi tarihi fikrinde bulan emperyalizmden kuşkulananlar
meseleyi ıskalamaktadır. Projenin emperyalizminin kendi olumsuzlanışına ve
temelinin oyuluşuna en açık olduğu yer araştırmadır, öğrenmedir. ‘Kendini Bil’
diyen Batı felsefesi tarihi, Batı’nın sahip olduğu en etkili özeleştiri formlarından biridir
–belki de en etkili özeleştiri formudur. Kendini koyutlamasının
olumsuzlanmasından kaynaklanan geliştirici değişime uğramaksızın bu eleştiriden
kurtulamaz o. Batı felsefesi tarihine ilişkin aşağıdaki açıklamanın konusunu
onun ne öğrendiği ve nasıl değiştiği oluşturmaktadır.
* * *
Şimdi kişisel bir not ekleyebilirsem eğer, kendi düşüncemin gelişen
şeklini çok daha açık bir şekilde gördüğümü söyleyebilirim. Yüksek eğitimde
geçirdiğim döneme, sosyolojinin doğal bilinci olumsallık, görecelik ve
diyalektik ile altüst edecek eğitsel önemine inanan bir üniversite öğrencisi,
bir öğrenen olarak başladım. O dönem, bu eğitime felsefe ya da en azından Avrupa felsefe geleneğiyle ilişkili olan felsefe dendiğini ve bunun da Aydınlanmanın çelişkisi ya da
felsefenin yüksek eğitimi olarak görülebileceğini anladım. İngiltere’de
kimi sanat okullarında çalıştım ve öğrenme süreci içindeki öğrencinin teori ve
pratiğinde yeni bir öğretmen buldum. Bu teori ve pratik, bir öğretmen
felsefesi ortaya koymaktadır. Bu yüksek eğitimi özellikle de Hegel’de konuşturmak için farklı türde bir Hegel, Hegel’de eğitimi gerektiren bir Hegel ileri sürdüm. Şimdi, aşağıda sunulan Batı felsefesi tarihi, Batı düşüncesinin kendisini öğrenme süreci içinde anımsama
yolculuğu olarak bu aynı felsefi eğitim teorisidir.
Ve her kitabın sonunda olduğu gibi bu kitabın
sonunda da sıradaki proje şimdiden kendisini açık hale getirmektedir: Şimdiki
anımsama nasıl öğretilecektir? Özgürlük, doğa ve mantık modern felsefi öğrenim
olarak nasıl ifade edilecek? Bu sorularla olan uğraşım şimdi İngiltere
Winchester Üniversitesi Modern Temel Bilimler’de yeni bir inceleme programının
esasını oluşturacaktır.
Nigel Tubss
1961 doğumlu Winchester Üniversitesi Eğitim
Fakültesi profesörü. Felsefe ve eğitim arasındaki bağlantılar hakkında çalışmakta
ve bu çalışmalarında Hegel’den yararlanmaktadır. Yayımladığı
kitapları: God, Education, and Modern Metaphysics: the logic of
‘know thyself’ (2017), Philosophy and Modern Liberal Arts:
Freedom is to learn (2014), Education in Hegel (2008),
Philosophy of the Teacher (2005), Philosophy’s Higher Education
(2004), Contradiction of Enlightenment: Hegel and the
Broken Middle (1997), The New Teacher (1996)